Bugünlerde Brezilya’da gerçekleşen Dünya Kupasını tüm dünyada 100 milyonlarca insan takip ediyor. Türkiye’deki işçiler de maçlar başladığından beri eve gelir gelmez televizyondan maçları takip edip günün yorgunluğunu atmaya çalışıyorlar. İşçilerin bir kesimi de İddaa oynayarak maddi sıkıntılarını “çözmeye” çalışıyor. İşyerlerinde çekilen onca sıkıntının akşamında Dünya Kupası maçlarını izlerken “şu ülkenin milli takımı grubunda biz olsaydık neler yapardık” diyerek Türk milli takımının Dünya Kupasında olamamasını dert edinenlerimiz de çok. 2002 Dünya Kupasındaki gibi Türk bayraklarıyla ülkeyi donatıp tüm dünyaya “Türk ulusunun gücünü” gösteremiyor olmak pek çok işçinin, emekçinin canını sıkıyor.
İlk bakışta ne güzel geliyor değil mi? İşyerlerimizdeki yorgunluğumuzu atıyor, kredi kartı borçlarımızı ödemek için bir umut para kazanmaya çalışıyoruz. İşçilerin kanlarıyla kurulan stadyumlarda ülkelerin “centilmen” savaşlarını izlemek bize tüm yaşadıklarımızı unutturuyor. Evet, gerçekten de kapitalist sistemde spor, sanat, eğlence, bizlerin yaşadığımız sorunları unutup bu çürümüş sistemi sorgulamamamız için kullanılıyor. Oysa bizlerin yaşadığımız sorunları unutması doğru bir şey değildir. Zira bu durum bizleri örgütlü patronlar sınıfı karşısında örgütsüz bırakıyor. Bu anlayış hem çürümüş kapitalist sistemi devam ettirmekte hem de ertesi gün bizleri yeniden sömürülmeye hazırlamaktadır.
Spor bedensel gelişimimiz, sağlıklı yaşamamız için gereklidir. Oysa kapitalist sistemde beton yığınları haline gelmiş mahallelerde küçük çocukların top oynayacakları alanlar bile kalmadı. Kapitalist sistem çocukların top oynanacakları alanları halı saha adı altında parayla satıyor. Bizleri televizyon başında pasifleştirerek maçları izlemeye iten sistem bunun adına da spor diyor.
Spor artık öyle bir hal aldı ki, biz işçiler için sadece televizyondan izlediğimiz bir aktivite haline geldi. Televizyon başında hareket etmeden izlediğimiz futbolun zirve noktalarından olan Dünya Kupası aslında pek de düzgün şeylere hizmet etmiyor. Bir yanda ceplerini parayla dolduran spor şirketleri, bir yanda kendini gösterip transfer olan futbolcular var. Diğer yandan da ekranları başındaki biz işçilere pompalanan milliyetçilik. Ulus-devletleri yücelten bu turnuva, tribünlerde sınıf kardeşlerimizle aramıza sınırlar çiziyor. Oysa Brezilya’da o tribünleri, stadyumları inşa etmek için işçi sınıfı dil, din, ırk ayırt gözetmeden çalıştırıldı. Birçok iş kazası geçirilirken resmi rakamlara göre 6 işçi öldü. Bizler biliyoruz ki bunlar sadece söylenenler. 2022’de Katar’da gerçekleştirilecek Dünya Kupası için yapılan hazırlıklarda şu ana kadar 1200 işçi öldü. Tamamlanıncaya kadar ise 4000 işçinin ölmesi bekleniyor. Özellikle Nepalli ve Hintli işçiler Katar’da ölürken yine dil, din, ırk gözetmediler sömürücüler.
Bugün endüstriyel futbolun nerelere geldiğini biliyoruz. 100 milyon dolara satılan futbolcular milyon dolarlar kazanırken, patronlar futbol kulüplerini kâr ve eğlence merkezleri haline getirmiş durumdalar. Kârlı olduğunu görmeseler milyar dolarlar verip futbol kulüplerini satın almazlardı. Sadece kulüpler de değil. Nike, Adidas gibi şirketler formalardan, futbol toplarından ve diğer spor malzemelerinden muazzam paralar kazanmaktalar. Yine bunu yaparken dil, din, ırk göz etmeden işçileri iliklerine kadar sömürüyorlar. Aynı şirketlerin fabrikalarında işçiler iş kazalarına ve meslek hastalıklarına da mahkûm ediliyorlar.
Dünya Kupası işçilerin kanları üzerine kurulmuş olan bir organizasyondur. Bizleri uyutup örgütsüzlüğe itmek onun temel omurgasıdır. Bunun için de bizlere milletçiliği pompalamaktadır. Bizler örgütsüzlüğün nasıl kötü bir şey olduğunu, çalışma koşullarımızın ne halde olduğunu biliyoruz. Bizler milliyetçilik denen illetin kanlı savaşlarla farklı uluslardan işçileri nasıl birbirine düşürdüğünü çok iyi biliyoruz. Bu yüzden futbolun farklı bir şekilde yapılması gerekiyor. Bizi pasifleştirerek, ekran başına hapsederek, milliyetçilik gazını vererek sistemin yaşattıklarını unutturan bir sporu değil, bedensel ve zihinsel sağlımız için yaptığımız sporu istiyoruz. Spor kolektif yaşamın bir parçası haline getirilmedir. Para hırsı ve milliyetçiliğin olmadığı bir spor anlayışı gerekiyor. Televizyon kutularına monoton bakmak yerine sokaklarda, yeşil alanlarda özgür spor yapmalıyız. Bunun da tek çözüm yolu kapitalist sisteme karşı çıkıp işçi sınıfı olarak mücadele etmekten geçiyor.
link: Ankara’dan MT okuru bir işçi-öğrenci, İşçi Sınıfı İçin Dünya Kupası Ne Anlama Geliyor?, 2 Temmuz 2014, https://marksist.net/node/3476
Demokrasi ve Plütokrasi
İşçiden Çalınan Ömür