Sizler de takdir edersiniz ki şu yaz günlerinin insanı canından bezdiren bunaltıcı sıcaklarında çalışmak, her babayiğidin harcı değildir. Limanlarda, madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda, fabrikalarda güneşin altında ya da havasız boğucu alanlarda kan ter içinde çalışıyoruz. Bunun ne demek olduğunu bir biz işçiler biliriz bir de gene biz işçiler. Doyurmak zorunda olduğumuz ailelerimiz, okutmak arzusunda olduğumuz evlatlarımız için çekeriz bu kahrı. 10 saat, 12 saat ve bazen 14 saat çalışır, çocuklarımızın yüzünü bile göremeyiz günlerce. Unuturuz yüzlerini, gülüşlerini, ağlayışlarını… Ekmek parası derdiyle bunlara katlanırız.
Asgari ücretle çalışırız çoğumuz. Kimimiz de üç-beş kuruş daha fazlasına. Dünyayı yüklerler omuzlarımıza, ödedikleri ücret avucumuzu bile doldurmaz. Saniye saniye izlerler her hareketimizi. Kaç dakika mola verdiğimizi, günde kaç kere tuvalete gittiğimizi, ne kadar iş çıkardığımızı, yemek molasından geç dönüp dönmediğimizi, yani tüm mesaimizi didik didik edip bizden azami performans isterler. Ama ücretimiz asgaridir. Mesai saatlerimizi saniye saniye gözetleyenlerin, evde hal nedir, çocuklarımız doyar mı, ekmek peynir yeter mi, evimize et girer mi, her gün azami performans istedikleri işçi Ahmet, Mehmet, Ayşe ne haldedir, umurlarında bile olmaz. Saçlarımız ağarır, belimiz bükülür, yoksul doğar yoksul yaşlanırız. Yarı aç, yarı tok geçer bütün ömrü çocuklarımızın ve bizim. Emeklilik hayalleri kurmaya başlarız dizlerimizdeki derman azaldıkça. Bir maaş daha girsin diyedir aslında emekli olma hayali, çünkü çalışmaya devam etmekten başka çare yoktur, doymak, doyurmak için.
Fakat biz bu kadar saat, bu koşullarda, bu ücretlere çalışırken memleketin güzide insanları, yani patronlar ve onların sınıfından yöneticiler, on binleri, yüz binleri, milyonları hatta milyarları kazanırlar. Kimileri işçileri azarlayarak, kimileri işçiler için ölüm fermanı demek olan yasa ve kararnameleri imzalayarak, kimileri el kaldırıp indirerek, kimileri de anlamakta güçlük çektiğimiz mimikler yapıp düdük öttürerek. Ve bu tayfadan bir kısmının işsiz kaldığında aldığı bir aylık tazminat bile, biz bütün aile yemeden, içmeden yetmiş yıl çalışsak yan yana getiremeyeceğimiz kadardır. Bu zatı muhteremlerden biri de “vatanperverliği” ve milliyetçiliği ile tanıdığımız çok muhterem hocamız, futbol gurumuzdur. Annem nedense ona hep Fatih Kerim der. Acaba keramet sahibi olduğunu düşündüğü için olabilir mi? Neyse konuyu dağıtmadan devam edelim. Tekrar etmekte fayda var; Fatih Kerim hoca çok milletperver, göğsü vatan ve millet aşkı ile dolup taşan bir Müslüman evladıdır. Bunu her fırsatta ifade eder. Biz emekçilerin hangi yarasına merhem olduğunu ben hiç anlamadım ama söylendiğine göre vatanımıza üstün başarılar kazandırmıştır. Uluslararası müsabakalarda göğsümüzü kabartmıştır, üstün vatan hizmeti görmüştür. Tabii devlet de kendisini milyonlarca avro ile ödüllendirmiştir hep. Yani vatana hizmetin bedeli de hizmeti edenin ağırlığınca olmuştur. Her ne kadar bu zat-ı muhteremler bir metre kumaş dokumasa da, bir kilo kömür çıkarmasa da, bir metre asfalt dökmese de, onun kazandığı maçlar sonrasında üzerimize boca edilen taşkın sevinç gösterilerinde, açlığımızı unutturmaya yarayan vatan sevgisi ile doyurmuşlardır karnımızı. İşte bu Fatih Kerim, geçenlerde istifa etti görevinden. Ben istifa edince herhangi bir tazminat alamıyorum ama nasıl olduysa ona benim hayallerimde bile göremeyeceğim meblağlarda bir tazminat ödenecekmiş. Yine ben istifa ettiğimde benim verdiğim paralarla oluşturulan fondan işsizlik maaşı alamıyorum ama tazminatın üstüne bir de işsiz kaldığı süre boyunca sıkıntı yaşamasın diye Futbol Federasyonu kendisine 15 ay boyunca yüklü bir tazminat ödeyecekmiş. Hem de ne yük! Hepinizin duyduğu, duyunca küçük dilini yuttuğu ve “olur mu ulan bu kadar da” deyip öfkelendiği bu tazminat aylık 291 bin avro, yani yaklaşık 1.193.000 lira imiş. Yazı ile bir milyon yüz doksan üç bin lira.
İnşaatta çalışan ve bu yaz sıcaklarında dini imanı gevreyen bir vatandaş olarak işsiz kaldığımda bana reva görülen işsizlik maaşı 650 lira oldu. Altı yüz elli bin değil. 6, 5 ve 0’dan oluşan üç rakamlı bir sayı. Yani sadece altı yüz elli Türk Lirası. Tabii siz Fatih Kerim hoca efendinin ve benim farklı vatanların insanları olduğumuzu düşünmüyorsunuz. Ben de öyle düşünmüyordum ama artık biraz öyle, hatta ciddi ciddi öyle düşünmeye başladım! Hocanın aldığı aylık tazminatı bana reva görülen maaşa böldüğünüzde, 1.193.000/650=1835,38 sonucu çıkıyor. Yani benim gibi 1835 kişiye verilen işsizlik maaşının toplamı ancak Fatih Kerim’e verilen kadar ediyor. Benim gibi milyonlar, gözlerinin feri sönecek kadar çok çalıştığı halde sefalet içinde yaşarken, o vatanını seve seve cebini şişirmeye devam ediyor. Bu durumda ben böyle düşünmekte haksız mıyım kardeşler? Şimdi tekrar soruyorum: Biz aynı vatanın insanları mıyız?
Anadolu insanı türkü ile anlatır derdini. Bu düşünceler kafama üşüşünce ben de oturdum bir türkü yaktım. Onunla bitireyim mektubumu:
Vatan aşkı ile yanar bu canın
Vatan aşkı başka kul aşkı başka
Daha fazlasını versin Allahın
Benim aşkım başka seninki başka
Senin sevgin ile benimki bir mi?
Senin sevgin başka benimki başka
Allah her kuluna nasip eder mi?
Senin kalbin başka benimki başka
Yalıdan bakarsın sen memlekete
Senin altın düğme benim firkete
Aşk ile sarıldın bütün millete
Senin gönlün başka benimki başka
Yedi cihana duyurdun bizi
Açtık, vatan aşkı ile doyurdun bizi
Eğer tüm cihanda varsa Türk izi
Senin gücün başka, benimki başka
Sofranda nen eksik kuş sütü mü yok?
Senin rızkın başka benimki başka
Şükür doyuyoruz bizler de az çok
Senin karnın başka benimki başka
Altıyüzelli aldım baba devletten
Devlet sana başka bana bir başka
İki yüz doksan bir bin avroyu duyunca hepten
İnancım kalmadı artık bu aşka
link: Adana’dan bir inşaat işçisi, Vatanseverliğin En “Duygusal” Hali, 27 Ağustos 2017, https://marksist.net/node/5827
Charlottesville Ne Anlatıyor?
HDP Parti Meclisinden 9 Maddelik Sonuç Bildirgesi