Döne döne kapitalizmin artık çürüdüğü, kokuştuğu ve insanlığa verecek hiçbir şeyi kalmadığı gerçeğini vurgulamaya devam ediyoruz. Kapitalist çürümüşlüğün örneklerinin bolca yaşandığı ülkelerden biri de Brezilya’dır. 2018 Ekiminde iktidara gelen faşist Bolsonaro, yıkıcı politikalarıyla emekçilerin hayatlarını karartmaya devam ediyor. Irkçı politikalar, bitmek bilmeyen polis şiddeti, çevrenin ve doğanın talan edilmesi, ekonomik krizin faturasını emekçilere ödettiren yasalar, yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlik Brezilyalı emekçilerin öfkesini ve tepkisini arttırıyor. Son bir yıldır buna, Covid-19’dan 500 binden fazla insanın hayatını kaybetmesi de eklenmiş durumda. Pandemi sürecinde alınmayan önemler ve iktidarın umursamaz tavrı yüzünden on milyonlarca insan hastalanmış ve Brezilya pandemiden kaynaklı ölümlerde ABD’den sonra ikinci sıraya yerleşmiştir.
Koronavirüsten hayatını kaybedenlerin sayısının 500 bini aşması üzerine Brezilyalı emekçiler Bolsonaro’ya öfke kusarak 19 Haziranda ülkenin dört bir yanında protesto gösterileri yaptılar. 29 Mayısta da 200’den fazla şehir ve kasabada iktidarın Covid-19 politikalarına karşı on binlerce emekçi sokağa dökülmüştü. Emekçiler Bolsonaro’nun görevden alınmasını ve gerekli aşının derhal yapılmasını istiyorlar. Eylemlerde hükümetin virüsten daha tehlikeli olduğuna dair döviz ve pankartlar taşınması, aslında “virüs değil kapitalizm öldürür” gerçeğinin ortaya konması bakımından oldukça anlamlıdır. Covid-19 salgınında resmi vaka sayılarına baktığımızda, 34,4 milyon vakayla ABD birinci, 29,8 milyon vakayla Hindistan ikinci, 17,8 milyon vakayla Brezilya üçüncü sırada yer alıyor. Bu üç ülkenin vaka ve ölüm sayılarında ilk sıraları paylaşması tesadüf değildir. Bu ülkelerde gerekli önlemleri almayarak ve aşı sağlamayarak emekçilerin ölüme terk edilmesinde, bu süreçte işbaşında olan otoriter iktidarların payı büyüktür. ABD’de Trump, Hindistan’da Modi, Brezilya’da ise Bolsonaro sürü bağışıklığı politikası üzerinden umursamaz tavırlar sergileyerek göz göre göre emekçileri hastalığın pençesine bırakmışlardır.
Bu üç ülkedeki benzerlikler sadece Covid-19 sürecinde uygulanan politikalarla sınırlı değildir. Bunların başında, büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda emeğin ve doğanın sınırsızca yağmalanması, polis terörü, ırkçı ve kadın düşmanı politikalar ve yolsuzluklar gelmektedir. Dünyanın pek çok ülkesinde çıkışsızlık içinde bulunan kitleler örgütsüzlük şartlarının da etkisiyle ırkçı ve faşist söylemlerle zehirlenmekte, sıkışan burjuvazi faşizmin önünü açmaktadır. Brezilya da faşist hareketin yükselişe geçtiği ülkelerden biriydi. Brezilya’da yaşananlar pek çok yanıyla Türkiye ile benzerlikler içeriyor. Bunlardan birincisi tıpkı Türkiye’de olduğu gibi 2000’li yıllarda başlayan ekonomik büyümenin 2015’lere gelindiğinde gerilemesi ve derin bir ekonomik krizin baş göstermesidir. Hem bu ekonomik krizin oluşturduğu ortam hem de iktidarda bulunan İşçi Partisinin yolsuzluklara bulaşması ve pek çok noktadaki politik yanlışının da etkisiyle arayışa geçen kitleler faşist Bolsonaro’nun tuzağına düştüler.
“İşçi Partisi hükümette bulunduğu 13 yılda, egemen sınıfın en tepe kesimini oluşturan plütokrasinin gücünü zayıflatmak için hiçbir şey yapmadı. İşte Bolsonaro’nun önünü açan da bu tekelci sermaye kesimleri oldu. Sonuçta onun liderliğindeki faşist hareket ivmeli bir tırmanma süreciyle yükseldi ve nihayetinde 28 Ekimdeki seçim sonuçlarıyla birlikte Bolsonaro ipleri eline aldı.
“Bu tabloyu oluşturan gelişmelere bakıldığında, sosyal demokrasinin bir kez daha uğursuz rolünü oynayarak faşizmin önünü açtığı gerçeğiyle karşı karşıya geliyoruz. İktidarda olduğu uzun yıllar boyunca, onu var eden emekçilerin beklentilerine ihanet ederek politikalarını burjuva siyasetin merkezinde oluşturan, ulusal ve uluslararası sermaye çevreleriyle anlaşan ve genel olarak onlarla uyumlu bir ekonomik program uygulayan, ekonomik krizle boğuşmaya başladığı zaman ise faturayı sermaye sahiplerine yüklemek yerine sosyal yardımları kısmaya girişen İşçi Partisi, Bolsonaro’nun zaferinin zeminini döşemiştir.
“Bolsonaro gibi faşist liderler, emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu istismar ederek onları çıkmaz sokaklara sürüklemekte mahirdirler ve İşçi Partisi ona bu imkânı fazlasıyla sunmuştur. Yani, yükselen sol dalga, devrime ilerleyemediği, sosyal demokrasi dalga kıranıyla etkisiz hale getirildiği için, sistemin cenderesinde sıkışıp kalan emekçi kitleleri esir alan umutsuzluk, Brezilya’da da faşist bir hareketin yükselişini beslemiştir.”
“Yeni başkan Bolsonaro, seçim kampanyasını açık faşizan söylemlerle yürüttü ve baskıları daha arttıracak, emekçiler arasında düşmanlığı körükleyecek politikaları hayata geçirmeyi vaat etti. 1964 askeri darbesini savundu. Solcuları toptan öldürmek yerine işkenceyle yetinmesinin faşist darbenin en önemli eksiği olduğunu söyledi. Başkan olursa «solcuları temizleme» sözü verdi. «Ya deniz ötesine gidecekler ya da hapse... Bu kızıl haydutlar vatanımızdan kovulacak. Brezilya tarihinde hiç görülmemiş bir temizlik olacak» ifadelerini kullandı. Kadınları aşağılayan sözler sarf etti ve eşcinsellere hakaretler yağdırdı. Göç ve göçmen karşıtı politikalar uygulayacağını, Venezuela, Paraguay, Haiti, Bolivya ve Suriye gibi ülkelerden gelecek göçmenlere kapıları kapatacağını açıkladı. Filistin’i devlet olarak tanımayacağını belirtti. Suçla polisiye mücadele yöntemlerini daha da sertleştireceğini, şu anda 18 olan hapse girme yaşını düşüreceğini, siyah Brezilyalılara yönelik sosyal politikaları sona erdireceğini, kadına yönelik şiddet ile ilgili yasaları budayacağını söyledi.”[1]
Yalan, dezenformasyon ve manipülasyonu her daim propagandasının esası haline getiren faşist Bolsonaro’nun söylemlerinin ne kadar tanıdık geldiği ortadır. Çünkü çıkarlar farklı olsa da tüm faşist hareketlerin beslendiği temalar aynıdır. Benzeri söylemleri 2020 Kasımında seçimi kaybeden Trump’tan da fazlasıyla duymuştuk. Kitlelerin çıkışsızlığını fırsata çeviren Bolsonaro, iktidara geldiği günden itibaren yıkıcı politikalarını hızla devreye sokmaya başladı.
Bunun başında dünyanın akciğerleri olarak adlandırılan Amazon ormanlarının gıda ve madencilik tekellerinin yağmasına açılmak üzere yakılması geliyordu.[2] Diğer taraftan Bolsonaro’nun iktidara geldiği günden beri polis şiddeti de hiç dinmedi. 2019’un Eylül ayında Rio de Janeiro’da Agatha Felix isimli 8 yaşındaki bir kız çocuğu polis kurşunuyla katledilmiş ve yüzlerce gösterici kentin gecekondu mahallesinde toplanarak cinayeti protesto etmişti. Yine 2020 yılının Kasım ayında Porto Alegre’deki bir markette iki güvenlik görevlisinin 40 yaşındaki Silveira’yı döverek öldürmesi nedeniyle binlerce insan sokaklara dökülerek protestoda bulunmuştu.
Geçtiğimiz Nisan ayı içinde de Covid-19 salgınının kontrolsüzce yayılması ve yüzlerce emekçinin canını kaybetmesine, yoksullaşmaya ve ekonomik krizin faturasının işçilere ödettirilmesine karşı on binlerce işçi protesto ve grevlerle tepkilerini gösterdiler. Öğretmenler, petrol, metal ve taşıma işçileri ekonomik yıkıma ve yoksullaşmaya karşı günlerce süren grevler örgütlediler. Otobüs şoförleri birçok eyalette iş bırakma eylemleri gerçekleştirirken, Ulusal Ulaştırma ve Lojistik İşçileri Konfederasyonu (CNTTL) sendikası ülke çapında “iş bırakma grevi” çağrısı yaptı. Ayrıca Paraná eyaletinde yaklaşık 1700 petrol işçisi rafinerilerde gerekli bakım ve onarım çalışmasının yapılmadığını, hayatlarının hiçe sayıldığını belirterek grev örgütlediler. Covid-19 salgınıyla ilgili alınmayan önlemler yüzünden yüzlerce teslimat işçisinin hastalığa yakalanması ve artan iş yükü teslimat işçilerinin öfkesini arttırdı, İFood ve Uber Eats adlı yemek dağıtım platformlarında çalışan teslimat işçileri de greve gittiler. Teslimat işçilerinin grev sonrası düzenledikleri protestoya sağlık çalışanları ve kamyon şoförleri de destek vererek onları yalnız bırakmadılar. Ülkedeki grev ve protesto eylemlerine ulaştırma ve lojistik işçilerinin grevleri de eklendi ve başkent Brazilya’da kontak kapatma eylemleri düzenlendi.
Brezilya hükümeti Covid-19 salgınına karşı emekçilerin hayatını hiçe sayarken, ülke sendika düşmanı politika ve uygulamaları ile çalışanlar için dünyada en kötü 10 ülke arasında Bangladeş’ten sonra ikinci sırada yer alıyor.
Gelinen noktada faşist Bolsonaro hükümetinin yıkıcı politikaları emekçilerin öfkesini her geçen gün daha da arttırmaktadır. Yaşanan protesto ve grevler Bolsonaro iktidarına son verme dinamiklerinin gücünü fazlasıyla gösteriyor. Çelişkileri doğru temelde değerlendirmek, biriken öfkeyi sınıfsal temele oturtarak faşist hareketin önünü kesmek ve kitlelerin önüne devrimi bir çıkış yolu olarak koymak sosyalist hareketin en temel görevlerinden biridir. Brezilya’da başlayacak devrimci bir dalganın tüm Latin Amerika ülkelerini peşine takması işten bile değildir. Bu nedenle Brezilyalı sosyalistlere büyük görevler düşüyor.
[1] Selim Fuat, Brezilya’da Faşist Tırmanış Süreci (31 Ekim 2018), marksist.com
[2] Aylin Dinç, Amazonlar Kapitalistlerin Kârı Uğruna Yanıyor (14 Eylül 2019), marksist.com
link: Hakan Sönmez, Brezilya’da Pandemi ve Emekçilerin Büyüyen Öfkesi, 21 Haziran 2021, https://marksist.net/node/7383
Bir Çöp Hikâyesi, Kapitalizm Yani…
Emekçilerin Kişisel Verileri AKP’nin Propaganda Bakanlığında!