Çin’in kuzeybatısında yer alan ve resmi adı Şincan Uygur Özerk Bölgesi olan Doğu Türkistan’da, kökeni çok eskilere dayanan ulusal sorun can yakmaya devam ediyor. Çin devletinin Uygur halkına yönelik baskı ve asimilasyon politikaları son yıllarda şiddetli çatışmalara neden oldu. Nisan ayında yeniden tırmanan gerginlik artarak devam ediyor, en küçük kıvılcımda etnik çatışmalar alevleniyor. Çinli egemenler, ulusal ve demokratik hakları için mücadele eden Uygurları sokak ortasında yargısız infazlarla, toplu katliamlarla, idam cezalarıyla yıldırmaya, sindirmeye çalışıyorlar. Ancak Uygur halkı tepkisini tekrar tekrar ortaya koymaktan vazgeçmiyor.
Son olarak 28 Temmuzda Yarkent bölgesinin İlişku kentinde bir isyan patlak vermişti. Ayaklanma, Ramazan bayramının ikinci gününde başörtülü iki kadına yönelik saldırıların ardından meydana gelmişti. Çin yönetimi olaylarda 97 kişinin hayatını kaybettiğini açıklamıştı, ancak bölgeden gelen haberler gerçek sayının bunun çok daha üzerinde olduğu yönündeydi. Bu isyan sırasında Çin hükümeti bölgeyi sıkı bir abluka altına aldı. Devlete bağlı basın organlarının bile bölgeye girişini ve haber yapmasını engelledi. İnternet hizmetleri kesildi. Sokak infazları, tutuklamalar ve işkenceler rutin uygulamalar haline getirildi. Çin halkına ve uluslararası kamuoyuna yönelik çarpıtma ve karalama propagandasına ivme verildi. “Dong Tu[1] teröristlerine karşı güvenliği sağlamak üzere büyük bir mücadele verildiği” yalanları işlendi. Çin devletinin zulmü bununla da son bulmadı: Olayları başlatmakla suçlanan yüzlerce Uygur tutuklandı. Mahkeme olaylara ilişkin davayı sadece haftalar içinde sonuca ulaştırdı ve Ekim ortalarında 27 Uyguru idama mahkûm etti. Bu durum Uygur halkının öfkesini arttırırken yeni ayaklanmaları körüklemeye devam ediyor.
Çin devleti uyguladığı ağır sansür ve kuşatmayla bu sorunun duyulmasını engellemeye çalışıyor. Batı medyası ise gerçekliği emperyalist çıkarlar temelinde çarpıtıyor. Emperyalist devletler, işlerine geldiği oranda, sorunu kaşıyor ve müdahil oluyorlar. Onların amaçları, halkların sorununu çözmek değildir. Türkiye’de de sorunu gündeme getirenlerin İslamcı ve milliyetçi örgütler olması tesadüf değildir. Doğu Türkistan halkına sahip çıkar görünen bu çevreler, her zamanki gibi, gerçekleri dile getirmek yerine sorunu bir istismar aracı olarak kullanıyorlar. Çin devletinin zulmü altında ezilen Uygur halkı ise gerçek bir enternasyonalist dayanışmaya ve dünya halklarının uzatacağı kardeşlik eline ihtiyaç duyuyor.
Elbette önce sorun karşısında sağlıklı bir tutum takınmak gerekiyor. Marksist Tutum sayfalarında Uygur ulusal sorunu daha önce işlenmiş, tutarlı demokratlar ve şovenizmin en amansız düşmanları olarak komünistlerin meseleye nasıl bakması gerektiği üzerinde ayrıntılarıyla durulmuştu. “Doğu Türkistan’da Ulusal Sorun” adlı makalesinde[2] Oktay Baran, Türkiye’de son derece yakıcı bir gerçeklik olan Kürt ulusal sorunu ile Uygur sorununun özde aynı sorun olduğuna ve kimi biçimsel benzerlikler taşıdığına dikkat çekmektedir. Bu toprakların komünistleri nasıl Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı olduğunu söylüyorsa, Uygur halkının da kendi kaderini tayin hakkı olduğunu söylemektedir.
Doğu Türkistan sorununun nedenleri
Uygurlar, 1759 yılından itibaren Çin Mançu İmparatorluğu’nun egemenliği altına girdiler. 20. yüzyıl başlarında verilen mücadelenin ardından Uygurlar, 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti adı altında bir devlet kurdular. Ancak Çin, 1938’de Uygur halkının bu isyanını kanla bastırdı. Uygur halkı 1944’te yeni bir kalkışma ile Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni kurdu. 1949 Eylülünde Çin ordusu Doğu Türkistan’a girdi ve bu devleti ortadan kaldırdı. Uygurlar 1955’te özerklik elde ettiler. “Uygur halkı kâğıt üzerinde sahip olduğu özerkliğe rağmen, hiçbir zaman bağımsızlık hakkına sahip olmamış, bu hakkı doğrudan ve özgürce kullanma fırsatı kendisine tanınmamıştır. Bu gerçeklik değişmediği sürece, Uygurların sahip oldukları kültürel vb. haklardan bahsetmek, boş konuşmaktan ve konuyu çarpıtmaktan başka bir anlama gelmemektedir. 1949 Çin Devrimi de bu açıdan üzerine düşeni yapmamış, ezilen halklara bağımsızlık hakkı tanımamış, yalnızca onlar üzerindeki ulusal boyunduruğu geçici bir süreliğine de olsa hafifletmiştir. Bu nedenle, «1949 Devriminin bu sorunların aşılmasında önemli katkıları olduğunu» söyleyerek sorunu «devrimin yozlaşmasına» bağlamak doğru bir tutum değildir.”[3] Uygur ulusal sorunu on yıllardır olduğu yerde durmaktadır.
Doğu Türkistan, 1,66 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ve 22 milyonun üzerindeki nüfusuyla Çin’in en büyük özerk bölgesi durumunda. Nüfusun büyük çoğunluğunu Uygurlar oluştursa da Çin devletinin uyguladığı asimilasyon, doğum yasağı ve göç politikaları sonucu bölgede nüfus dengesi sürekli değişiyor. Uygur Türkleri, Çin’deki başka bölgelere göçe zorlanırken, ülkenin en kalabalık ulusu olan Han nüfusunun bu bölgedeki oranı arttırılıyor. Bu uygulamaların sonunda, 1950’li yıllarda bölge nüfusunun %80’ini oluşturan Uygurlar, 2000 yılındaki nüfus sayımında %45’e kadar gerilemiştirler. Aradan geçen 14 yılda bu oranın daha da düştüğü biliniyor.
Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, enerji yatırımlarıyla, geniş tarım imkânlarıyla Çin için vazgeçilmez bir konumda bulunuyor. Su ve rüzgâr enerjisi bakımından da zengin kaynaklara sahip olan bölgede yaklaşık 2 trilyon ton kömür, 21 milyar ton petrol, 10 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu tahmin ediliyor. Bunun yanında bölge, uranyum, altın ve bakır madenleri açısından da son derece zengin. Tüm Çin sınırları içinde keşfedilen 171 maden çeşidinden 138’i Doğu Türkistan’da bulunuyor. Sekiz Orta Asya devleti ile komşu olan, “Soğuk Savaş” yıllarında önemli bir tampon bölge olarak kullanılan Doğu Türkistan, Çin’in Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa ile iletişimini ve ulaşımını sağlıyor.
Doğu Türkistan ulaşım, iletişim, doğal kaynaklar ve güvenlik açısından Çin için stratejik öneme sahip olmasının yanı sıra, adeta kölelik anlamına gelen istihdam politikaları nedeniyle de burjuvazi açısından büyük önem taşıyor. Uygur işçiler, bölgedeki madenlerde, tarım arazilerinde, sanayi işletmelerinde ucuz işgücü kaynağı olarak sömürülüyorlar. Son olarak Ekim ayında bir madende gerçekleşen göçükte 16 işçi iş cinayetlerinin kurbanı olmuştu. Bunun yanı sıra Çinli egemenler, bölgedeki işgücünü zorla Çin’in başka bölgelerine gönderiyor. Böylelikle Uygur nüfusu bölgede azaltılırken diğer bölgelere gönderilenler asimile ediliyor. Gittikleri eyaletlerde ucuza çalıştırılan ve kışkırtmalarla bölgede yaşayan halkın nefretine maruz bırakılan Uygurlar daha büyük acılara itiliyor.
Çin’de, başta Uygur halkı olmak üzere pek çok halk, inançlarını özgürce yaşayamıyor. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Uygur halkı, dini inanışlarına yönelik baskı yüzünden Han halkı ile karşı karşıya getiriliyor. Uygurlar iş bulmak ve yaşamlarını sürdürebilmek için kendi dilleri yerine Çince öğrenmek ve bilmedikleri bölgelere giderek orada çalışmak zorunda kalıyorlar. Özellikle kız çocukları devlet tarafından yatılı okullara alınıyor ve asimile edilmeye çalışılıyor. Tüm bu uygulamalar yoksullukla birleştiğinde Uygur halkı tam bir çıkmaza itiliyor.
Çin dünyada en fazla idam cezasının verildiği ülke durumunda. Çin hükümetinin açıkladığı resmi rakamlara göre ülkede bir yılda uygulanan idam sayısı, dünyanın geri kalanındaki idamların üç katı kadar. Elbette idamlar sadece resmi rakamlara yansıtılanlarla sınırlı kalmıyor. Uluslararası Af Örgütü, 2009 yılında Çin hükümetine infaz edilen idamların sayısını açıklama çağrısında bulunmuş, ancak bu çağrı yanıt bulmamıştı. Ulusal kurtuluş mücadelesi verdikleri için terörist sayılan Uygurlar da bu idamlardan nasiplerini fazlasıyla alıyorlar. Hırsızlık, uyuşturucu kullanma gibi adli vakalar bile idamla cezalandırılırken, Çin egemenlerine karşı mücadele yürüten Uygurların idam edilmesi için çok fazla bahaneye gerek kalmıyor. İdam cezası için mahkemeler her zaman bir gerekçe buluyorlar. Zalim Çin egemenlerinin idam edilen insanların bedenlerini ailelerine teslim etmedikleri de biliniyor. Çünkü bu kişilerin organları, özellikle Japon simsarlara büyük paralar karşılığında satılıyor.
Doğu Türkistan’da işgalci Çin devleti tarafından halkın sağlığını son derece kötü etkileyecek şekilde nükleer denemeler yapılması da Uygur halkının nefretini körüklüyor. Bölgede gerçekleştirilen onlarca nükleer denemenin sonucunda yoksul Uygur işçi ve emekçiler çok ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalıyorlar. Sakat ve ölü doğumlar, kanser vakaları gün geçtikçe daha sık görülüyor. Çin devleti, haklı bir öfke ile nükleer denemelere tepki gösteren Uygurları en ağır şekilde cezalandırmaktan kaçınmıyor.
Çin devletinin uygulamaları Uygur halkı ile Çin halkı arasına nefret ve düşmanlık tohumları ekmekte ve hakların kardeşliğinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle Uygur sorununun çözülmesi Çin işçi sınıfı açısından da önem taşımaktadır. Bu sorunun köklü bir şekilde çözülmesi için Uygur halkının kendi kaderini tayin hakkı, bağımsızlık da dahil olmak üzere kayıtsız şartsız tanınmalı ve demokratik talepleri karşılanmalıdır.
[1] Dong Tu, Doğu Türkistan’ın Çince tam okunuşu olan “Dong Tu Er Qi Si Tan”ın kısaltması. Çinliler 1884’te bölgeyi egemenlikleri altına aldılar ve “yeni topraklar”, “yeni sınır” anlamında “Şinciang” olarak adlandırdılar. Çin hükümeti, bölgeye Doğu Türkistan denmesini yasakladı ve bütün yerleşim birimlerine Çince isimler verdi.
[2] Oktay Baran, Doğu Türkistan’da Ulusal Sorun, MT, Ağustos 2009
[3] agm
link: Ezgi Şanlı, Doğu Türkistan Sorunu Alevlenirken, 7 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3641
Sermaye Kana Doymuyor, İşçi Katliamları Devam Ediyor!
Beyazıt’ta YÖK Protestosu