Son beş yılda 1 milyon 115 bin üniversite öğrencisi okulu bıraktı. AKP iktidarı döneminde üniversite ve üniversiteli sayısı katlanarak arttı. Yandaşlara kadro açma hizmeti görmekten ve yüz binlerce emekçi çocuğunu oyalayıp işsizlik istatistiklerini düşürmekten başka bir işe yaramayan tabela fakülteleri neredeyse her ilçeye yayıldı. Ne var ki üniversiteli sayısı arttıkça, işsiz üniversite mezunlarının ve üniversiteyi maddi imkânları yetmediği için bırakanların sayısı da yıldan yıla arttı. Resmi rakamlar bile her yıl üniversiteyi bırakanların sayısının yüz binleri geçtiğini ve bu sayının yıldan yıla arttığını gösteriyor. 2013-2014 öğretim döneminde 135 bin öğrenci üniversiteden ayrılırken, bu sayı 2014-2015 döneminde 161 bine, 2015-2016 döneminde 197 bine, 2016-2017 döneminde 212 bine, 2017-2018’de ise bir önceki yıla göre ikiye katlanarak 408 bine ulaştı.
Bin bir umutla, bin bir çabayla girilen üniversitelerde yüz binlerce öğrenci neden okula devam edemiyor? Elbette bunun çok çeşitli nedenleri var ama üstünden atlamadan geçemeyeceğimiz en temel sorun, büyük çoğunluğu işçi ve emekçilerin çocukları olan üniversitelilerin ekonomik zorluklarla cebelleşmesidir. Öğrenciler paralı eğitim gerçeğiyle, çok daha ciddi boyutta üniversite eğitiminde karşı karşıya geliyor. İlk, orta ve lisede eğitimin yükünü, kayıt paraları, okul aidatları ve “bağışlarla” kısmen emekçilerin sırtına bindiren devlet, üniversitede bunu daha katmerli bir şekilde yapıyor. Üniversite sınavına giren milyonlarca gencin bir kısmı sınavı kazanıyor ve okullara yerleşiyor ama orada hayatın gerçeklerine tosluyor. Geçim sıkıntısı yaşayan işçi-emekçi çocukları üniversiteyi bedava okumuyor. Kayıt parası, harç parası, yemek parası, kitap ve fotokopi parası, yol parası, yurt parası –tabii yurt bulacak kadar şanslıysa– derken üniversite eğitiminin yükü pek çoğu için kaldırılamaz hale geliyor.
Üniversiteyi kazanmak için verilen onca çabadan, onca paradan sonra üniversiteye adım atınca gençler bu defa başka sorunlarla boğuşmak zorunda kalıyor. En temel sorunlardan biri doğal olarak barınma sorunu. Öğrenciler için yeterli yurt yok. Barınma sorunu yüzünden öğrencilerin eğitim masrafı artıyor. İşçi-emekçi çocukları söz konusu olduğunda barınma sorununa çözüm için ilk akla gelen seçenekler yurtlar. Yurt arayanlar için ise üç alternatif var: Devlet yurtları, üniversite yurtları, özel yurtlar. Devlet yurtlarında kontenjan sınırlı, üniversiteye ait olanlar ve özel yurtlar pahalı. Kısıtlı bütçeyle barınma sorununu çözmeye çalışan öğrenciler cemaat yurtlarına veya öğrenci evlerine yöneliyor. Cemaat ve vakıf yurtlarının devlet yurtlarını kat kat aşan sayıları, devletin öğrencileri özellikle buraya yönlendirdiğini gösteriyor!
Öğrencilerden şanslı olanlar devlet yurduna yerleşiyor ama devlet yurtlarında da sorunlar saymakla bitmiyor. Birçok yurtta odalar koğuş tipi yatakhanelere dönüştürülmüş durumda. 2 veya 3 kişilik odalarda en az 5 kişi kalıyor. Öğrencilerin odalarda ders çalışma olanakları yok. Çoğu yurtta çalışma odaları dini sohbet odalarına dönüştürülüyor. Yurtlarda kütüphaneler yetersiz. Genellikle israfa yol açtığı gerekçesiyle belli saatlerden sonra sıcak su kısıtlaması yapılıyor. Öğrencilerin istedikleri saatte duş imkânları bulunmuyor. Çamaşırhanelerde sorunlar yaşanıyor. Yurtlarda yeterli sayıda temizlik personeli çalıştırılmadığı için yeterli düzeyde temizliği yapılmayan yurt odalarında öğrenci sayısı arttıkça sağlık sorunları artıyor. Hastalıkların yayılması için ortam uygun hale geliyor. Yurtlarda yaşanan sorunlar bunlarla da sınırlı değil. İktidara yakın olan öğrenciler kayrılıp, diğer öğrenciler dışlanıyor veya çeşitli baskılara maruz bırakılıyor. Yurtlardaki veya üniversitelerdeki sorunların çözümü için uğraş verdiklerinde atılmakla veya bir sonraki yıl yurda alınmamakla tehdit ediliyorlar. Devlet yurtlarında bu bitmeyen sorunlar öğrencileri başka alternatiflere zorluyor.
Devlet yurtları kısıtlı olanakları ve kısıtlı hizmetiyle ancak kısıtlı bütçeye sahip olan öğrenciler tarafından rağbet görüyor. İşçi-emekçi ailelerin gençleri açısından devlet yurtları en ucuz seçenek olmakla birlikte, tüm olumsuzluklarına rağmen devlet yurtlarında yer bulma ihtimali de düşük. Özel yurtlar ise konforuna, bulunduğu il ve semte göre değişiklik gösteren fiyatlarıyla daha üst gelir düzeyine sahip ailelerin çocuklarına hitap ediyor. Bu tip öğrenciler tek kişilik odalarda evindeki konforu yaşarken, diğerleri askeri kışla benzeri yurt odalarında şafak sayar hale geliyor. Yurtlara yerleşemeyen öğrenciler sorunları katmerli olarak yaşıyor, okulu aynı kentte bulunanlar ailesiyle otursa bile her gün 3-4 araçla okula gitmek zorunda kalabiliyor. Arkadaşlarıyla ev kiraladığında ise ev kirası, faturalar derken sefaletle boğuşmaya başlıyor.
2002 yılından bu yana üniversite sayısı 76’dan 208’e, öğrenci sayısı 1,9 milyondan 8 milyona çıktı. Devlet yurtlarının kapasitesi ise bıraktık ihtiyacı karşılamayı, bu büyüme oranını bile yakalayamadı. 2018 yılında üniversitelere 800 bin civarında öğrenci yerleşti. Bu dönemde yurtlara başvuru yapan 403 bin öğrenciden 304 bini yurtlara yerleştirildi. Yani 100 bin civarında öğrenci açıkta kaldı. Önceki yılların verilerine bakıldığında her yıl en az bu civarda öğrenci yurtlara yerleşemiyor. Devlet yurtlarına yerleşemeyen yüz binlerce öğrenci özel yurtlarda ve evlerde kalabilecek ekonomik koşullara da sahip olamayınca vakıf ve cemaat yurtlarının kucağına itiliyor adeta. 15 Temmuz sonrası “FETÖ”ye ait olduğu gerekçesiyle kapatılan 821 yurt bu olgunun vahim boyutlarını ortaya koymuş oldu. Aynı dönemde 592 devlet yurdunun varlığına karşın dernek ve vakıflara ait 2160 yurt vardı.
İşçi-emekçi çocuklarının barınma sorunu çözülecek gibi görünmüyor. Eğitim-Sen’in 2019 Yılı Yükseköğretim Bütçesi Analizi Raporu, AKP hükümetinin artan öğrenci ve üniversite sayısına rağmen yükseköğretim kurumlarına bütçeden ayırdığı payı 2016 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde azalttığına dikkat çekiyor. Üniversite bütçeleri tıpkı MEB bütçesinde olduğu üzere, personel giderleri gibi çok zorunlu harcamalarla sınırlı tutuluyor. Dolayısıyla üniversite yurtlarının yetersiz oluşu bütçeden ayrılan payla ilgili bir sorun. Bu raporda da dikkat çekilen noktalardan biri, az yatırımla çok kâr elde edilmek istenen üniversitelerde öğrencilerin barınma ve burs sorunlarının süreceği ve ceplerinden yapacakları eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağı yönündedir.
İşçi ve emekçilerin büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altındaki gelirleriyle, üniversitede okuyan çocukları için her türlü olanağı zorluyor. Üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu okul bittikten sonra taksitler halinde yıllarca ödemek zorunda kalacakları öğrenim kredisi üzerinden borçlanıyor. Kimi okul masraflarını karşılamak için part-time çalışıyor ve okul-iş-ev arasındaki maratonda canı çıkıyor. Birçok öğrenci, ailesi üzerindeki yükü azaltmak ve çalışmak zorunda kalmamak için geri ödemesi olmayan bir burs almanın olanaklarını zorluyor. Ama ülkede borçlanmamış insan bırakmak istemeyen iktidar, öğrencilerin bu hevesini kursağında bırakmaya niyetli. Geçtiğimiz Ekim ayında Erdoğan burs almak isteyen gençleri “bedavacılık”la suçlamıştı: “Gençlerimizde şöyle bir anlayış var. İlla burs... Niye burs? Bursun geri ödemesi yok. Be evladım, kredi aldığın zaman faizsiz ve iş bulmadan da değil sigortalı bir iş bulduktan sonra çok basit taksitlerle ödüyorsun. Bu seni bedavacılığa da alıştırmıyor. Bu milletin gençlerine yakışan da bu değil mi?”
Burslar belli koşulları sağlayan sınırlı sayıda öğrenciye çıktığı için öğrenciler doğal olarak öğrenim kredisine mecbur kalıyorlar. Okuldan mezun olduklarında da bıraktık sigortalı bir işi bulmayı, herhangi bir iş bulmakta zorlandıkları için bu kredileri ödemekte zorlanıyorlar. İş buluncaya kadar tanınan sürenin sonunda da bu ödemeleri yapmak zorunda bırakılıyorlar. Ödemeler zamanında yapılmadığında icra takibi başlıyor ve varsa maaşlarına, yoksa üzerlerine kayıtlı olan mallara haciz getiriliyor.
Erdoğan’ın öğrencileri bedavacılık yapmamaları, kredi alarak daha öğrenciyken devlete borçlanmaları yönünde “teşvik” konuşmalarından sonra CHP milletvekillerinden Ali Haydar Hakverdi o güne kadar kaç kişinin öğrenim kredisi sebebiyle icra takibine maruz kaldığını sormuştu. Gençlik ve Spor Bakanlığı da bu soru önergesine cevaben sayının 279 bin 897 olduğunu açıklamıştı. Mezun olan öğrenciler için kredi borcunu ödemek o kadar kolay değil. Önce SSK’lı bir iş bulması lazım. Mezun olduktan 2 yıl sonra ödeme zorunluluğu başlıyor. Son yıllarda gençler giderek iş bulmakta zorlanıyor. Borçlanarak okuyor, okul bittikten sonra üniversite diplomasını ya pazar tezgâhının arkasına asıyor ya yıllarca geçici işlerde çalışıyor veya işsiz kalarak açlığa mahkûm oluyor.
Öğrenciler maddi sorunlarını ve barınma sorunlarını çözmüş olsalar bile üniversitelerle ilgili yaşadıkları başka sorunlar bitmiyor. Apartman katına bir tabela asılarak gecekondu misali açılan laboratuarsız, kütüphanesiz birçok üniversitede, müşteri olarak görülen öğrenciler, büyük çoğunluğu niteliksiz olan hocalarla “geleceğe” hazırlanıyor. Eğitimin niteliğini sorguladığında düzen yanlısı akademisyenler tarafından mimleniyor. Eğitim sorunlarına sınırlı bir tepki göstermeye kalktığında bile kolluk güçleriyle karşı karşıya geliyor, gözaltına alınabiliyor, okuldan uzaklaştırma cezası alabiliyor veya okuldan atılıyor.
Üniversitelerde okuyan işçi-emekçi çocukları en genç ve dinamik yıllarını tükettikleri üniversitelerden mezun olmayı başardıklarında bile hiçbir gelecek güvencesine sahip değiller. Sermaye sınıfının çocukları ise ya yurt dışında ya da en iyi özel üniversitelerde gelecek kaygısı yaşamadan işçi sınıfının sırtından kazandıkları paralarla eğitim görüyorlar. Yani eşitsizlik her alanda hüküm sürüyor. İşçi aileleri özellikle Türkiye gibi ülkelerde üniversiteleri çocukları için bir toplumsal itibar konusu ve sınıf atlama tahtası olarak görüyorlar. Türkiye’nin toplumsal tarihsel gelişmesinin özgünlükleriyle de bağlantılı olan bu tür beklentiler azalarak da olsa son döneme kadar belli bir inandırıcılığa sahipti. Ancak artık deniz bitiyor ve üniversite mezunu olmanın sıradan bir ücretli emekçi olmaktan pek fazla farkı kalmıyor. İşsizlik, düşük ücret, güvencesiz çalışma gibi sorunlar üniversite mezunlarının büyük bölümü için de geçerli sorunlar haline geliyor. İşçi aileleri için bu gerçeklerden sonsuza dek kaçmak mümkün değil. Hayaller öyle ya da böyle kapitalizmin yakıcı gerçekleri karşısında tuzla buz oluyor. Bu durum karşısında tek bir çıkış yolu var: Eşitsizliği her alanda yaratan kapitalist düzene karşı bilinçlenmek, örgütlenmek ve isyan bayrağını kaldırmak!
link: Aylin Dinç, Üniversiteyi Terk Edenler Artıyor, 17 Nisan 2019, https://marksist.net/node/6643
Emperyalist Merkezlerde Kara Propaganda Manzaraları
Sudan’da Halk İsyanı ve Askeri Darbe