Fransa, işçi sınıfının eylemleriyle sarsılmaya devam ediyor. Fransız egemenlerinin arzuları doğrultusunda hayata geçirilmek istenen ve Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin adıyla anılan yasa tasarısı Fransız işçi sınıfının öfkesini bileyliyor. İş yasasında köklü değişiklikler öngören yasa tasarısı işsizliği azaltacağı, ekonomiyi güçlendireceği yalanlarıyla kitlelere sunuldu. Ancak sendikal örgütlülüğü nispeten güçlü olan Fransız işçi sınıfı bu yasanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Yasanın hayata geçmesi Fransa egemenleri için ölüm kalım meselesi haline gelmişken Fransa işçi sınıfı ise bunu engelleme kararlılığını militan eylemleriyle ortaya koyuyor.
Tüm ülkelerde kapitalistler sınırlı kapsamına rağmen iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. Son derece ucuza çalıştırılan, kolaylıkla işten çıkarılan, hiçbir güvence ile korunmayan, sermayenin ihtiyaçlarına göre esnetilen işgünü/iş haftası kapanına sıkışmış, hak aramak için her türlü örgütsel mekanizmadan mahrum bırakılmış işçiler istiyorlar. Bu anlamda pek çok saldırıyı arka arkaya hayata geçiriyor, krizin faturasını işçi sınıfının sırtına yıkıyorlar. Kıdem tazminatının gaspı, kiralık işçilik, özel istihdam büroları, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal güvenceye sınırlama getirilmesi, reel ücretlerin düşürülmesi, vergilerin arttırılması, kamu harcamalarının kısılması, sosyal hakların tırpanlanması gibi saldırılar Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülkede ardı ardına hayata geçirildi ya da geçirilmek üzere gündemde tutuluyor. Kapitalizmin yapısal krizi ve derinleşen rekabet tıpkı diğer ülkelerin burjuvazisi gibi Fransız burjuvazisini de işçi sınıfının yüzyıllara yayılan mücadeleleriyle kazandığı haklarını gasp etmeye girişiyor. Fransa bu saldırıların hayata geçirilmesinde diğer pek çok Avrupa ülkesine göre geç kalmış bulunuyor. Fransız işçi sınıfının gösterdiği direnç nedeniyle işçi sınıfına yönelik pek çok saldırıyı İngiltere, İspanya, Almanya gibi ülkelere göre daha geç tarihlerde gündemine alan Fransa burjuvazisi şimdi bu “dezavantajını” ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu nedenle işçi ve emekçilerin aylardır süren isyanına rağmen hükümet, yasa tasarısını hayata geçirmekte kararlı görünüyor.
Fransa burjuvazisi işçilerin eylemlerini polis şiddeti, yaygın karalama kampanyaları, tutuklamalar ve “geri adım atmayacağız” açıklamalarıyla karşıladı. Başbakan Manuel Valls, işçi ve emekçilerin tepkisi nedeniyle yasa tasarısının Meclisten geçememesi ihtimalini devre dışı bırakmak için nadiren kullanılan bir anayasal yetkiyi kullandı ve yasayı Meclise getirmeden Senatonun onayına sundu. Bu yasayla beraber Fransa ekonomisinin atılım yapacağını, istihdamın katlanacağını iddia ederek itirazları duymazlıktan geldi. Burjuva politikacıların meşrebine uygun biçimde işçileri nankörlükle, geleceği görememekle suçladı.
El Khomri yasası işten atmaları kolaylaştırıyor, işçi çıkarmak isteyen işverene geniş bir gerekçe yelpazesi sunuyor. Kıdem tazminatını düşürüyor. İşe yeni başlayan işçileri patronların keyfi “esnek çalışma” dayatmasıyla yüz yüze bırakıyor. Fazla mesai ücretlerini düşürüyor. İşsizlik maaşını düşürüyor. Toplu sözleşme anlaşmazlıkları durumunda patronlara işyerinde referanduma gitme hakkı tanıyor, sendikaların gücünün kırılmasını amaçlıyor. Çalışma koşullarına ilişkin asgari kuralları belirleyen sektörel toplu sözleşmelerde köklü değişiklikler yapıyor. İş yasasıyla korunan pek çok hakkın işyeri düzeyindeki toplu sözleşmelerle gasp edilmesinin önünü açıyor. İşverene ücretler, fazla mesai ücretlerinin oranı ve tatil sürelerinin yanı sıra günlük ve haftalık çalışma sürelerini de işyeri düzeyinde belirleme imkânı sağlıyor. İşçi sınıfının büyük mücadelelerle kazandığı ve yaklaşık yüz yıldır 8 saat olan yasal işgünü süresini işyeri sözleşmeleriyle 12 saate çıkarıyor. Haftalık yasal çalışma süresi olan 35 saatin 60 saate kadar uzatılmasının önünü açıyor. Yarı zamanlı çalışma süresini haftalık 24 saatle sınırlıyor. Fransız işçiler bu yasanın sadece haklarını değil geleceklerini de ellerinden alacağını çok iyi biliyorlar. İşçilerin böylesi militan mücadelelere atılmasının ardında yatan gerçek budur.
Ülkenin dört bir yanında yüz binlerce işçi ve öğrenci, Mart ayının başından bu yana, grevlerle, boykotlarla, kitlesel yürüyüşlerle, işgallerle tepkilerini dile getiriyor. Haklarını korumak için yasakları tanımayacaklarını, polis şiddetine boyun eğmeyeceklerini ortaya koyan işçiler, tasarının çekilmesi ve bir daha gündeme sokulmaması için ülke çapında eylemler düzenliyorlar. İşçilerin ve geleceğin işçisi gençlerin öfkesi bu denli büyükken, militan eylemleri bu denli yaygınken, hükümet eylemlere şiddetle ve yasaklamalarla engel olmaya çalışıyor. Sosyalist Parti hükümeti, Kasım ve Ocak aylarındaki IŞİD saldırılarının ardından ülkede olağanüstü hal ilan etmiş ve bu süreci keyfi biçimde uzatmıştı. Terör bahanesi ile her türlü gösteriyi yasaklamış, işçileri dizginsiz bir polis şiddeti ile karşı karşıya bırakmıştı. Bu durum Nisan ayı içinde gösterilerin nispeten zayıflamasına neden olmuştu. Mart ayındaki gösteriler nedeniyle yasayı kısmen revize edebileceğini açıklayan hükümet, gösterilerin zayıflamasından cesaret alarak hiçbir değişiklik yapmayacağını açıklamıştı.
Sosyalist Parti hükümeti işçilerin taleplerini hiçe saydı, sendikalarla görüşmek için bir dizi ön şart ileri sürdü, sendikalara “şiddetin karıştığı eylemlere son verme çağrısında” bulundu ve göstermelik bile olsa tasarıda iyileştirmeler yapma yoluna gitmedi. Hatta Başbakan Valls, daha önce pek çok hükümetin bu çeşit bir muhalefetle karşılaştığını, buna rağmen gerekli gördüğü düzenlemeleri yaptığını, kendilerinin de aynı şekilde davranacağını açıkladı ve “hem işverenlerin hem de işçilerin yararına olan bu yasa geçecek” dedi. Valls, protestoların ilk günlerinden itibaren Almanya, İtalya ve Portekiz’den sosyal demokrat politikacılarla görüşerek işçilerin muhalefetini nasıl sindireceği konusunda akıl aldı. Özellikle El Khomri’ye kaynak teşkil eden Hartz yasasını uygulayan Almanya’dan büyük destek geldi. Elbette konu işçilerin eylemlerini sindirmek olunca içeriden, ülkedeki sağcı partilerden de destek geldi. Fransa’daki sağcı partilerin liderleri de tıpkı Hollande ve Valls gibi, birkaç yüz kişilik marjinal grupların eylemleri fırsat bilerek olay çıkardığını, gösterilere şiddet karıştırdığını, bunun kabul edilemez olduğunu söylediler. “İnsanların can güvenliğinin sağlanamadığı gösteriler kabul edilemez” diyerek gösterilerin yasaklanması gerektiğini öne sürdüler. Böylelikle “Sosyalist” Parti’nin işçi düşmanlığı, politikalarının sağcı ve milliyetçi partilerden aldığı destekle bir kez daha tescillenmiş oldu.
Euro 2016 yaklaşırken Fransız burjuvazisinin tehditleri de işçi sınıfının eylemleri de keskinleşti. Kupa maçlarını büyük bir kazanca ve kışkırtılan milliyetçilik sayesinde eylemleri sönümlendirecek bir araca çevirmeye çalışan burjuvazi umduğunu yine bulamadı. İşçilerin eylem ve grevleri militanlaşmaya ve güçlenmeye devam etti. Haziran ayının başından itibaren işçiler ulaşımdan eğitime, belediye hizmetlerinden enerjiye kadar pek çok sektörde grevler gerçekleştirdiler. Defalarca kitlesel miting ve yürüyüşler düzenlediler. İşçilerin öfkesi düzen ile, Sosyalist Parti ile iç içe geçmiş sendikal bürokrasiyi defalarca eylem ve grev çağrısı yapmaya zorladı. Sendikalar genel grev çağrılarını tüm sektörler için ayrı zamanlarda yapsalar da grevler yoğun katılımla gerçekleşti.
Ulaşım sektöründe çalışan işçiler grev yapmakla kalmadılar, yolları trafiğe kapatarak mal sevkiyatını engellediler. Enerji sektöründeki işçiler zenginlerin yaşadığı bölgelerde, hatta Cumhurbaşkanının oturduğu bölgede elektriği kestiler, yoksul mahallelere hizmet verdiler. Nükleer santrallerdeki işçiler santralleri durdurdular. Öğretmenler, öğrencilerinin boykotunu desteklediler. Ülkede akaryakıt bulunamaz hale geldi, turizm çökme noktasına geldi, Euro 2016 beklenen etkiyi gösteremedi. Tüm bunların sorumluluğu işçilerin üzerine yıkılmak istendi ve yaygın bir milliyetçi propaganda yürütüldü. Buna rağmen işçiler geri adım atmadılar. Hükümet 16 Haziranda yapılması planlanan gösterileri yasakladığını açıkladı. İşçilerin basıncı altında kalan sendikalar hükümetle görüşerek yasağın kaldırılmasını sağladı ve Bastil Meydanında toplanan on binlerce işçi Arsenal Limanı çevresinde yürüdü. Kantin çalışanları, otobüs şoförleri, öğretmenler, fabrika işçileri greve çıktılar. 16 Hazirandaki eylemlerin etkileri sürerken 24 Haziranda yeni bir grev dalgası başladı.
Grev çağrıları yapmak zorunda kalan ve bu nedenle hükümetin hedefinde olan Komünist Parti çizgisindeki CGT de dâhil olmak üzere tüm sendikalar tabiri caizse işçilerin eylemleriyle baş etmeye çalışmaktadır. Sosyalist Parti ile organik bağı olan CFDT, üyesi olan işçilerin taleplerine rağmen yasayı desteklemektedir. “Sendika bürokratları her zamanki gibi grevlerin içini boşaltmak, eylemlerin radikalleşmesini engellemek ve etkisini zayıflatmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Böylesine kitlesel bir destek olmasına rağmen ve yüz binler ayağa kalkmışken, sendika bürokratları yasa tasarısını çöpe gönderecek gerçek bir genel grev örgütlemekten uzak duruyorlar. Zira hareketin radikalleşmesiyle işçi yığınlarını kontrol altında tutamayacaklarını ve bunun nerede duracağının belli olmayacağını gayet iyi biliyorlar. 1968 örneği Fransız burjuvazisinin de, onunla işbirliği halindeki sendika bürokratlarının da hafızasından silinmemiştir. Bu yüzden de, sendika bürokratları üstlendikleri misyonu, yani işçi sınıfını düzen sınırları içinde tutma misyonunu yerine getirmeyi sürdürüyorlar.” (İlkay Meriç, Fransa’da Yükselen Mücadelelerin İşaret Ettikleri, 5 Mayıs 2016, marksist.com)
Çok açık ki Fransa’da ülkeyi sarsan bu eylem ve grev dalgasını karşılayacak ve burjuva iktidarı yıkacak devrimci bir önderliğin yokluğu belirleyici durumdadır. İşçi sınıfının mücadelesini daha ileriye taşıyacak devrimci bir önderliğin bulunmadığı, düzenle bütünleşmiş sendikal bürokrasinin sendikaları esir aldığı, işçi sınıfının militan mücadelelerinin önüne geçmeye çalıştığı bu koşullarda işçi sınıfının mücadelesi solabilir ve buna karşılık umutsuzluk yükselebilir. Artan polis devleti uygulamaları, kışkırtılan milliyetçilik, düzene teslim olmuş sendikal bürokrasi işçi sınıfının başına yine çoraplar örebilir. Ancak şu da çok açık ki, kızışan kapitalist rekabet ve emperyalist savaş kıskacında ezilen işçi sınıfının tüm sinir uçlarında acıyı ve baskıyı hissetmesi, büyüttüğü öfkesini yeni patlamalarla ortaya koyması kaçınılmazdır. Fransa işçi sınıfının isyanı boğulmak istendiği yerde yeniden yeşerip büyüyecektir.
link: Ezgi Şanlı, Fransa’da İşçi Sınıfının İsyanı Büyüyor, 26 Haziran 2016, https://marksist.net/node/5158
AKP’nin Bir Yıllık “İstikrar” Bilançosu
Faşist Tırmanışta Yeni Adımlar