Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Taraflar Konferansının 21.’si (COP21) bu yıl Aralık ayında Paris’te yapılacak. Bu konferans öncesi Religions for Peace (Barış için Dinler) adlı kuruluş bir çağrı metni yayınlayarak konferansa katılacak ülkelerin liderlerini, 2050 yılına kadar %100 yenilenebilir enerji üretmeye davet eden bir imza kampanyası başlattı. Bu kampanyanın bir parçası olarak Türkiye’de de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a seslenen imza kampanyasını başlatmış bulunuyor.
change.org üzerinden başlatılan kampanya metninde şu ifadeler yer alıyor: “İklim değişikliği, günümüzün en büyük ahlâki mücadelelerinden birisi. Bu tehlike dünyamızın ve insanlığın geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek olanlar ise fakir ve korunmasız olan insanlar. Çocuklarımızın ve sevdiklerimizin geleceği tehdit altında. Şu an yerel, ulusal ve tüm dünya olarak hepimizin uyanıp, harekete geçme zamanı. İnanç ve diğer ahlâki değerlerle, iklim değişikliğine karşı harekete geçmenin bir zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Siz liderleri, iklim değişikliğine neden olan tehditlere karşı acilen harekete geçmeye ve 2050 yılına kadar %100 yenilenebilir enerji hedefi koymaya çağırıyoruz.”
Küresel iklim değişikliği elbette çok ciddi bir sorundur. Küresel ısınmanın bu hızla devam etmesi halinde gelecek kuşaklar için artık yaşanabilecek bir dünyadan söz etmek mümkün olmayacak. Metinde ifade edilen iklim değişikliğinin en çok fakir ve korunmasız insanları etkileyeceği de, %100 yenilenebilir enerji kullanımı zorunluluğu da, bunun için artık vakit kaybetmeyip harekete geçmek gerektiği de doğrudur. Peki bütün bu doğruları ortaya koyan metinde çözüm nerede aranıyor ve kimlere çağrı yapılıyor? Bu kampanyanın yürütücülerinin bizzat kendileri hangi zeminde duruyorlar? Bu çok ciddi soruna karşı bir imza metni sunmak dışında ne gibi faaliyetleri var? Bütün bu sorulara cevap verdiğimizde görüyoruz ki bu kampanya içi boş bir kandırmacadan başka bir şey değildir.
Kampanyayı başlatan Religions for Peace, 70’in üzerinde ülkede farklı dinlerin liderlerinin oluşturduğu, 90’dan fazla ülkede faaliyet yürüten, bazı hükümetlerin desteklediği, uluslararası şirketlerden partnerleri ve destekçileri olan bir kuruluştur. Yenilenebilir enerji talebinde bulunan bu kuruluşun partnerlerinden biri Exxon’dur. Ne ironiktir ki, Exxon dünyanın en büyük petrol şirketidir ve petrol, küresel ısınmaya sebep olan sera gazının oluşumunda ciddi etkisi olan fosil yakıtlardan biridir.
Kampanyanın muhatapları kapitalist ülkelerin başkanları, cumhurbaşkanlarıdır. 20 yıldan fazla zamandır küresel ısınmaya karşı mücadele etmek için bir araya gelen, ama içi boş temennilerin ve kimsenin uymadığı kararlar almanın ötesine geçemeyen konferanslar düzenleyen kapitalist devletlerin liderlerine yapılan bir çağrıdır söz konusu olan.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1994 yılında imzalanmış, 191 ülkenin taraf olduğu bir sözleşmedir. Her yıl bu sözleşmeye bağlı olarak konferans düzenleyen kapitalist devletler sorunu kökten çözecek girişimlerde bulunmadıkları gibi küresel ısınmanın etkisini azaltacak uygulamaları dahi hayata geçirmiyorlar. Bu konferanslardan en önemlisi olarak görülen üçüncü konferans 1997 yılında toplanmış ve burada ilk ciddi protokol olarak bilinen Kyoto Protokolü imzalanmıştır. Yaygarası yaptırımından kat be kat büyük olan bu protokol, imzalandıktan ancak 8 yıl sonra yürürlüğe girebilmiş, fakat geçen 10 yıla rağmen protokoldeki kararlar yerine getirilmemiştir.Yirmi kere toplanarak bir arpa boyu yol alamayanlardan yirmi birincide ne beklenebilir?
Kampanyayı başlatanlar din adamları olunca içerik de ona uygun oluyor tabii. Kampanya metninde, iklim değişikliğinin günümüzün en büyük ahlâki mücadelelerinden birisi olduğu belirtiliyor. Buna karşı inanç ve ahlâki değerlerle harekete geçme çağrısı yapılıyor. İklim değişikliği sorunu inanç ve ahlâki değerler temelinde çözülebilir mi gerçekten? Bu soruya olumlu yanıt vermek demek kapitalizmi ve onun işleyişini görmezden gelmek ya da hiç bilmemek demektir. Bir kere kapitalist sistemde, tüketim alışkanlıklarını, çevre bilincini ve daha pek çok şeyi belirleyen şey ahlaki değerler ya da inançlar değil kapitalist üretim biçiminin kendisidir. Kapitalizmde üretimin temelinde insan ve doğa değil, kâr vardır. Üretilen şeyin doğaya zarar verip vermediğine, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaz. Tek kriter kârlı olup olmamasıdır. Marx’ın deyişiyle kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Demek ki kapitalistlerin tek ahlâki değeri kâr, inancı ise paradır. Biz bütün meselelere bu temel gerçeklik üzerinden bakmak zorundayız. Kapitalizmin gerçekliği buyken, onun temsilcilerinden doğayı koruma adına %100 temiz ve yenilenebilir enerji kullanımı beklenebilir mi?
“Atmosferde biriken karbon kökenli gazların yüzde 80’i, ulaşım, ısınma ve sanayide fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanıyor. Kapitalizm, tüketildikçe karbondioksit salan petrol türevi yakıtlardan, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtlardan asla vazgeçmek istemiyor. Fosil yakıtlar kapitalizmin can damarı olan enerji santrallerinde, kara, deniz ve hava taşımacılığında yaygın bir kullanım alanına sahip. Sermayenin büyümesi demek, enerji ihtiyacının artması demektir. Kapitalistler güneş enerjisi gibi alternatif enerji kaynaklarına yönelerek enerji maliyetlerini arttırmayı kabul etmiyorlar. Özellikle de enerji tekelleri iklim sözleşmelerini sabote etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu şirketlerin emrindeki «bilim insanları» her konferansta gündemi değiştirecek ve ortalığı karıştıracak teorilerle ortaya çıkarak fosil yakıtlara dayalı enerji üretiminin, salınan karbondioksit miktarını korkunç derecede arttırdığı gerçeğini gölgelemeye çalışıyorlar.” (Serhat Koldaş, Küresel Isınma ve Doha’nın Doğası, MT Ocak 2013)
Kampanyanın Türkiye ayağını başlatan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in ise samimiyetinden şüphe etmek için çok sebep vardır. Bugüne kadar doğanın korunması ve küresel ısınmayla mücadeleyle ilgili tek bir söz dahi duymadığımız Diyanet İşleri Başkanlığının kullandığı milyonluk makam aracı, en fazla karbon salımı yapan araçlardan biridir. 5,7 trilyonluk bütçesiyle Sağlık Bakanlığı bütçesini bile geride bırakan Diyanet İşleri’nin bu bütçenin küçücük bir miktarını dahi çevre duyarlılığı yaratmaya ayırdığını gören duyan olmamıştır. Savaş cehenneminin alevlerinin giderek büyüdüğü bir dönemde barış çağrısı yapmak yerine camilere “feda hutbesi” gönderen Diyanet İşleri Başkanı gençlere “candan, anadan, yardan geçmeyi” salık verirken, kendisi milyonluk makam aracından vazgeçip de doğaya bir hayrım dokunsun bile dememiştir. Hatta yine Ağustos ayında Türkiye’de düzenlenen Uluslararası İslami İklim Değişikliği Sempozyumu’na davet edildiği halde katılma ihtiyacı bile duymamıştır. Oysa sempozyumun konusu Mehmet Görmez’in başlattığı kampanyanın konusu ile aynıydı. Sempozyumun sonunda yayınlanan deklarasyonda Aralık ayında Paris’te yapılacak olan konferansta dünyanın kaderini belirleyecek bağlayıcı, etkili ve iklim adaletini sağlayacak yeni bir iklim anlaşması yapılması çağrısı vardı.
Kampanyanın diğer bir ironik tarafı ise iklim değişikliğine karşı harekete geçme çağrısı yapılan kişinin, Kuzey Marmara otoyolu ve üçüncü köprü projesi için milyonlarca ağacın katledilmesini savunan, yapımı için binlerce ağacın kesildiği Ak Saray’da oturan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmasıdır. Ekonomiyi büyütmek adına pek çok doğa katliamına imza atan AKP iktidarı döneminde termik santrallerin sayısı artmış, pek çok orman katliamı yaşanmıştır. Bugün Türkiye’de elektrik üretiminin %28’i kömür, fuel-oil, asfaltit gibi çeşitli fosil yakıtlardan, %43’ü ise doğalgazdan sağlanmaktadır. Doğalgaz her ne kadar kömüre kıyasla doğaya daha az zarar verse de nihayetinde o da bir fosil yakıttır ve iklim değişikliğinin müsebbiplerinden biridir.
AKP hükümeti sadece fosil yakıtlarla çalışan santrallerle değil, neredeyse her dereye inşa edilen HES’lerle de doğa katliamına yol açmaktadır. AKP hükümetinin bugüne kadar pek çok baraj, HES ve termik santral yapımını KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti uygulayarak teşvik ettiğini de belirtelim. Geçtiğimiz günlerde Hopa’da yaşanan sel felâketinin arkasında yatan neden kontrolsüz bir şekilde artan HES’lerdir.
Bu kampanyayı yürütenlerin samimiyetsizliği bir tarafa, dünyanın acımasızca tahrip edildiği kapitalist sistemde, ne kadar temenni edilirse edilsin daha kârlı olduğu sürece fosil yakıtlardan vazgeçerek %100 yenilenebilir temiz enerji kullanımını sağlamak dünyanın hiçbir ülkesinde mümkün değildir. Elbette Türkiye gibi kimi ülkelerde enerji politikalarının sonuçları daha acımasız ve yıkıcı boyutlarda olurken kimi ülkelerde bu dozaj daha az olabilir. Ama bu durum yukarıda sözünü ettiğimiz gerçeği değiştirmez. Bu nedenle görev savmak kabilinden yürütülen bu tür kampanyalar, kampanyaya iyi niyetle destek verip, gerçekten bu gidişe dur denmesini isteyen emekçileri kandırmak ve asıl çözümü gizlemek dışında bir işe yaramamaktadır. Dünyayı felâketten kurtaracak tek gerçek çözüm kapitalist sistemin ortadan kaldırılmasıdır.
link: Demet Yalçın, Kapitalizm Yıkılmadan İklim Değişikliği Durdurulamaz, 12 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4440
Gençlik Sizden Korkmuyor, Korkmayacak da!
12 Eylül’ün Hesabı Kapanmadı