Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır
acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan
karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü.
(Nazım Hikmet)
G20 Türkiye Dönem Başkanlığı çerçevesinde 6 Eylül 2015 tarihinde W20 (Women 20, Kadın 20) açılım grubunun tanıtım toplantısı, Ankara’da gerçekleştirildi. İlk kez Türkiye’de oluşturulan W20’nin amacı kamuoyuna “toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak” ya da “yoksulluğun ortadan kaldırılması” gibi başlıklarla sunulsa da, burjuvazinin asıl dert edindiği husus elbette başkadır. Asıl dertlerini toplantılarda şöyle dile getiriyorlar: “Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturmalarına rağmen kadınların, ekonomik büyümeye katkılarının, potansiyellerinin çok altında olması…” Yani burjuvazinin sözcüleri “sermayeyi büyütmek için kadınları nasıl daha fazla kullanabiliriz” sorunu etrafında çözümler üretmek üzere toplanıyorlar. Burjuva siyasetçiler, önde gelen burjuva kadınlar ve burjuva kadın örgütleri, bu organizasyonlarda rol üstleniyorlar. Bu toplantılarda, sermayenin büyümesi için burjuvazinin kadınlarını sermaye yatırımlarına özendirmenin, orta sınıfların kadınlarını girişimciliğe özendirmenin, birer KOBİ patronu ya da ortağı olmaya yönlendirmenin ve elbette yoksul emekçi sınıfların kadınlarını iş piyasasına daha fazla çekerek sömürebilmenin yol ve yöntemleri tartışılıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, akil burjuvaları “ekonominin büyümesine ket vurması” noktasında ilgilendiriyor. Burjuvazinin kadın sorununa bu çerçevede yaklaşması onun fıtratındandır diyerek işin bu kısmını bir kenara bırakalım.
Toplantının açılış konuşmacılarından biri de Başbakan Ahmet Davutoğlu idi. Davutoğlu’nun demagojik konuşması AKP’nin siyaset tarzının karakteristik özelliklerini taşıyordu. Davutoğlu, Türkiye’nin kadın hakları konusunda son yıllarda önemli reformlara imza attığından, kadın istihdamının artmasının ekonomiye faydalarından, hükümetin kadın girişimciliğini desteklemesinden dem vurdu.
Cansız bedeni Bodrum kıyılarına vuran 3 yaşındaki Alan’ın fotoğrafının herkesi etkilediğini söyleyen Davutoğlu, “O çocuğun annesinin o anlarını, yaşadıklarını tahayyül edebilir misiniz? O çocukları kurtarmak için anne her şeyi yapmıştır. Peki, bundan kim sorumlu?” dedi.
“Tarih boyunca kadınlar maalesef her zaman için bir obje olarak görüldü” şeklinde konuşan Davutoğlu, kadınların ve erkeklerin Allah’ın yarattığı eşit insanlar olduğunu da söyledi. Erkeklerin aldığı kararların bedelini genelde kadınların ödediğini, kadınların savaşın mağdurları olduğunu, savaş sonrasında çocuklara, yetimlere kadınların bakmak zorunda kaldığını, dünyanın sorumluluğunu kadınların sırtlarında taşıdığını dillendirdi.
Hiç unutamadığı kadın yüzlerini anlatan Davutoğlu, Somali’de mülteci kampında Suriye’den kaçmış, bacaklarından birini kaybetmiş bir kadından, Bosna’da Srebrenitsa katliamını anma törenlerinde gördüğü bir kadından bahsettikten sonra, “Kadınların sadece etkilenen bir obje olarak kalmalarına izin vermemeliyiz. Tarihe yön verenler olmalıdırlar”, “Evlerimizde esas kararı veren kadınlardır, neden dünyada da kararı veren kadınlar olmasın” gibi, farklı ülkelerden gelen burjuva kadın siyasetçilerin ruhunu okşayacak, kendisi ile ilgili “kadınlara saygılı, eşitliğe inanan demokrat bir siyasetçi” imajı çizmeye yönelik riyakârca sözler söylemeyi de ihmal etmedi.
Geçmişte başörtülü kadınların negatif ayrımcılığa tâbi tutulduğunu, eğitim alamadığını, kamuda istihdam edilmediğini, günümüzde ise herkesin özgür olduğunu, bugün kabinesinde başörtülü kadın bulunduğunu belirten Davutoğlu, “Demokrasi ilaçtır. Eğer demokrasi yoksa kadın için gerçek bir eşitlik ve özgürlükten bahsedemeyiz” dedi.
“Eğer kadınların yüzü o ülkede gülüyorsa, daha iyi bir dünyaya gülümsüyorsunuz demektir. O ülkenin de mutlu olduğunu anlarsınız. Refah sadece havaalanına bakmakla anlaşılabilir ama mutluluk sadece kadınların yüzüne bakarak anlaşılabilir” gibi sözler sarf etti Davutoğlu.
AKP’nin diğer “önde gidenleri” gibi Davutoğlu da ustası Erdoğan’ın izini takip etmeye çalışıyor. Yaptıkları konuşmaların bir kısmında sanki kendileri iktidarda değillermiş gibi, olan bitenlerden birinci derecede sorumlu olan kendileri değilmiş gibi bir algı oluşturarak yaşanan acıları dile getiriyorlar. “Batsın bu dünya!” ruh hali içerisinde, yaşanan tüm acılara lanet eden, sürekli başkalarını suçlayarak kendi sorumluluklarını perdeleyen konuşmalar yapıyorlar. Manipülasyon amaçlı bu konuşmalarla suçlarını örtüp mağdurların safında görünürken kendilerine pay çıkartmaya uğraşan mide bulandırıcı bir siyaset tarzıdır bu.
Davutoğlu, yabancı konukların önünde, kadının ekonomiye katılımının teşvik edilmesi üzerine özlü sözler sıraladı. Oysa 2009 yılında Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini yürüten Mehmet Şimşek, ekonomik kriz üzerine bir konferansta yaptığı konuşmada, kadınların işgücüne katılmalarını, artan işsizlik oranlarının sebebi olarak göstermişti. Kadınların iş hayatından uzak kalmalarının başlıca sebebi çocuk doğurmaları ve kreş sorunu yaşamalarıdır. Kadınlardan en az üç çocuk doğurmalarını isteyen, ne işyerlerinde ne sanayi bölgelerinde ne de yerel yönetimlerde kreş sorununu çözmek için yıllardır kılını bile kıpırdatmamış, çalışanlarına kreş sağlaması gerektiği halde sağlamayan işyerlerini bile denetlememiş bir hükümetin başındaki adam, kadın istihdamını arttırmak için hükümetlerinin çok çalıştığından dem vuruyor.
Burjuva siyasetçiler utanma duygularını tamamen yitirmiş olmasalardı Alan Kurdî’nin adını ağızlarına alamazlardı. Suriye’de iç savaş ateşine yıllarca benzin döktüler, tampon bölge tezlerini desteklemek ve Suriye’ye saldırmanın önünü açmak için önce 100 bin Suriyeli Türkiye’ye gelsin diye uğraştılar. (Nasıl olsa 3-4 ay içinde Esad devrilecek, gelenler geri gönderilecekti!) Cihatçı katliam ve tecavüz çetelerine silah ve katil tedarik ettiler. Yüz binlerce Suriyeli öldü, milyonlarcası yerinden yurdundan oldu. Türkiye’ye sığınan 2 milyon Suriyeliye mültecilik statüsü bile vermediler. İşsizlik, açlık, kayıt dışı çalışma, aşağılanma, linç, şehirden şehre sürgün vb. her türlü rezilliği yaşattılar. Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteciler, binlercesinin boğulmasına rağmen yine de Türkiye’den kurtulabilmek için ölümü göze alarak denize açılmaya devam ediyorlar. Ve Türkiye’deki burjuva politikacılar Suriyelilerin cesetlerinin ardından timsah gözyaşı döküyorlar. Tüm bu yaşananlarda sorumluluğu en fazla olan kişilerden biri, eski Dışişleri Bakanı ve şimdiki “saray ataması” Başbakan, “peki sorumlu kim?” diye sorabiliyor utanıp sıkılmadan!
Sanki kadın-erkek eşitliğine inanıyormuş, temsil ettiği zihniyet kadınları obje olarak görmüyormuş, kadınların obje olarak görülmesine pek içerliyormuş gibi konuşmalar da yaptı Davutoğlu. “Dünyayı neden kadınlar yönetmesin” gibi afili laflar eden Davutoğlu’nun sözde başkanı olduğu partinin 218 erkek, 40 kadın milletvekili var. Bıraktık gerçek eşitliği, burjuva anlamda bile eşitleştirici, görüntüyü kurtaracak, tek bir adım atmamış olan bir partinin başkanının bu sözlerine kim inanır? Yaranmaya çalıştığı yabancı konuklar içerisinde bunların zihniyetini bilmeyen var mı?
AKP, demokrasi ve kadın özgürlüğünden sadece türban serbestliğini anlıyor. Yıllardır bıkmadan usanmadan çiğnedikleri sakız, başörtüsü meselesidir. İktidara geldikleri 2002 yılından 2011 yılına kadar Kemalist rejimin ürettiği bu garabet sorunu çözmek için hiçbir şey yapmadılar. Sadece var olan sorunu siyaseten sömürdüler. Ekim 2011’de Sırrı Süreyya Önder Meclis içtüzüğünde değişiklik önerip TBMM’de türban yasağının kaldırılmasını teklif edince, tüm AKP’li vekiller öfkeden kudurdular ve derhal öneriyi reddettiler. Türban sorunu devam etmeliydi! Ancak muhalefet partilerinin artık bu sorunun devam ettirilmesine izin vermeyeceği açığa çıkınca ilerleyen aylarda sorunu çözmek zorunda kaldılar. Bu sorun çözülürken hiçbir partinin bir itirazı olmadı. AKP, 10 yıl boyunca çözmeyip mağduriyet sakızı olarak çiğnediği türban sorununu, geride bırakılmasının üzerinden yıllar geçtikten sonra bile halen “kadın özgürlüğünü biz getirdik” söylemini terennüm ederek kullanmaya devam ediyor. 13 yıllık iktidar döneminin sonunda dürüstlükten ve haysiyetten geriye bir şey kalsaydı, “Demokrasi ilaçtır, demokrasi yoksa kadınlar için gerçek eşitlik ve özgürlük yoktur” diyebilir miydi Başbakan?
AKP iktidarından gelen her açıklama mide bulandırıyor: Savaşı başlatmalarının ardından o kadar çok yalan ürettiler ki, yetişmek mümkün değil. Cizre’de 23 sivili katledip “tek bir sivil ölmemiştir” diyebildiler. 8 gün boyunca Cizre’de terör estirip, sivilleri katledip, ardından “sivillerin güvenliği için yaptık” diyebildiler. 25 Eylülde Şırnak’ın Beytüşşebab ilçesinde yaralı taşıyan ambulans, özel harekât polisi tarafından tarandı. Ambulans şoförü Şeyhmus Dursun devlet güçlerince katledildi. Ardından Sağlık Bakanı Müezzinoğlu televizyonlarda “PKK ambulans şoförümüzü öldürdü” diye hüzün ve öfke dolu bir açıklama yaptı. Cinayet işleyip suçu düşmanının üstüne yıkarken, öldürdüğü kişiye ağıt yakan korkunç bir zalimlik ve sınır tanımayan bir yalancılıkla karşı karşıyayız.
İktidar sözcülerinin konuşmalarında yalanın bini bir para. Bu yüzden her dediklerini yorumlamaya gerek yok. Ama sahtekârlığın ve lafazanlığın doruklarına tırmandıkları öyle sözler sarf ediyorlar ki, insanın “bu kadar da riyakârlık olmaz” diyesi geliyor. “Eğer kadınların yüzü o ülkede gülüyorsa; daha iyi bir dünyaya gülümsüyorsunuz demektir. O ülkenin de mutlu olduğunu anlarsınız. Refah sadece havaalanına bakmakla anlaşılabilir ama mutluluk sadece kadınların yüzüne bakarak anlaşılabilir” diyor Başbakan! Bakalım o zaman…
Kadınlarımızın yüzleri
Türkiye’de ne kadar mutlu yaşadıklarını, AKP döneminde köşeyi dönmüş arsız bir burjuva azınlığa değil de emekçi sınıfların kadınlarına, milyonlarca yoksul kadına sorarsanız, onların yüzüne bakarsanız Türkiye’nin gerçek resmini görürsünüz. Uzayan iş saatleri ve ağır çalışma koşulları altında ezilen, emeği sömürülen milyonlarca kadının yorgun yüzlerine bakın.
AKP döneminde kat be kat artan kadın cinayetlerinin kurbanlarının yüzüne bakın. Korunma talepleri karşılanmadığı ya da sözde karşılandığı için göz göre göre katillerine sunulan kadınların, korku dolu yüzleridir Türkiye. Kadın katillerinin haksız tahrik indirimleriyle, iyi hâl indirimleriyle korunduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Özgecan gibi binlerce kadının yüzünü solduran kimdir? Tacize ve tecavüze uğrayan kadınları “sokakta ne işi vardı”, “açık saçık giyinip tahrik ediyorlar” diye suçlayan zihniyet iktidardadır. O zihniyet ki, kadınların kahkaha atmasını ya da hamile kadının dışarıda dolaşmasını bile ayıp sayar. Koskoca adamlarla evlendirilen çocuk gelinleri dinen caiz gören aynı zihniyet değil midir?
Türkiye’de kadınların ne kadar mutlu olduğunu Roboskili analara sormalı. Köyleri boşaltılmış yüz binlerce Kürt kadınına, küçücük çocukları evlerinin önünde oynarken özel harekât timleri tarafından katledilen analara sormalı, TC bayrağının altında ne kadar mutlu yaşadıklarını. Devlet terörüne karşın yıllardır ısrarla “barış” diye haykıran, eşleri ya da çocukları devlet tarafından öldürülmüş Kürt kadınlarının yüzleri anlatır Türkiye’deki rejimin zalimliğini. Cenazeleri verilmeyen, cenazeleri işkence görmüş, kulakları kesilmiş, cenazeleri yakılmış yok edilmiş Barış Annelerinin ıstıraplı yüzlerine bakın.
Çocukları işkencede katledilmiş, cenazeleri devlet tarafından yok edilmiş, yıllardır devletten çocuklarının ölüsünü talep eden, bu yüzden polis saldırılarına uğrayan Cumartesi Annelerinin yüzlerindeki derin çizgiler, bu devletin çektirdiği acılarla çizilmiştir.
Sarayın kirli politik hesapları yüzünden AKP’nin sona erdirdiği ateşkesin ardından kurban edilen askerlerin anneleri ve eşleri, Erdoğan’ın “ne mutlu şehit ailesine” sözleriyle mutlu mu oluyor?
Gezi protestoları sırasında polisin gaz fişeğiyle vurduğu 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın Erdoğan tarafından yuhalatılan annesine sorun Türkiye’de kadının mutluluğunu. Türkiye’de “ikinci eş” olarak satılan Suriyeli mülteci kadınlara ve Alan Kurdî’nin ölen annesine, kendisi boğulurken çocuklarının da ölümüne şahit olan o kadına sormalı, kaçıp kurtulmak istedikleri Türkiye’de ne kadar mutlu yaşadıklarını.
Davutoğlu’nun W20 konuşması, AKP siyasetinin sınırsız zalimlikle, yalancılıkla, ikiyüzlülükle, çarpıtma ile desteklenen demagojik manipülasyonla karakterize olduğunu bir kez daha tescillemiştir.
İktidar sözcülerinin bu tür konuşmaları örgütlü devrimci kadınların yüzünü öfke ve iğrenme duygusuyla dolduruyor. O kadınların yüzlerinden sınıf kini, burjuva düzene karşı tiksinti ve uzlaşmaz mücadele kararlılığı, gözlerinden ise geleceğe gülümseyen umut okunuyor.
link: Zehra Aras, Riyakâr İktidar ve Kadınlarımızın Yüzleri, 17 Ekim 2015, https://marksist.net/node/4527
Bugün Günlerden Ne?
İnsanlığı Sürdüler Buralardan