Rejimin erozyonu hızlanıyor ve yaşadığı güç kaybının göstergeleri çeşitlenerek artıyor. İktidarın siyasi gerilimi yükseltme çabaları, niyetinin ve göstermek istediğinin aksine, zayıflayışına ve bunu gitgide daha derinden hissedişine işaret ediyor. Hemen her alanda yaşanan tıkanma ve sıkışmışlıkla belirlenen zayıflama, bir yandan rejimin artan yalpalamaları ve “basiretsizlikleri” ile kendini gösteriyor, diğer yandan muhalif güçlerin artan etkinliği ve hamleleriyle belirginleşiyor. Bu hem uluslararası bakımdan böyle hem de iç güçler bakımından. Muhalefet partilerinde çeşitli biçimlerde artan hareketlilik ve görünürlük olsun, TÜSİAD’ın iktidarı hedef alan açıklamaları olsun, Erdoğan’ı küçük düşüren dış gelişmeler olsun, hepsi bu noktayı teyit ediyor. Ortaya çıkan yozlaşma ve çürümenin kokusu her tarafı sarıyor, buna paralel olarak rejim cephesindeki sıkışma devam ediyor.
Dört bir koldan hızlanan ekonomik, siyasi ve diplomatik gelişmeler aynı zamanda siyasi gerilimin de yükselmesi biçiminde kendisini ortaya koyuyor. Ayağının altındaki toprağın kaydığını gören faşist rejim daha önce hep başarıyla uyguladığı fakat büyük ölçüde yıpranan gerilim ve kutuplaştırma stratejisini daha da pervasız biçimde uygulama doğrultusunda sinyaller veriyor. Kürt sorunu, bölgedeki savaş ve militarizm, rejimin bu konuda adeta elinde tuttuğu joker kartlarını oluşturuyor. Bu kartlar masaya sürüldüğünde çoğunlukla akan sular duruyor, itiraz sesleri kısılıyor, çatlak sesler lince maruz kalıyor vb. Ancak, her ne kadar gerilim yükseliyor olsa da rejimin hızlanan gerileyiş sürecinde bu kartların da eskisi kadar işe yaramadığı ortadadır. Asıl olarak Suriye topraklarını hedef alan yeni savaş tezkeresine CHP’nin ilk kez hayır oyu vermesi ve keza DEVA partisinin de çekimser kalması, hatta İYİP içinden bile hayır oyu verenlerin çıkması (Durmuş Yılmaz örneği) bunun son göstergesi oldu. Bu gelişmeler rejimin sıkışmışlığının, sarsıntılarının daha da artacağının bir göstergesidir.
Rejimin milli güvenlik ve beka söylemi temelinde toplumun üzerine boca ettiği savaşçı, yayılmacı, militarist propaganda kitleler üzerindeki etkisini ve inandırıcılığını yitiriyor. Öte yandan, bir savaş hamlesi bilfiil başlatıldığında CHP’nin bugünkü “hayır” tutumunun arkasını getirip getiremeyeceği ve getirirse nasıl getireceği elbette şimdilik belirsizdir. Ama CHP’nin tezkereye beklenmedik şekilde hayır oyu vermesi, bir tabuya dönüştürülmüş olan genel konsensüste her halükârda bir gedik açmış durumdadır. CHP, iktidarın Suriye savaşına karşı olduğu halde siyasi bedelinden korktuğu için şimdiye kadar tezkereleri onaylıyordu. Şimdi hayır oyunun göze alınması hiç kuşkusuz dışta ve içte rüzgârın açık biçimde iktidar aleyhine esiyor olmasından, muhalefetin destek zemininin güçlenmesindendir.
Diğer taraftan, faşist rejime karşı mücadelenin Kürt halkının desteği olmaksızın sürdürülmesinin başarı şansının olmayacağı açıktır. İki yıl önceki yerel seçimlerde bunun aşılması yolunda ilk deneme yapılmış ve iktidarın tüm baskılarına rağmen başarılı olunmuştu. Legal Kürt hareketiyle temasını o günlerden bu yana sürdüren CHP, geçtiğimiz günlerde yeni bir hamle yaparak Kürt sorununun varlığını ve sorunun çözümünde Meclisin ve HDP’nin adres olduğunu dile getirmişti. Elbette iktidar cephesinden salvolar olduysa da beklenebilecek olanın aksine yer gök yıkılmamış, kıyamet kopmamıştı.
Öte yandan CHP’nin tezkereye hayır oyu vermesini sadece (tüm politik risklerine rağmen) Kürtlerle arasını iyi tutma isteğine bağlamak eksik bir değerlendirme olur. CHP yönetimi Erdoğan rejiminin elindeki en önemli silahlardan birisine karşı, öyle ya da böyle, artık teslim olmak istemediğini ilan etmek istemiştir. Bu bir tabunun yıkılması anlamında dikkate değer bir hamledir. CHP bir yönüyle mevcut rejimin seçime giden süreçte bu tür kozları kullanma yöntemini aşındırmaya çalışmaktadır denebilir. Zira bunların genel olarak muhalefetin aleyhine işleyeceği açık olduğu gibi, gitgide CHP’nin varlığını bile tehlikeye koyacağı görülmektedir. Rejimin, 2 yıllığına aldığı bu tezkereyle savaş çıkartıp seçimleri yapmaktan kaçınması ihtimali bilinmektedir. Elbette burada CHP derken onun son yıllarda yaşadığı değişimlerle geldiği hali kastediyoruz.
İktidar cephesi bir yandan CHP’ye saldırmak için eline yeni bir bahane geçmesinden memnundur şüphesiz. Ancak diğer yandan çok etkili bir politik silahın, bir joker kartının aşınması karşısında da öfkelidir. CHP’yi hedef alan yüksek perdeden ilenmelerin altında yatanın sadece milliyetçi militarizm etmenini bir kez daha devreye sokma heyecanı olmadığını görmek gerekiyor. Tezkere oylamasından sonraki ilk Meclis grubu toplantısında Erdoğan’ın CHP ve Kılıçdaroğlu’nu sert biçimde hedef almakla yetinmeyip, büyük ekranlarda Kılıçdaroğlu’na daha önce yapılmış olan fiziki saldırının ve linç girişiminin görüntülerini göstermesi rejimin hassas noktalarına dokunulmaması konusunda açık bir tehdit ve sindirme çabasıdır.
Bu tehdit aynı zamanda rejim temsilcilerinin melanet dolu faşist tehditlerinden oluşan zincirin de son halkasıdır. Rejimin şefi bununla açıkça her türlü kirli yönteme başvurmaya hazır olduğunu bir kez daha ilan etmiş olduğu gibi, genel olarak muhalefete ve taraftarlarına, ne yapılırsa yapılsın iktidardan gitmeyeceği izlenimini de vermeye çalışmaktadır. Bu sadece CHP’ye ve muhalefete değil toplumun geneline dönük bir demoralize etme ve sindirme yöntemidir. Diğer taraftan bu tehdit, son haftalarda kimi iktidar sözcülerinin ve kalemşorlarının gelecek seçime ilişkin olarak dile getirdikleri kanlı imaların da bir parçasını oluşturuyor. Bu imalarla 2015 Haziran seçimlerinin ardından yaşanan kanlı provokasyonlara açıkça atıflar yapılarak muhalefete ayağını denk alması tembih edilmektedir.
Erdoğan’ın seçime doğru giden siyasi süreci rayından çıkarmak ya da berhava etmek veyahut sandık gelecekse bile içinden kendisinin zaferle çıkmış görüneceği bir durum yaratmak için elinden gelen her şeyi yapacağı görülüyor. Zira son derece olağanüstü gelişmeler yaşanmadığı takdirde Erdoğan’ın mevcut seçim yasası ve prosedürleriyle ve hatta hile marjıyla bile seçim kazanması pek mümkün değildir. Bütün yaşanan ve daha da tırmandırılacak olan gerilimin dolaysız sebebi budur. Şimdi devreye savaş hali ilan etme kartının sağlam biçimde güvenceye alınması hamlesi sokulmuştur. Getirilen tezkerenin öncekilerden farklı olarak bu kez çok daha uzun bir süre olarak 2 yıllık olması kendi başına çok şey anlatıyor. Bu seçimlerin resmi tarihini de içerecek uzunlukta bir süre. İktidar savaş hali bahanesini göstererek seçimleri kendisi için uygun şartlar oluşana kadar erteleme kartını eline almış durumdadır. Zira Anayasa’nın 78’inci maddesine göre “Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir”. Bunun anlamı seçimleri 1 yıl, yetmezse 2 yıl erteleme olanağıdır.
Aslında, geçtiğimiz haftalarda Suriye savaşını bizzat yürüten generaller arasında bazılarının istifa etmesinin 2 yıl uzunluğundaki tezkereyle bağlantılı olduğunu görmek gerekiyor. Birkaç generalin birden, görünürde makul bir sebep ve beyanat olmadan bu şekilde görevden ayrılması, rejimin burada yeni ve riskli hamlelere girişmek istediğine dair bir işaret olarak görülmelidir. Generallerin, olumsuz yönde hızlanan iç ve dış siyasi gelişmelerin de belirleyiciliği altında, bu işe ortak olmak ya da bunun yürütücüsü olmak istemedikleri anlaşılıyor. Bunları hep Erdoğan’ın niyet ve hazırlıklarına dair belirtiler olarak okumak gerekiyor. Yeri gelmişken ordunun üst kurmaylarından bu tür girişimlerin gelmesinin CHP’nin tezkereye hayır tavrını mümkün kılan önemli faktörlerden biri olduğunu da belirtelim.
Öte yandan, niyet ve hazırlık bu yönde olsa da Erdoğan’ın Suriye’de yeni bir savaş hamlesini ne ölçüde yapabileceği ve yaparsa bunun ne ölçüde başarılı olacağı ucu açık bir sorudur. İçte ve dışta siyasi konjonktür değişmiştir. Sıkça vurguladığımız gibi rejim bir iniş sürecindedir. Manevra alanları ve başarı olanakları ciddi ölçüde daralmıştır. Riskli ve sihirli bir taklayla sürecin tersine çevrilmesi pek kolay değildir. Özellikle savaş söz konusu olduğunda rejim hem ABD ve Avrupa tarafında hem de Rusya ve Çin tarafında kredisini tüketmiş görünmektedir. Tarihte baskıcı rejimlerin içine düştükleri zorlu krizleri aşmak ya da unutturmak için savaş kartını kullanmaları çokça görülmüştür. Ama bu girişimlerin önemlice bir bölümünün hüsranla sonuçlandıkları da malûmdur. Köşeye sıkışan bir iktidarın hırçın biçimde sağa sola saldırması sonunu yakınlaştıracak hatalar yapma olasılığını da arttırmaktadır. Son zamanlarda çeşitli alanlarda iktidarın yaptıklarının ters tepmesi buna örnek oluşturmaktadır. Ancak, her halükârda, böylesi savaş girişimleri işçi sınıfının zaten hızla kötüleşmekte olan yaşam koşullarını daha da ağırlaştıracak, onun köleliğini katmerlendirecek niteliktedir. O nedenle işçi sınıfının en başta kendisine düşman bu tür savaş girişimlerine karşı durması için mümkün her türlü çabanın gösterilmesi önümüzdeki dönemin görevlerinden biridir. Savaş dâhil faşist rejimin provokasyonlarına geçit verilmemelidir.
link: Marksist Tutum, Savaş Tezkeresi ve Değişen Siyasi Atmosfer, 30 Ekim 2021, https://marksist.net/node/7496
Dünden Bugüne Kira Grevleri
Hafıza-i Beşer Nisyan ile Malûldür