Sınıfsal çelişkiler ve sınıflar arasındaki uçurum özellikle emperyalizm çağında öylesine keskinleşmiş durumda ki, burjuvazi her türlü saldırı aracını kullanarak ezilen kitleleri pasifleştirmeye, etkisiz kılmaya çalışıyor. Burjuvazinin bu uğurda başvurduğu araçlardan biri de çeşitli türden uyuşturucuları emekçi kitleler arasında yaygın hale getirerek onların düşünmelerinin ve baş kaldırmalarının önüne geçmektir.
ABD'de oldukça yaygın olan uyuşturucu kullanımı gün geçtikçe diğer ülkelere de yayılıyor. ABD'de yaklaşık 19,5 milyon kişi devlet tarafından uyuşturucu olarak nitelenen (yasal olarak satılan sentetik kökenli uyuşturucular ve alkol buna dahil değil) uyuşturuculardan kullanıyor. Almanya'da uyuşturucu kullanma oranları yükseliyor, 'davranış bozukluklarını' düzelten ve yasal olarak satılan Ritalin adlı madde 1993'te 34 kilo tüketilirken bu miktar 2000 yılında 463 kiloya ulaşmış durumda. İngiltere'de sigara içmeye karşı büyük kampanyalar düzenlenirken uyuşturucu kullanımına sınırlandırma getirilmiyor ve hatta esrarın serbestçe satılabilmesi tartışılıyor. İsviçre'de özel olarak 'devletin kontrolü altında' esrar içilen kafeler yaygınlaşıyor (2000 yılı verisine göre Basel kentinde bu şekilde 100'den fazla kafe mevcuttu). Yapılan araştırmalara göre 1999-2002 arasında AB üyesi 15 ülkedeki 100 binden fazla genç aşırı dozdan öldü. Türkiye'de ise son yapılan araştırmalara göre uyuşturucu kullanma yaşı 10'a düşmüş durumda.
Özellikle gelişmiş ülkelerde, uydurma kriterlere dayanılarak türetilen 'davranış bozuklukları'nın tedavisi için çocuklara sentetik uyuşturucular ihtiva eden ilaçlar dayatılıyor. Bağımlılık yapmadığı iddia edilen bu ilaçlar sayesinde çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan, ani tepkiler vermeyen, irdelemeyen, susan, ebeveynlerine, öğretmenlerine ve en önemlisi sisteme karşı gelmeyen, yani burjuvazinin kalıpları içinde 'davranışları düzgün' bireyler ortaya çıkıyor. Ayrıca bu haplar, ilaç kullanma alışkanlığını belirleyerek ilerleyen yaşlarda bu genç bireylerin uyuşturucuya yatkınlığını arttırıyor. Yani burjuvazi gençleri kendi elleri ile uyuşturucuya alıştırıyor.
Yapılan araştırmalar dünyada uyuşturucu kullanan kişi sayısının 1 milyarı aştığını gösteriyor, yani dünya nüfusunun yaklaşık %15'i uyuşturucu kullanıyor. Bu araştırmalara göre son 10 yıl içinde, uyuşturucu kullanım oranı %400 artış göstermiş durumda. 1995-1998 yılları arasında 'ecstasy' kullanımı iki kattan fazla artarken, eroin kullanımı iki kat, uyuşturucu hap kullanımı ise 1,5 kat artmış. Bu, burjuvazinin açık ve bilinçli bir saldırı politikasıdır ve amacı genç beyinlerin susturulması, düşünmekten alıkonması, gençliğin ehlileştirilmesi ve içindeki ateşin söndürülmesidir. Sigara ve alkol bağımlılığına karşı büyük kampanyalarla sözde mücadele yürüten burjuva devletler, söz konusu olan gerçek uyuşturucular olduğunda bu mücadeleyi arka plana atıyorlar, çünkü uyuşturulmuş bir toplum burjuvazinin işine geliyor. Toplum ne kadar uyuşursa, burjuvazi egemenliğini o kadar rahat devam ettirebilecektir!
Devletin öteki yüzü
1995 yılının Mart ayında Gazi Mahallesi halkı, faşistlerin bir kahveyi taraması ve bir kişinin ölmesi sonucunda, yaşadığı aşağılanmalara, ezilmeye ve polis baskılarına karşı harekete geçmiş, karşısında devletin kolluk güçlerini bulmasına rağmen direnmeye devam etmişti. Uzunca bir süre polisin müdahale edemediği direniş sonunda polis-asker işbirliği ile bastırıldı. Ne var ki direnişin bastırılması, mahallenin ve devrimci gençlerin teslim alınabildiği anlamına gelmedi. Sonrasında, devlet, devrimcilerin egemen olduğu Gazi Mahallesine ne polisi ne de askeri ile kolayına girebildi. Oysa 1990'lı yıllarda polisin ve askerin giremediği, kurtarılmış bölge adı verilen Gazi Mahallesi, bugün birahanelerle ve uyuşturucu satıcıları ile dolmuş durumda. Her sokağın başında devriyelerin dolaştığı Gazi Mahallesinde uyuşturucu satıcılarının kol gezmesi, fuhuşun ve hırsızlık olaylarının artması aslında bunların burjuva devletin gözetiminde sistemli bir şekilde yapıldığının kanıtıdır. Sonuç olarak burjuvazi, silahlı gücü ile giremediği bölgeyi bugün uyuşturucu satıcıları aracılığıyla kontrol altına almayı başarabilmiştir.
Gazi Mahallesi en büyük örnek olmakla birlikte tek örnek değil. Okmeydanı, Kadifekale ve Yamanlar da devletin aşağılık oyunları ile uyuşturucunun, yozlaşmanın hâkimiyeti altına girme tehlikesi yaşıyor. Bu mahallelerin hepsi ortak özellikler taşıyor. Her şeyden önce hepsi işçi mahallesi, Kürt ve Alevi kökenli insanlar çoğunlukta ve bu mahallelerde yaşayan insanlar varolan kapitalist sömürü sistemi ile barışık olan, düzenin devamından çıkarı olan insanlar değil. Tam tersine mücadeleci bir geleneğe sahipler. Burjuvazi, kendisi için tehlike yaratabilecek dinamikler barındıran bu semtlere, 1995 Gazi direnişinde yaşadığı sıkıntıları bir daha yaşamamak için sistematik olarak saldırıyor. Uyuşturucu taciri devlet, bu bölgelerde ideolojisini ancak uyuşturarak egemen kılabiliyor.
Uyuşturucu kullanımının gizliden gizliye desteklenmesi sadece İstanbul'da yaşanmıyor. Doğunun Paris'i sayılan, gelişmiş sanayisi sayesinde gelişkin bir işçi sınıfına da sahip olan Gaziantep'te ana caddelerin, meydanların, gösterişli mekânların çevresinde, uyuşturucu alan gençlerin oluşturduğu öbeklere rastlamadan geçmek mümkün olmuyor. Piyasa öyle bir şekilde düzenleniyor ki, herkes bütçesine göre bir uyuşturucu bulabiliyor. Burjuva mekânlarda büyük paralara satılan uyuşturucular, işçi bölgelerinde zenginlerin aldıkları fiyatların kat kat altında temin edilebiliyor. Yoksul işçi çocuklara da en kolay ve en ucuz uyuşturucuları kullanmak, yani bali ya da tiner koklamak düşüyor. Gaziantep'in arka mahalleleri ve özellikle bazı yoksul semtlerinde, çocuk işçilerin çalıştırıldığı uyuşturucu imalathanelerinden söz ediliyor. Bu imalathanelerde bazen ailece çalışanlar da var: tek amaç yaşayabilmek. 10-12 yaşındaki çocuklar bir taraftan yaşıtlarını zehirleyecek olan uyuşturucu imalatında çalışırlarken diğer taraftan bu uyuşturucuları kendileri de kullanıyorlar.
Bu durum sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Devrimci hareketleri bastırabilmek için en insanlık dışı yöntemlere başvurmak, burjuvazinin sınıfsal karakteridir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de ABD'de yaşanmıştır. ABD'de, özellikle 1960'lı yıllar boyunca Martin Luther King, Malcolm-X ve 'Kara Panterler Partisi' önderlikleri altında Afrika kökenli Amerikalılar, beyazlarla eşit haklara sahip olabilmek, ayrımcılığa son vermek, işsizliğin ortadan kaldırılması ve özgürlük için mücadeleye atıldılar. Büyük çoğunluğu Afrika kökenli Amerikalılardan oluşan bu insanlar, burjuvazinin ayrıcalıklı konumuna ve ayrımcı tutumlarına karşı isyan bayrağını yükselttiler. 1966 yılından itibaren hareket büyük bir ivme kazandı. Özellikle 'Kara Panterler' bir milyona yaklaşan üye sayısına sahipti. Gelişen hareket Afrika kökenlilerin hareketi olmaktan çıkarak devrimci bir söylem kazanmaya başladı. Siyahi harekete tahammül edemeyen 'özgürlükler ülkesi'nin burjuvazisi, hareketin içeriği devrimcileştikçe bu harekete karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. 'Kara Panterler'in yükselişi ve eylemlerine karşılık 300 civarında operasyon yapan burjuvazi buna rağmen hareketin momentini kıramadı. Ancak nihayetinde, yasakların veya silahlı operasyonların yapamadığını uyuşturucu başardı! Siyahların yaşadığı bölgelere uyuşturucu sokularak kitlenin pasifleştirilmesi başarıldı.
Uyuşturucu ticaretinde devletin rolü
Uyuşturucu ticaretinin kârlılığı yeni bilinen bir şey değil. 19. yüzyıl başlarında, Amerika kıtasından Avrupa'ya tütün ihraç edilmesi sonrasında Avrupa'da tütün ve afyon kullanımında büyük miktarlarda artışlar yaşandı. İngilizler, sömürge durumundaki Hindistan'dan bir taraftan Avrupa'ya, diğer taraftan nüfusu çok kalabalık olan ve büyük bir ticari potansiyeli olan Çin'e afyon ihraç ederek uyuşturucudan büyük kârlar elde ettiler. Afyon tüketiminin yaygınlaşması karşısında Çin hükümeti afyon kullanımını ve ticaretini denetim altına almaya çalıştı. İngilizler, Çin hükümetinin afyon yasaklarını resmen kaldırması için Çin'e savaş ilan ettiler. İngiltere ile Çin arasında yaşanan 1840-42 Afyon Savaşlarının ardından Hong-Kong Çinliler tarafından İngiliz egemenliğine bırakıldı ve Çin'de afyon ticareti serbest kılındı. Bunu izleyen süreçte Çin'de pek çok insan afyon bağımlısı haline geldi.
Fransız gizli servisi SDECE de bu konuda İngiltere'yi aratmaz. SDECE, 1946-1954 yılları arasındaki ilk Vietnam savaşında afyon tacirlerine destek vermiş ve Saygon'u korumalarına karşılık onlara büyük miktarlarda paralar aktarmıştır.
Günümüzde ise burjuvazi 200 yıllık deneyimi ile uyuşturucu ticaretini çok daha profesyonelce yapıyor. Uyuşturucuyu bir taraftan kitleleri uyuşturmak, yozlaştırmak ve pasifize etmek için kullanırken, diğer taraftan uyuşturucu işinden çok büyük miktarlarda kârlar elde ederek yaptığı insanlık dışı işleri finanse ediyor. 1997 Dünya Uyuşturucu Raporu, uyuşturucu ticaretinin dünyadaki ticari dolaşımın %8'ine karşılık geldiğini belirtiyor. Kabaca bir hesapla bunun 250 milyar euro civarında bir miktara karşılık geldiği söylenebilir. Bolivya, Peru, Afganistan, Kolombiya, Tayland gibi ülkelerin ekonomisinde uyuşturucu ticaretinin büyük payı var.
Pakistan Uyuşturucu Kontrol Heyetinin verdiği bilgilere göre, bu ülkede 1991 ve 1992 yıllarında 200 ton afyon üretilmiştir. Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kuruluşunun tahminlerine göre Pakistan uyuşturucu satışından yılda yaklaşık 2,7 milyar dolar gelir sağlıyor. Geliri çok da fazla olmayan Pakistan devleti için uyuşturucunun ne kadar önemli bir yeri olduğu bu verilerden açıkça görülüyor. Ama bu sadece Pakistan ekonomisinin değil, politikasının da önemli bir parçasıdır. Hem Pakistan ordusunun hem de istihbarat örgütünün bu uyuşturucu ticaretinde yoğun ölçüde yer aldığı bilinmektedir. Ordu ve istihbarat örgütünün uyuşturucu ticaretiyle ilgilenmesinin en büyük sebeplerinden biri gizli iç ve dış operasyonlarını finanse edebilmektir. Jammu ve Keşmir'deki savaş dolayısı ile Pakistan istihbaratının uyuşturucu trafiğini denetim altında tutarak kontrgerillaya kaynak sağladığı, sınır kuşağında yaşayan nüfusun canlılığını kırmaya uğraştığı ve bölge gençlerini muhbir/taraftar olarak kazanmaya çalıştığı biliniyor.
Sözde 'terörü ortadan kaldırmak' için Afganistan'ı işgal eden ABD'nin en büyük müttefiklerinden biri olan Pakistan, bugün ABD'ye giren eroinin %20'sini karşılamaktadır. Üretici olarak değil ama tüketici olarak dünya uyuşturucu piyasasında en önde gelen ülke olan ABD, terörle mücadele bahanesi ile Afganistan'a girerek uyuşturucu trafiğinin tam merkezine yerleşmiştir. Uyuşturucu trafiğinin çıkış noktası olan Afganistan-Pakistan-Hindistan bölgesinin ABD'nin kontrolünde olması, bu pastadan en büyük payı ABD'nin almasını sağlıyor. Bu da burjuvazinin uyuşturucuya karşı yaptığı 'mücadelenin', uyuşturucuyu ortadan kaldırmak için değil, olsa olsa uyuşturucu ticaretini kendi denetimi altında tutmak için yapıldığını gösteriyor olsa gerek.
Uyuşturan kapitalizm
Dünyanın her tarafında, 'terörle mücadele' adı altında sürdürülen kontrgerilla faaliyetlerinde kullanılan silahlı grupların bir ayağı mafyada iken diğer ayağı da devlet içindedir. Bu durum sadece Türkiye'ye özgü değil, dünyanın tamamında varolan bir olgudur. Bugün Bolivya'da, Kolombiya'da, Peru'da ve genel olarak Latin Amerika ülkelerinin tamamında mücadele eden devrimci grupların karşısına çıkarılan karşı-devrimci güçler, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlerle finanse edilmektedir. Bu durum artık bir söylenti değil, ABD mahkemelerinde bile belgelenen bir gerçekliktir. 1960'larda ABD'de siyahların özgürlükçü hareketinin, 1970'lerde Türkiye'de sol hareketin engellenebilmesi için uyuşturucu gelirleri ile finanse edilen para-militer gruplar kullanılmıştır ve halen kullanılmaktadır.
Türkiye'de uyuşturucu ticareti ile devletin ilişkisi artık dizilere geçecek kadar açığa çıkmıştır. Uyuşturucudan elde edilen gelirlerin yüklü bir kısmı PKK karşıtı kontrgerilla faaliyeti finansmanında kullanılmıştır. Kürt illerinde uzun yıllar boyunca devam eden olağanüstü hal uygulamalarının bir yönü de, çok büyük çaplı bir gelir kaynağı olan uyuşturucu trafiğinin kontrol altında tutulabilmesi olmuştur. Türkiye'de uyuşturucunun yayılma noktalarından biri olan Van'da olağanüstü hal uygulamasının kalkması için mecliste yapılacak olan oylamadan bir gün önce ordu karargâhına yapılan saldırıların olağanüstü hal uygulamasını devam ettirmeye yönelik olarak devlet içinden planlandığı bugün açıkça yazılıp çizilmektedir. Yine bu trafik dahilinde, devletin gizli örgütlerinin mafyayla ilişkileri de bugün artık bilinen konulardır. Susurluk 'çetesi' vb. bunun göstergesidir.
Burjuvazinin uyuşturucuya karşı mücadelesi ikiyüzlü bir mücadeledir. Yapılan 'mücadele', sadece uyuşturucu ile savaşıldığını, sorumlunun kendileri olmadığını işçi sınıfına yutturabilmek için yapılan göstermelik bir mücadeledir. Ya da son derece kârlı bir ticaret olan uyuşturucu dağıtımını tamamen kendi kontrolünde tutmak için yapılmaktadır.
Uyuşturucuya karşı mücadelenin gerçek anlamda yapılabilmesi için hedef sadece uyuşturucu tacirleri değil onların da bir parçası oldukları kapitalizm olmalıdır. Burjuvazi her şeyden olduğu gibi uyuşturucudan da kâr ediyor. Ama uyuşturucudan maddi olarak inanılmaz kârlar elde etse de, asıl kârı, toplumun uyuşarak onun egemenliğine karşı koyamayacak hale gelmesidir. Bu bağlamda önemli olan kurtların değil, o kurtların beslendiği vadinin ortadan kaldırılmasıdır.
Kapitalizme karşı yürütülen mücadelede temel rolü oynayacak olan işçi sınıfı, gençlerin ve insanların zehirlenerek yok edilmelerine karşı mücadele bayrağını yükseltmek zorundadır. Kapitalizm kendi mezar kazıcıları olan işçi sınıfını yaratmıştır. Kapitalizm mezara girmediği sürece insanlığın hiçbir anlamda kurtuluşu söz konusu olamaz.
Gerçek insani değerlerin yaşanacağı bir toplum işçi sınıfının ellerinin ucundadır. Bundan dolayı işçi sınıfı kapitalistlerin aldatmalarına karşı uyanık olmalı ve burjuvaziye karşı tek vücut mücadele edebilmelidir. Uyuşturucuyu ve uyuşturanları ortadan kaldırabilmek bizlerin elindedir.
link: Vedat Karpat, Uyuşturan Kapitalizm, 15 Nisan 2006, https://marksist.net/node/7199
İşçi Hareketinden: Mart 2006
Tekstil Patronlarının 'Yürek Sızlatan' Feryatları