Dünya işçi sınıfı zor bir dönemden geçiyor. Olağandışı bir dönem yaşanıyor hem dünyada hem bu topraklarda. Düne kadar demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde, otoriter ve totaliter rejimlere eğilim gittikçe artıyor. Dünyanın dört bir yanında baskıların, yasakların ve işçi sınıfına karşı saldırıların amansız bir şekilde devam ettiği, milliyetçiliğin ve militarizmin yükselişe geçtiği kaotik bir dönem yaşanıyor. Toplumun tüm kesimleri payına düşeni alıyor bu insanlık dışı sistemden. Bir taraftan toplumsal ilişkileri çürütüyor, diğer taraftan dünyanın sonunu getiriyor var olan düzen. Kapitalizm çıkışı olmayan bir krizde, adeta yoğun bakımda makineye bağlı bir hasta durumunda. Hayatta kalmak için yaptıkları dünyayı ve insanlığı felâkete sürüklüyor. Böyle dönemlerde insan bir ışık, bir umut, dayanabileceği, sarılabileceği, sığınabileceği bir yer arıyor; bugünden korkmamak, geleceğe güvenle bakmak ve savrulmamak için.
Yaşanan sorunlara ya da çürümeye ne kadar dayanabilir tek başına bir insan? Bir arada olmak önemli olduğu kadar yeterli olabilir mi böyle gerici dönemlerde? Mücadeleye atılanların yolunu aydınlatacak, onlara ışık tutup rehberlik edecek liderler, doğru bir ideoloji, morallerini, enerjilerini diri tutacak, geçmişten güç devşirecek insanlar olmadan mümkün mü? Geçmişi bilmeden bugüne ve geleceğe umutla bakmak olanaklı olabilir miydi? Dövüşenler nereden beslenecek, nasıl körükleyecekler öfke ve kinlerini? Bu düzeni tüm aygıtları ile nasıl ortadan kaldıracaklar? Bu soruların cevabı işçi sınıfının tarihi hafızasında saklı. Bugün bunların toplumun çoğunluğu tarafından unutulmuş olması burjuvazinin yürüttüğü kara propaganda, yalanlar dolanlar ve zamanın ruhu ile alakalı. Ama rüzgâr hep karşıdan esmeyecek, elbette değişecek rüzgârın yönü. İşte o zaman işçi sınıfının tarihi hafızası bir anda canlanacak. Bu yüzden işçi sınıfının yürüttüğü kavgada yitirdiği önderleri düşünüldüğünde Ocak ayının ayrı bir önemi bulunuyor. İşçi sınıfının tarihsel kavgasında tarafı net bir şekilde belli olan, yaşamı sona erene veya burjuvazi tarafından katledildiği son ana kadar bundan ödün vermemiş, yolumuza ışık tutan devrimcilerimizi saygıyla andık. Ve bir kez daha bize nasıl tarihsel bir hazine, kıymetli bir miras bıraktıklarını içselleştirdik. Her dönem işçi sınıfının tarihinde yer alan önemli günleri ve önderleri anmak, hatırlamak önemlidir ama içinden geçtiğimiz dönemde bu çok daha anlamlı. Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını! Ne çok şey anlatıyor bize ve bir kez daha mücadelemize sıkı sıkı sarılmamızı öğütlüyor. Başta Lenin olmak üzere, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve on beş yoldaşının yürüttükleri mücadele yolumuza ışık tutuyor.
Enternasyonal komünist gelenekten gelen, geçmişten günümüze yaşamış tüm devrimciler, bizleri mücadele ile tanıştıran ve yol gösteren büyüklerimiz… Ne kadar zengin bir geçmişimiz ve bugünümüz var. Bu kültürle yetişen ve donanan, politik olarak duruşundan taviz vermeyen, her zaman dünya devrimini savunan, en gerici koşullarda Marksizme sarılan insanlarla bir arada olmakla ne kadar gururlansak azdır. Lenin hayatı boyunca sürekli bir sınav vermiş ve en önemli sınavdan işçi sınıfını iktidara taşıyarak geçmişti. Bugün de aynı sınavları başarıyla verenler adeta bir aktarma kayışı görevi görüyor. Bize sınıf hafızamızı aktarmaları, gelenekten geleceğe şiarı ile yolumuza ışık tutmaları, bu kavgayı sahiplenmek için sürekli bizleri zinde tutmaları bizler için büyük şans. Kaybettiğimiz ve yaşayan önderlerimizi daha iyi anlamak, kavramak ve yeniden o ateşi yakmak, rüzgârın arkamızdan eseceği günlere hazırlanmak başlıca görevimiz olmalıdır. Dünyayı yaşanmaz hale getiren, insanlığı yok oluşa sürükleyen bu düzenin haramilerinden hesap sormak, insani olmayan bu sistemi ortadan kaldırmak için onurumuzla mücadele ederek mirasımıza sahip çıkmış olacağız. Selam olsun bu yolda dövüşerek ölenlere ve dövüşmeye devam edenlere!
link: Esenyurt’tan bir MT okuru, Ya Yolumuzu Aydınlatacak Işığımız Olmasaydı, 30 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7266
Kurtuluşun Ateşini Yüreklerimizde Taşıyoruz
Bugün Bizsiz Olamaz, Yarın da