Emperyalist savaşın ve kapitalizmin tarihsel krizinin bir sonucu olarak son yıllarda özellikle Afrika ve Asya ülkelerinden Avrupa’ya, Güney ve Orta Amerika ülkelerinden de ABD’ye doğru çok ciddi bir göç dalgası yaşanıyor. Yoksulluğa, sefalete, açlığa mahkûm edilmiş, savaşlar yüzünden her şeyini kaybetmiş, canını kurtarma derdine düşmüş yüz binlerce insan hayatları pahasına bu göç yollarına düşüyor. Örneğin bugünlerde, ABD’nin askerlerini Afganistan’dan çekmeye ve Taliban güçlerinin ülkeyi kontrolü altına almaya başlaması üzerine her gün binden fazla Afgan mülteci Türkiye sınırını geçmeye başladı. Taliban belasını Afgan halkının başına musallat eden Amerikan emperyalizmi yüzünden insanlar can derdine düşmüş durumdalar. İşte bunun gibi her gün dünyanın dört bir yanından on binlerce insan göç yollarına düşüyor. Ancak lafa geldiğinde insan haklarını, demokrasiyi dillerinden düşürmeyen “uygar” Batılı ülkeler, bu göç dalgalarını engellemek için her türlü insanlık dışı yönteme başvuruyorlar. Yeri geliyor göçmenleri geri çeviriyor, yeri geliyor Türkiye gibi ülkelere rüşvet verip yapılanları görmezden geliyorlar.
Geçtiğimiz aylarda da yine bir insanlık trajedisi yaşandı. Kapitalist işleyişin bir sonucu olarak artık kronikleşen göç dramı, bu kez Fas’tan İspanya sınırına uzanıyordu. İspanya’nın Kuzey Afrika’daki özerk kentlerinden biri olan Ceuta’ya 8 binden fazla göçmen sığınmak istedi. Çocukların da içinde olduğu binlerce kişi yüzerek ve bir kısmı yürüyerek Ceuta’ya ulaşmaya çalıştı. Medyaya yansıyan video ve fotoğraflar yaşanan can pazarını çok net bir şekilde gösteriyordu. Sayıca fazla olan göçmenlerin İspanya topraklarına yığılmasıyla birlikte İspanya hükümeti derhal orduyu devreye sokarak güç gösterisine başladı. Can havliyle karaya ulaşmaya çalışan insanlar engellendi, karaya çıkanlar İspanyol askerleri tarafından denize döküldü ve ölüme terk edildi.
Fas sınırından İspanya’ya göç akını elbette ilk kez yaşanmıyor. Fakat bir gecede binlerce kişinin sınıra dayanması gerek İspanya hükümetinde gerekse de Avrupa Birliği cenahında panik yarattı. İspanya başbakanı Pedro Sanchez tüm görüşmelerini iptal edip hemen orduyu ve polisi göreve çağırırken, AB’den de İspanya ile dayanışma mesajları gecikmedi. Çünkü İspanya sınırı demek aynı zamanda AB sınırı demekti. İspanya ve AB’nin tutumu sonrası Fas sınır geçişlerini kapatarak göç akınını görece yavaşlatmıştı. Binlerce göçmen meçhulün ortasında bırakıldı. İspanya ordusunun saldırısı sonucu yaklaşık 4 bin göçmen zor yoluyla geri gönderilirken, yine çoluk çocuk pek çok göçmenin cansız bedeni kıyıya vururken, kimilerinin de akıbeti belirsiz kaldı.
Melilla’da göçmen krizi
Penon de Velez de la Gomera adası, Melilla ve Ceuta kentleri, İspanya’nın Afrika’nın kuzeyinde yer alan özerk kentleridir. Melilla ve Ceuta kentleri Fas sınırı ile çevrilmiş durumdadır. İspanya’nın serbest dolaşım bölgesi Schengen’e katılması ile birlikte bu kentler, Fas üzerinden Avrupa’ya geçmek için Cebeli Tarık Boğazı’na açılan cezbedici kapılar haline geldi. Fas’ın çevrelediği bu iki özerk şehrin sınırlarında 6 metre yüksekliğinde bir duvar bulunuyor. Önceleri sınırı belirtmek için simgesel düzeyde çitlerle çevrili olan bölge özellikle 90’lı yıllarla birlikte Cebeli Tarık Boğazı’nı aşıp Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlerin uğrak noktası olması nedeniyle değişime uğradı. Duvarlar büyüdü, teknolojiyle birlikte önlemler arttırıldı. Bundan yaklaşık 16 yıl önce yine Ceuta ve Melilla’da sınırı aşmaya çalışan göçmenlerin yaşam mücadelesine sahne oldu bu duvarlar. Duvarları aşıp geçmek isteyen 17 göçmen vurularak öldürüldü. Yüzlercesi yaralanırken, geri kalanlar da çöle sürülerek ölüme gönderildi. Fakat buna rağmen yaşam mücadelesi veren göçmenlerin önlerine dikilen duvarları aşındırması engellenemedi.
Peki, ne oldu da Fas ve İspanya arasında bir göçmen krizi patlak verdi? Bilindiği üzere Fas ve İspanya arasında yıllardır süregelen bir Batı Sahra sorunu var. 2020 yılı içerisinde Fas ile Polisario Cephesi arasında 1991 yılından itibaren süren ateşkes anlaşması bozulmuş ve Batı Sahra meselesinde gerginlik tekrar tırmanmaya başlamıştı. Bu sürecin sonunda Polisario Cephesi Genel Sekreteri İbrahim Gali’nin Covid-19 hastalığı nedeniyle İspanya tarafından tedavi edilmek üzere gizlice ülkeye getirilmesi nedeniyle Fas ile İspanya arasında bir diplomatik kriz meydana geldi. Ne zaman ki bu tip diplomatik krizler gündeme gelse hükümetler göçmenleri el altında tuttukları bir sopa gibi kullanmaya girişiyorlar. Bu durum Türkiye’nin Avrupa’yla para pazarlığına oturduğu zamanlardan hatırlanacaktır. Nitekim benzer bir mevzu da Fas hükümeti için geçerliydi. Zaten yıllardır Avrupa Komisyonu’ndan göçmenleri dizginleme sözüne karşılık olarak milyon dolarlar alıyordu. Hatta 2014’ten bu yana Fas’ın AB’den 343 milyon euro aldığı söyleniyor. Müzakere devam ettiği takdirde bu rakamın milyar eurolar olarak artacağı da söylentiler arasında. Yani anlaşılacağı üzere kapitalistlerin göçmenler üzerindeki kirli ittifakı önümüzdeki süreçteki gündem maddeleri arasında olmaya devam edecek.
Kapitalist iktidarlar kendilerine tehdit olarak gördükleri bir durum karşısında binlerce insanı umutlarıyla birlikte denize ve toprağa gömdüler. Üstelik bunu yaparken ne kadar amansız olduklarını kanıtladılar. Pet şişelere tutunarak denizi aşmaya çalışan çocuğun çaresizliği karşısında hangi insanın vicdanı susabilir? Fakat unutulmasın ki, kapitalizmin hamurunda vicdan yok. Dolayısıyla kapitalizmin hamuruyla beslenenlerde de vicdan olması beklenemez. Bu nedenle İspanya’da başta hükümet yetkilileri olmak üzere galeyana gelen sağcı gruplar göçmenleri hedef alarak çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Bu acı tablonun yanında elbette yüreği kararmamış, sınıf kardeşlerinin acısını bir nebze de olsa hafifletmek ya da bu acıya ortak olmak isteyen insanlar da görülüyordu. Örneğin Kızıl Haç gönüllüsü Luna Reyes’in Fas’tan İspanya’ya geçmeye çalışan binlerce göçmenden biri olan Senegalli sığınmacıyla sarıldığı fotoğraf bu dayanışma duygusunun bir sembolü oldu. Fakat en insani duyguları ifade eden, acıyı paylaşmak için sarılan bu iki insanın fotoğrafı üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı. Sağcı gruplar Luna Reyes’e ağza alınmayacak hakaretler yağdırdılar. Bunlara karşın Luna Reyes gibi pek çok kişi, İspanya topraklarında yaşayan sığınmacı kardeşlerine evlerinden battaniye ve yemek getirerek destek oldular. Sığınmacılara destek olanlar, kimsenin doğduğu ve yaşadığı toprakları canını tehlikeye atarak keyiften terk etmeyeceğinin farkındalar. Çaresiz kalmayan, ülkesinde yaşayabilecek yeterli olanaklara sahip hangi insan bu tehlikeli yolculuğu göze alır? Ya da oyun çağındaki hangi çocuk bir başına umudunu pet şişelere bağlayarak ve korkudan ağlayarak kıyıya varmaya çalışır? Bunun sorumlusu Afrika’yı savaşın ve yoksulluğun pençesine bırakan gözü doymaz emperyalist egemenler ve yerli kapitalistlerdir.
Kimine masal, kimine mezar Afrika
Doğal güzellikleri ve tarihi zenginliği ile Afrika’nın pek çok ülkesi zenginlerin tatil keyfi için göz bebeği olabilecek güzelliklere sahiptir. Fakat dünyadaki milyonlara sorulsa Afrika denince akla ne gelir? Güney ya da kuzey fark etmeksizin, Kenya, Etiyopya, Tunus, Fas ve daha nicesi… Afrika ülkesi denince akla vahşi doğa, kuraklık, açlık, yoksulluk ve sefalet içindeki insanlar gelir. Kara kıtanın kara yazgısı denir hatta. Yüzyıllardır önce sömürgeci imparatorlukların, daha sonra emperyalist devletlerin yağmalanmaya hazır sofrası olmuştur Afrika.
Afrika gezi rehberlerinde betimlendiği gibi yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle bezeli bir koca kıtadır. Akdeniz, Hint Okyanusu, Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ile çevrili bir kıta olan Afrika’nın kıyı şeridi gerçekten de cennet gibi koylara sahip. Bölgesine göre farklılıklar gösterse de çok çeşitli maden rezervleri, petrol kaynakları, kahve, kakao gibi bitkilerin yetişmesine elverişli iklimi, toprağı ve dahası… Fakat Afrika’yı fakir yapan ya da daha doğru bir deyimle Afrika’nın büyük çoğunluğunu yoksulluğa mahkûm eden şey onun çorak olduğu düşünülen toprakları değil, kapitalist sistemin kendisidir. Yüzyıllardır Afrika halkları gün yüzü görmüyor. Dünyanın sayılı zenginlerinin koleksiyonlarındaki paha biçilemez elmasları çıkaran sefalet içindeki insanlar, tadını bile bilmedikleri çikolatalara katılan kakao tohumlarını toplayan aç çocuklar… İnsanlık başka gezegenlerde yaşamın “mümkünlüğünü” gündemine almışken, hâlâ çamurdan kurabiyelerle beslenen, ölü dev bir fili iki saatte parçalayarak paylaşan ve buna mecbur olan insanlar... Afrika işte budur! Dünyanın en acı yüzleri belki de Afrika halklarının yüzleridir. Afrika denince hafızalarda canlanan, Nâzım Hikmet’in şiirinde “hele bunlarda öyle bir ağrı var ki, bunlar öyle bakarlar ki” dediği kocaman aç insan gözleridir.
Yaşadıkları coğrafyayı terk etmek zorunda kalanların sayısı katlanarak artıyor. 3 Temmuzda yine bir Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus açıklarında Avrupa’ya gitme umuduyla yola çıkan 49’dan fazla göçmen boğularak can verdi. Eritre, Sudan, Mısır, Çad ve Yemen’den daha iyi bir yaşam umuduyla yola çıkan göçmenler, tıpkı kendilerinden önceki binlerce göçmen gibi karanlık sulara gömüldüler.
Açlık, savaş, göç, ölümler… Tüm bu dehşet verici olayları yaratan kapitalist sistem öyle ya da böyle yaşadığı sürece dünya halklarının acısı son bulmayacak. Ama nasıl ki Hadrian’ın ördürdüğü koruma duvarı Roma’nın yıkılışına engel olamadıysa, kapitalist sistemin ördüğü duvarlar da elbet bir gün yıkılacak, çizdiği sınırlar onun ölümüne engel olamayacaktır. Milyarlarca insanın kaderini belirleyen bu sistem tıpkı yıkılmaz sanılan Roma gibi yıkılacaktır. Onu yıkacak olanlar da yıkılmayı bekleyen duvarları aşındıranlar olacaktır.
link: Başak Güler, Utanç Sınırları Aşılmayı Bekliyor, 20 Temmuz 2021, https://marksist.net/node/7412
Türkiye’de Genç İstihdam Raporu Açıklandı
6. Yılında Suruç Katliamı: “Hiçbir Düş Yarım Kalmayacak!”