(Bu yazı, 18 gün süren ve 8 Ağustosta son bulan Paşabahçe direnişi devam ederken kaleme alınmıştır.)
Şişecam patronunun açıkladığı kapatma kararına karşı, Paşabahçe Cam işçileri fabrikayı 16 gündür işgal altında tutuyorlar. Kapatma kararına karşın direnişi sürdürmekte olan işçilerin aileleri de fabrika önünde bekleyişlerini sürdürüyorlar. Kristal-İş sendikasına üye olan 875 işçinin işgal ettiği fabrika tamamen polis ablukası altına alınmış olduğundan, sendikaların, siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin ziyaretleri de sürekli olarak engelleniyor. Bir devlet yetkilisinin de itiraf ettiği gibi, sermayenin korkusu direnişin “toplumsal patlamaya” yol açmasıdır.
İş Bankasına bağlı bir kuruluş olan Şişecam fabrikası yetkililerinin açıklamalarına göre, kapatma kararının sebebi şunlardır; uluslararası pazardaki rekabet gücünün zayıflamış olması, kâr marjlarının düşmesi, işgücü fazlalığı, eski teknoloji nedeniyle fabrikanın verimsizliği, fabrikanın düşük kapasitede çalışması ve sonuçta 71 milyon dolarlık zarar edilmiş olması.
Oysa gerek işçilerin ve sendikacıların gerekse de basında yer alan bilgilerin ışığında öğreniyoruz ki, asıl sebep fabrikanın kapatılarak, fabrikanın üzerine kurulu olduğu alanın satılıp rantiyeden gelir elde edilmek istenmesidir. Üstelik binlerce işçinin aileleriyle birlikte açlığa ve sefalete sürüklenmesi pahasına... Ve yine öğreniyoruz ki, 71 milyon dolar zarar ettiğini açıklayan yönetim kurulu üyelerinin çevirdiği numaralar, Bizans saraylarının entrikalarını aratmayacak kadar karışıktır.
Şişecam, Almanya’ya da doğrudan ihracat yapmıyor. Her nedense malını Yavuz Kocaömer’in firmasına veriyor, Almanya’ya Kocaömer satıyor. Yavuz Kocaömer kim? İş Bankası eski genel müdürü ve Şişecam eski yönetim kurulu başkanı Cahit Kocaömer’in oğlu.
Şişecam’ın kendi TIR filosu var. Ama her nedense malını kendisi taşımıyor. Mustafa Çağlayan’ın nakliyat firmasına taşıtıyor. Mustafa Çağlayan kim? Şişecam’ın eski genel müdürü Adnan Çağlayan’ın oğlu... İş Bankası’nın tepesinde şu anda Ersin Özince bulunuyor. Genel Müdür Özince, sermayesinin yüzde 66’sı İş Bankası’na ait olan Şişecam’ın aynı zamanda Yönetim Kurulu Başkanı...
Şişecam’ın Genel Müdürü ise Doğan Arıkan... Hani, ülkemiz krize girmişken, dolar kuru füze gibi fırlamışken İş Bankası’na 2002 yılı sonuna kadar 808-961 bin TL aralığında dolar satma (forward) anlaşması yapan İsdemir’in eski Genel Müdürü Doğan Arıkan... Halka açık bir şirket olan İsdemir’i sürekli zararda tutma başarısı gösteren Doğan Arıkan!..
Kısacası doğası gereği yağma, soygun ve talana alışkın olan sermaye ve onun esiri haline gelmiş olan uşakları, bu kez de Paşabahçe işçisine göz dikmişlerdir. Üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi, tek amaçları daha fazla kâr etmek olduğundan, fabrikada üretime devam etmek yerine arsa değeri 350 trilyonu bulan fabrika arazisini satarak bir taşla iki kuş vurmayı planlıyorlar. Burjuvazinin niyeti uzun vadede, İstanbul’u bir sanayi kenti olmaktan çıkarmaktır. Bu amaçla uzunca bir süredir sanayi üretimi şehir dışına ve başka şehirlere kaydırılmaktadır. Temel sebep ise işçi sınıfının mücadele geleneğinin kalbi olan bu şehri kendi kalesi haline getirmektir.
Hatta bu amaçla hazırlanan bir plan bile mevcuttur. Son nüfus sayımına göre 216 bin kişinin yaşadığı Beykoz ilçesi, yeni imar planında 75 bin kişilik bir proje ile karşı karşıyadır. Bu da demektir ki, bölgedeki 141 bin işçi ve ailesi doğup büyüdükleri, üç kuşaktır aynı fabrikada işçilik yaptıkları bu ilçeden kovulacak, sökülüp atılacaktır. Bu yüzden bir süre önce Beykoz’un muhtarlarıyla Hidiv Kasrında toplantı yapan Mesut Yılmaz, fabrikaların kapatılacağını ve Beykoz’da arazilerin “rasyonel” bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini net bir şekilde ifade etmişti.
Açıkçası Türkiye’nin en büyük tekellerinden ve sermaye gruplarından biri olan İş Bankası’na bağlı olan Şişecam fabrikasının yöneticileri, burjuvazinin her zaman yaptığını tekrarlamaktan geri durmuyorlar, ne pahasına olursa olsun kârlarını arttırmak!..
Beykoz işçisi geçmişini unutmadı...
Fakat burjuvazinin bu saldırısına karşılık işçi sınıfı mücadele geleneğini hatırlayarak en güzel yanıtı vermiştir. İşçiler kapatma kararının ardından 15 günlük ücretli izne çıkarılmalarına rağmen aileleriyle birlikte fabrikayı işgal ederek, fabrikanın asıl sahibinin kim olduğunu göstermişlerdir!
Kuşkusuz işçilerin bu tavrında, 11 yıl önceki direnişin payı büyüktür. İşveren 1991 Temmuzunda hemen hemen benzer gerekçelerle tensikata girişmek istemiş, ancak işçilerin 21 gün süren direnişi karşısında bu kararından vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Paşabahçe direnişi Zonguldak direnişinin hemen ardından gelmişti. 1991 yılının Ocak ayında başlayan toplu sözleşme görüşmeleri sırasında 9 no’lu fırın ve bağlı servislerde çalışan işçiler yıllık izne çıkarılmıştı. İzin dönüşü işçiler, “olağanüstü durum” denilerek ambar ve oto-züccaciye gibi servislere gönderilmişlerdi. Bunun anlamı ise 9 no’lu fırının kapatılmak istenmesiydi.
İşten atmalar yakınken, işyerinde örgütlü Çimento, Cam, Toprak ve Seramik Sanayii İşçileri Sendikası (Kristal-İş) bu servislerde 2 saatlik ücret feda edilerek 4 vardiya sistemiyle çalışılmasını önermişti. Ancak işçiler için önemli olan iş güvencesiydi. Böylece toplusözleşmenin en önemli talebi de ortaya çıkmıştı: İş güvencesi.
İşçiler iş güvencesini sağlamak üzere, üç kat tazminat uygulamasını getirmek istediler. Bu uygulamaya göre; işten çıkarılan bir işçi, örneğin 10 yıllık bir işçiyse, ödenecek tazminat 30 yıllık çalışma karşılığı olarak hesaplanacaktı. Ayrıca işçiler işten atmalara başka bir önlem olarak da, yeni işe giren bir işçinin saat ücretinin 18 bin 300 lira olmasını istiyorlardı.
Ancak işçilerin bu talepleri sendika tarafından dikkate alınmadı. İşçilerin kararlılıklarına rağmen patron karşısında direnemeyen sendika bu tavrını grev başladıktan sonra da sürdürdü. Grev boyunca, grev ve mahalle komitelerinin oluşturulması, diğer fabrika ve şubelerle ilişkiler hep işçilerin zorlamasıyla oluyordu.
Sonunda sendika grevi bir an önce bitirmek amacıyla 21 Haziranda yeniden grev oylamasına gitti. “Grev bizim, sandık denize” diyen 1600 dolayında işçi oylamayı boykot ederken, 700 işçi grevin bitirilmesi yönünde oy kullandı, 400 işçi ise “hayır” oyu verdi. Ertesi gün sendika yöneticileri, saat ücretinin 7 bin 200 lira olduğunu ve patronun “1993’e kadar işten çıkarma olmayacağı yönünde delikanlı sözü verdiğini”, bu nedenle sözleşmeye yazılı bir madde koymaya gerek duymadıklarını açıkladılar.
Toplu sözleşmenin imzalanmasından yaklaşık bir ay sonra işten atılmalar başladı. Paşabahçe Cam Fabrikasında çalışan 584 işçi 25 Temmuz 1991 günü İş Yasasının 13. maddesine dayanılarak işten çıkarıldı. 2500 işçi hep birlikte şalterleri indirdi ve işyerini terk etmeme eylemini başlattı.
Baskı ve tehdit, işten atmalar Paşabahçe işçisini yıldıramadı. Bu kararlılığa, halkın desteği de omuz verdi. Paşabahçe caddelerinde her gün yürüyüşler, eylemler yaşandı, esnaf kepenk indirdi.
Aileler ve İstanbul’un dört bir yanındaki işçiler bu meşru eyleme destek verdiler. Paşabahçe ve Beykoz esnafı 29 Temmuz 1991 günü kepenk kapattı. Paşabahçe direnişi Türkiye’nin gündeminde önemli bir yere oturdu. Her gün çok sayıda işçi, memur, esnaf, politikacı direnişi ziyaret etti. Yürüyüşler düzenlendi. Patron, direnişi bastırmak için “fabrikayı kapatırım” tehdidinde bulundu. Önce 47, ardından 334 kişiyi daha işten attı. Bu kez gerekçe 17. maddeydi.
Paşabahçe direnişi Cam Han’a yürüyüşle sonuçlandı. Binlerce işçinin, ailelerinin de katılımıyla gerçekleştirdiği yürüyüş sonunda işçiler geri alındı. Ne var ki, hemen ardından işten atmalar yeniden başladı. Üstelik sendikacıların söylediği gibi, sadece emekliliği gelenler ile kendi isteğiyle ayrılanlar da değildi işten atılanlar... Fabrikadaki işçi sayısı 1989 yılında 3046 iken, 1991’de 2685’e, 1993’te 2173’e, 1997’de 1387’ye, 2000’de 1023’e ve nihayet 2002’de de 870’e indirildi.
İşçilerin en temel talebi fabrikanın kapatılmaması ve işlerine geri dönmek. Fabrikayı ve bölgeyi ablukaya almış olan 4 bine yakın polisin tümbaskısına ve engellemelerine rağmen direniş sürüyor. İşçiler yiyecek-içecek ihtiyaçlarını halkın ve esnafın desteğiyle sağlıyorlar. İşçilerin en büyük korkusu olası bir polis provokasyonudur. Bu amaçla 300’e yakın işçi fabrika içerisinde nöbet tutarak kendilerini koruyorlar. İşçilerin yaptığı organizasyon sayesinde, polis kuşatmasına ve fabrikaya giriş-çıkış yasağına rağmen, aileler, ziyaretçiler ve çevre halkı rahatça fabrikaya girip çıkabilmektedir; üstelik gizli geçitlerden ve yollardan geçerek...
Sendika yetkilileri yaptıkları açıklamalarda; taleplerinde ısrarlı olduklarını, ancak işverenden gelecek her türlü öneriye ve uzlaşmaya da açık olduklarını söylüyorlar. Öte yandan bölge halkı, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri, tüm engellemelere rağmen işçilerle dayanışmaya gelmeye devam ediyorlar. Binlerce kişilik kortejler halinde Beykoz halkı, her akşam 21:00’da mahallelerinden fabrika önüne yürüyüşler yapıyor. Aileler fabrika içinde kendi deyimleriyle bir “karton kent” kurmuş durumdalar. Esnaf kepenk kapatma eylemleriyle direnişe destek vermeyi planlıyor.
Cam fabrikasında yaşanan gelişmeler çevrede yerleşmiş olan cam kesme atölyelerini de işsiz bırakmış durumda. Cam fabrikasına fason iş yapan atölyelerde 450-500 civarında işçi çalışmakta. Çoğunun sigortasız olarak çalıştığı atölyelerin bütün işleri durmuş ve atölye patronları da “işsiz” kalmış bulunuyor.
3 Kasım seçimlerinin arifesinde yaşanan bu direnişe bir kısım burjuva basın ve burjuva partileri de destek olur görünmekte. Meclis kürsülerinde konuşmalar, saat başı TV kanallarında haber konusu olan Paşabahçe Fabrikasının işgal eylemi seçim için de iyi bir malzeme olmakta. Kısmen bu durumdan hoşnut olan direnişçiler, gerçekliğin yeterince farkında değiller. Asıl desteğin bilfiil kendilerinin, işçilerin örgütlediği ve kendileri gibi işçilerin çalıştığı Paşabahçe Gurubunun diğer fabrikalarından gelmesi gerektiği bilinci, TV kanallarının spikerlerinin üç saniyelik haberleri altında güme gitmekte.
Haber spikerlerinin ve burjuva medyanın kısmi yer vermesinden mutluluk duyan işçiler meselenin daha da derinde olduğunu zamanla kavrayacaklar. Çünkü 1 Ağustosta Emek Platformunun düzenlediği basın açıklamasına gelen üç konfederasyonun DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ’in başkanları dahi fabrika içine alınmadılar. Sendikacıların fabrika içine girmeye ve polis barikatının aşılmasına yönelik pisikolojik engeli kırmaya niyetleri de yoktu zaten. İlk dakikalarda 700- 800 kişinin katıldığı basın açıklamasında bildik gevezelikler tekrar ortalığa serpildi, “polis kardeşlerle” iyi geçinme temennileri vaaz edildi, “sizin meseleniz yukarıda tartışılıyor”, “siz burada sakin sakin oturun” dendi.
Sonuç ne olabilir? Zafer mi, yenilgi mi?
Beykoz Paşabahçe Cam fabrikası 1935’te kurulmuştur ve kendi alanında dünyanın 6. büyük işletmesidir. Fabrikada çalışan işçi sayısı modernleşmenin etkisiyle sürekli azalmasına rağmen 3000 civarında olmuştur. İşçilerin büyük bir çoğunluğu üç kuşaktan bu yana (dede-baba-torun) fabrikada çalışmaktadır. Bu açıdan sınıf mücadelesi geleneğinin canlı bir aktarımı mevcuttur. 1960 ve 70’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefetin de etkisiyle fabrikada devrimci bir işçi geleneği oluşmuştu. Her ne kadar bu gelenek işverenin bilinçli çabalarıyla büyük ölçüde kırılmışsa da, işçiler biraz da sınıf güdüleriyle hareket ederek ve fabrikadaki az sayıda öncü işçinin de gayretleriyle direnişi sürdürmektedirler.
Paşabahçe Cam fabrikası, Paşabahçe işçisi ve bölge halkı için her şey demektir. Dolayısıyla fabrikanın kapatılması yaklaşık 150 bin kişinin yaşamını etkileyecektir. Fabrika bu insanların can damarıdır. Bu yüzden de işçiler, halkın desteğiyle birlikte kapatma kararına karşı çıkmaktadırlar.
Fakat işçilerin bilinç düzeyleri homojen olmadığı gibi, işverenin getirdiği veya getireceği teklifler bir kısmına son derece “cazip” gelebilir. Sonuçta direnişin geleceği siyasal bilinç ve örgütlülük düzeyine bağlıdır. Oysa pekâlâ tahmin edilebileceği gibi işçilerin büyük bir bölümü mevcut burjuva partilerine inanmaktadır. Kuşkusuz grev/direniş okulu onlara hızlı bir şekilde sınıfsal gerçekleri öğretebilir. Fakat devrimci bir öncünün yokluğunda her şey geçici ve yüzeyseldir.
Kararlı bir eylem, kapatma kararının bir süre ertelenmesini sağlayabilir, ancak bu sadece bir sonraki kapışmanın biraz daha ertelenmesi anlamına gelir. Ardından işveren istediğini elde etmek için çok daha zorlu ve güçlü bir şekilde tekrar saldıracaktır. Öncelikle anlaşılması gereken de budur. Sorun Paşabahçe işçisi ile Şişecam yönetimi arasındaki bir mesele değildir. Sorun burjuvazi ile işçi sınıfı arasındadır. Paşabahçe direnişi kapitalizmin doğuşundan beri süregelen ezeli bir mücadelenin, sınıf mücadelesinin sadece bir raundudur. Elbette bu raundun kazanılması maçın kazanıldığı anlamına gelmez, fakat raundlar alınmadan da maçı kazanmak mümkün değildir. Özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasal istikrarsızlık ortamında, işçi sınıfının kısmi mücadelelerde de elde edeceği yeni başarılara ihtiyacı var.
Dünya, 90’lı yıllardan bu yana gittikçe derinleşen ekonomik ve siyasal bir krizle karşı karşıyadır. Bu, sermayenin krizidir. Boyutları öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, burjuvazi, sermayenin gelişiminin önünü açabilmek için her şeyi göze alabilecek bir pozisyona gelmiştir. 11 Eylül’den bu yana yaşanan süreç, belki de bunu daha iyi görmemizi sağlamıştır. Tüm dünya bölgesel çatışmalar ve savaşlar altında kıvranmaktadır. Beykoz işçilerinin sloganlarına da yansıyan İsrail-Filistin çatışması bunun çok küçük bir örneğidir. Irak savaşıyla patlak verecek yeni bir kriz, tüm Ortadoğu’nun ve muhakkak ki hemen arkasından da Orta Asya’nın ve Uzak Asya’nın cehenneme çevrilmesine yol açacaktır.
İşçi sınıfının örgütlülük ve mücadele düzeyi yükseltilmezse, bu tür derin istikrarsızlık dönemlerinde burjuvazi daha da fütursuzca işçi haklarına saldıracaktır. Paşabahçe işçileri iyi hatırlayacaklardır, örneğin 1991 yılında da grev Körfez Savaşı sırasında MGK kararıyla ve ulusal güvenlik gerekçesiyle durdurulmuştur. Ve o günden bu tarafa, işverenin saldırıları olanca hızıyla devam etmiş, 2 binden fazla işçi işten atılmıştır.
Paşabahçe işçisinin ve tüm işçi sınıfının önünde duran ve kavranması gereken gerçek şudur: sorunun kaynağı kapitalist sistemdir ve sorumlusu da tüm burjuva sınıfıdır. Nihai çözüm ise ancak ve ancak bu sömürü düzeninin tasfiyesiyle gelecektir. Paşabahçe ve benzeri direnişlerin kazanılmasının, kazanımların korunabilmesinin tek yolu işçi sınıfının küresel ölçekte birliğinin kurulmasıdır. Örneğin, Şişecam işvereninin yabancı bir ülkede açacağı fabrikanın işçileri de bu direnişe destek vermediği sürece kalıcı kazanımlar elde edilemez.
Küresel dünyada, işçi sınıfının çıkarları da küreseldir. Sadece son bir yıllık sürece bile dönüp baktığımızda tüm dünyada sınıf mücadelelerinin gittikçe yükselmeye başladığını görebiliriz. Küreselleşme karşıtı eylemler, Arjantin’deki “sosyal patlama”, İtalya’da, İspanya’da, Hindistan’da, Makedonya’da ve Yunanistan’da milyonlarca işçinin genel greve gitmesi, Arjantin’in ardından tüm Latin Amerika ülkelerinde aynı “sosyal patlama”ların yayılması; tüm bunlar göstermektedir ki, iki temel karşıt gücün, burjuvazi ve proletaryanın kaçınılmaz karşılaşması yaklaşmaktadır.
Önümüzdeki süreçte işçi sınıfını büyük bir sınav bekliyor. Kapitalizmin barbarlığı altında yok olmak veya onu yok etmek... Paşabahçe işçisi de sınıfının mücadeleci geleneğini sürdürmesi bakımından bu savaştaki yerini almalı. Düşman sadece Şişecam işvereni değil tüm sermaye sınıfıdır.
YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI!
YAŞASIN İŞÇİLERİN ULUSLARARASI BİRLİĞİ!
link: Tuncay Alp, Paşabahçe İşçisi Direniyor!, 6 Ağustos 2002, https://marksist.net/node/368
Kolonyalizmden Emperyalizme /1