İktidara geliş sürecinden bu yana mazlum edebiyatı yapan, “bir lokma, bir hırka” diyerek kitleleri aldatan Erdoğan ve şürekâsı, 12 yılda Karun kadar zenginleştiler. Şimdi sarayında keyif süren Erdoğan “bir lokma, bir hırka” lafını çoktan unuttu. Şu sıralar dertleri, açığa çıkan yolsuzluk ve rüşvet bataklığının üstünü en az zararla kapatabilmek. AKP hükümeti 17 Aralık 2013’te başlayan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının üzerini henüz kapatabilmiş değil. Onca ses kaydına, delile, her şeyin ayan beyan ortada olmasına rağmen Erdoğan kutuplaştırma siyaseti yürüterek AKP’ye oy veren kitlede bir yanılsama yaratmıştı. Ne var ki Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin etkisi de bir yere kadardır. AKP’nin yolsuzlukların üstünü alenen örtmeye girişmesi, dört eski bakan için yargıdan takipsizlik kararı çıkarılması, bütün bu yolsuzluklar ortadayken bakan çocuklarının ve Reza Zarrab’ın el konulan paralarının faizi ile birlikte geri verilmesi, AKP tabanında da içten içe tepkilerin büyümesine neden olmuştur. İşte bu nedenle seçimlerin yaklaştığı bir dönemde AKP gerekirse bu bakanlardan bazılarını kurban vererek toplum nazarında kendisini aklamaya çalışabilir. Bundan dolayı 22 Aralıkta Meclis Soruşturma Komisyonunda yapılması beklenen oylama 5 Ocak 2015’e ertelenmiştir. Şimdilerde burjuva medyada AKP’nin hangi bakanları harcayacağı üzerinde konuşulmakta ve Yüce Divan’a gönderilebilecek bakanların isimleri zikredilmektedir.
Sadece dört eski bakan değil AKP hükümeti ve önde gelenleri baştan ayağa bu pisliğe bulaşmıştır. Tüm burjuva iktidarlar gibi AKP de iktidarının en başından itibaren yolsuzluk ve rüşvet çarkına dahil olmuştur. İlerleyen süreçte ise bu bataklığa esaslı bir katkı yapmıştır. Daha önce AKP hükümetinin yapmış olduğu yolsuzluklar özellikle Bakan Kemal Unakıtan’ın oğlu üzerinden gündeme getirilmiş, ancak AKP hükümeti bunların üzerini bir şekilde kapatabilmişti. Ne var ki AKP’nin Gülen Cemaati ile kapışması sonucu ifşa edilen yolsuzlukları kolayına kapatması mümkün değildir. Ortaya çıkan onlarca ses kaydına montaj denilerek bu sürecin üstü kapatılamaz. Zaten Erdoğan kriptolu telefon kullandıkları halde dinlenildiğini söyleyerek konuşma kayıtlarının doğruluğunu dolaylı da olsa kendi ağzından itiraf etmektedir. Ortaya çıkan tapelerin birçoğunda baş aktör bizzat Erdoğan’dır. Tapelerin büyük çoğunluğunda, hangi ihalenin kime verileceği, hangi arsanın, hazine arazisinin nasıl yapılaşmaya açılacağı ve kimlere tahsis edileceği, para transferlerinin nasıl yapılacağı gibi konular geçmektedir. Tapelerin birkaç tanesi de 17 Aralık sürecinde bakanların ve başbakanın olayın üstünü örtmeye çalışmasıyla ilgilidir.
Yargının bu kadar net deliller ortadayken takipsizlik kararı verdiği dört eski bakan için Meclis Soruşturma Komisyonunda birçok gerçek gün yüzüne çıkartılmış durumdadır. Bunlardan en önemlisi, montaj denilen, Emniyet’in çözümünü yaptığı 2 bin 593 tapeye Adli Tıp’ın uygunluk raporu vermesidir. Yapılan inceleme sonucunda, 2 bin 483 konuşma kaydının çözümünde “cümle eklenmesi veya çıkarılması sonucu anlam bütünlüğünü bozacak değişiklik tespit edilmedi” denilmiştir. Yine Reza Zarrab’ın İranlı kuryesi Muhammed Sadık, İstanbul’dan Ankara’ya 2 milyon euro, 2 milyon dolar ve 1,5 milyon liralık paketler getirdiğini kabul etmiş, ancak bunları kime verdiğini “hatırlayamadığını” söylemiştir. MASAK (Mali Suçlar Araştırma Komisyonu) raporu, Zarrab’ın adamı Abdullah Happani’den Şenol Çağlayan’a gönderilen 2 milyon 465 bin liranın iki gün sonra ağabeyi Zafer Çağlayan’ın hesabına aktarıldığını tespit etmiştir. Bilirkişi de, bu transferin, Zarrab’tan ele geçirilen Excel dosyasındaki kayıtlarla “birebir” aynı olduğunu kaydetmiştir. Daha birçok ayrıntı Soruşturma Komisyonunda ortaya konulmakta, fakat AKP aldırdığı yayın yasağı ve gizlilik kararı aracılığıyla gerçekleri gizlemeye çalışmaktadır.
Gülen Cemaati ve AKP tam 12 yıldır birlikte çalışıyorlardı. Bu süreçte bütün işleri birlikte organize ettiler. Birlikte Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonları yaptılar. Binlerce Kürdü ve sosyalisti sahte delillerle, saçma iddialarla “terörist” olmakla suçlayıp zindanlara kapattılar. Bütün bunlar yapılırken Gülen Cemaatiyle AKP’nin arasından su sızmıyordu. Yani AKP Gülencilerin çevirdiği dolapları, Gülenciler de AKP’nin çevirdiği dolapları biliyordu. Erdoğan’ın ofisine böcek konulduğunu, dinlenildiğini basbas bağırarak söylemesi de bunun bir kanıtı değil midir?
Operasyonun ilk gününde Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bir TV kanalına bağlanarak şunları söylemişti: “17 Aralık tarihinde yapılan operasyon dosyasında şahsımı rencide edecek veya izah edemeyeceğim hiçbir husus yok. Ancak Sayın Başbakan’ın istediği bakanla çalışmak veya istediği bakanı görevden almak en tabii hakkıdır ve yetkisidir. Fakat «rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız» şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Etmiyorum çünkü soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bu minval üzere bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için Sayın Başbakan’ın istifa etmesi gerektiğine inandığımı ifade ediyor, yüce milletime saygılar sunuyorum.”
Erdoğan Bayraktar başbakanı istifaya çağırarak “ben bunları tek başıma yapmadım, birlikte yaptık, o zaman Başbakan da istifa etmelidir” diyordu. Yani işin başında Başbakanın olduğunu açıkça itiraf ediyordu. Haliyle bugün dört bakanla ilgili soruşturma dosyasında yer alan yolsuzluk ve rüşvet su götürmez bir gerçektir. Ses kayıtlarının tamamını internette bulmak ve dinlemek mümkün. Bunlardan bazıları da eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’e aittir. Güler de 17 Aralığın ardından tıpkı Başbakan gibi telefona sarılmakta ve oğluna nasıl davranması gerektiğini anlatmaktadır. Muammer Güler’le oğlu Barış Güler arasındaki konuşma şöyle: “Güler: Ne var oğlum senin evinde? / Barış Güler: Hiçbir şey yok baba / Muammer Güler: Para ne var? / Barış Güler: Kendi param, üç beş kuruş kalan param / Muammer Güler: Kaç para? / Barış Güler: Sen biliyorsun / Muammer Güler: Kaç lira oğlum? / Barış Güler: 1 trilyon civarı param var o kadar / Muammer Güler: Evet evet. Tamam oğlum. El koydular mı paraya? / Barış Güler: Yok arama yapıyorlar / Muammer Güler: Senin şimdi anladığım kadarıyla Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki bir danışmanlık işim var. Gayr-ı resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.”
Her şey bu kadar açıkken AKP özellikle medyanın gücünü kullanarak ses kayıtlarına montaj demiş, bulunan paralar için ise operasyonu yürüten Cemaati suçlamış ve paraların polisler tarafından konulduğunu propaganda etmişti ve etmeye de devam ediyor. Bu paraları Cemaatçi polisler koyduysa neden Zarrab ve Barış Güler, el konulan paraları faiziyle birlikte geri alıyorlar?
AKP’nin yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun yıldönümünde Gülen Cemaatine yönelik olarak başlattığı operasyon tamamen bir yönüyle de kendi pisliğini örtmek içindir. Yani geçen yıl yapılan yolsuzluk operasyonunun aslında AKP’ye karşı yapılan bir darbe girişimi olduğu algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.14 Aralık tarihi de özellikle seçilmiştir. Tam bir yıldır Erdoğan “inlerine gireceğiz” diyerek meydanlardan Gülencilere gözdağı vermekteydi. Bu süreçte yargıdan Emniyet’e Cemaat kadrolarının bir kısmı tasfiye edilmiştir. Peki, neden 14 Aralık tarihi seçildi? Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonuna yapılan operasyon daha önce de yapılabilirdi. Ne var ki bir süreliğine toplumun gündeminden düşen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun, yıldönümünde tekrar gündem olacağı ve AKP’nin yapmış olduğu pisliklerin tekrar konuşulmaya ve kurcalanmaya başlanacağı açıktı. AKP de bunu bildiğinden bir misilleme yaparak algıyı tersine çevirmeye ve bu yapılanın bir darbe girişimi olduğunu ispatlamaya girişmiştir.
Yolsuzluğun ve rüşvetin olmadığı bir kapitalizm olamaz
Erdoğan’ın sıklıkla kullandığı ve AKP’lilerin de pek beğendikleri bir laf var, fıtrat. Bu sözcük, “bir işin yaratılışında veya doğasında olan” anlamına gelmektedir. İşte yolsuzluk ve rüşvet de kapitalizmin doğasında vardır. Rüşvet ve yolsuzluğun olmadığı hiçbir kapitalist ülke yoktur.
“Her şeyin para üzerine kurulduğu, tüm amacın para kazanmak ve güç elde etmek olduğu, bu temelde burjuvazinin kıran kırana rekabet ettiği, pazar ve yatırım alanları üzerinde korkunç yıkıcı savaşların sürdürüldüğü kapitalist düzende, elbette yolsuzluk arızi bir durum olamaz. Kapitalizm, doğası gereği durmaksızın açgözlülüğü ve tatminsizliği kışkırtır. … Bu nedenle dürüstlük, açgözlü olmamak gerektiği, hakkaniyet, vicdan, adalet, başkalarını sömürmenin ve hakkını yemenin kötü bir şey olduğu gibi ahlâki değerler kapitalistlerin nezdinde hiçbir şey ifade etmez. İnsanları sömürmek, sermayenin çıkarları doğrultusunda çıkartılan savaşlarda milyonları ölüme göndermek, milyonlar açlıktan kırılırken ve çok daha fazlası yoksulluk içinde kıvranırken bir avuç azınlığın sefahat denizinde yüzmesi kapitalistler nezdinde gayet doğaldır, ahlâkidir. Onlara göre bu durum bir doğa kanunudur. Zira onların ahlâkını belirleyen şey kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileridir.” (Utku Kızılok, Kapitalizm ve Yolsuzluk, MT, Şubat 2014)
Kapitalistler isteseler de aralarındaki rekabet ve kâr hırsı yüzünden yolsuzluk ve rüşvetten vazgeçemezler. Ancak meydana gelen yolsuzluk ve rüşvet toplumun tepkisini çektiğinde, devletin kutsiyeti tehlikeye girdiğinde, yani devletin egemenlerin çıkarlarını koruyan, onların her türlü yolsuzluğunu örten bir mekanizma olduğu gerçeği kitleler tarafından görüldüğünde, burjuvazi iktidarını korumak için kurban vermekten geri durmaz. Kurban verilerek kitleler nezdinde burjuva devletin ve sistemin itibarı kurtarılmış olunur. Bunun bugüne kadar birçok örneğini gördük. En önemli örneği ise 90’larda İtalya’da yürütülen “temiz eller operasyonu”dur. İtalya’da siyaset, iş dünyası ve mafya arasında yürüyen karanlık ilişkiler ayyuka çıkmış ve devletin güvenilirliğini ciddi derece sarsmıştı. Bunun üzerine “temiz eller operasyonu” başlatılmış, savcı Antonio Di Pietro 7 bin 417 kişi hakkında suç duyurusunda bulunmuş, bunlardan 4 bin 436’sı için yasal işlem başlatılmış, 463 parlamenterin dokunmazlığının kaldırılması için girişimde bulunulmuş, 911 işadamı mahkemeye çıkartılmış ve 12 eski bakan veya parlamenter hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Normal şartlarda bir savcının böylesine derin bir soruşturma yapması düşünülemez bile. Ne var ki burjuva devletin bekası söz konusu olduğunda bu örnekte olduğu gibi kurbanlar verilerek burjuva devletin imajı temizlenmektedir. İtalya’da yaşanan “temiz eller operasyonu” en bariz örneklerden biridir. Tüm kapitalist ülkelerde burjuva devlet her sıkıştığında bu yönteme başvurarak kendisini kitlelerin gözünde temize çıkartmaktadır.
AKP ne kadar olayın üstünü örtmeye çalışırsa çalışsın gerçekleri kitleler bir tarafa not etmektedir. Yargının verdiği takipsizlik kararı AKP’yi ve bakanları aklamaya yetmiyor. Bunun farkında olan bir kısım AKP yöneticileri, seçimlerde herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmamak ve AKP’nin oy oranını düşürmemek için bakanlardan bazılarını kurban vererek “bakın bizler yolsuzluk yapanları içimizde barındırmayız” mesajı verilmesinden yanadırlar. Ancak AKP değil dört bakan, yüzlerce milletvekilini de kurban verse bu pisliğin, bu bataklığın içinden sıyrılamaz. Çünkü yolsuzluk ve rüşvet, kapitalist sistemin ve onun AKP de dahil tüm partilerinin fıtratında vardır. Her şeyi fıtratla açıklayan, iş cinayetlerine dahi “bu işin fıtratında var” deyip geçen, işçi-emekçileri derin bir yoksulluk ve sefaletin içine iten AKP hükümeti bunun hesabını vermelidir. Bu hesabı da gerçek anlamda, kapitalizmi yerle bir edecek devrimci işçi sınıfı sorabilir ancak.
link: Hakan Sönmez, AKP’nin Yolsuzlukları Örtme Çabası, 29 Aralık 2014, https://marksist.net/node/3874
Üniversitelerde Roboski Protestosu: Roboski’yi Unutmadık!
“Kamu Düzeni” Dedikleri...