Myanmar’da 1 Şubatta yapılan askeri darbenin ardından kaleme aldığımız bir yazımızda, bu ülkede son birkaç haftada yaşanan gelişmelerin ordunun işinin bu kez kolay olmayacağını gösterdiğini belirtmiştik.[1] Nitekim askeri rejim, iki buçuk aydır uyguladığı sıkıyönetime, dozunu arttırarak sürdürdüğü katliamlara, tutuklamalara ve işkencelere rağmen, yüz binlerce işçinin ve öğrencinin darbeye karşı aktif bir direniş sergilemesinin önüne geçmeyi başaramadı. Cunta yönetimi bu süreçte 800’e yakın insanı katletti, 4 bine yakınını tutukladı. Ülkenin en büyük kenti Yangon başta olmak üzere dört bir yana yayılan gösterilere gerçek mermiyle saldıran, etnik azınlıkların yaşadığı bölgeleri bombalayan polis ve ordu birlikleri, üniversiteleri, hastaneleri, evleri, hatta ambulansları basarak eylemci avına çıkarken, cenaze törenlerine katılanları bile yaylım ateşine tutmaktan çekinmedi. Fakat tüm bunlar, sokak eylemlerinin kitlesel grevlerle birleşmesiyle mücadelenin bir üst noktaya taşınmasını engelleyemedi.
Çok sayıda sendikanın 22 Şubatta ilan ettiği ilk genel greve, eğitim, sağlık, bankacılık, taşımacılık gibi sektörlerin yanı sıra başta tekstil olmak üzere sanayi işçileri de yoğun bir katılım gösterdiler. Bunun üzerine askeri cunta işçi örgütlerini ve yürüttükleri faaliyeti yasadışı ilan etti. 28 Şubatta 18 kişiyi katleden cunta, bununla direnişi sindiremeyip aksine daha radikal hale getirdi. Nitekim Mart başında yapılan ikinci genel grev çok daha yüksek bir katılımla gerçekleşirken, işçilerin ve öğrencilerin direngenliği ve kararlılığı da arttı. 14 Martta ise yüz binlerce tekstil işçisinin çalıştığı Hlaing Tharyar sanayi bölgesi[2] ordu birliklerinin saldırısına uğradı. Tekstil işçileri haftalardır cuntaya karşı gerçekleştirdikleri grevlerle direnişin merkezinde yer alıyorlardı. Bunun önüne geçmek isteyen cunta, sıkıyönetim ilan etmişti. Bunun üzerine işçiler anayollara barikatlar kurup ordu birliklerinin muhtemel saldırısına karşı hazırlık yapmaya girişmişlerdi. 14 Martta bu barikatları yıkan ve işçilere ateş eden askerler onlarca işçiyi katlettiler. Bu katliamın ardından Çinli patronların sahibi olduğu bazı fabrikaların ve bu fabrikaların önündeki otomobillerin ateşe verilmesi (bunu yapanların kim olduğu bilinmiyor), bölgedeki diğer fabrikaların patronlarını da korkuttu. Bu nedenle dünyanın önde gelen giyim ve spor ürünleri markalarına üretim yapan yüzlerce tekstil fabrikasında üretim durdu. Bir süre sonra bu fabrikaların bir kısmı açıldıysa da, üretim halen düşük düzeyde gerçekleştiriliyor. Bu durumun banka çalışanlarının, kamyon sürücülerinin ve kargo işçilerinin greviyle birleşmesi, tekstil hammaddelerinin ve ürünlerinin ihracatını önemli ölçüde düşürmüş bulunuyor. Önümüzdeki günlerde tekstil ürünlerinin fiyatlarının tüm dünyada belirgin bir şekilde artmasının beklenmesinin nedenlerinden biri de budur. Çünkü Myanmar, uzunca bir süreden beri dünya tekstil üretiminin en önemli merkezlerinden biri haline gelmiş durumdadır.
Myanmar’da, onyıllar boyunca yoksulluk içinde kıvranan ve büyük bir baskı altında inleyen emekçi kitleler bunun sorumlusu olan askeri rejime duydukları büyük tepkiden dolayı Aung San Suu Kyi liderliğindeki burjuva partisi NLD’yi (Ulusal Demokrasi Birliği) desteklemektedirler. NLD, iktidara geldikten sonra yaptığı yasal düzenlemelerle görece demokratik bir alan açarak ve işçi sınıfına o zamana dek var olmayan temel sendikal hakları tanıyarak emekçi kitlelerin sempatisini kazanmıştır. Nitekim 2020 Kasımında yapılan genel seçimlerde de %82 oy almıştır. Fakat askeri cunta seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla bu sonucu tanımadığını açıklayıp yönetime el koymuş, Aung San Suu Kyi’yi de tutuklamıştır. Protestolar da bunun üzerine başlamış ve 1988 ayaklanmasının boyutlarına ulaşmıştır. Ne var ki o gün ayağa kalkan halk kitlelerini bir askeri darbeyle kanlı bir şekilde bastıran askeri cunta, bugün yeni bir darbeye direnen halkın devasa tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır ve benzer bir katliama girişmesine karşın iki buçuk aydır bu isyanın üstesinden gelememektedir.
Burjuvazi içinde kıran kırana savaş
Bankacılıktan ulaşıma, madenlerden tekstile devlet işletmelerinin ekonomide hâlâ çok büyük role sahip olduğu Myanmar’da, ordu kurmayının gücü ve korumaya çalıştığı çıkarları, aslında silahlı gücü elinde bulundurmasının ötesinde bu zemine dayanıyor. Uzun yıllar boyunca despotik bürokratik bir diktatörlüğün yönetici sınıfını oluşturan ordu bürokrasisi, iktidarı elinden bırakmak zorunda kaldıktan sonra da bu konumunu tümden yitirmedi. Kendisinin yaptığı anayasayla parlamentoda bile %25 oranında milletvekili kotasına sahip olan ve bu da yetmezmiş gibi sıkça tekrarlanan darbelerle gücünü her daim hatırlatan bu egemen sınıf kesimi, devlet işletmelerinin yönetiminde de halen önemli bir güce sahiptir. Öte yandan üst düzey subayların sahip oldukları çok sayıda özel şirketin devlet işletmeleriyle derin ticari ilişkileri mevcuttur.
Ordu kurmayının NLD iktidarının uyguladığı özelleştirme ve serbestleştirme programına güçlü bir direnç göstermesi de, emekçi halkın çıkarlarını korumaya çalışmasından değil kendi sınıfsal zemininin aşınmasına karşı koyma çabasından kaynaklanmaktadır. Yaşanan askeri darbeler de aslında burjuvazi içindeki iktidar kavgasının ürünü olarak boy göstermektedir. Bu kavganın emperyalist kamplaşmaya uzanan boyutuysa en az ülke içindeki çıkar kapışması kadar büyük bir yer tutmaktadır. 1960’lı yıllarda Çin’i model alarak şekillenen ve sonrasında da Çin’le son derece yakın ilişkilere sahip olan Myanmar’da, askeri kurmay bu emperyalist kampın yanında konumlanmaktadır. NLD’de temsiliyet bulan muhtelif burjuva kesimler ise ABD-AB kampıyla yakın ilişki içindedirler.
Bugün gelinen noktada NLD’nin kontrolündeki çeşitli yapıların BM’ye ve ABD’ye açıkça askeri müdahalede bulunma çağrısı yapmaları da burjuvazi içindeki kapışmanın geldiği düzeyi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Örneğin 3 Martta genel grev çağrısı yapan işçi örgütleri arasında adı geçen ABFTU (All Burma Federation of Trade Unions – Tüm Burma Sendikalar Federasyonu), 4 Martta yayınladığı bir bildiride, uluslararası işçi sınıfını destek ve dayanışmaya çağırmak yerine, emperyalist tekelleri Myanmar’dan yatırımlarını çekmeye ve “Birleşmiş Milletler ya da ABD de dâhil ulusal orduları acil müdahale”ye çağırmıştır. Tüm bunlar aynı zamanda militan sınıf sendikalarının ve devrimci işçi örgütlerinin güçlü bir varlık gösterip önderlik edemediği koşullarda, yükselen hareketin burjuva güçlerin her türlü manipülasyonuna açık hale geldiğini de göstermektedir.
Myanmar’da önümüzdeki günlerde çatışmanın daha da yükseleceğine işaret eden başka olgular da söz konusudur. Son haftalarda liberal burjuva kesimler cuntaya karşı silahlı mücadele yürütecek “federal bir ordu”nun gerekliliğinden söz etmeye başlamışlardır. Bu “federal ordu”nun etnik azınlıkların hakları için mücadele yürüten gerilla örgütlerini de kapsaması planlanmaktadır. Keza Batı basını da, eylemlere katılan gençlerin ve işçilerin silahlı mücadele ihtiyacından söz ettikleri haberlere sıkça yer verir olmuştur. Öyle görünmektedir ki, emperyalist hegemonya mücadelesi büyüdükçe, bu kapışmanın doğrudan yaşandığı nüfuz bölgelerinde emekçi kitleler egemenlerin çıkarları uğruna hiç çekinilmeden savaş cephelerine sürüleceklerdir ve Myanmar da bu cephelerden biri olma yolundadır.
İşçi sınıfının, yoksul köylülerin ve ezilen azınlıkların, üzerlerine bombalarla, kurşunlarla gelen askeri rejime karşı direnişi çıplak elleriyle yürütemeyeceklerini görüp silahlanmaya çalışmaları kuşkusuz önemlidir. Ancak işçi ve emekçilerin bu bilince bağımsız sınıf çıkarları temelinde yürüttükleri bir mücadele esnasında ulaşmasıyla, hareketin doğrudan burjuva kesimler tarafından bu yöne kanalize edilmesi arasında dağlar kadar fark vardır. Silahlı bir güç haline gelen işçilerin mücadelesinin düzen sınırlarının ötesine geçmesi kaçınılmazdır ve böylesi bir durumda burjuvazinin tüm kesimleri alarm zillerine asılıp, işçilerin, emekçilerin kendi inisiyatifleriyle örgütledikleri silahlı oluşumları anında boğmak için domuz topu gibi birleşirler. Eğer durum bu olsaydı Myanmar’da da yaşanacak olan bu olurdu. Oysa bugün Myanmar’da işçi sınıfı devrimci bir önderlikten yoksundur ve yürüyen mücadelede tümüyle burjuva güçlerin önderliğinde ilerlemektedir. NLD’de temsiliyet bulan burjuva güçlerin silahlanmadan, silahlı mücadeleden bu kadar kolay bahsetme cesareti gösterebilmelerinin nedeni de budur. Söz konusu kesimlerin bunu kendi denetimlerindeki bir “ordu”yla sınırlayacakları ve aksi bir oluşuma asla izin vermeyecekleri açıktır.
2007’de fahiş petrol ve doğalgaz zamlarına karşı patlak veren isyan günlerinde yazdığımız bir yazıda şöyle demiştik: “Radikal talepler etrafında örgütlenmiş bir sınıf hareketinin önüne geçmek için her türlü çabayı sarf eden burjuva muhalefet odaklarının asıl sorununun, iktidarın hegemon unsuru olmak ve ülkeyi emperyalist sistemle tam entegrasyona yöneltmek olduğu son derece açıktır. NLD gibi burjuva muhalefet güçlerinin ABD’nin açık desteğini aldıkları da ortadadır. Ne var ki, yerli ve yabancı sermaye gruplarının çıkarları uğruna süngülerin önüne sürülenler, bu planlarda hiçbir gerçek çıkarı bulunmayan yoksul emekçi kitleler olmaktadır.”[3]
NLD o gün olduğu gibi bugün de son derece kontrollü bir strateji izlemekte, hareketin burjuva sınırların ötesine geçmesinin önünü almaya çalışmaktadır. Aksi halde tehlike altına girecek olanın özel mülkiyet sistemi olacağı son derece nettir. Bu burjuva kesimin hedefi, NLD’nin yeniden iktidara gelip ordu bürokrasisini de tümüyle kendi denetimine alacağı bir burjuva rejimin inşa edilmesidir. Onun demokrasi olarak kodladığı da budur. Ne var ki işçi ve emekçilerin yakıcı bir şekilde ihtiyaç duydukları demokrasiyle burjuvazinin ihtiyaç duyduğu demokrasi arasında kategorik bir fark bulunmaktadır. Burjuvazi için demokrasi, özel ve genel çıkarları için özgürce siyaset yürütebilmesi ve özel mülkiyetin korunmasının ve gelişmesinin garanti altına alınacağı “serbest piyasa” kurallarının engelsiz işlemesi anlamına gelmektedir. İşçi sınıfı içinse demokrasi, ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerini gerçekleştirmek için gerek siyasal gerekse sendikal alanda sınırsız örgütlenme hakkına sahip olmak ve yürüttüğü mücadelede hiçbir kısıtla karşılaşmamak gibi geniş bir özgürlük alanını kapsamaktadır. Fakat bu mücadelenin, birkaç adımın ardından özel mülkiyet, yani kapitalizm duvarıyla karşı karşıya gelmesi ve bu duvarı aşmaya yönelmesi kaçınılmazdır. Tam da bu nedenle, burjuvazi hiçbir ülkede işçi sınıfına böylesine geniş bir özgürlük alanı tanımamaktadır. Myanmar’da da durum farklı değildir. Bugün pek liberal pozlar kesen NLD’nin iktidardayken emekçi kitlelere tanıdığı özgürlük alanının sınırlarını gayet iyi biliyoruz. Askeri diktatörlükle karşılaştırıldığında oldukça geniş görünen bu alan, aslında Batı normunda bir burjuva demokrasisi için bile son derece güdük kalmıştır. Burjuva demokrasisinin en temel normları, bıraktık işçi sınıfını, ezilen etnik azınlıkları için bile uygulanmamış, hatta Müslüman Rohingya halkına yönelik ırkçı ayrımcılık ve katliamlar kesintisiz devam etmiştir.[4]
Myanmarlı işçiler, emekçiler, askeri rejime karşı tepkilerini defalarca ayağa kalkarak ortaya koymuşlardır. Bu kararlı duruş, bu kez yaşandığı gibi, son derece radikal bir mücadeleye de dönüşebilmiştir. Fakat işçi sınıfının devrimci bir önderlikten yoksunluğu, bu hareketin sınırlarını da, önündeki engelleri aşma potansiyelini de ne yazık ki daha baştan belirlemiştir, belirlemektedir. Bugün muhalefet konumunda bulunan burjuva fraksiyon esas gücünü buradan alırken, söz konusu durum emekçi kitlelerin en zayıf noktasını oluşturmaktadır.
[1] Kerem Dağlı, Myanmar Halkı Darbeye Direniyor (13 Şubat 2021), marksist.com
[2] Bu bölgede yer alan ve H&M, Zara, North Face, Adidas gibi çok sayıda büyük markaya üretim yapan yüzlerce tekstil fabrikasında, ezici çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 600 bin işçi çalışıyor. Söz konusu fabrikaların önemli bir bölümü Çinli kapitalistlere ait. Son yıllarda yaygın bir şekilde örgütlenen tekstil işçileri çok sayıda grev gerçekleştirdiler. Ne var ki her yerde olduğu gibi Myanmar’da da Covid-19 salgını sınıf hareketini ezmenin sopası olarak kullanıldı. Grevler, grev çadırları, mitingler, işçilerin sendikalarında bir araya gelmeleri yasaklandı. Askeri cunta ise bu baskı ve yasakları en üst noktaya taşıdı.
[3] İlkay Meriç, Myanmar ve Emperyalizmin İkiyüzlülüğü (3 Kasım 2007), marksist.com
[4] Demet Yalçın, Arakan Sorunu ve Egemenlerin İkiyüzlülüğü (16 Eylül 2017), marksist.com
link: İlkay Meriç, Myanmar’da Askeri Darbeye Direniş Sürüyor, 19 Nisan 2021, https://marksist.net/node/7342
Her Şeyimizi Çalmalarına İzin Vermeyelim