Cezayir’de yüz binlerce işçi ve emekçi yıllar sonra tekrar sokaklara dökülmüş durumda. En son 2011 yılında kitleler büyük protesto gösterileri düzenlemiş ve iktidar kimi tavizler de vererek gösterileri güç bela bastırabilmişti. O zamanki gösterilerin temelinde rejime duyulan tepki, aşırı yoksulluk, işsizlik ve sürekli artan hayat pahalılığı yatıyordu.[1] O günden bugüne yaşamlarında en ufak bir düzelme olmayan emekçi kitleler; 20 yıldır devlet başkanı olan ve rejimin çürümüşlüğünün, siyasi yozlaşmanın, artan siyasi baskıların, ekonomik krizin baş sorumlusu olarak gördükleri 82 yaşındaki Buteflika’nın, beşinci kez devlet başkanlığına adaylığını açıklamasının ardından Şubat ayında bir kez daha sokaklara dökülmüşlerdir.
İsviçre’deki bir hastanede tedavi gören yarı felçli Buteflika, sözcüsü aracılığıyla yayınladığı seçim mesajında “seçimi kazandığı takdirde” ekonomik ve sosyal reformlar yapacağını, toplumsal dışlanma ve marjinalleşmeye son vereceğini, rüşvet ve yolsuzluğa karşı ulusal seferberlik ilan edeceğini, erken seçimlere gideceğini ve tekrar aday olmayacağını söylese de protestoların başlamasını engelleyememişti. Çünkü 42 milyonluk ülkede işsizlik oranı %25’i aşmıştır. Gıda, yakıt ve konut yardımlarını kesen devlet yeni istihdam da yaratamamaktadır. Halkın %40’ı yoksulluk sınırının altındadır. En küçük bir muhalefet odağı sert şekilde ezilmeye çalışılmaktadır. Halk, Buteflika’nın şahsında cisimleşen ceberut rejimden bıkmıştır.
İşte bu koşullarda, başta yoksul emekçiler olmak üzere çeşitli solcu, İslamcı ve liberal gruplar Buteflika’ya karşı sokaklara dökülmüş durumdalar. Farklı kesimlerden oluşan protestocuların ortak talepleri Buteflika’nın gitmesi ve daha fazla demokrasidir. Kuşkusuz emekçi kitleler söz konusu olduğunda buna yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve işsizliğe çare bulunması gibi talepleri de eklemek gerekir. Bu sebeple de Buteflika aday olmaktan vazgeçtiğini açıklamasına ve ardından kabineyi değiştirmesine rağmen protestolar son bulmamış, seçimleri belirsiz bir tarihe ertelemesi tepkilerin daha da artmasına neden olmuş, gösterilere katılanların sayısı artmış, farklı toplum kesimleri de protestolara dâhil olmuştur. Daha da önemlisi, egemen sınıf içinden çatlak sesler yükselmeye başlamış, protestoları bastırmakla görevli polislerden dahi göstericilerin saflarına katılımlar olmuştur. Bu tablo, rejimin kendi içinde yaşadığı krizi ve kitlelerdeki derin hoşnutsuzluğu ortaya koymaktadır.
Rejimin niteliği ve ordunun başat konumu
Kitlelerin bir kez daha sokaklara aktığı Cezayir’de sürecin nasıl ilerleyeceğini görebilmek için, rejimin niteliğinin ve ordunun başat rolünün kavranması şarttır. Baştan söylemek gerekir ki, onyıllardır ülkeyi pençesine almış otoriter ve oligarşik rejimin elinde acı içinde kıvranan yoksul emekçi halkın istemlerinin gerçekleşmesinin karşısındaki temel güç, ordunun omurgasını oluşturduğu rejimdir. Kitlelerin nefret ettiği Buteflika’nın ise rejimin miadını doldurmuş bir sembolü olmaktan öte anlamı kalmamıştır.
İktidar, çekirdeği asker-sivil bürokrasiden ve iş âleminin bu çekirdekle içli dışlı tepe kesiminden oluşan oligarşinin elindedir. Ülkenin temel gelir kaynağını oluşturan petrol ve doğalgaz gelirleri bu oligarşi tarafından gasp edilmekte ve paylaşılmaktadır. 1962’ye kadar Fransa’nın sömürgesi olan ülkenin bağımsızlığı uzun ve kanlı bir kurtuluş savaşının sonunda kazanılmıştır. Bu savaşı yürüten ve bağımsızlığın kazanılması sonrasında devleti kuran ANP’nin (Ulusal Halk Ordusu) ve onun güdümündeki bir devlet partisine dönüşen FLN’nin (Ulusal Kurtuluş Cephesi) tepesini oluşturan askeri bürokrasi, kendini Cezayir’in kurucusu ve yegâne sahibi olarak görmektedir. İlk devlet başkanı Ben Bella’dan şimdiki Buteflika’ya kadar tüm devlet başkanları ve üst düzey devlet yöneticilerinin ekseriyeti askeri bürokrasi içinden çıkmıştır.
Rejimin temellerini 1962’de atmış olan ordu, süreç içinde de sürekli olarak gücünü pekiştirmiştir. Kendini ülkenin “kurtarıcısı ve kurucusu” olarak gören ordu yönetimi, kitlelerin gözündeki meşruluğunu da maharetle kullanarak, gücünü zayıflatmaya dönük siyasi reform girişimlerinin önünü her defasında kesmeyi başarmıştır. Örneğin 1965’te yaptığı bir askeri darbeyle, ordunun siyasetteki etkisini azaltmaya çalışan Ben Bella’yı devirerek yerine yine asker kökenli Bumedyen’i geçirmiş ve iktidarını daha da kurumsallaştırmıştır. Tek parti pozisyonundaki FLN, ANP’nin “halkla ilişkiler bürosu”na dönüştürülmüştür. Ayrıca askeri bürokrasi, devlet işletmelerinin ve çeşitli özel işletmelerin yönetimine de generalleri yerleştirmek suretiyle, ülkenin en önemli sanayisini ve gelir kaynağını oluşturan petrol-doğalgaz satışından hatırı sayılır bir pay almaya başlamıştır. Albaylıktan gelen Bumedyen’in yerini 1978’de yine albay kökenli Bencedid almış, onun 1989’da yaptığı anayasa değişikliği ve siyasi reformlarla başlattığı ordunun siyasetteki ağırlığını azaltma girişimi de yine 1991’deki askeri darbeyle engellenmiştir.
1989’daki anayasa değişikliğinin yarattığı görece demokratik ortamda, ülkede ilk kez devlet güdümünde olmayan sivil toplum örgütleri ve partiler kurulmaya ve bunlar siyaset sahnesinde de etkinlik kazanmaya başlamışlardır. Halkın ceberut rejime yönelik tepkisinin kanalı haline gelen FIS’in (İslami Selamet Cephesi) 1991’deki yerel seçimleri kazanması üzerine ordu darbeyle iktidarı tekrar almış ve hem yerel seçimleri hem de bir yıl sonra yapılacak olan (ve FIS’in kazanacağı belli olan) genel seçimleri feshetmiş, ardından da FIS’e yönelik tam bir yok etme saldırısı başlatmıştır. Bu saldırı FIS’in bölünmesine ve içinden çıkan silahlı grupların ordu güçleriyle savaşmasına, yani kanlı bir iç savaşa yol açmıştır. Yaklaşık 200 bin kişinin öldüğü bu iç savaş, Fransa ve ABD gibi büyük güçlerin de araya girmesiyle 1999’da sona ermiş ve devletin başına yine ordunun belirlediği Buteflika geçmiştir. Buteflika zaten Ben Bella döneminin dışişleri bakanıdır, yani başından beri devletin üst düzey yöneticilerinden biridir. İşin aslı ordu yönetimi bu süreçte İslami tehdidi gerekçe göstererek hem kendi gücünü sınırlamaya çalışan reform girişimini bertaraf etmiş hem de her türlü muhalefet odağını tam anlamıyla yok etmiştir. Buteflika yönetimi altında, 2004 yılında başlayan ikinci dönemde ordu “artık siyasetten çekileceğini ve seçimlerde tarafsız kalacağını” açıklamış ama gerçekte pek bir şey değişmemiştir.
Tüm bu süreçte, Cezayir üzerindeki nüfuzu devam eden Fransa başta olmak üzere Batılı güçlerin de ordu yönetimini ve rejimi desteklediklerini belirtmek gerekir. Her ne kadar 3 yıl süren Ben Bella döneminde SSCB yanlısı bir siyaset izlenmişse de, Bella’nın devrilmesiyle birlikte rejim emperyalist Batı’yla arasını düzeltmiş ve bu siyasi pozisyonunu da bugüne kadar muhafaza etmiştir. O dönemden bu yana Batı’yla iyi ilişkilerin temelini petrol ve doğalgaz satışının kesintiye uğramaması, İslamcı hareketin kontrol altında tutulması, ekonomide küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun oranda neo-liberal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi, Afrika’dan Avrupa’ya yönelik göçün önlenmesi, İsrail’e karşı ve Filistin yanlısı bir politika izlenmemesi oluşturmuştur. Rejim bu ilkelere sadık kaldığı için, Batı da tüm anti-demokratik karakterine ve gerçekleştirdiği darbelere rağmen rejimi ve orduyu destekleyegelmiştir.
Bu otoriter ve oligarşik rejimin bugüne kadar pek fazla değişmeden varlığını sürdürebilmesinin altında yatan temel faktörlerden biri petrol ve doğalgaz satışından elde edilen yüksek gelirdir. Generallerden, üst düzey devlet bürokratlarından ve iş âleminin tepe kesiminden oluşan oligarşi, ülkenin bu temel gelir kaynağına el koymaktadır. Tüm devlet yönetimi ve ilişkiler bu oligarşinin çıkarlarına ve kimin pastadan ne kadar pay alacağına göre belirlenmektedir. Ancak, iktidarın tepesindeki oligarşi aslan payını almasına rağmen, yoksul halka yönelik çeşitli sosyal yardımların yapılmasına, devlet memurlarına görece iyi bir maaş verilmesine ve altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesine olanak tanıyan enerji gelirinin küresel ekonomik kriz nedeniyle azalmaya başlaması, rejimin altını oymuş ve bugünkü tablonun oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Bir yandan oligarşiyi besleyen paranın azalması ve diğer yandan da Buteflika’nın tüm gücü kendi elinde toplayabilmek için ordunun siyasetteki etkisini sınırlamaya dönük girişimleri, iktidar içi kavganın da kızışmasına neden olmuştur. Gerek uluslararası güçlerle, gerekse de iş dünyasıyla “derin” ve çeşitli bağlara sahip Buteflika, 2014’te dördüncü kez seçimleri “kazanması”nın ardından ordunun siyaset alanındaki etkilerini sınırlamaya dönük adımlar atmaya başlamıştır. Kendisine yönelik bir darbe girişiminden şüphelenen ve bazı kritik pozisyondaki asker kökenli bürokratları görevden alan Buteflika, önce ordunun güdümündeki İstihbarat ve Güvenlik Dairesinin (DRS) yetkilerini azaltmış, 2015 sonlarında da tamamen kaldırarak kendisine bağlı Güvenlik Servisi İdaresini (DSS) kurmuştur. 2016 yılında da çeşitli devlet kurumlarındaki ordu etkisini azaltmaya dönük hamlelerine devam eden Buteflika, çıkarttığı bir yasayla ordunun siyasete dair açıklamalar yapmasını yasaklamıştır.
Ancak Buteflika’nın bu politikalarının sonucunda rejimin sivilleştiğini söylemek doğru olmayacaktır. Buteflika, asıl olarak kendi tek adam iktidarını güçlendirmiş ve orduyu da kendisini destekleyen bir pozisyonda tutmaya çalışmıştır. Ordunun rejim içindeki gücü bir miktar sınırlansa da ortadan kalkmış değildir veya rejimin “sivil” sıfatını kazanacağı ölçüde azalmamıştır. Üstelik ilk iki döneminde Buteflika’yı destekleyen Fransa, ilerleyen süreçte rejimin temel dayanağı olan ordunun zayıflamasına da karşı durmuştur.
İşte Şubat ayından beri süren kitle gösterileri, ekonomik krizin derinleştiği ve iktidar içi kavganın kızıştığı bu sürece denk gelmiştir. İktidar blokunun kimi kesimleri, özellikle de ordu, rejimin devamı için Buteflika’nın çekilmesi veya feda edilmesi kanaatindedir ki ahı gitmiş vahı kalmış Buteflika’nın durumu göz önüne alındığında bunun pek de zor olmayacağı açıktır. Asıl sorun Buteflika’nın gitmesi değil, Buteflika sonrası sürecin neye ve kime göre, nasıl şekillendirileceğidir.
Rejimin restorasyonu mu, yıkılması mı?
Bir yandan ekonomik kriz diğer yandan iktidar içi kapışma ve nihayet buna eşlik eden kitlesel protestolar rejimi zorlasa da, kitlelerin rejim değişikliği isteğinin gerçekleşmesinin önünde ciddi zorluklar bulunduğunu da söylemek gerekir. Kitlelerin yatıştırılması için Buteflika’nın feda edilmesi başka şeydir, rejimin yıkılması başka şey… Rejimin belkemiğini oluşturan ordunun, bir kenara çekilmeye hiç niyeti yoktur. Aksine, tıpkı “Arap Baharı” sürecinde Mısır’da Sisi’nin yaptığı gibi, ondan yanaymış gibi görünerek kitle hareketini kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalışması söz konusudur. Bu sebeple henüz göstericilere ordu müdahalesi söz konusu olmamış, aksine genelkurmay başkanı gösterilere katılan halkı desteklediğini ifade eden açıklamalarda bulunmuştur.
Ordu yönetiminin bu tavrına FLN’nin önde gelen bazı isimleri de destek çıkarak Buteflika’yı suçlayan ve artık çekilmesi gerektiğini söyleyen açıklamalar yapmış, dahası, birkaç gün önce halk hareketini desteklediklerini duyurmuşlardır. Egemen sınıf içinden gelen bu tavır, iktidar içi kapışmanın sonucu olduğu kadar, işin ucunun kendilerine ve düzenlerine dokunmasından duyulan korkunun da göstergesidir. Ordunun başını çektiği bu oligarşik yapı, hiç kuşku yok ki her türlü köklü değişime karşıdır. Ancak değişen koşullar nedeniyle kitlelerin estirdiği rüzgârların önüne tamamen de geçememektedir.
FLN haricindeki çeşitli düzen partilerinden oluşan burjuva muhalefet ise, bir yandan kitle gösterilerinin içinde yer alırken diğer yandan istikrardan, gösterilerin kontrolden çıkmamasından ve seçimlerin bir an önce yapılması gereğinden bahsetmektedir. Burjuva muhalefetin adayı olarak öne çıkan Ali Benflis’in[2] söylemleri burjuva muhalefetin bugünkü sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır. Onun şimdilik niyetini ortaya koyan en iyi sözcük “restorasyon”dur.[3] Bu tür muhaliflerin derdi, miadını doldurmuş Buteflika’dan kurtulurken rejime de biraz çeki düzen vermek ama fazla da sarsılmadan düzenlerini restore etmektir.
Ayağa kalkan işçi-emekçi kesimler açısındansa Buteflika’nın gitmesi, rejim değişikliği ve demokrasi ortak slogan durumundadır. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği ve Buteflika’nın yahut mevcut rejimin yerine ne konulacağı gibi konulara gelindiğinde ciddi ayrılıklar bulunduğunu söylemek gerekir. Dağınık haldeki muhalefet cephesi, epeyce farklı toplumsal kesimleri ve güçleri içermektedir. Protestolara katılan emekçi kitlelerin tüm enerjilerine rağmen dağınık durumda olmaları ve devrimci bir siyasal önderliğe sahip olmayışları bu noktada çok ciddi bir dezavantaj oluşturmaktadır. Tıpkı farklı ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin durumunda olduğu gibi, Cezayir’de de, sosyalist hareketin güçsüzlüğü nedeniyle işçi-emekçi kitlelerin açığa çıkardığı enerjinin boşa gitme ihtimali yüksektir.
Genel olarak sol muhalefet ve sendikalar azımsanamayacak bir durumda olmasına ve protestoların merkezinde yer almasına rağmen, mevcut koşullarda, hareketi kalıcı hale getirebilecek ve rejimin yıkılması noktasına ilerletebilecek devrimci bir önderlikten bahsetmek mümkün değildir. İçinde çeşitli sosyalist partilerin de bulunduğu sol muhalefetin[4] geneli ve onu destekleyen sendikalar seçimleri boykot ederek bir “kurucu meclis” toplanmasını ve yeni bir anayasa yapılmasını savunmaktadırlar. FFS (Sosyalist Güçler Cephesi) bu amaçla meclisten ve senatodan çekildiğini açıklamıştır. Sol muhalefet aynı zamanda bir genel grev çağrısı da yaparak rejimi sıkıştırmaya çalışmaktadır. Kimi sendikalar çeşitli grevler örgütlemişlerse de, bu süreç bir genel greve dönüşmemiştir. Sol muhalefetin özellikle vurguladığı bir nokta da her türlü emperyalist müdahaleye karşı olduklarıdır.
Bu nokta özellikle önemlidir çünkü rejimin ve istikrar savunucularının en önemli argümanlarından biri de, ülkenin “dış güçler” eliyle Suriye gibi iç savaşa sürüklenmeye çalışıldığıdır. Daha gösterilerin ilk günlerinde hükümet sözcüsü bu yönde açıklamalar yaparak göstericileri “dış güçler”e alet olmamak konusunda gözdağı vermişti. Suriye’de yaşanan emperyalist müdahaleyi ve iç savaşı örnek gösteren rejim ve burjuva muhalefet, halkta da karşılık bulan bu korkuyu, protesto hareketlerini kontrol altında tutmak ve kendi istediği yöne kanalize etmek için kullanmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda kullandıkları bir diğer önemli argüman da halkın hafızasına kazınmış olan “kara on yıl”, yani 1991-99 yılları arasında yaşanmış olan kanlı iç savaştır. Rejim sık sık göstericileri “kara on yıl”a geri dönmek istemekle suçlamaktaysa da, İslamcı grupların toplumsal desteği zayıftır. 90’lı yıllarda ciddi güç kazanmış bulunan İslamcı hareket, yaşanan iç savaşla birlikte parçalanmış ve eski gücünü kaybetmiştir. Barış için Toplumsal Hareket Partisi (MSP), Müslüman Kardeşler eğilimin temsilcisi olarak öne çıkmaktadır, ama kitlelerin çoğunluğu onların gelip hareketin tepesine konmasına karşıdırlar ve Tunus ve Mısır’daki gibi bir tabloyla karşılaşmak istememektedirler.
Protestoların ana gövdesini oluşturan işçi-emekçi kitleler açısından net olan; Buteflika’nın gitmesi, daha demokratik bir düzene geçilmesi, artan yoksulluğa ve işsizliğe bir çözüm bulunmasıdır. Net olmayan ise bunun nasıl gerçekleşeceğidir. Kitleler İslamcı hareketlere güvenmemektedirler. Çeşitli sol kesimlerin ortaya koyduğu yeni anayasa ve kurucu meclis fikri ise henüz yeterli karşılığı bulmuş değildir. Henüz sokakları terk etmiş olmasalar da örgütsüzlük ve bağımsız bir sınıf siyasetinden yoksunluk kitle hareketinin ilerleyişi açısından önemli zaaflar olduğunu ortaya koymaktadır.
Ne var ki, rejim de ekonomik ve siyasi kriz nedeniyle çıkışsızlık içindedir. Tüm dünyayı etkisi altına almış olan ekonomik kriz nedeniyle, rejimin, kitlelerin yoksulluk ve işsizliğin azaltılması yönündeki taleplerini karşılayabilecek gücü bulunmamaktadır. Buteflika’nın gitmesi, yerine kitlelerin tepkisini çekmeyecek birinin gelmesi ve düzenin restorasyonu şeklinde özetlenebilecek formül kitlelere kabul ettirilse bile ekonomik sorunların çözülmesi zordur. Her ne kadar mevcut durumda Fransa başta olmak üzere Batılı büyük güçler de bu ve buna yakın formülleri destekliyor olsalar da, meseleye henüz açıktan müdahil olmaktan da kaçınmaktadırlar. Aslında Batı’nın genel eğilimi kazanan tarafa oynamaktan yanadır, elbette kazanan tarafın da Batı yanlısı olması ve çıkarlarına aykırı işler yapmaması koşuluyla…
Özetle, ne toplumsal muhalefet rejimi değiştirecek güçte ve niteliktedir, ne de rejim düzeni sağlayıp işleri tekrar yoluna koyacak ve istikrarı geri getirecek durumdadır. Bir anlamda “pat” durumu oluşmuştur. Mevcut koşullarda görünen odur ki, eninde sonunda rejim ve burjuva muhalefet kitle hareketini pörsütmenin ve sönümlendirmenin bir yolunu bulacaktır. Ancak işçi-emekçi kitleler açısından, onların sokaklara dökülmesine neden olan asıl sebepler ortadan kalkmayacağı için, kitleler tekrar tekrar protestolara girişecek, isyan edeceklerdir. İşin aslı bu tablo dünya geneli için de geçerlidir. Tarihsel bir sistem krizi içindeki kapitalizm, her yerde kitleleri bu noktaya getirmekte ve ayağa kaldırmakta ama henüz kitleler asıl sorunun kapitalizmde olduğunu ve onu yıkmaları gerektiğini görecek ve bunu başaracak örgütlülükte ve bilinçte olmadıkları için kitle hareketi burjuva düzenin sınırları dışına çıkamamaktadır.
Bu durum her yerde burjuva egemenleri “kılıcı ve demir yumruğu” daha fazla kullanmaya sevk ederken, kitleler de her seferinde geri çekilip tekrar saldırıya geçmektedirler. Kısacası Cezayir’deki kitlesel protestolar, emekçi kitlelerin kapitalizmin küresel ölçekte yarattığı sorunlara karşı yükselttikleri isyan dalgasının bir parçasını oluşturmaktadır ve bu dalga neredeyse her gün yeni bir ülkeyi içine almaktadır.
[1] Bkz. Tunus ve Cezayir’de İsyan Günleri, Ocak 2011, marksist.com
[2] Ali Benflis, 1988-1991 yılları arasında Adalet Bakanı olarak görev yapmış, 1999’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Buteflika’nın kampanyasını yönetmiş, onun kabine direktörü olarak görev yapmış, 2000 yılında başbakanlığa atanmış, 2001 yılında FLN genel sekreteri olmuştur. Buteflika ile anlaşmazlığa düşmesinin ve başbakanlıktan alınmasının sebebi, popülaritesinin artması ve Buteflika ile girdiği rekabet olmuştur. Bu nedenle 2004’te partiden istifa etmiş ve 2004 ile 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Buteflika’ya karşı aday olmuştur. Buteflika gibi askeri bürokrasinin içinden gelmese de rejimin has adamlarından olduğu açıktır. Şu anda da burjuva muhalefetin başındaki isimlerden biridir.
[3] Çeşitli etkenler sonucu yıkılmış veya bozulmuş, rayından çıkmış siyasi düzenin yeniden kurulması.
[4] Muhalefeti oluşturan sol güçler içinde ilk akla gelenler mecliste 27 sandalyesi bulunan Sosyalist Güçler Cephesi (FFS), İşçi Partisi (PT), Sosyalist İşçi Partisi (SPT), Kültür ve Demokrasi Birliği’dir. Bunlara irili ufaklı çeşitli sosyalist yapıları da eklemek gerekir.
link: Kerem Dağlı, Cezayir: Rejim Krizde, Kitleler İsyanda, 23 Mart 2019, https://marksist.net/node/6631
Newroz’da Demokrasi ve Özgürlük Talepleri Yükseldi
Mehveş