İşine geldiğinde kadını çocuk doğurma, kocasına hizmet etme rolüyle sınırlayan burjuvazi, işgücüne ihtiyacın arttığı dönemlerde ise kadınlara erkek işi olarak görülen tüm işleri yapabileceklerini propaganda eder. Dışarıdan bakıldığında bir çelişki gibi duran bu durum tam da burjuvazinin ikiyüzlülüğü ve çıkarıyla ilişkilidir. Tarihten de gördüğümüz gibi, savaş dönemlerinde bu tüm çarpıcılığıyla ortaya serilir.
Geçmişteki iki dünya savaşı döneminde de kadınlar her türlü işte, sağlıksız koşullarda, uzun saatler boyu çalıştırıldı. Birçoğu asit, metal tozları ve kimyasallarla iç içe çalıştıkları için hastalandı, cehennemi andıran çalışma şartlarına dayanamayıp hayatlarını kaybetti. Kadınlar erkeklerle aynı ağır ve tehlikeli işleri yaptığı halde, erkeklerin aldığı ücretin yarısı kadar ücret alıyorlardı. Savaşların kazananı elbette ki işçileri iliklerine kadar sömürerek muazzam kârlar sağlayan sermaye güçleri oldu. Egemenler ellerindeki muazzam propaganda aygıtları sayesinde toplumu istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. İşte bu nedenle burjuvazinin kadınlara yönelik propagandası savaş başladığında ve savaş bittiğinde zıt gibidir.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Fransa’da yaşananlar da bunun tipik bir örneğiydi. Savaşın başlarında Fransa’daki atmosfer henüz daha katlanılabilir durumdaydı. Erkekler kısa sürecek bir savaşa gittiklerini düşünüyorlardı. Savaşa giderken sadece erkekleri değil atları ve sığırları da götürdüler. Çoğu fabrika üretimi azalttı ya da tamamen durdurdu. Tarlalar ıssız kaldı. Çalışacak birileri lazımdı. Fakat erkek işçilerin çoğu cepheye gönderildiği için geride çalışabilecek sadece kadınlar ve çocuklar kalmıştı. Taşradaki kadınlara çalışmaları söylendi. “Ayağa kalkın”, “başarabilirsiniz” deniyordu. Kadınlar otları biçiyor, toprağı sürüyor, ekini topluyorlardı. Binlerce kadın çocuklarıyla ortada kalakalmıştı. Yoksullukla mücadele ediyorlardı. Almanya’dan Belçika’ya yoksulluk ve savaş, kadın ve çocukları vurmuştu. Savaş ilk 5 ay içerisinde 300 bin Fransız askerinin canını aldı.
Koşullar işçi sınıfı cephesinde her açıdan ağırlaşırken, burjuvazi sanayinin çarklarını yeniden döndürmek üzere harekete geçti. Erkeklerin boşalttığı fabrikalar için çözüm onların yerine geçecek kadınlardı. Ama hükümet için bu geçici bir çözümdü. Cephedeki askerlerin döndüklerinde işlerini geri alabilmesini sağlamak için kamu sektöründe çalışan erkeklerin yerine onların eşleri, çocukları yerleştirildi. Eşler, kız kardeşler ve kız çocuklara öncelik verildi. Nasılsa evin reisi döndüğünde işleri iade ederlerdi. Daha fazla işgücüne ihtiyaç olduğu için bu tedbir de yetmedi. Kadınların tramvaylarda denetçi olarak çalışmalarına izin verildi. Bazıları omnibüs kondüktörü bile oldu. Şehrin manzarası yavaş yavaş değişti. Posta ve telekomünikasyon hizmetleri için 11 bin kadın işe alındı. Kadınlar, tasnifçi, telgrafçı, postacı ve kâtibe oldular. Mavi bluzlu, kolalı keten şapkalı, kırmızı beyaz mavi rozetli bu memurlar Paris’te çok başarılı oldular.
Savaş giderek sertleşmiş, Fransa’nın mühimmat açığı ortaya çıkmıştı. Kamyon, top, hele de mermi olmadan nasıl savaşılacaktı? Birkaç ay sonra hükümet kadınların fabrikalarda çalışmasını teşvik etti, sonra da mecburi tuttu. Emekçi kadınlar para kazanıp ailelerini geçindirebilmek için çalışmak zorundaydılar. Paris’teki yeni Citroën fabrikası da işçi alıyordu. Citroën yöneticileri, kadın mühimmatçıların silah fabrikasını başarıya kavuşturacağını görmüşlerdi. Hoş tutulan, zinde kalan işçilerin daha verimli çalışacağını biliyorlardı. Bu yüzden fabrikada çocuk yuvası açıldı. Böylece çocuklu kadınlar da işe gidebildi. Kadın işçiler jinekolog ve dişçiye de ücretsiz muayene olabiliyordu. Yemek karneye tâbi olsa da kadın işçiler karınlarını fabrikada doyurabiliyordu. Üretimin tavan yaptığı dönemde 400 bin kadın mühimmatçı çalışıyordu. 20 bin genç kadın Alman işgalciler tarafından Fransa’nın Lille kentinden alınıp tarlada, fabrikada hatta Almanya’da cephe arkasında çalışmaya götürüldü.
1916 ve 1917’de artık daha fazla asker ve mühimmat lazımdı. Renault ve Citroën fabrikalarına alınan kadın sayısı her geçen gün arttı. Atölyelerin çoğu korkunçtu. Kayışların, demir kirişlerin, makinelerin olduğu büyük bir cangıldı. Ateş, duman, erimiş metal ve makinelerin sağır eden gürültüsü içinde kadınlar korkunç şartlarda çalıştırılıyorlardı. Kadınlar üzerlerinde keten, bazen de deri kıyafetleri, başlarında boneleriyle, hareketli kayışlar arasında, makinelerle birlikte hareket ediyorlardı. Makineler onlara soluk aldırmıyordu.
Bu çalışma şartlarını gözlemleyen bir kadın gazeteci şunları yazmıştı: “Güzel yüzler, narin bedenler, her gün gençliklerini ve sağlıklarını feda ediyorlardı. Kadınların imtiyazlı olduklarını söylemeyin sakın. Dertlerine gülüp geçmeyin. Aç olmasalardı bu işi yapmazlardı, unutmayın! Onlar fabrikaların sokağa attığı paçavralardır.” Mühimmat fabrikasında çalışan kadınların çalışma koşullarını da şöyle anlatıyordu, gencecik bir kadın üzerinden örnek vererek: “Mermiyi alır, üst kısmını kaldıracağı alete götürür, yerine koyar, boyutlarını kontrol eder, kapağı kaldırır, mermiyi alır ve sol yanına koyardı. Bu mermi 7 kiloydu. 11 saatlik mesaide 2500 mermiyi iki kez kaldırırdı. Bir günde 35 ton yük kaldırmış olurdu. Bu bir yılda 7 milyon ton demekti. Bu dehşet verici çalışma koşulları nedeniyle çok geçmeden hastaneler savaş mağdurlarının yanı sıra fabrikada çalışan kadınlarla dolmuştu. Her sanayi şehrinde kadınlara özel hastaneler açıldı. 1917 başında Paris’te ayda bin kişi muayeneye gidiyordu. Toz, zehirli gazlar, makine yağları vücutlarını mahvetmiş, yüzlerinde ağrılı akneler oluşmuştu. Pikrik asitle çalışan kadınlarda cildi sarartan ciğer hastalıkları çıkıyordu.”
Bir doktor hastasını şöyle anlatıyordu: “Bireyselliğin silindiği bir devlet fabrikasında aylar boyunca arı gibi çalıştı. Yüzünün usul usul süzüldüğünü, alnının solduğunu gördük. Elmacık kemikleri çıktı, yüzü ateşten al al oldu. Gece gündüz hiç durmadan çalıştı. Kimseye çektiği acıdan, içini dışarıya çıkaran öksürüğünden, onu tüketen ateşten bahsetmedi. Bu genç kız da göz ardı edilen kurbanlardan biriydi, acı çekti ve 22 yaşında öldü.”
Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim Devriminin etkisiyle askerler savaşmayı reddeder oldu, cephelerde barış isteği güçlendi ve itaatsizlikler başladı. Cephelerdeki bu isyan fabrikalara da yayıldı. Konfeksiyon ve silah fabrikalarının kadın işçileri sokaklarda günlerce eylem yaptılar. Artan fiyatlara, düşük ücretlere ve gittikçe kötüleşen çalışma koşullarına karşı seslerini ilk yükseltenler konfeksiyon işçileri oldu. 10 bin genç kadın sokaklara döküldü. Eylem, ekmeğin fiyatına ve çekilen çileye karşı harekete geçen silah fabrikası işçilerinin katılımıyla büyüdü. Çok geçmeden siyasi bir nitelik kazanan eylem, hükümeti kaygılandırdı. Paris’te 10 bin, tüm Fransa’da 300 bin kişi askerlerin geri çekilmesini istedi. 14 gün süren bu eylemlerden sonra konfeksiyon işçileri “iş haftasını” kazandı. Cumartesi öğleden sonraları ücretli izin haline geldi.
Birinci emperyalist paylaşım savaşının sonlarına doğru Fransız toplumunda kadın temsili değişmeye başladı. Savaş sona yaklaşırken, filmlerde gösterilen ideal kadın imgesi, kahraman kocasının eve dönmesini bekleyen gözü yaşlı eşti. Savaş döneminde kadınlar erkeklerin işlerini yapsalar da, barış zamanında eve dönmeliydiler. Erkeklerin yerini alan ve ülkeyi kurtaran kadınlar, şimdi fırsatçıymış gibi gösteriliyordu alttan alta. Ateşkesten iki gün sonra bakanlık genelgesiyle, mühimmatçı kadınlar işlerinden ayrılmaya zorlandı. Kıdem tazminatı istiyorlarsa iki hafta içinde işi bırakmaları gerekiyordu. Bu yıllarda oy ve gebelikten korunma hakkı olmayan Fransız kadınlar, ev kadını olmaya teşvik ediliyordu. Kadınların savaşta çektiği acılar, katlanmak zorunda oldukları sıkıntılar sanki hiç yaşanmamıştı, fedakârlıkları egemenler tarafından yok sayılmıştı. Ama savaşın acı bedelleri ve yaşadıkları deneyimler kadınları değiştirmiş, kendilerine güvenmelerini sağlamıştı. Kadınlar gerek direniş hareketlerinde, gerekse de eylemlerde her daim yerlerini aldılar.
1917 Ekim Devrimi ile sona eren savaş, emperyalist güçlerin dünyayı paylaşma hırsı yüzünden 1939’da İkinci Dünya Savaşı olarak tekrar başladı. 1939’da Fransa’da kadınlar hâlâ oy kullanma hakkına sahip değildi. Kocalarının “himayeleri” altındaydı. İşçi ailelerinin bankaya yatıracak parası olmasa da, aile hukukunda banka hesabını sadece kocanın açma hakkı vardı. Doğum kontrolü yasaktı. 1920’de çıkan bir yasaya göre hâlâ doğum kontrolüyle ilgili soru soranlar ceza alıyordu.
Hitler Almanya’sındaysa arî ırk yaratmak için sadece Alman soyundan gelenler doğum yapmalıydı. Bunun için ideal annelik evleri kurdular. Melezlikten kaçınmak, aptal, değersiz, sakat, yaşlı ve akıl hastası olanların ölmesi gerektiği propaganda ediliyordu. Bu süreçte 200 bin kadın kısırlaştırıldı. Naziler Fransa’yı işgal ettiğinde, Fransız egemenler yine kadınları suçlu ilan ettiler. Onlara göre kadınlar gevşek davranıyor, ahlâki görevlerini yerine getirmiyorlardı. Evini iş için terk eden makyajlı hoppa kadınlar vardı. Genç Fransız kadınlar kendine çekidüzen vermeliydi. Kadın kimliği anneliğe indirgenmişti. Devlet onlara bu sefer de böyle buyuruyordu.
Kadınların “ıslahı” için hükümet el kitabı dağıtıyordu. Kitapta şunlar vardı: “Bir kadın gerçek görevine ihanet ettiğinde ev halkı yoldan çıkar. Genç kadınlar saflıklarını ve itibarlarını ihmal ediyorlar. Genç eşlerin evlerine saygıları yok ve onları yönetemiyorlar veya hoş kılamıyorlar. Caddeler, kafeler ve sinemalar artık onlar için buluşma yerleri olmadığında, genç kız artık meşru yerinde, bahçeden mutfağa kendini kardeşleriyle meşgul ederken, yeni bir tür ilgiyi kendine çekecek ve gerçek cazibesine kavuşacak.” Bunun yanı sıra kamu spotlarıyla da “elektrik prizini tamir edememek veya haritayla yolunu bulamamak kadınların canını sıkmamalı. Tabii ki onların başlıca görevleri yemek pişirmek” deniyordu. Gene kamu spotlarında mutlu ailenin sırrının anne olmaktan ve eşine hizmet etmekten geçtiği propagandası yürüyordu.
Almanya Fransa’nın bir bölümünü işgal ettikten dört ay sonra, 11 Ekim 1940’ta çıkarılan bir yasayla evli kadınların çalışması yasaklandı. Bir kadın kocası için ölesiye çalışabilirdi ama bir işte çalışması çok fazla özgürlüktü. Evlendikten sonra ilk üç yıl boşanmak yasaktı. Evini terk eden kadın çok ağır cezalara çarptırılıyordu. Kürtaj olmak devlet güvenliğine karşı işlenmiş bir suç sayılıyordu. Fransız kadınların eşleri Almanlar tarafından esir tutuluyordu ve kadınlar çok yönlü baskı altındaydı. 1960 yılına gelindiğinde, Fransa’da çalışan kadın sayısı 1913 yılından bile azdı.
Bugün de savaşın emekçi kadınlara yaşattığı derin acılar ne yazık ki devam ediyor. Emekçi kadınlar, egemenlerin dayattığı yaşamın, kadın politikalarının kurbanı olmayı reddetmelidir. Sorunların kaynağı kapitalizmdir, kapitalizme karşı mücadeleyi büyütmek gerekir. Emekçi kadınların girdaptan çıkmasının tek yolu budur. Çifte ezilmişliğe, emperyalist savaşlara karşı, 8 Mart’ın isyan ruhuyla kadınlar mücadelede öne!
link: Çiğdem Berrak, Emekçi Kadınlar, Kapitalizm ve Savaş, 10 Mart 2020, https://marksist.net/node/6857
Türkiye’de Emekçi Kadınlar ve Sınıf Mücadelesi
Sokaklarında Bir Şarkı Çınlıyor Santiago’nun, Yeniden!