İşçi sınıfının ozanı Nâzım Hikmet şiir dışında edebiyatın başka alanlarında da çeşitli eserler vermiş, çalışmalar yapmıştır. Bunların arasında çevirisini yaptığı masallar, öyküler, hikâyeler de var. Geçenlerde Nazım Hikmet’in çevirdiği bu eserleri içeren bir kitap okudum. Bunlar başka ülkelerin edebiyatçıları tarafından yazılmış ama kitabın içindeki tüm eserler bizleri anlatıyor aslında. Belki de bu gerçeği perçinlemek için Nazım Hikmet tüm eserlerde geçen kişilere Türkçe isimler vermiş. Öykülerden biri Sovyet hicivcisi Mihail Zoşçenko’ya ait.
Öykünün başkahramanı Hasan isimli bir aktör. Hasan “Kanlı Haydutlar” isimli bir oyunda tüccarı canlandıracağı başrolü kapmış. Oyunun adından ve başrolden anlaşılacağı üzere haydutlar tüccarı soyuyor. Hasan sahneye çıkar çıkmaz haydutlar üzerine saldırıyor. O da rol icabı başlıyor bağırıp çağırmaya, tepinmeye. Yere yatırıyorlar tüccarı, rol icabı tabii… Haydutlardan biri daldırıyor elini tüccarın cebine. Çekip alıyor cüzdanı. Cüzdanın içinde 15 papel var. 1 papel 20 Türk Lirasına denk. 15 papeli de siz hesap edin. Neyse alıyor haydutlar cüzdanı. Cüzdanla kalmayıp bir de kolundaki saati de almasınlar mı... Rol ya, tabii söyleniyor tüccar Hasan: “Açılın ulan yoksa yakarım buraları!” Kim dinler, haydutlar yine tüccarın üstüne atlıyor. Ama rol icabı tabii… Tüccarın cüzdanla saati gidiyor. Hasan bu anda, “oyundan sonra bunlar geri döner mi” diye düşünmeye başlıyor; aktör milleti malûm… Kan tepesine fırlıyor Hasan’ın. İmdat, adam soyuyorlar diye bağırmaya başlıyor can havliyle. İzleyenler de boyuna el çırpıyor. Yaşaaa! Rol dediğin böyle oynanır diye haykırıyorlar. Hasan ve haydutlar bu arada sahnede boğuşmaya devam ediyor. Ama rolden çıkıyor bu boğuşma, gerçeğe dönüyor. Hasan bir de bakıyor ki haydutlardan üçü eksilmiş. Hasan da çıkıyor tüccar rolünden “Ey millet. Soyuldum. Cüzdanla saat gitti” diye bağırmaya başlıyor. İzleyenler alkışlamaya devam ediyor. Oyunun yönetmeni de çıkarıyor başını perdenin arkasından: “Yaşa ulan Hasan. Rol dediğin böyle yapılır işte. Aferin sana” diyor. Hasan da “Vay anasını. Bizim çığlıklar, dayak yememiz, cüzdanla saatin aşırılması hep rol icabı…” diye düşünüyor. Bakıyor olacak gibi değil bağırıyor tekrar: “Gerçekten soyuldum. Gitti cüzdan, papeller.” Tabii izleyenler de sonunda olanların farkına varıyor. Perde kapanıyor, polisler geliyor. Hasan anlatıyor polise olan biteni. Polisler araştırıyor ama bir şey bulamıyorlar. İzleyenler bu arada dağılıyor, yönetmen de gidiyor. Boş cüzdan da sahne arkasında bulunuyor. Olan da Hasan’ın saatine, parasına oluyor. Rol icabıydı ya her şey!
Abilerim, ablalarım, kardeşlerim. Bizler de her gün oynanan bir oyunla karşı karşıyayız. Hepimizi Hasan yerine koyuyorlar. Haydutlar da patronlar sınıfı. Rol icabı gibi, bin bir oyunla gelirler alırlar elimizde, avucumuzda ne varsa. Sonra bırakır giderler bizi dertlerimizle baş başa. Sonra suçlu nerede? Suçlu yok. Suçlu kaybolmuş. Sonra biz emekçiler boş cüzdanı buluruz. İzleyenler de yönetmen de göz boyar, bozmaz oyunu. Neden peki? Çünkü çalınan lokma, göz dikilen emek onların değil. Verdiğimiz her emeğin karşılığını boş cüzdanlarla aldık biz emekçiler. Cüzdanlarımızı boşaltmakla kalmadılar, kolumuzdaki saate bile göz koydular. “Evinde buzdolabı varsa aç değildir” diyenler, “kolunda saat varsa cebinde parası da vardır” derse hiç şaşırmam. Elimizdeki zamana bile göz koyuyorlar ya; neden şaşıralım? Eve zamanında varayım da evladımla birkaç saat fazla zaman geçireyim diyen anne-babalara kapitalist düzen “Boş ver evladı. Çalış sen. Hem çalışmazsan atarım seni. Evladına verecek lokma bulamazsın” diye de tehditler savurur. Uzun çalışma saatlerine maruz bırakır, emeğinin karşılığını da vermez. İşte kapitalist sistemin elindeki koz da bu; tehdit ve zorlama. Yetmezmiş gibi hakaretler, bağırışlar. İşte haydutlar karşınızda. Emeğinizi çalanlar, evladınıza vereceğiniz sevgiyi çalanlar, kolunuzdaki saate göz koyanlar, buzdolabınızın olmasını zenginlik diye yutturmaya çalışanlar…
Hasan oyunda tek başınaydı haydutların karşısında. Tek başına bağırdı durdu. Anlatamadı derdini. Ama birlikte yükselen ses ortaktır, güçlüdür. Hepimizin karşılaştığı bu haksızlıklar ve sömürü de ortak. Ziya Egeli “Açız “ adlı şiirinde çok güzel anlatmış, ben de onun dizeleriyle bitireyim sözlerimi.
Boşuna dememişler
“tok açın halini ne bilir” diye
senin sofran dolu
senin miden tıka basa
sen, büyük bir iştahla yersin
bizim alın terimizi
fakat nerden bileceksin
bizim bir öğün dert
diğer öğün dilimizi dişimizi yediğimizi…
link: Ankara’dan bir öğrenci, Her Şeyimizi Çalmalarına İzin Vermeyelim, 19 Nisan 2021, https://marksist.net/node/7343
Davet Var Kızıl Gül Bahçesine
Myanmar’da Askeri Darbeye Direniş Sürüyor