Mobbing, işyerlerinde psikolojik şiddet, baskı, taciz, rahatsız etme yöntemlerine verilen genel bir isim. Gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğerlerine psikolojik yollardan, uzun süreli sistematik baskı uygulamasına “mobbing” deniliyor. Son dönemde Türkiye’de de özellikle büyük sermaye çevrelerine hizmet veren akademisyenler “mobbing” sorununa eğilmeye başladılar. Bu sorun büyük holdinglerin insan kaynakları yöneticileri ve ilgili iş çevrelerinde giderek daha fazla gündem haline geliyor. 13 Martta Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde “Mobbing Türkiye Zirvesi” toplandı. Yapılan bir dizi toplantıda burjuva akademisyenler, holdinglerin üst düzey yöneticilerini ve insan kaynakları müdürlerini “Mobbing” konusunda eğittiler.
Kapitalizmin bu en ateşli savunucuları nasıl olur da işyerinde çalışanlara yönelik psikolojik şiddeti dert edinirler? Dünya tersine mi döndü? Yanlış anlaşılmasın; patronlar ve işçi sınıfına tepeden bakan üst düzey yöneticiler, personel müdürleri, burjuva akademisyenler takımı insafa gelmiş veya işçi sınıfının safına geçmiş falan değiller. Patronların ve genel olarak kapitalist düzenin işçilere yönelttiği psikolojik terör onları zerre kadar ilgilendirmiyor.
Burjuva sınıfın saflarında mevzilenmiş bu yönetici ve akademisyen beyefendilerin ve hanımefendilerin derdi şu: Dev şirketlerde, holdinglerde, büyük fabrikalarda, okumuşlardan oluşan geniş bir yönetim kadrosu bulunuyor. Bunlar yükselebilmek, şirket içerisinde daha iyi pozisyonlara gelebilmek için çalışma arkadaşları ile kıran kırana rekabete giriyorlar. Buraya kadar burjuvazi açısından sorun yok. Ancak bu yükselme hırsıyla yanıp tutuşan güruh, rakip gördükleri iş arkadaşlarının ayağını kaydırmak, işyerinde yükselmesinin veya kendi konumuna alternatif olmasının önünü kesmek için dalaverelere giriştiklerinde bundan patronlar da zarar görebiliyor. Yöneticiler veya çevresindeki çıkar grubu, “rakiplerini” psikolojik olarak yıldırmak üzere taciz etmek, yalnızlaştırmak, iftira ve haksız eleştirilerle ezmek üzere oyunlar oynamaya başladığı noktada “iş verimi” olumsuz yönde etkileniyor. Şirketin işine yarayacak kişilerin harcanmasına yol açıyor. Bu durum şirketin çalışma düzenini bozuyor, kârlılığı azaltıyor. İşte tam da bu sebeple holding patronları duruma el koyuyorlar. Emirlerindeki psikologlar, sosyologlar, hukukçular ve bilumum burjuva akademisyenler seferber ediliyor; insan kaynaklarının “profesyonelleri” mobbing konusunda eğitilmeye çalışılıyor.
13 Marttaki sempozyumun duyurusunda insan kaynakları (İK) yöneticilerine ve patronlara sesleniliyor ve “mobbing” eğitiminin faydaları açıklanıyor. Bu metindeki ifadeler, söz konusu çalışmanın sınıfsal özünü de ele veriyor:
“(…) kurumda dile getirilmekten kaçınılan mobbing vakalarının ifade edilmesini sağlayacak güvenli zemini oluşturmak şirket yönetiminin ve özellikle İK yöneticisinin sorumluluğundadır. İfade bulan ve taciz olarak yaşanan durumların nasıl yönetileceği ve eğer mobbing söz konusu ise nasıl çözüm üretileceği de İK’nın alanına girer. Aksi takdirde, kurum çalışanlarının motivasyonu kırılır, kuruma bağlılığı ve güveni sarsılır ve kurum, yeteneklerini kaybetmeye başlar.”
“(…) Yöneticiler olarak Mobbing Zirvesi’nde, konu ile ilgili çok boyutlu bilgi sahibi olma imkânı bulacaksınız. Günün sonunda, Zirvenin size kattıklarını değerlendirip, şirketinizin İK uygulamalarına nasıl yansıtacağınızla ilgili bir grup koçluğu oturumu düzenleyeceğiz. Bu atölye çalışmasında, mobbing konusunda edindiğiniz bilgiyi kişisel felsefenizle harmanlayabileceksiniz. Bu sayede, kişisel felsefenizi şirketinizin İK politikalarına yansıtarak, mobbinge karşı nasıl bir kurumsal kültür oluşturabileceğinizi araştırmaya imkân bulacaksınız.”
“Mobbing” konusunu ele alan akademisyenler sorunun özünü ortaya koymuyorlar. Sorun bireyler arasında yaşanan bir sorun olarak ele alınıyor ve tümüyle birey odaklı çözümler sunuluyor. “Mobbing” uygulayan yöneticilere dair psikolojik çözümlemeler yapıyorlar. Bunların kötü kişilikli, benmerkezci, çocukluğunda travma yaşamış, insanları ezmekten zevk alan, korkak ve zorba kişiler olduğu söyleniyor. Çözüm diye sıraladıkları öneriler de bir o kadar sorunun özünü kavramaktan uzak. “Mobbing”e maruz kalan bir çalışana şu önerdiklerine bir bakın: “Yeni bir iş arama”, “psikolojik yardım alma”, “özgüvenini geliştirme”, “psikolojik savunma yöntemleri geliştirme”, “yasal işlem yapma”, “yaralarını sarmaya çalışma”…
Kapitalizmin yarattığı toplumsal eşitsizlik, işçinin ekonomik zora dayalı ücretli köleliği, düzenin patronlara bahşettiği güç, iktidar ve yasal haklar; bunların hiçbiri burjuva akademisyenlerin tartışma gündemlerinde yok. Zaten olmasını da beklememek gerekiyor. “Mobbing” yüzünden intihara sürüklenen insanlar, işçilerin patron ve müdürlerin baskısına boyun eğmek zorunda kalışları, işten atılma tehditleriyle dayatılan ağır çalışma koşulları, burjuvazinin düzenlediği “mobbing” toplantılarının konusu değil elbette. İşsizlik kırbacının hem işçileri hem de işsizleri nasıl baskı altına aldığı, işten atılma baskısı altında işçinin iliklerine kadar sömürülmesi “mobbing” psikologlarının ele aldığı sorunlar değil.
Zorba yöneticilerin var olma sebebi psikologların iddia ettikleri gibi “çocukluk travmaları” vb. değildir. Kapitalizm rekabet temelinde insanları birbirlerine düşürür. Düzenin yükselme hırsı içerisine sürüklediği insanlar ahlâki çöküntü yaşar, insani değerlerini yitirir, soysuzlaşır, alçaklaşır. Kapitalist düzen patronlara ve yöneticilerine insanlara hoyratça davranma yetkisi verir. Onlar da daha fazla kariyer için tüm olanaklarını kullanırlar.
Kapitalizm yıkılana dek toplumsal eşitsizlik, rekabet ve yozlaşma üretecek. Ruhunu düzene teslim etmiş pek çok insan kariyer hırsıyla, patronlara daha çok hizmet etmeye, kârı daha da yükseltmeye çalışacak. Bu arada da altındakileri acımasızca ezecek. Kapitalizmin yozlaştırdığı bu insanlar patronlarının lütfedeceği payelerle tatmin olmaya çalışıyorlar. Rekabet ve hırs sarmalında kişiliğini yitiren, kendilerinin ve diğer insanların hayatlarını karartarak yükselen bir insan nasıl mutlu olabiliyor? Yaşamak bu mudur? Rekabet ve yükselme hırsıyla kapitalizmin bataklığında çırpınan, çırpındıkça daha da pisliğe bulanan patron yalakalarının ve yöneticilerin durumu, tüm onurlu emekçilere ibret olsun.
Kapitalist çalışma düzeni, işçiler üzerinde psikolojik terör estirilmesine zemin oluşturur. Sermayenin kâr güdüsüne odaklı bir sistemin işçiler üzerinde baskı kurmaması düşünülemez. İşyeri içerisinde sürgün, verilen işin sürekli değiştirilmesi, ağır iş yükü altında ezme, işçiye başarısız ve işe yaramaz olduğunu hissettirme sıklıkla uygulanan baskılar arasındadır. “Mobbing” çok çeşitli yöntemlerle uygulanabilmektedir. İşçinin sözü kesilir ya da söz hakkı tanınmaz, terslenir. Yaptığı işe kulp takılır, üzerinde baskı hissettirilir, kişi endişeye sürüklenir. İşyerindeki diğer çalışanlarla iletişim kurması engellenir, kişi yalnızlaştırılır. Kişi hiçe sayılır, orada değilmiş gibi davranılır, kişi ile ilgili asılsız söylentiler çıkarılır. Bu yöntemlerden birine ya da birkaçına belirli bir süre boyunca sistematik biçimde maruz kalan işçi, kendisine yönelen bu psikolojik şiddet yöntemlerini bilince çıkarmamışsa bunalıma sürüklenir, kendine saygısını ve güvenini yitirir. “Mobbing”, fiziksel şiddet tehdidini ve cinsel tacizi de içerebilmektedir. İşten çıkarılma korkusu, mevcut işsizlik koşullarında işçiyi iyice yıldırır. İşyeri içerisinde ve dışarısında örgütsüz oluşu, dayanışabileceği kimsenin olmayışı işçiyi tümüyle güvencesiz ve kendine güvensiz kılar, işçi ağır bunalımlara sürüklenebilir. Örneğin İsveç’te yapılan araştırmalarda, intiharların %15’inin işyerindeki “mobbing”den kaynaklandığını gösteriyor. ABD’de 9 bin kamu çalışanı üzerinde yapılan araştırmada ise, son iki yılda kadın çalışanların %42’sinin, erkek çalışanların ise %15’inin zorbalığa uğradığı belirtiliyor.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milyonlarca işçi patronların, müdürlerin ve şeflerin baskı, taciz ve yıldırma içerikli davranışlarına sıklıkla maruz kalıyor. Patronlar işçiyi daha yoğun çalıştırmak, işten çıkarmak istedikleri işçiye tazminat ödememek ya da istifa etmeye zorlamak için, baskı yöntemlerini devreye sokuyorlar. İşçi ise bu sorunla nasıl baş edeceğini bilmiyor ve ya işi bırakıp gidiyor ya da işten çıkarıldığında “kurtuldum” diye düşünerek işini sahiplenme yönünde hareket etmiyor. İş yasaları da “mobbing”e karşı işçiyi korumuyor. Taciz veya hakarete uğrayan işçi tazminatını alarak işten ayrılma yani işsiz kalma “hakkına” sahip. Şimdiye kadar sadece birkaç iş davasında “mobbing” konusu gündem edilmiş.
Patron veya patron temsilcilerinin baskı ve yıldırma yöntemleri karşısında işçilerin psikolojik değil politik savunma yöntemlerine ihtiyaçları var. İşçilerin baskı ve aşağılanmalara karşı koymasının yolu bellidir: Örgütlenmek, işyerinde diğer işçilerle dayanışma içerisinde olmak, patronların ve temsilcilerinin oyunlarını alt edecek bilinçle donanıp sınıf mücadelesinde kendi sınıfının saflarında yer almak. Örgütsüz işçinin onuruna ve kişiliğine bireysel çabalarla sahip çıkması mümkün değildir.
Kapitalist bataklığın boğucu havası, işçi mücadelesinin temiz rüzgârlarıyla dağılır. Sınıf dayanışmasını yükseltmek, işçi kardeşliğini yeşertmek, çürüyen kapitalizmin topluma zerk ettiği zehrin biricik panzehiridir. İşçi ve emekçilerin onurlu bir yaşam sürdürebilmesi için tek yol, kapitalizmin pompaladığı bireyciliği reddederek örgütlü bir yaşamı seçmektir.
link: Zehra Aras, Mobbing: İşyerinde Psikolojik Baskı, 6 Mayıs 2010, https://marksist.net/node/7233
Birleşik ve Kitlesel 1 Mayıs
Viyana'da 1 Mayıs