Nepal'de krallığa karşı yürütülen çeşitli mücadeleler, Nisan ayında yapılan genel grev ve çatışmalarla doruk noktasına ulaştı. Köşeye sıkışan kral, Nepal halkının kararlı mücadelesinin sonucu olarak şu açıklamayı yaptı: 'Çok partili demokrasiye ve anayasal monarşiye bağlıyız. Halkın egemenliğini halka devrediyoruz. Çok partili demokrasiyi koruyarak yeniden barış ve düzeni tesis edebileceğimizi umuyoruz.'
Çin ile Hindistan arasında sıkışmış 25 milyon nüfuslu bu ülkede 1990 yılında anayasa yeniden düzenlenmiş, monarşi yasal hale getirilmiş ve çok partili sisteme geçilmişti. Ne var ki, düzenin bu geçiştirici adımları, halkın yaşantısında bir değişikliğe yol açmadı. Özgürlükler tanınmadı, haklar verilmedi. Krallığın despotizmine karşı demokrasi isteyen Nepalli işçi ve emekçiler, askerin ve polisin ağır saldırılarına uğradılar, sokaklarda insanlar tarandı, evleri basıldı ve 10 yılda tam 13 bin insan katledildi. Bu baskıcı ortam, muhalif partilerin, özellikle de Nepal Komünist Partisi (Maoist)'in yürüttüğü gerilla savaşının Nepal halkı arasında yankı bulmasına yol açtı.
Gerilla hareketinin güç kazanması sonucunda, Kral Gyanendra, gerillalara karşı yeterince mücadele etmediği gerekçesiyle 15 ay önce hükümeti feshetti ve tüm yetkileri kendi elinde topladı. Nepal halkına karşı saldırılar tırmandırıldı. Ama halk kralın bu hamlesine grevlerle, çatışmalarla meydan okuyarak cevap verdi. Gerillalar hükümetin görevden alınması ile daha önce tek taraflı ilan ettikleri ateşkesi kaldırdılar ve silahlı eylemlerine yeniden başladılar. Karakolları, meclis binalarını bombalayıp, hapishanedeki 100'den fazla mahkûmu serbest bıraktılar.
Kasım 2005'te muhalif partilerin NKP(M) ile iletişime geçerek, ateşkes ilan etmesini ve bu süreçte demokratik sürecin tesis edilmesini talep etmelerinin ardından, NKP(M) tek taraflı ve başkent Katmandu ile sınırlı bir ateşkes ilan etmişti. Fakat kral bununla yetinmeyerek ateşkesin tüm ülkeyi kapsamasında ısrarcı olmuştu. Muhalif partilerin burjuva demokrasisini barışçıl yollarla tesis etme düşleri, ordunun baskısının daha da artmasıyla sonuçlanmıştı. Egemenlerin tahammülsüz yüzü Ocak ayında bir kez daha ortaya çıktı ve demokrasi talebiyle yapılan eylemlere acımasızca saldırılıp kitle üzerine ateş açıldı. Bu olaya yönelik tepkilerin geniş yığınlara yayılmasını engellemek ve dış dünyaya haber akışını durdurmak için tüm telefon ve internet hatları kesildi. Bu azgın saldırılar sonucunda gerillalar ateşkesi kaldırdılar ve Mart ayından itibaren çatışmalar şiddetlendi.
Nepal'de bu çatışmaların yanı sıra, 6 Nisan tarihinde demokrasi talebiyle başlayan grev önemli bir adım oluşturuyordu. Muhalefet partilerinin ve NKP(M)'nin çağrısıyla başlayan genel greve binlerce kişi katıldı. Greve öğrenciler, avukatlar, öğretim elemanları da destek verdi. Yapılan gösterilerde 100'e yakın öğretim görevlisi gözaltına alındı, avukatların üzerine ateş açıldı. Grevin ikinci gününde polis yine saldırdı, yüzlerce kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Nepal'de tutukluluk halinde insanlar 90 gün hiçbir hukuki işlem yapılmadan bekletilebiliyor, yani 90 gün boyunca rahat rahat işkenceden geçirilebiliyorlar.
Krallığın bu fütursuz baskıcı tutumu halkı yıldırmamış ve sokağa çıkma yasağına ve çıkıldığı takdirde vurulacakları uyarısına rağmen Nepalli işçi ve emekçiler mücadeleyi yükseltmekte tereddüt etmemişlerdir. 11 Nisandan itibaren, gösterilerde doğrudan krallık hedef alınmaya başlandı ve kral alaşağı edilinceye kadar mücadeleden vazgeçmeyeceğiz diyerek kararlılıklarını gösteren Nepalliler sonunda krala geri adım attırmayı başardılar.
Kral, Nepallilerin bu militan mücadelesi sonucunda, 'halkın egemenliğini halka veriyoruz ve barışı tesis edeceğiz' açıklamasını yapmak zorunda kaldı. Tüm bu manevralar elbette Nepal halkının mücadelesini sönümlendirmek ve tahtı korumak amaçlıydı. Egemen sınıf, işçi ve emekçilerin yükselen hareketini ezmek için her zaman başvurulan yollara başvurdu: zor yoluyla elde edemediğini, geçici tavizler verip kitlenin ateşini soğutarak elde etmeye çalıştı. Önce azgın bir saldırıyla hareket ezilmeye çalışıldı, ardından işin iyice rayından çıktığı görüldüğünde, kral kardeşlikten dem vurarak, halkı yatıştırmaya ve böylelikle tahtını kaybetmemeye çalıştı.
Krallığın, eylemlerin yapılacağı gün sokağa çıkma yasağı ilan etmesi, yasağa rağmen sokağa çıkanların vurulacağını açıklaması ve insanların buna rağmen sokaklara daha kalabalık kitleler halinde akın etmesi, işçi ve emekçilerin inandıkları takdirde neler yapabileceğini ve neleri göze alabileceklerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Ne var ki, Marksist bir önderlikten ve doğru bir mücadele hattından yoksun olan her kitle hareketi gibi, bu militan hareket de egemen sınıfın ayak oyunlarına ve muhalefet örgütlerinin uzlaşmacı politikalarına kurban gitmiştir. Kuşkusuz önemli bir mücadele deneyimine dönüşerek ve kitlelerin hafızasında derin bir iz bırakarak!
İktidar halka mı geçti?
Bütün bu mücadelenin sonucunda, Nepal kralı, seçimlerin yapılacağını, muhalif olan yedi partinin hükümeti kuracağını, bu partilerden başkanlarını belirlemelerini istediğini, ancak hükümet kuruluncaya kadar yetkilerin kendisinde olacağını açıklamak zorunda kaldı. Muhalefet partilerinin liderleri ilk etapta kralın yaptığı açıklamaları tatminkâr bulmadıklarını belirtmelerine rağmen, daha sonra hükümet kurma çalışmalarına başladılar ve ilk beyanatları gerillalarla uzlaşacakları oldu. Gerillalar ise 3 aylık ateşkes ilan ettiklerini açıkladılar.
Sonuçta, kralın halk ayaklanmasıyla devrilmesine ramak kala, tüm düzen partilerinin büyük çabaları sonucunda Nepal'de krallık olduğu yerde kalabilmiş, kitleler yine büyük bir ihanete uğramışlardır. Bütün bunlara rağmen, bazı gazeteler 'Nepal'de halkın iktidar olduğu' şeklinde manşetler atabiliyorlar. Oysa yaşananları doğru tahlil etmek ve olanların adını doğru koymak zorunludur. Nepal'de yıllardır monarşiye karşı yedi muhalif yasal parti ve NKP(M) öncülüğünde mücadele yürütülmektedir. Bunların tümünün talebi, krallığın yerine bir parlamenter cumhuriyetin kurulması, anayasanın bu temelde yeniden düzenlenmesidir. Verilen mücadelenin sınırları tümüyle bu talepler ışığında ve kapitalizm çerçevesini aşmayacak şekilde çizilmiştir. Hal böyleyken, yani önderlik edenlerin politik hedefleri kapitalizmin ötesine taşmazken, yaşanan halk ayaklanması gerçekliğine bakarak, gerek harekete gerekse önderliğe olduğundan daha ileri misyonlar biçmek doğru değildir.
Kralın, 'halkın egemenliğini halka veriyoruz' açıklaması klasik, süslü bir egemen sınıf açıklamasıdır. Her şeyden önce, parlamenter düzenin tekrar tesis edilmesinin 'halkın egemenliği' ya da 'halkın iktidarı' olarak yansıtılması, tam da egemenlerin halkın gözünü boyama çabalarına hizmet etmektedir. Nepal'de düzenin temellerine dokunulmamış, yalnızca biçimsel bir değişiklik söz konusu olmuştur. Üstelik bu, 15 ay öncesine geri dönüşün bir adım ötesine geçmeyen bir değişikliktir. İşçi ve emekçilerin mücadeleleri bu noktada şimdilik durmuş gözükmektedir. Ve çok açıktır ki, tıpkı dün olduğu gibi bugün de, egemen ve iktidarda olan işçi ve emekçi halk değildir! Nepal'de geçici bir rahatlama yanılsaması yaratılsa da, kapitalist sistemin kendisi yerle bir edilmediği takdirde gerçek demokrasinin tesis edilemeyeceği ortadadır. Gerçek kurtuluş, gerçek demokrasi, ancak işçi ve emekçilerin devrimci mücadelesiyle kurulacak bir işçi-emekçi sovyet devleti ile mümkündür.
link: Çiğdem Kozlu, Nepal'de Halk Krallığı Salladı, 10 Haziran 2006, https://marksist.net/node/7205
İşçi Hareketinden: Mayıs 2006
Kapitalizmde İnsan Ticareti