Günden güne artan sıkışıklığını aşmak için rejimin ardı ardına yaptığı girişimler derdine derman olmuyor. Rejim, altından kaymakta olan toprağı sıkılaştırmak için ne yapsa kâr etmiyor. Son örnek sınır ötesindeki Garê’ye yapılan askeri operasyon oldu. Hem mevsim şartları nedeniyle zamanlaması açısından, hem de çetin coğrafi şartlar ve planlama açısından askeri uzmanlara iyi hesaplanmış görünmeyen bu operasyon rejim açısından bir başarısızlıkla sonuçlanmış görünüyor. Operasyonun askeri anlamda hedefinin ne olduğu konusu hâlâ bozbulanık olsa da, iktidarın politik niyeti büyük bir başarı öyküsüyle “gazadan” dönmek ve bununla içeride siyaset arenasında yeni bir zafer yürüyüşü başlatmaktı. Sürecin tüm seyri Erdoğan’ın bu operasyona ciddi bir siyasi yatırım yaptığını gösteriyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştır.
Askeri hedefin rehineleri kurtarmak mı, bölgede olduğu tahmin edilen bazı PKK yöneticilerini öldürmek ya da esir alıp getirmek mi, yoksa bölgede artmakta olan PKK mevzilenmesini kırmak ve orada alan tutmak mı olduğu veyahut bunların hepsi mi olduğu anlaşılmış değil. Ancak siyasi açıdan odak noktası rehineler konusu halini almıştır. Tartışma bu konu etrafında şekillenmektedir. Zaten Erdoğan da hem operasyonun öncesinde müjdeli haberler vereceğini ilan etmiş hem de sonrasında operasyonun hedefinin rehineleri kurtarmak olduğunu söylemiştir. Dahası hedefe ulaşmada başarılı olamadıklarını da söyleme gafletinde bulunarak, kendi arzusu hilafına tartışmayı bu bağlama oturtmuştur. Bu açığı yakalayan muhalefet de surdaki zayıf noktaya yüklenerek gediği büyütmeye çalışmaktadır. Bu nedenle rejimin şu günlerdeki en çok uğraştığı konu bu başarısızlığın sorgulanmasını önlemektir. Operasyonda 13 rehinenin ve 3 askerin ölmesi olgusunu şovenizmi, militarizmi ve Kürt düşmanlığını körükleme yolunda kullanma dışında hiçbir söylem olmamasını sağlamak için her türlü kara propaganda ve şirretlik sergilenmektedir.
Rejimin rehinelerle ilgili en küçük bir duyarlılığının olmadığını söylemeye bile gerek yoktur. Tam da o mağarada ölen rehineler için Meclis başta olmak üzere 6 yıldır çeşitli mecralarda çabalar gösterilmiş, ama iktidar bu çabaları elinin tersiyle itmiştir. Gözlerden saklamaya çalışsalar da bu biliniyor. Dahası PKK’nin genelde rehineleri infaz etmediği ve uygun şartlar olduğunda bunları salıverdiği de geçmiş bazı deneylerden biliniyor. Rejimin bir rehine duyarlılığı olsaydı daha önce birçok kez olduğu gibi bu rehinelerin de görüşmeler ve aracılar yoluyla evlerine döndürülmeleri mümkündü. 6 yıl boyunca bu doğrultuda hiçbir şey yapmayan iktidarın şimdi rehine kurtarmaktan söz etmesi sakil bir riyakârlıktır.
Rejimin rehineler meselesinde küplere bindiği bir önemli nokta da rehinelerin nasıl öldüğü konusudur. Rejim propagandası rehinelerin PKK tarafından infaz edildiğini iddia ediyor ve bunun üzerinden önüne gelene yıldırımlar yağdırıyor. Böyle bir operasyon neticesinde bu sonucun doğabileceği apaçık olduğundan rehinelerin ailelerinden bazıları da öncesinde operasyona karşı çıkmış, bunun durdurulmasını istemişlerdir. Rehine yakınları dâhil olmak üzere aklı başında herkesin görebileceği bir şeydir bu. Rejim bunun sorgulanmaması için kudurgan bir hiddetle sağa sola köpükler saçarak saldırıyor. PKK rehinelerin ölümünün bağımsız bir uluslararası komisyon tarafından araştırılması önerisinde bulunmuştur. Rejim kendinden pek bir eminse böylesi bir öneriyi neden dikkate almıyor? Bırakalım dikkate almamayı bu öneriden kimse söz bile etmiyor.
Şimdi rejim Garê operasyonundan umduğu başarıyı elde edemeyince kara propagandada gemi azıya alarak var gücüyle HDP’ye yükleniyor ve onu bir kez daha şeytanlaştırarak “Millet İttifakını” bölüp parçalamaya çalışıyor. Tescilli faşist şefler köpük saça saça HDP’nin kapatılması gerektiğini ilan ederken, CHP de onun yanına konarak tümden sindirilmeye, ezilmeye çalışılıyor. Yavaş yavaş kokusu yayılmaya başlayan kapı arkası hazırlıklarından HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması yoluna gidileceği anlaşılıyor. Hatta bununla yetinilmeyip bazı CHP’li vekillerin fezlekelerinin gündeme alınmasından da söz ediliyor. Rejimin içinde bulunduğu sıkışıklık ve başarısızlık manzarası düşünüldüğünde bunlar hiç şaşırtıcı olmayacak gelişmelerdir.
Bu rejimin karakteristik özelliklerinden birisi düzenli biçimde sansasyona, marazaya ve bu temelde saf sıklaştırmaya ihtiyaç duymasıdır. Ancak bu genel özelliğin her daim aynı ağırlıkta olmadığını hemen eklemek gerekir. Özellikle ekonomik krizin emekçi kitleleri vuran etkilerinin ağırlaşmaya başlaması rejimin bu karakteristik özelliğinin çok daha belirgin, kendini çok daha sık gösteren bir hâl almasına yol açmaktadır. İşsizliğin dev adımlarla artması, yoksulluğun korkunç tırmanışı, AKP’nin sosyo-kültürel ayrımları körükleyerek kendisine dayanak haline getirdiği kitlelerin bağlılığında erozyona yol açmaktadır. Geçtiğimiz yerel seçimlerde bu erozyon ilk güçlü belirtilerini ortaya koymuştu. Onca baskı, hile ve dalavereye rağmen İstanbul ve Ankara dâhil büyük şehirlerin neredeyse tamamında kaybeden iktidar bloku açısından, derinleşerek devam eden bu eğilim alarm vericidir. Üzerine bastığı toprak kayan iktidar blokunun dayandığı kitleler içinde safların sıklaştırılması daha hayati bir zorunluluk halini almaktadır. Kürt düşmanlığı temelinde yeni milliyetçi-şoven hezeyan dalgaları yaratmak, rejimi ayakta tutmanın da en bereketli yolu olmuştur. Mevcut koşullarda ellerinde başkaca bir sonuç verici araç da yok gözükmektedir. İşlerin iyiye gittiğine dair pozitif umut verme doğrultusunda sözde Karadeniz’de zengin doğalgaz kaynakları keşfetmekten tutun uzaya gitmeye kadar çeşitlilik arz eden “yaratıcı” denemeler yapılmıştır. Ama İslami duyarlılıkları okşayarak safları heyecanlandırıp toparlamak üzere kullanılan Ayasofya hamlesi de dâhil tüm çabalar guruldayan midelerin inatçı sesini fazla bastıramamıştır. Bunlar içinde ömrü bir haftayı geçen gündem olmamıştır. Hoşnutsuzluk açık biçimde büyümektedir. Bunun kitlelerde henüz açık ve büyük kopuşlar ya da saf değiştirmeler biçimini almamış olması başka bir sorundur, yanıltıcı olmamalıdır.
Rejimde ciddi bir inandırıcılık erozyonu yaşanmaktadır ve bu bazı noktalarda adeta sapır sapır dökülme görüntüsü vermektedir. Erdoğan’ın konuşma metninin üç yıl önceki Binali Yıldırım konuşmasından kelime kelime aynen kopyala-yapıştır yöntemiyle oluşturulduğunun ortaya çıkması bu tür bir manzaradır. Erdoğan’ın ve AKP’nin artık söyleyecek sözü kalmadığının komedi boyutlarındaki bir somutlanışıdır bu. Son haftalardaki AKP il kongrelerinin bol ışık ve görüntü gösterileriyle bilimkurgu tarzı bir uzay sirkini andıran görüntüleri Orwell’e rahmet okutmanın yanında, söylenecek fazla sözün olmadığının da bir görüntüsüdür.
Rejim Garê operasyonunu sadece sınır ötesi bir askeri hamle olarak değil içeriyi de hedef alan bir politik hamle olarak tasarlamıştır. Ancak sonucun açık bir başarısızlık olması ülkedeki politik havanın seyri bakımından bir kırılma noktasından geçtiğimizi gösteriyor olabilir. Önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelere bağlı olarak bunu daha net görebileceğiz. Şimdi rejim bir yandan muhalefeti “terör” suçlamaları temelinde kriminalize etmeye uğraşırken baskıyı dört bir koldan arttıracaktır. Özellikle Bahçeli’nin söylemleri rejim açısından da gelinen noktanın bir kırılma noktası olduğunu düşündüklerine işaret ediyor. Bahçeli, “Bundan sonra terörle mücadele stratejisi bakımından Gara öncesi ve sonrası inanıyorum ki aynı olmayacaktır. Bu sefer ateş sadece düştüğünü yakmayacak, PKK’nın yanında yöresinde saf tutan kim varsa çembere alıp tepeden tırnağa tutuşturulacaktır” derken, Sarayın propaganda şefi de “HDP eşittir PKK” diye buyuruyor. Kudurgan milliyetçilik körüklenip HDP şeytanlaştırılırken, Kürt hareketine dönük ezme operasyonu genişletiliyor. Şu ana kadar 800’den fazla kişi gözaltına alınmıştır.
Ama hem Boğaziçi Üniversitesi meselesinde görülen kararlı direniş, hem de “terörle savaş” gibi neredeyse tam garantili bir konuda burjuva muhalefetin ilk kez sinmeyip rejimin söylemine yekten teslim olmaması anlamlıdır. Rejimin öfkesinin patlama yapmasının sebebi de bu gelişmelerin nereye evrilebileceğini sezinliyor olmasıdır. Tiridi çıkmış Mehmet Ağar’ın bile konuşturulması ve muhalefetin bir kez de onun ağzından tehdit edilmesi sıkışmanın bir başka belirtisidir. ABD’deki yeni Biden yönetiminden bir türlü yüz bulamayan, aksine sınırın neredeyse taş atımı ötesinde yeni bir ABD askeri üssünün oluşturulması ile yüz yüze kalan rejim, kendi bekası uğruna bundan sonra içte ve dışta çok daha tehlikeli, çok daha riskli maceralara atılabilir. Ancak son birkaç örneğin de gösterdiği gibi, elindeki tüm baskı gücüne rağmen direniş rejimin cakasını bozmakta, çelişkilerini keskinleştirmekte, dayanaklarını zayıflatmaktadır.
link: Marksist Tutum, Rejimin Sıkışmışlığı, 18 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7265
Engels Dünde Değil, Bugünde Yaşıyor!
Medeniyetin Öteki Yüzü: İngiltere’de Çocuk Yoksulluğu