Her tarafından irinler akan, pislikler dökülen kapitalist sömürü düzeni miadını fazlasıyla doldurmuş durumda ve yıkılmayı bekliyor. Sermaye küresel ekonomik krizini atlatmak için 3. paylaşım savaşını çoktan başlatmış durumda. Kriz derinleştikçe emperyalist paylaşım savaşının şiddeti artıyor, kapitalizmin çelişkileri de artık gizlenemeyecek derecede gün yüzüne çıkıyor. Burjuvazi, ırkçılığı ve milliyetçiliği yükselterek kapitalist sömürü sisteminden kaynaklanan açlığı, yoksulluğu, savaşı, yıkımı ve ölümleri, işçi-emekçi kitlelerin gözünde perdelemeye çalışıyor. Burjuvazi SSCB’nin çöküşüne kadar kitleleri “komünizm öcüsüyle” korkuttu. SSCB’nin çöküşüyle birlikte burjuvaziye kitleleri uyutabileceği, çelişkilerin üstünü örtebileceği yeni bir ideolojik argüman gerekiyordu. Bu ideolojik argüman “medeniyetler çatışması” safsatasıydı.
Bugün Avrupa’da yükseltilen İslamofobi bu safsataya dayandırılıyor, göçmenlere, Müslümanlara karşı çeşitli provokasyon ve saldırılar tertipleniyor. Batı’da bunlar yaşanırken Müslüman coğrafyada ise yıllardır ağır bir sömürüye ve diktatörlerin zulmüne maruz kalan kitleler yine aynı ideolojik silah kullanılarak Batı ve Hıristiyan karşıtlığı üzerinden kışkırtılıyor. Böylece dünyanın her tarafında burjuvazi medeniyetler çatışması tezine dayanarak ırkçılığı, milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını tırmandırabiliyor. Otoriterleşme ve militarizm arttıkça burjuva demokrasisinin sınırları daralırken, bir taraftan da neo-liberal politikalarla işçi sınıfının kazanılmış haklarına acımasızca saldırılıyor. Avrupa ülkelerinde hızla yoksullaşan ve kazanılmış haklarını kaybeden emekçi kitlelere düşman olarak göçmenler ve mülteciler gösteriliyor. Avrupa’daki sağcı partilerin söyleminin ana eksenini İslamofobi ve göçmen karşıtlığı oluşturuyor. “Burada şu noktaya da bir açıklık getirelim. Hemen her Avrupa ülkesinde hükümetler veya merkez sağı temsil eden politikacılar, tam bir ikiyüzlülükle, bir yandan tüm Müslümanları veya bir bütün olarak İslamı karalamanın yanlış olduğunu söylemekte, diğer yandan da «aşırı sağın veya ırkçı-faşist hareketin güçlenmesini önlemek için» (!) onların öne sürdükleri taleplerin değerlendirilmesi gerektiğinden dem vurmaktadırlar. Burjuva ideologları televizyon programlarında bol bol, ırkçı-faşist hareketlerin taleplerinin ve göçmen karşıtı tutumlarının tamamen yersiz olmadığından ve belli bir haklılık payı olduğundan bahsetmektedirler. Kuşkusuz bu ikiyüzlü burjuva politikasının altında bir yandan içerdeki Müslüman ve göçmen nüfusu hepten galeyana getirmemek, diğer yandan da Ortadoğu ve Afrika’da yürütülen emperyalist savaşta müttefik konumunda olan Türkiye gibi Müslüman ülkeleri tamamen karşısına almamak kaygısı yatmaktadır. Yoksa burjuvazinin «toplumdaki sağa kayıştan» rahatsız olması beklenemez” (Kerem Dağlı, İslamofobi, Batı Düşmanlığı ve Emperyalist Savaş, 3 Şubat 2015, marksist.com)
Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de aynı politikalar üzerinden ırkçılık tırmandırılıyor. Yaklaşan başkanlık seçimine hazırlanan iki temel partiden biri olan Cumhuriyetçi Partinin aday adayı emlak zengini Donald Trump’ın da söyleminin ana eksenini Müslüman karşıtlığı oluşturuyor. Diğer taraftan ABD’de siyahlara yönelik ırkçı saldırılar da had safhaya çıkmış durumda. Ortadoğu’ya “demokrasi” götürmekten söz eden ABD’de onlarca siyah, polis tarafından hunharca katledildi. ABD’nin Ferguson kasabasında polisin siyah gençleri katletmesi günler süren büyük protestolara ve dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştı. Ancak siyahlara yönelik bu tür saldırılar devam ediyor.
Avrupa’da ve ABD’de bunlar yaşanırken yanıbaşımızda ise kardeş Kürt halkı ve Suriyeli göçmenler ırkçılığın ve şovenizmin kurbanı oluyorlar. Türkiye’nin batısında ırkçılıkla, milliyetçilikle gözü kör edilmiş örgütsüz kitleler Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de, Sur’da mahallelerin yerle bir edilmesine, sivillerin alenen katledilmesine sesini çıkartmıyor, kılını bile kımıldatmıyor. İşsizlik, yoksulluk, sefalet ve sömürü nedeniyle bunalmış işçi-emekçi kitlelere düşman olarak kardeş Kürt halkı ve Suriyeli emekçiler gösteriliyor.
Burjuva devletler ve siyasetçiler bir taraftan el altından veya alenen ırkçılığın yükselmesine destek verirken, bir taraftan da ırkçı saldırılar karşında sanki bu saldırılar kendilerinin dışında gelişiyormuş gibi ikiyüzlü açıklamalarda bulunabiliyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda İspanya’da bir futbol maçı öncesinde Hollandalı taraftarların yerlere paralar atarak, mültecilere şınav çektirmeleri, alay etmeleri kamuoyunda büyük tepkilere neden olmuştu. Futbol maçlarında göçmenlere, mültecilere karşı bu tip ırkçı saldırılar sıklıkla karşılaşılan bir durum. Burjuvazi stadyumları, milliyetçi, şoven histerinin coşturularak taraftarların galeyana getirildiği mekânlar haline getirmek istiyor. İspanya’da yaşanan bu ırkçı saldırının üstünden bir hafta geçmeden bu defa da benzeri bir saldırı İtalya’da yaşandı. İtalya’nın başkenti Roma’da oynanan Lazio-Sparta Prag maçı öncesinde Çek Cumhuriyeti vatandaşı iki taraftarın meydandaki dilencinin üzerine idrarını yapması ırkçılığın hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Giderek çoğalan bu örnekler, sürekli olarak demokrasi ve insan hakları nutukları atan AB burjuvazisinin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır. Türkiye’de ise futbol müsabakalarında ırkçı saldırılar dönem dönem yaşansa da özellikle 7 Hazirandan bu yana örnekleri artmış durumda. Diyarbakır’da seyircisiz oynanan maç öncesinde “Çocuklar ölmesin, maça gelsinler” pankartıyla sahaya çıkan Amedsporlu futbolcular bir anda havuz medyası ve AKP tarafından hedef haline getirildiler. Futbolcular ve futbol kulübü “terörist” ilan edilerek linç kampanyası başlatıldı. Durumdan vazife çıkaran, her türlü şike ve rüşvetin döndüğü Türkiye Futbol Federasyonu hemen harekete geçerek Amedspor hakkında soruşturma başlattı.
Türkiye’de bunlar yaşanırken Erdoğan İspanya’da göçmenlere yapılan saldırı sonrası esip gürlemişti: “Bakın bugün televizyonlarda izlediniz mi bilmiyorum, İspanya’da bir meydanda PSV Eindhoven takımının izleyicileri Atletico Madrid’le bir maça geliyorlar ve o maçta oradaki mültecileri meydanda oynatıyorlar adeta. Öyle diyorum ben. Şınav çektiriyor, bozuk para atıyor. Bunlar eskiden bizde söyleyemem şimdi çok çirkin bazı şeyler olurdu, ondan sonra da para atarlardı onlara. Aynısını Batı yapıyor. Batı’nın birçoğunun karakterinde bu var ama bu bizde yok.” Son cümlenin altını çizelim, “Batının birçoğunun karakterinde bu var ama bu bizde yok”! Böyle diyor Erdoğan. Oysa bu sözlerin üzerinden çok fazla geçmeden, Amedspor oyuncuları, futbol maçı için geldikleri Sivas’ta kalacak otel bulamadılar. Amedspor Eş Başkanı Ali Karakaş, daha öncesinden otellere rezervasyon yaptırdıklarını, ancak Amedspor ismini duyunca “yer yok” diyerek rezervasyonları iptal ettiklerini ifade etti. Koca şehirde onlarca otelin Amedspor ismini duyarak futbolculara yer vermemesi ile Sparta-Prag taraftarının idrarını dilencinin üstüne yapması veya Hollandalı taraftarların yaptıkları arasında bir fark var mı? Her ağzını açtığında millilikten, ananelerden, geleneklerden bahsetmeyi pek seven Cumhurbaşkanına sormak gerekmez mi: Bu mudur bizde olmayan, bu mudur bu toprakların geleneği?
Elbette ki burjuvazinin ve onun temsilcilerinin ikiyüzlü yaklaşımlarını ortaya koyan olaylar bununla sınırlı değildir. Diğer bir mesele de mülteci kamplarında yaşanan insanlık dışı uygulamalardır. Bu “zatı muhterem”in sürekli dillendirdiği konulardan biri de göçmenlere nasıl sahip çıkıldığı meselesidir. Her fırsatta Türkiye’nin mültecilere kol kanat gerip milyarlarca dolar harcadığını, Avrupa’nın ikiyüzlü davrandığını söylese de Avrupa ile göçmen pazarlığı yapmayı da eksik etmeyen Cumhurbaşkanı kitlelerin gözünde büyük bir yanılsama yaratmaktadır. Oysa hiçbir şey AKP’nin ve reis-i cumhurun dediği gibi değildir. Türkiye’deki mülteci kamplarında yaşanan insanlık dışı uygulamalar hiçbir şekilde burjuva medyada yer bulmamakta, bilakis medya her şeyi güllük gülistanlık göstermektedir. Tamamen Erdoğan’ın emrinde olan burjuva medya Avrupa’da göçmenlere karşı yapılan insanlık dışı uygulamaları haber yaparak sanki bu uygulamalar sadece Avrupa’da oluyor algısını yaratmaya çalışmaktadır.
Türkiye’deki mülteci kamplarında insanlık dışı trajediler yaşanmaktadır. Devlet denetimindeki kamplarda kadınlar ve çocuklar fuhuş pazarında satılmaktadır. İnsan hakları savunucusu Eren Keskin, yapmış oldukları saha çalışmasında özellikle kadınların yaşadıkları sorunları tespit etmeye çalıştıklarını, kendilerine Antep ve Hatay hattında bulunan kamplardan yoğun taciz, tecavüz ve darp şikâyetlerinin geldiğini açıkladı. Kamplardaki yaşam koşullarının sağlıksız olduğunu, bu nedenle kampların dışına çıkan kadınların ise fuhuş bataklığına sürüklendiklerini ifade eden Keskin, “Antep’te fuhuş pazarları var. Bunların hepsi devlet denetiminde olan yerlerdir. Burada kadınlardan çocuklara yüzlerce sığınmacı para karşılığında kendilerinden yaşça büyük şahıslara satılıyor. Çocuklarına bir ekmek alabilmek isteyen kadınların fuhşa zorlandığını tespit ettik” diyor. Benzer açıklamalar Doç.Dr. Mualla Kavuncu tarafından da yapıldı: “Suriyeli küçük kızların imam nikâhıyla kuma yapılması da çok yaygınlaştı ve yaş sınırı 11-12’ye kadar düştü. Ailelere ortalama 2 bin ile 5 bin TL arasında başlık parası veriliyor. Bu nikâhlar bazen Suriyeli kızlar ve kadınlar tarafından bir kurtuluş şansı olarak görülebilse de, çoğunda, nikâh görüntüsü altında fuhuş ve çocuk-kadın ticareti yapılıyor. Şiddet ve tehdit altında zorla çalıştırılan bu kızların yaş ortalaması 15-18, ama 12’ye kadar düşebiliyor.”
Bütün bunlar AKP hükümetinin nasıl bir ikiyüzlülükle toplumu aldattığını ortaya koymaya fazlasıyla yetiyor. AKP hükümeti Suriyeli mültecileri çok yönlü olarak kullanmaktadır. Birincisi, mültecilerin ucuz işgücü olarak kullanılıp iliklerine kadar sömürülmesine göz yumarken, perde arkasından da onları artan işsizliğin sorumlusu olarak gösteriyor. İkincisi, Suriyeli mültecileri kullanarak Suriye’de bir Kürt oluşumunun önüne geçmeyi amaçlayan bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Üçüncüsü ise bu yolla Avrupa Birliği’ni sıkıştırarak hem Avrupa’dan para alıyor hem de Türkiye’nin tampon bölge kurma gayesini desteklemelerini sağlamaya çalışıyor.
Suriyeli mülteciler AKP’nin umurunda değildir. AKP milliyetçiliği, şovenizmi yükselterek adeta kitleleri esir almıştır. İşçi-emekçi kitleler Kürt halkına yapılan katliama sessiz kaldığı gibi kendi haklarına yönelik saldırılara da sesini çıkarmamaktadır. Son dönemde işçi sınıfına yönelik çok ciddi saldırılar söz konusudur. Kölelik büroları ile ilgili yasa tasarısı meclis komisyonundan geçti ve yasalaşmayı bekliyor. Çalışma hayatını kökten değiştirecek bu saldırı paketi ile AKP işçi sınıfının örgütlülüğüne büyük bir darbe indirmiş olacak. İşçiler birer köle gibi kiralanırken sendikal örgütlenme de imkânsız hale getirilecek. Bu arada kıdem tazminatı da fiilen ortadan kalkmış olacak. Ancak bu kadar ciddi saldırılar ortadayken sendikalardan, işçilerden anlamlı bir tepki yükselmemektedir. Çünkü AKP’nin körüklediği milliyetçilikle zehirlenen emekçi kitleler tehlikeyi görememekte ve AKP’nin savaş ve yıkım politikalarının esiri olmaktadırlar.
Son dönemde yaşanan tecavüz, istismar olayları, kadınlara yönelik şiddetin artması, kapitalist sistemin nasıl çürüdüğünü, kokuştuğunu gösteriyor. AKP hükümetinin çocuklara yapılan bu aşağılık, insanlık dışı tecavüz ve taciz olaylarının üstünü örtmeye çalışması, bu alandan sorumlu olan bakanları koruması dahi toplumun önemli bir bölümünde gerekli tepkiyle karşılaşmamıştır. İşte AKP bütün ikiyüzlülüğünün ve büyük çelişkinin üstünü ırkçı, milliyetçi, şoven duyguları coşturarak kapatmayı başarmaktadır. Irkçılığın, milliyetçiliğin işçi sınıfı için nasıl bir belâ olduğunu İtalyan ve Alman faşizmleri örneğinde gördük. Şimdi ise yaşadığımız ülkede birebir görüyoruz. AKP’nin bu ikiyüzlü politikasını boşa çıkartacak, faşist tırmanışı engelleyecek olan şey işçi sınıfının devrimci mücadelesidir. Dünyada yükselen milliyetçiliğin, ırkçılığın panzehiri enternasyonalizmdir. Yaşananlar bir kez daha “enternasyonalle kurtulur insanlık” şiarının doğruluğunu ortaya koymaktadır.
link: Hakan Sönmez, Yükseltilen Irkçılık ve Burjuva İkiyüzlülük, 15 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5035
Çocuk Tacizi ve Kapitalist Çürüme