Hizmet sektöründe orta ölçekli bir işletmede bir büro işçisi olarak çalışıyorum. İşyerinde yaklaşık 25 işçi çalışıyor. Söz konusu işyeri 10 ay öncesine kadar küçük bir işletmeydi ve en fazla 10 işçi çalışıyordu. Toplam 10 işçinin çalıştığı dönemde işçiler, temizlikten yemeğe kadar bir sürü ekstradan işi fazla bir ücret almadan yapıyorlardı. Üstelik gecelere kadar çalışıp sabahlarken, fazla mesai ücreti ne patronların aklına geliyordu, ne işçiler tarafından talep ediliyordu. Patronların gösterdiği birkaç gülücük ve verdikleri gazla, sevildiklerini, sahiplenildiklerini düşünüyorlardı arkadaşlar. Tabii bunun en büyük sebebi, işçilerin geçmiş iş tecrübelerinden ve işçi sınıfı bilincinden yoksun olmalarıydı.
Gözlerini kâr hırsı bürümüş patronların en sık yaptığı şey, tutmayacakları sözler vermek oluyor. Bol vaat var; ama işçiye gelince pek bir şey göremiyoruz. Genel olarak her sektörde çalışan işçilerin yaşadığı sorunlar (sigortasız çalıştırılmaları, aylarca maaş alamamaları, çok düşük ücret almaları, kadın işçilerin taciz edilmeleri vs.) ortaktır.
Küçük işletmelerde işçilerin kendi aralarında samimiyet kurması daha çabuk olur. Çünkü herkes birkaç günde birbirini tanır. Patronlar içinse işçilerin işlerinin dışında ilişki kurması son derece tehlikelidir. Allah saklasın, ya bu bir araya gelmelerde işçilerin içine şeytan girer ve birlik olurlarsa! İşçilerin içine mücadele şeytanı girmesin diye bu adamların yapmayacağı oyun yoktur. Öyle ki, tez zamanda büyümek isteyen bizim küçük-burjuva patronumuz her şeye karışmaktan, ortada kasıntı olarak dolaşmaktan geri duramıyor. Küçük burjuva patronun fikri de, burjuvalığı da küçüğünden oluyor! Adamlar sevgililerimize bile karışacak kadar pervazsızlaşmış bulunuyorlar. İşyerinde sevgili olduğunu anladığı birkaç arkadaşımızı paylamaktan geri durmadı küçük burjuva patronumuz. Neymiş; “size ole (söz ona ait) bir müdür getireceğim ki göreceksiniz...” Evet, o “ole” müdür gelmekte gecikmedi. Tam da aradığı gibi “ole” bir müdür bulmuş kendine. Bir de patronların verdikleri sözleri tutmadığı söylenir; oysa adamlar sözlerine ne kadar sadıklar!
Şimdi ortakların yatırımı ile şirket büyüdü ve işbölümü genişledi. Şimdiki işyeri çok daha büyük; işlevleri birbirinden farklı (ama birbirini tamamlayıcı) üç ayrı bölümden oluşuyor. Büyümenin ilk işareti, patronun o nur yüzünü görmek için işçilerin sekreterden onay alması oldu. Öyle işinin yoğun olduğundan falan da değil, zaten bütün işleri işçiler yapıyor; hangi patronun çalıştığı görülmüş ki? Adı üstünde onlar parazitler sınıfı! Lakin adam patron olduğunu hissettirmek istiyor işçiler üzerinde; böylece amaçladığı politikaları daha rahat uygulayabilecek, patron işçi mesafesi veya hukuku oluşturmuş olacak. Böyle bir şeyi öncelikle isteyen biziz; öncelikle patronlarla aramıza mesafe koyması gereken biz işçileriz. Yoksa başımızın etini yedikleri “biz bir aileyiz” teranelerini bizlere yutturmak için işleri daha bir kolaylaşmış olur. Oysa biz işçiyiz ve bir sınıf olduğumuzu hissetmemiz açısından patronlarla aramızda iki düşman sınıfının hukuku olmalıdır.
Şu malum müdürümüzün sorumlu olduğu bölümde çalışan arkadaşların birbirleriyle konuşması yasak. Arada on santim var; ama müdür efendiye göre yine de başımızı öne eğmeli ve klavye tuşlarına bakmalıyız! Öyle ya, işçileri birbirine yabancılaştırmak gerekiyor. Ne var ki yine de öğlen tatillerinde işçiler bir araya gelebiliyor! Bunun da hal çaresine bakıyor müdürümüz: Mola saatlerini düşürüp, hatta birini kaldırıp, sözümona kışın evlerine gitmekte zorlanan işçileri, bir saat erken çıkararak iyilik yapıyor! Ne zamandan beri gözlerini kâr hırsı bürümüş patronlar ve onların paralı uşakları iyilik yapar oldular? Öğlen yemeği tatilinde onca yoğunluğun arasında, mola yerine doğru giderken mola süresi bitmiş oluyor zaten. Bize de sigara içmekten başka çare kalmıyor. Bir yandan hızlı hızlı çaylarımızı içiyor ve öte yandan da sürekli saatlerimize bakıyoruz. Geç kalındığında ise, geç kalan arkadaşımızı müdür herkesin önünde aşağılamaya çalışıyor. Oysa hesabımıza göre eskisinden yarım saat fazla çalıştırılıyoruz. Allah insanı patronların iyiliğinden esirgesin! Görüldüğü gibi işçilere bir iyilik yaptılar ve zaten kısıtlı olan tatil süremizin de yarısını kaybettik. Patron efendi bir iyilik daha yaptı hakkı için; diğer bölümdeki işçilerle mola saatlerimizi ayrı zamanlara almayı ihmal etmedi.
Şimdilerde işyerinde ISO 9001 muhabbeti gündemde. Yeni kurulmuş, piyasada tutunmaya çalışan ve büyümeyi hedefleyen pek çok firmanın yaptığı gibi çalıştığımız şirket de kalite standart belgesine kavuşma hazırlıklarını başlattı. Bu bahaneyle işyerinde gündeme getirilen bazı değişiklikler çalışma koşullarımızın daha da ağırlaşmasına yol açtı.
Bu çerçevede şirkette kalite çemberi denen bir uygulama başlatıldı. Burada işçilere dayatılan, periyodik olarak toplantılar yapılması, kalite yönetimi adı altında belli başlıklar çerçevesinde, yapılan işler doğrultusunda sözümona fikir üretimini sağlamakmış! Müdürümüzün söylediği göre “işlerinizle alakalı kararları bu toplantılarda aldığınız eğitimle birlikte, kendiniz vereceksiniz”. Yani “biz bir aileyiz!” Kalite Çemberi toplantılarında bizden beklenen kaldırabileceğimizden daha fazla işi yüklenmeye odaklanmak, birbirimizi denetleme sorumluluğunu almak. Yani hem denetçilik yaparak işçiyi işçiye kırdırmak, hem de fazla sayıda işçinin yapabileceği işi az sayıda işçiye yaptırarak emek sömürüsünü artırmaktır asıl hedef.
Sürekli kafamıza çalınan bireysel kurtuluş hayalleri böylesi işyerlerinde daha bir zemin buluyor. Yapılan toplantılarda işçi arkadaşların yönetici pozisyonlara gelmesi adeta kışkırtılıyor. Bunun yolu, patronlar adına diğer işçilerin başına diktatör kesilmek ve böylelikle terfi almak! Kalite Çemberiyle birlikte, mevcut örgütsüzlük halimiz devam ederse işçiler birbirlerinin başına patron kesilmekle kalmayacak, aralarındaki tüm iletişim de kopmuş olacak. İşçilerin kendi aralarında oluşan güvensizlik, işten atılmama kaygısı işçileri patronun saflarına itecektir. Böylece birbirinin işini denetlemek zorunda bırakılan işçilerin kaçınılmaz olarak bölünmeleri onların örgütlülüğüne giden yolda en büyük engel olarak dikilecektir.
Kapitalizm işimize, ekmeğimize, sağlığımıza, onurumuza, düşüncelerimize ve örgütlülüğümüze saldırılarını sürdürürken bizler ne yapmalıyız?
Sorunun özü elbette kalite çemberleri gibi uygulamalar değildir. Sorun, ücretli kölelik düzeni kapitalizmin ta kendisidir. Durmaksızın asıl sorunun kaynağının sömürü düzeni kapitalizm olduğunu teşhir etmeliyiz. Fakat bununla yetinemeyiz. Her şeyi kapitalizmin yıkılmasına havale ederek sorunlarımızdan sıyrılmış olmayız. Bugünden başlayarak örgütlenmeliyiz. Lakin bunu yapabilmek için ise bilinçlenmeli, sınıf bilinciyle donanmalıyız. İşyerindeki baskılara göğüs germeyip işyerini terk eden arkadaşlarımıza, bu tutumun çözüm olmadığını anlatabilmeliyiz. Çözüm bir işyerinden çıkıp, başka bir patronun sömürüsüne girmekte değil, örgütlenerek haklarımız için mücadele etmektedir. Eğer biz işçiler örgütlü ve bilinçliysek, işyeri örgütlülüğümüzü güçlendirmiş isek, işte o vakit patronun saldırılarına karşı koyabiliriz.
İŞÇİLERİN BİRLİĞİ SERMAYEYİ YENECEK!
ÖRGÜTLÜYSEK HER ŞEYİZ, ÖRGÜTSÜZSEK HİÇBİR ŞEY!
DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!
link: Okmeydanı’ndan MT okuru bir büro işçisi, Büro İşçileri, 5 Aralık 2004, https://marksist.net/node/390
Ölüm Her An Yanımızda
İstanbul Üniversitesinde “Marksizm Okumaları”