Suriye’de devam eden savaş sırasında, hem kendini hem de ailesini kurtarmak için, binlerce insan yollara düştü. Sığınma talebi ile çoğu Suriyeli aile Türkiye’ye geldi. Birçoğu kamplarda yaşamını devam ettirirken daha büyük çoğunluğu ise şehirlere yerleşerek hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ne var ki, savaştan kurtulup geldikleri ülkede, onlara “dikensiz gül bahçelerinde kırmızı halılarla” karşılamalar yapılmadı. Aksine açlık, şiddet, taciz gibi birçok sorunla başladılar hayata. Savaştan kurtulmak için geldikleri bu topraklarda pek çok kişi onları potansiyel suçlu olarak gördü.
Suriye’de başlayan göç ile birlikte Türkiye’de de birçok şey değişti. Bazı şehirlerde ev kiraları yükselmeye, iş bulmak daha da zorlaşmaya, tabii ki yeni bulunan işlerde de, zaten düşük olan ücretler bile aranır olmaya başladı. Bazıları, özellikle tarım vb. informel işlerde çalışanların aldıkları düşük ücretlerin, ev kiralarındaki artışın sebebini Suriyeliler olarak işaret ettiler. Hâlbuki savaştan kaçıp sığınmak için geldikleri yeni yaşam alanlarında en kötü çalışma koşullarında, en pahalı, sağlıksız evlerde Suriye’den gelen sığınmacılar yaşamak zorunda kalıyorlar.
Bunlar işin önemli yönleri tabii ki, bir de kendi kültürleri ile hiç de aynı olmayan bir topluma entegre olmaya çalışırken yaşadıkları duygusal sıkıntılar var. Giyim kuşamlarıyla hemen ayırt edilebilen Suriyeli sığınmacıların, günlük yaşamlarında karşılaştığı sorunlar saymakla bitmez. Benim bir gün içinde rastladıklarımı sıralamam bile durumu ortaya koymaya yeter. Onlar, otobüse çocuk (çocukları) ile binen bir Suriyeli kadına yer vermek istemeyen Türk gencinin genç bir Türk kız bindiğinde hemen ona yer verebildiği, yolda yürürken aşağılayıcı laf atmalara maruz kaldığı, sahilde piknik yapan bir Suriyeli ailenin yanından geçerken hem bakışlar ile taciz hem de “buraları kirletiyorlar, gidip ülkelerinde savaşsınlar” sözlerinin fısıldandığı bir ülkede sığınmacı olarak yaşıyorlar. Adana, Mersin, Hatay, Osmaniye, Gaziantep, Urfa gibi şehirlerde daha yoğun yaşayan Suriyeli sığınmacılar her an suç işleme potansiyeli taşıyorlarmış gibi gözler üzerlerinde. Mahalle halkının satırlı sopalı evlerini taciz etmeleri ya da sosyal medyada bir kıza çıkma teklif ediyor diye şehrin bıçkın delikanlılarının “adaleti” kendi elleriyle yerine getirmeleri gibi örnekler vakayı adiyeden. Dokuz aylık hamile olan ve on aylık da bebeği ile kaçırılıp ormanlık alana götürülen, tecavüze uğrayan daha sonra da öldürülen Suriyeli kadın ve çocuğu için ise adalet nasıl uygulanır bilmiyoruz.
Almanya, Fransa, İsviçre vb. gibi ülkelere göç ederek yaşamlarını oralarda devam ettirmek isteyen ya da mülteci olarak başka ülkelere sığınan birçok Türkiyeli aile vardır. Şöyle bir hafızamızı yoklarsak biliriz ki oralara göç eden işçi emekçi çocukları ve mülteciler ne büyük sıkıntıları yaşıyor. Oralarda en pis işi Türkler, İranlılar, Iraklılar, Afganlar, Afrikalılar ile birlikte yapar, en düşük ücretlerle çalışır, aşağılanır, saygı görmezler. Tıpkı şimdi burada yaşayan Suriyeli sığınmacılar gibi.
Evet, ev kiraları arttı. Ancak bunun sebebi Suriyeli sığınmacılar değil, bu durumdan rant elde etmeye çalışan açgözlü ev sahipleri.
Evet, yevmiyeye giden tarım işçilerinin ücretleri düştükçe düşüyor; ancak bunun sebebi yaşamak için, ölmemek için ne iş olursa, kaç para olursa olsun çalışmak zorunda kalan Suriyeli sığınmacılar değil, onların bu durumunu kullanarak tarlada üç beş kuruşa çalıştıranlar.
Evet, atölye vb. işletmelerde ücretler düşüyor. Ya da daha az ücretle daha çok iş yaptırma zorlaması arttı. Ancak bunların sebebi Suriyeli sığınmacılar değil. Patronlar bunu her fırsatta yapıyorlardı. Yani bu durum Suriyeli sığınmacılardan önce de vardı. Sadece şimdi daha katmerlisini yaşıyoruz. Bunların nedeni de patronların daha çok kâr etmek istemesinden başka bir şey değil.
Sorunlarımızın Suriyeli sığınmacılardan kaynaklandığını söylüyorlar, ama bu gerçek değil. Kitlelerin milliyetçi duygularını kışkırtıp birbirine düşüren bu sistemin kendisidir. Kriz zamanlarında emekçilere düşman olarak göçmen işçileri göstermek ve emekçileri böylece bölmek kapitalistlerin hep söylediği bir yalandır. Bu yalanlara kanmayalım. Yaşadığımız bu süreç, bizleri daha örgütlü ve daha bilinçli olmaya zorluyor. Bizler kenetlenip ırk, dil, din, milliyet ayrımı yapmaksızın kendi örgütlü gücümüzü güçlendirerek bu soruların üstesinden gelebiliriz. Olağandışı dönemlerde bilinçli ve örgütlü olmanın önemi kat be kat artıyor. Devrimci bilinç ve örgütlenme ile bu sorunları ortadan kaldırmak, yeni yaratılacak güzel ve yaşanılası bir dünya ancak ve ancak bizim ellerimizdedir.
link: MT okuru bir kadın işçi, Zor Zamanlarda Yaşıyoruz Her Birimiz, 25 Temmuz 2017, https://marksist.net/node/5769
Burjuvazinin Yalanları
Zenginlik Hayalleri ve Bireysellik