Sudan’da yaklaşık üç yıl önce patlak veren halk isyanı, diktatör Beşir’in tutuklanmasına rağmen ordunun ipleri elinden bırakmadığı, buna karşın kitle inisiyatifinin de tümüyle söndürülemediği inişli çıkışlı bir süreç izleyerek bugünlere gelmişti. Bu süreçte askerlerden ve sivillerden oluşan bir geçici hükümet kurulmuştu. Varılan uzlaşmaya göre ilk 21 ayında askerlerin başkanlık ettiği hükümet 2021 Kasımında sivillere geçecek ve nihayetinde yeni bir anayasayla seçimlere gidilecekti. Ne var ki 25 Ekimde gerçekleştirilen bir darbeyle rejim güçleri bir kez daha kılıçlarını salladılar ve olağanüstü hal ilan ederek Egemenlik Konseyini, Geçici Yasama Konseyini ve Bakanlar Kurulunu feshettiler. Darbe bizzat Egemenlik Konseyine başkanlık eden eski genelkurmay başkanı Orgeneral Abdul Fettah El Burhan şefliğinde organize edildi. Ancak rejim güçleri beklemedikleri ölçüde kitlesel bir halk tepkisiyle karşılaştılar. Devrim ateşinin üç yıl öncesine göre daha yüksek bir harla yanmaya başladığı Sudan’da sokaklar milyonların işgali altında ve ekonomi kitle grevleriyle felç edilmiş durumda. Yani rejim bir kez daha ama çok daha güçlü biçimde sarsılıyor. Son dönemdeki gelişmelere geçmeden önce bugünlere nasıl gelindiğini kısaca hatırlatalım.
Bugüne nasıl gelindi?
2018 Aralığında, ekmek ve akaryakıt fiyatlarına gelen zamlarla tetiklenen halk isyanı hızla ülkenin bütününe yayılmış ve kısa sürede politikleşerek Beşir rejimini hedef tahtasına oturtmuştu. Giderek büyüyen kitle hareketi karşısında sıkışan rejim güçleri, 11 Nisan 2019’da gerçekleştirdikleri askeri darbeyle devrimci isyanın önünü kesmeye çalışmıştı.[1] Darbeyle birlikte Ömer El Beşir tutuklanırken, anayasanın askıya alındığı, hükümetin, meclisin ve devlet konseyinin lağvedildiği açıklanmıştı. “Rejimin kaldırıldığını” söyleyerek kendilerini rejimin dışındaymış gibi göstermeye çalışan darbeciler, politik partilerin inşasının, anayasanın ve seçimlerin iki yıllık geçiş süreci sonunda hayata geçirileceğini duyurmuş, kitleleri evlerine dönmeye çağırmıştı. Fakat rejim güçlerinin gerçekleştirdiği katliamlara rağmen, emekçi kitleler “rejimin yeni kıyafetlerle devam etmesine” izin vermeyeceklerini söyleyerek, sivil bir geçiş hükümeti oluşturulması yönünde bastırmaya devam etmişlerdi. Buna rağmen, hareketin liderliğine soyunan ve başını Sudan Meslek Örgütleri Birliğinin (SPA – doktorların, avukatların, öğretmenlerin vb. meslek örgütleri) çektiği Özgürlük ve Değişim İttifakı[2], cuntayla müzakere adına uzlaşmacı bir rotaya girip mücadeleyi çıkmaz sokağa hapsetmişti. Rejim güçlerinin kimi zaman yokuşa sürerek kimi zaman umut vererek yürüttükleri müzakerelerin esiri haline gelen bu ittifak, nihayetinde kitle hareketini dizginleyip pörsütmenin ve pasifize etmenin aracına dönüşecekti. O günlerde yaptığımız değerlendirmelerde, hareketin liderliğinden kaynaklı handikaplara dikkat çekerken şunları dile getirmiştik:
“İşçi sınıfının beyaz yakalı kesimlerinin ve küçük-burjuvazinin ağırlık teşkil ettiği bu yapıların liderlikleri her ne kadar kitle hareketini sönümlendirmeseler de, onun dizginlerini sıkı tutarak «yol»dan çıkmasını engelleme işlevi görmektedirler. Bunlar bir yandan askeri cuntanın eski rejimin parçası olduğunu söyleyip, bir yandan da oluşturulacak sözde sivil geçiş hükümetinde onun unsurlarına yer verilmesini kabul etmektedirler. Otokratik rejimi de yıkıp geçecek bir toplumsal devrimi değil, rejimle uzlaşarak gerçekleştirilecek bir düzen içi değişimi arzulayan bu önderliklerin süreci düzen sınırları içinde yönetme kaygısıyla hareket ettikleri açıktır. «Politik ve ekonomik istikrarın sağlanması» gerekçesiyle seçimler için dört yıllık bir geçiş dönemi talep edilmesi de bu yaklaşımın tipik bir uzantısıdır. Üstelik bırakalım dört yılı, cuntanın önerdiği iki yıllık geçiş sürecinin bile kimin önderliğinde gerçekleşeceği ve böylesine uzun bir dönemde nelerin yaşanacağı belli değilken bu tutum takınılmaktadır. Rejim güçleriyle pazarlıkla yürüyen bir sürecin devrimci rotadan çıkılması anlamına geldiği aşikârdır.”[3]
Bu satırların üzerinden iki hafta geçmeden, cunta genel greve gidip sokak barikatlarını sıklaştıran emekçilere azgın bir şekilde saldıracak, yüzlerce emekçiyi katlederek gerçek yüzünü gösterecekti.[4] Bu katliamı gerçekleştiren cuntanın başı, bugünkü darbenin de tertipçisi olan Orgeneral Abdul Fettah El Burhan’dı.
Özgürlük ve Değişim İttifakının yönetimin sivillere devredilmesi talebiyle çağrısını yaptığı ve 28-29 Mayısta gerçekleştirilen genel grev, muhalefet içindeki sınıfsal ayrışmayı da net bir şekilde ortaya çıkaracaktı. Örneğin İhvancı Ulusal Umma Partisi, “süreci barışçıl biçimde ilerletmek için müzakerelere devam edilmesi gerektiği” gerekçesiyle genel greve karşı çıkmıştı. Böylece gerçekten proleter eylem biçimlerine yönelindiği vakit, hareketin nasıl bizzat bu temelde yarılacağı da görülmüş oluyordu.
Cuntanın muhalefetle görüşmelerin tümüyle rafa kaldırıldığını ve dokuz ay içinde seçimlere gidileceğini açıklamasının, ama bu arada 3 muhalefet liderini de tutuklamasının ardından alınan “yönetim sivillere geçene kadar sivil itaatsizlik ve süresiz genel grev” kararı ise burjuva ve küçük-burjuva muhalif güçler açısından tereddütlerin ve karşıtlıkların bir kez daha dışa vurmasına yol açacaktı. 9 Hazirandan itibaren milyonların katılımıyla hayata geçirilmeye başlanan bu grevi işçi sınıfı büyük bir kararlılıkla sürdürmüş ve yüz binler sokaklarda son derece direngen bir duruş sergilemişti. Burjuva ve küçük-burjuva ağırlıklı ittifaksa bu grevi rejimi devirecek devrimci bir araç olarak değil askeri cuntayla pazarlıkta elini güçlendirici bir koz olarak görmekteydi. Nitekim üç gün sonra cunta geri adım atıp yeniden müzakere masasına oturmayı kabul eder etmez genel grevin bitirildiği duyuruldu. Askeri cuntayla yapılan görüşmeler sonucunda, ortak bir geçiş hükümeti oluşturulmasında anlaşmaya varılırken, bu temelde askeri geçiş konseyi lağvedildi ve 21 Ağustos 2019’da, geçtiğimiz günlere dek varlığını sürdürecek olan Egemenlik Konseyi kuruldu. Altı sivil ve beş asker üyeden oluşan bu konseyin başkanı Abdul Fettah El Burhan’dı. Sözde sivil yönetime geçiş için oluşturulan bu konseyde, Burhan önderliğindeki rejim güçleri ipleri hiç elden bırakmayacaklardı. Emekçiler “devrim”lerine sahip çıkmak üzere kitlesel bir şekilde sokağa dökülmeye hazırken, rejim güçleri bu denli pervasız davranabilmelerini, muhalefetin farklı sınıf çıkarlarına sahip kesimlerden oluşuyor olmasına borçluydular. Bu gerçekliğe o günlerde şöyle işaret etmiştik:
“Sudan’da çeşitli sınıflardan oluşan muhalefet güçlerini bir arada tutan şey rejim karşıtlığıdır. Ancak onun karşısına ne konacağı tartışılmaya başlandığı anda, çatışan sınıf çıkarları politik ayrışmayı da beraberinde getirmektedir. Şimdiye dek bizzat rejimi hedef alarak ilan edilen «süresiz genel grev» gibi kilit bir politik adımın muhalefet saflarında yarattığı tartışma bunun tipik bir örneğidir. Muhalefet saflarındaki işçi ve emekçi güçlerin önderlikleri açısından da politik muğlâklıklar ve çelişkili tutumlar fazlasıyla geçerlidir. İttifak içindeki en belirleyici güç olan SPA’nın ve irili ufaklı diğer güçlerin politik hedef olarak önlerine koydukları «sivil hükümet»in içinin nasıl doldurulduğu bile hareket açısından başlı başına bir ayrışma konusudur. Burada kilit nokta, bu «sivil hükümet»in hangi sınıfın iktidarını temsil edeceğidir. Devrimci bir önderlikten yoksun olan işçi ve emekçilerin politik bir güç olarak ağırlığını koyamadığı mevcut koşullarda bunun bir burjuva hükümet olacağından şüphe duyulmamalıdır.”
“Rejim güçleri diledikleri gibi yönetip manipüle edecekleri bir sandık süreci sonunda ipleri ellerinde tutmaya devam edeceklerine olan güvenle seçimlere gidebilirler. Ne var ki otokratik yönetimin kanunlarının ve süngüsünün altında gidilecek bir seçimin demokrasiye geçişi sağlayamayacağı açıktır. Emekçi kitleler açısından çok daha önemli olan bir gerçekse, onları ayağa kaldıran işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sistemik sorunların en demokratik burjuva rejim altında bile ortadan kalkmasının olanaksız oluşudur. Sudanlı işçi ve emekçiler, «Beşir’in gitmesi yetmez, tüm rejim gitmeli» derken, ekonomik ve toplumsal sorunlarının aynen devam edeceği «demokratik» bir kapitalizmi tahayyül etmemektedirler. Örgütsüz kitlelerden taleplerini ve bunları gerçekleştirebilecekleri toplumsal sistemi dört başı mamur bir şekilde formüle etmeleri beklenemez. Bunu yapması gereken, işçi sınıfının devrimci örgütleridir; devrimci bir program doğrultusunda emekçileri iktidarı kendi ellerine almaya yönlendirmek ve bu mücadelede ona yol göstermek sınıfın devrimci öncüsünün görevidir. Ne var ki Sudan’da eksik olan tam da budur. Defalarca ayağa kalkan emekçi kitleler her seferinde daha güçlü ve direngen bir mücadele yürütseler de devrimci kalkışmanın yarı yolda kalmasının sebebi bu hayati eksikliktir.”[5]
Bu eksiklik ne yazık ki bugün karşı karşıya kalınan duruma yol açmış, rejim güçleri iktidarlarını iki yıl daha korumayı başarmış ve bugün gelinen noktada yeni bir darbeyle iktidarlarını garantiye almaya girişmişlerdir. Ancak sevindirici olan şudur ki, ağır saldırılara rağmen emekçi kitlelerin mücadele ruhu diriliğini hâlâ korumaktadır.
Darbe ve harlanan devrim ateşi
Emekçi kitlelerin sokakta olduğu, işçi sınıfının genel grev silahını kuşandığı ve yönetimin tümüyle sivillere geçmesi için bastırdığı 2019 yazında, Özgürlük ve Değişim İttifakı kitle hareketinin düzen sınırlarının dışına çıkmasından duyduğu korkuyla öyle uzlaşmacı bir rotaya girmişti ki, Egemenlik Konseyinin başkanlığını geçiş döneminin ilk 21 ayında askerlere bırakmayı bile kabul etmişti. O günlerde imzalanan anlaşmaya göre, Egemenlik Konseyinin başkanlığı 27 Kasım 2021’de Özgürlük ve Değişim İttifakına geçecek ve 18 ay boyunca onda kalacaktı. Ne var ki emekçiler, rejim güçlerinin geniş yetkilerle donanmış konsey başkanlığını sivillere devretmemek için darbe de dâhil her yola başvuracağını gayet iyi biliyorlardı. Nitekim Eylül ayında bu doğrultuda bir darbe girişimi yaşanmış, ancak kitleler sokağa dökülüp bu girişimi püskürtmeyi başarmışlardı. Burhan’ın ordunun yönetimi ele alması yönündeki açıklamalarının yoğunlaşmasının ardından, böylesi bir gaspa geçit vermemek için Ekim ayında da yeniden meydanlara çıkmaya başlamışlardı. İşte bugünkü darbenin arka planında bu koşullar yatmaktadır.
Rejim güçleri egemenliklerini sürdürmek için üç yıl önce ne yaptılarsa bugün de aynını yapmaktadırlar. 25 Ekim 2021’de, yani görev değişimine yaklaşık bir ay kala Egemenlik Konseyini lağveden Abdul Fettah El Burhan, darbenin gerekçesini “konseydeki sivil güçlerin geçiş dönemini yönetmeyi başaramaması, kapsayıcı olmaması ve bazı siyasetçilerin halkı şiddete teşvik etmesi” olarak açıklamıştır. “2023 Temmuzunda sivil yönetim seçilene kadar ordunun demokrasiye geçiş sürecini yönetmeyi sürdüreceğini” söyleyen Burhan’ın kapsayıcılıktan kastı, Beşir’le birlikte iktidardan uzaklaştırılan İslamcı güçlere yeniden alan açmaktır. Öte yandan, “etkin ve bağımsız unsurlardan” oluşan bir hükümet kurulacağını söyleyerek en azından iki yıl daha zaman kazanmak istemektedir. Fakat darbeye, OHAL’e ve zorbalığın bin bir türüne rağmen emekçi kitlelerin dirayeti, önümüzdeki sürecin egemenler için hiç de hesapladıkları gibi geçmeyeceğine işaret ediyor.
Sudanlı emekçiler darbeden üç gün önce sokaklara dökülerek 1964 devriminin yıldönümünde askeri rejime anlamlı bir mesaj vermişti. Zira General İbrahim Abbud liderliğindeki askeri diktatörlük de 21 Ekim 1964’te bir halk isyanıyla yıkılmıştı. Başta başkent Hartum olmak üzere pek çok kentte sokağa dökülen milyonlar, sadece rejime değil uzlaşmacı liderliklere de meydanı kolayına terk etmeyeceklerini göstermişlerdi. Kitleler, “kanlı ittifaka son” çağrısıyla, muhalefet güçlerinden hükümetten çekilmelerini ve sivil bir yönetim kurmalarını istemişlerdi. Ne var ki, bu gösterilerin üzerinden bir hafta geçmeden askerler yönetime el koydular.
Darbenin hemen ardından Sudan Meslek Örgütleri Birliği (SPA) devrimci güçlere ve direniş komitelerine sokağa dökülme çağrısı yaptı. Komünist Parti de bu çağrıya genel grev çağrısıyla eşlik etti ve söz konusu çağrılar emekçiler cephesinde derhal karşılık buldu. Onlarca sektörde işçiler (petrol tesisleri, demiryolları, havayolları, üniversiteler, okullar, hastaneler, gıda fabrikaları, madenler, devlet daireleri, hatta Merkez Bankası çalışanları) iş bırakıp, esnaflar kepenk indirip meydanlara aktılar. Yollara barikatlar kuran, ordu karargâhlarına yürüyen kadın, erkek, çocuk yaşlı yüz binlerce emekçi darbeye geçit vermeyeceklerini haykırdı. Bu isyana ev ev dolaşıp hareketin liderlerini gözaltına almaya çalışarak, kitlelere ateş açarak, gazla, copla saldırarak yanıt veren rejim güçleri 10 kişiyi katlettiler ama emekçileri yıldıramadılar. İnterneti kesip haberleşmeyi engelleyerek hareketi zayıflatacaklarını düşündüler ama bunu da başaramadılar.
2019’da oluşturulan direniş komiteleri kısa sürede yeniden canlanırken, bire bir görüşmelerle, kapı kapı dolaşmalarla, kapıların altından atılan broşürlerle, çağrılarla örgütlenen hareket birkaç gün içinde dalga dalga büyüyüp milyonları içine aldı. Mutlak ve sarsılmaz bir güç pozları kesen cuntacılar, bu güç karşısında, darbenin ardından kaçırıp gözaltına aldıkları Başbakan Hamduk’u serbest bırakmak zorunda kaldılar. Burhan bir kez daha televizyona çıktı ve bu kez alttan alan bir üslûpla birlik-beraberlikten, OHAL’in en kısa sürede kaldırılacağından, suçsuz olan bakanların tutukluluğunun kısa sürede sona ereceğinden dem vurdu. Ancak “kahrolsun askeri rejim”, “geri çekilme yok” diye haykırarak ayağa kalkan kitleler bu laflara karınlarının tok olduğunu bir kez daha gösterdiler. Nitekim askeri darbeye karşı “Milyonların Yürüyüşü” çağrısıyla 30 Ekimde gerçekleştirilen genel grev destekli protesto gösterilerine 4 milyondan fazla işçi ve emekçi katıldı. Rejimse yine kendinden bekleneni yaptı ve militer ve paramiliter güçleri seferber ederek emekçilere saldırıp 3 kişiyi katletti, 100’den fazlasını yaraladı. Hastanelere bile saldırmaktan çekinmeyen devlet güçleri çok sayıda göstericiyi tutukladı.
Gelinen noktada, hareketin liderliğine soyunan burjuva ve küçük-burjuva güçler, emekçilerin tüm militanlığına rağmen, pasifist “sivil itaatsizlik” çağrılarıyla devrimci yükselişi yine zapturapt altına almaya çalışıyor ve bu arada kitleleri rejimin kurşunlarına karşı savunmasız bırakıyorlar. SPA liderliği de bu çağrıları yapanlar arasındadır. Bununla birlikte hareketin radikalliği SPA’yı çoktan aşıp geçmiş ve nihayetinde onu da daha ileri talepler ileri sürmek zorunda bırakmıştır. SPA liderliği mevcut aşamada, sivil hükümetten taviz verilmemesi, tüm darbecilerin yargılanması, ulusal istihbarat ve güvenlik güçlerinin lağvı, orduya ait tüm şirketlerin sivil hükümetin yönetimine geçmesi, ordunun ekonomik faaliyetlere müdahale etmesine son verilmesi gibi taleplerle ön almaya çalışmaktadır. Ne var ki, rejimin muhtemel yeni oyunları karşısında yeniden kirli uzlaşılara girmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Nüfusun %60’ının yoksulluk sınırının altında olduğu, işsizliğin rekor düzeylerde seyrettiği Sudan’da, işçiler, emekçiler bugün 2018’den çok daha ağır ekonomik koşullar altındalar. %360’lara ulaşan enflasyon, tamtakır durumdaki devlet hazinesi, IMF’nin borç vermek için dayattığı ağır saldırı paketleri ve özelleştirmeler, tüm bunların üzerine binen askeri diktatörlük baskısı ve Covid-19 salgını yoksul kitlelerin hayatını iyice çekilmez kılıyor. Ayağa kalkan kitlelerin rejimin tüm zorbalığına rağmen gözlerini budaktan sakınmayıp militanlıklarını korumaya devam etmelerini sağlayan da bu ağır koşullardır. Daha da önemlisi, emekçi kitlelerin bugün üç yıl öncesine göre çok daha fazla politik deneyime ve derslere sahip olmaları ve bunun onları hem daha uyanık hem de daha kararlı kılmasıdır. Bu durum hareket içindeki devrimci kesimlerin seslerinin daha geniş kitlelerde yankı bulması için büyük bir avantaj sunarken büyük bir sorumluluk da yüklüyor: Devrimci dalgayı bu militanlığın hak ettiği şekilde düzen sınırlarının dışına taşımak! Sudan işçisi, emekçisi, bunca zorlu mücadeleyi otokratik rejimin karşısına görece demokratik bir burjuva rejim geçirip, kapitalizmin tüm cefasını çekmeye devam etmek için vermiş olmakla kalmamalıdır!
[1] İlkay Meriç, Sudan’da Halk İsyanı ve Askeri Darbe, marksist.com
[2] Bu ittifakta bulunan diğer kurum ve örgütlerden bazıları şunlardı: Sudan Komünist Partisini ve İslamcı Ulusal Umma Partisini de içeren Ulusal Uzlaşı Güçleri, Sudan Çağrı Güçleri, Cumhuriyetçi Parti, Liberal Parti, Girifna Gençlik Hareketi, Değişim Şimdi, Sivil Güçler İttifakı, Sudan Direniş Komiteleri, Geniş Ulusal Cephe, Hartum Alumni Üniversitesi Kongresi, Sivil Toplum Örgütleri Konfederasyonu, Yeniden Canlanma Devrimci Konseyi, Sudan İnşa Partisi, Kadına Şiddete Hayır İnisiyatifi…
[3] İlkay Meriç, Cezayir ve Sudan’da Zorlu Süreç, 19 Mayıs 2019, marksist.com
[4] İlkay Meriç, Sudan’da Karşı-Devrimin Saldırısı, Süresiz Genel Grev Kararı ve Geri Adımlar, 13 Haziran 2019, marksist.com
[5] İlkay Meriç, Sudan’da Karşı-Devrimin Saldırısı, Süresiz Genel Grev Kararı ve Geri Adımlar, 13 Haziran 2019, marksist.com
link: İlkay Meriç, Sudan’da Askeri Darbe ve Harlanan Devrim Ateşi, 3 Kasım 2021, https://marksist.net/node/7499
Hafıza-i Beşer Nisyan ile Malûldür
Yeni Ekimler İçin Proleter Devrimci Çizgide Israr