İnsanlık uzun ve meşakkatli yollardan geçerek bugüne geldi. Üretim ve mülkiyet ilişkileri, sınıflar ve aralarındaki ilişkiler büyük dönüşümler geçirerek günümüzdeki haline ulaştı. Ne var ki her dönemde olduğu gibi bugün de insanların büyük kısmı yaşadıkları zaman diliminin, temel mülkiyet ve sınıf ilişkilerine dair özelliklerinin ezelden beri neredeyse aynı halleriyle var olduğu düşüncesindeler. Bugünkü koşullar çoğunluk için doğal, başka türlü olması mümkün olmayan sınıf ve mülkiyet ilişkilerini ifade ediyor. Çünkü egemen sınıf, ideolojik hegemonyasını bu yanılgı üzerinden yeniden ve yeniden üreterek inşa ediyor ve varlığını ancak böyle sürdürebiliyor. Oysa tarihsel gerçeklik bundan tümüyle farklı ve yeni bilimsel bulgular da bu farklılığı sürekli olarak ortaya koyuyor.
İnsanlığın tarihine dair bilgilere kaynaklık eden en zengin arkeolojik kalıntılardan biri de Anadolu topraklarında Konya yakınlarında bulunuyor. Neolitik Çağ olarak adlandırılan döneme ait arkeolojik kalıntıların bulunduğu Çatalhöyük’te yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkan buluntular, insanlık tarihi açısından son derece önemli bilgilerin açıklanmasını sağlıyor. Çatalhöyük dünyada bilinen en eski üçüncü yerleşim yeri. Geçtiğimiz aylarda, bu bölgede 1985 yılından bu yana kazı çalışmalarını yürüten ekip tarafından yapılan açıklamalarda; Çatalhöyük’te günümüzden yaklaşık on bin yıl önce yaşayan ve yaklaşık iki bin yıl boyunca bu bölgede varlığını koruyan sınıfsız-devletsiz bir toplumun izlerinden bahsedildi.
1993 yılından bu yana kazı ekibinin başında bulunan İngiliz arkeolog Ian Hodder yeni dönem çalışmalarına başlamadan önce basınla yaptığı bir görüşmede, Çatalhöyük’te sınıf ve cinsiyet ayrımının olmadığı bir topluma ait bulgulara ulaştıklarını anlattı. “Çatalhöyük kazılarından öğrendiklerimiz bize modern toplumla ilginç karşılaştırmalar yapma olanağı sunuyor. Neolitik dönemde yerleşkeler genelde 20-30 haneden oluşurken Çatalhöyük’te 8 bin kişinin yaşadığını biliyoruz. Buna rağmen Çatalhöyük’te merkezi güç olmadan; idari yetkililer ve çeşitli otoriteler kurmadan bir yaşam sürüldüğünü görüyoruz. Eşitlikçi ve lidersiz bir toplum, herkes aynı sosyal statüde, kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapılmıyor” diyen Hodder, anlattığı topluma dair ayrıntılı bilgileri de vermeyi ihmal etmiyor.
“Toplum burada bildiğimizden farklı şekillerde birbirine bağlanmış. Örneğin Çatalhöyük’te 9 bin yıl önce doğmuş olsaydınız, biyolojik ailenizle yaşamıyor olabilirdiniz. Yeni doğan bebeklerin yerleşimdeki diğer evlere, ailelere verildiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu topluluğun karmaşık biyolojik bağlar kurarak büyük bir aile gibi yaşadığını söylemek mümkün. … Öğrendiklerimizden biri de kadın ve erkeklerin aynı şekilde beslendiği oldu. Kadın ve erkek arasında neredeyse hiçbir sosyal ayrım yapılmıyor. İşbölümü ve toplumsal roller konusunda bir ayrım olmadığını söyleyebiliriz. Biliyorsunuz Çatalhöyük kazılarında sanat ve sembolizm konusunda öğrendiklerimiz çok öne çıktı. Kazıların ilk zamanlarında bazı buluntuların ‘ana tanrıça’yı temsil ettiği düşünülüyordu. Artık bu şekilde düşünmüyoruz. Çıkan sanat eserlerinde kadın ‘anne’ olarak yer almıyor. Daha önce de belirttiğim gibi Çatalhöyük’te kadın ve erkek arasında böyle bir ayrım yok, dolayısıyla bir ‘ana tanrıça’ figürü de yok.”
Kadınla erkeğin aynı şeyleri yediği, aynı işleri yaptığı, yaşanılan bölgenin çevresinde surların ya da duvarların, iskeletlerin hiçbirinde ok veya mızrak izinin olmamasından anlaşıldığı kadarıyla savaşın olmadığı bir düzen. Bu düzende sınıflar yok, devlet yok ama eşitlik var!
M.Ö. 10 binli yıllarda başlayan ılıman iklimle birlikte, dünyanın çok farklı yerlerinde, Afrika’da, Ortadoğu’da, Batı Avrupa’da, Güney Amerika’da, Çin’de çeşitli kabileler, birbirlerinden bağımsız olarak mağaradan düzlüğe, avcı-toplayıcı bir yaşam biçiminden tarımsal üretime geçiyorlardı. Neolitik Devrim adı verilen bu köklü dönüşüm döneminde anlatıldığı gibi bir toplumsal yaşam, her yerde eş zamanlı olmasa bile, pek çok yerde hayat buluyordu. Herkesin eşit, kimsenin kimseden daha zengin olmadığı, gücü yerinde olan herkesin çalıştığı, başkasının emeğini sömürenin olmadığı bir toplumdu bu.
Marksizmin sınıfsız toplum anlayışı
Sınıfsız toplum tüm sosyalist akımların ortak hedefidir. Her birinin tahayyülündeki sınıfsız toplum ve bu toplumu kurma yolları birbirinden çok farklı olsa da, sınıflı toplumları ortadan kaldırma hedefi bu siyasi akımların hepsi için söz konusudur. Ne var ki, sınıflı toplumları ortadan kaldırma konusunda bilimsel bir yönteme ve anlayışa sadece Marksizm sahiptir.
Devrimci Marksistler, sınıflar arasındaki mücadeleler, üretim ilişkileri ve üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi gibi sebeplerden ötürü sınıflı toplumlardan sınıfsız topluma geçişin bir çırpıda olamayacağını somut dayanakları ile açıklarlar.[1] Toplumsal kurtuluşun fikri dönüşümlerle değil üretim ilişkilerindeki nesnel dönüşümlerle mümkün olacağını ifade ederler. Bunun gerçekleşebilmesi için de sınıflı toplumdan sınıfsız topluma bir geçiş döneminin söz konusu olması gerektiğini ve bu geçiş döneminin de proletarya diktatörlüğüne (aynı anlama gelmek üzere işçi demokrasisi de diyebiliriz) tekabül ettiğini söylerler. Proletaryanın iktidarının dünya çapında kurulduğu, böylelikle burjuvazinin geri dönmeyecek biçimde tarih sahnesinden silinmesinin yolunun açıldığı bir geçiş dönemi yani sınıfsız topluma doğru kuvvetli adımların atıldığı bir süreç yaşanmadan, sınıfsız topluma geçilmesinin söz konusu olamayacağını bilimsel temellere dayanarak savunurlar. Devrimci Marksistleri diğer siyasi akımların anlayışlarından ayıran yaklaşımların en önde gelenlerinden biri budur.
Devrimci Marksistler açısından sınıfsız topluma geçişin somut dayanağı açık biçimde proletaryadır. Çünkü proletarya, üretimde tuttuğu yer itibarıyle kapitalist toplumu yıkıp üretimi yeni temelleri üzerinde yeniden örgütleme gücüne ve sınıfsız toplumu yaratma kapasitesine sahip yegâne toplumsal güçtür.
Proletarya kapitalist toplumu yıkar ve aslında devlet olmayan devleti ile (çünkü toplumun çoğunluğunun azınlığı üzerinde bir tahakkümü söz konusudur) sınıfsız topluma ilerleyen yolu açar. Sınıfsız toplum ise kendi içinde alt ve üst aşamalara ayrılır. Bu aşamaların da devrimci Marksistler açısından somut bir nedeni vardır ki o da üretici güçlerin gelişmişlik düzeyidir.
Marx, “gerçek kurtuluşun başarılması ancak gerçek dünyada ve gerçek araçlar kullanarak mümkündür, buhar makinesi ve iplik eğirme makinesi olmaksızın kölelik ortadan kaldırılamaz, gelişmiş tarım olmaksızın serflik ortadan kaldırılamaz ve genel olarak, yeterli nitelik ve nicelikte yiyecek, içecek, barınak ve giyecek elde edecek durumda olmadıkları sürece insanlar özgürleşemezler” derken, gerçek özgürlük için üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin belirleyici olacağının altını çizmektedir.
Sınıfsız toplumun proletarya diktatörlüğünü takip eden ilk aşaması, yani sosyalizm dönemi, üretici güçlerdeki gelişmişlik düzeyinin henüz burjuva eşitlik ilkesinin aşılmasına izin vermediği, çalışanların topluma verdikleri oranda toplumdan aldıkları bir düzeni ifade eder. Sosyalizmde üretici güçlerin bolluk düzeyi henüz daha ötesine imkân vermediği için bölüşüm ancak “herkese çalışmasına göre” ilkesi temelinde yapılabilir.
Sosyalizmde, çalışabilir durumdaki herkes çalışmak zorunda olacak ve herkes toplumdan çalışmasıyla orantılı olarak alacaktır. Şüphesiz buradaki çalışma, kapitalizmdekinden sonsuz ölçüde farklı bir nitelik taşır. Hem sömürücüler ve hem de onlarla birlikte onların pahalı devleti, bürokrasisi, kapitalizmdeki muazzam israf artık olmadığı için, üretim planlı ve tamamen insanların gerçek ihtiyaçlarına dönük olarak yapıldığı için, sosyalizm üretici güçleri çok daha yüksek düzeyde geliştirir. Böylece sosyalizmde hem ortalama zorunlu çalışma süresi muazzam ölçüde azalır hem de çalışanlara düşen ortalama refah muazzam ölçüde artar. Elbette bu dönem her açıdan kapitalist toplumdan fersah fersah ileridir. Ancak gerçek özgürlüğe temel oluşturacak “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” durumunu yaratacak olan komünist toplumun üst aşamasının da gerisindedir.
Sosyalizm aşamasında sınıflar ortadan kalkmış olacağı için devlet, siyaset, partiler, bürokrasi, savaşlar vb. hepsi anlamsızlaşarak ortadan kalkacaktır. Sosyalizm döneminde insanlar ihtiyaçları için ortak ve planlı bir üretim yapacaklar ve bu nedenle insan emeğinin ve doğanın israfı son bulacaktır. İnsanlar neye, ne kadar ihtiyaç olduğuna ve bunlar için ne kadar ve nasıl çalışılması gerektiğine kendi özgür ortak iradeleriyle karar verecekler ve bu kararları uygulayacaklardır.
İnsanoğlunun genel gelişimi kuşku yok ki sınıfsız topluma varıldığında da devam edecektir. Temelde üretici güçlerin daha hızlı bir gelişimi ve bununla birlikte ilerleyen bir kültürel dönüşüm sayesinde sınıfsız toplumun üst aşamasına ilerlenecektir. Bu aşamada üretici güçler o denli gelişmiş olacaktır ki, bunun doğuracağı muazzam bolluk sayesinde çalışma bir zorunluluk olmaktan çıkarak artık sadece bir zevk halini alacaktır. İnsanlar büyük oranda zamanlarını ve enerjilerini, kendilerini ve nesillerini özgürce geliştirmeye ve daha yüksek arayışlara adayacaklardır. İşte ancak bu aşamada, insanların toplumdan aldığının ona verdiğiyle orantılı olması ilkesi son bulacak, insanlar topluma verdiği emekten bağımsız olarak tüm ihtiyaçlarını ondan alabilecektir. Böylece “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” hedefi yaşama geçirilmiş olacaktır.[2]
Sınıfsız toplum gerekli ve mümkün!
Devrimci Marksistlerin sınıfsız toplum anlayışının ana hatları bunlardır. Proletaryanın iktidarı ele alması ile birlikte sınıfsız toplumun inşa edileceği süreç de başlamış olur. Yani proletarya iktidarı almaya muktedir olduğunda sınıfsız toplumu yaratma yolunu açma şerefinin de sahibi olacaktır.
Proletaryanın kapitalizmi yıkarak iktidarı ele alması mümkün olduğuna, tüm teorik ve programatik birikim ile birlikte Ekim Devrimi deneyimi de bize bunu gösterdiğine göre, sınıfların ortadan kalkması için mücadele etmek isteyenlerin proletaryanın devrimci saflarına katılması gerekir. Sınıflı toplumların uzun ve zalim tarihinin insanlığa yaşattığı acıları sonlandırmanın yolu bu mücadeleye katılmaktan geçer.
Burjuvazinin bekası için ter döken ideologlar, komünistlerin sınıfsız toplum hedefiyle alay etmekte, bu ideali çocukça bir düşünce olarak yaftalamaya gayret ederek geçmişte yaşanan sınıfsız toplum örneklerini de, ilkel koşullar gereği ortaya çıkan, bir daha insanlığın gündemine girmeyecek durumlar olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Ayrıca “gelişmiş” insanın “doğası”nın da böylesi toplumlarda yaşamaya yatkın olmadığı yalanını etkili kılmaya çabalamaktadırlar.
Şüphesiz Çatalhöyük’te ve benzerlerinde yaşanmış olan sınıfsız toplum düzeninde üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi bugün yaşayan insanların hemen hiçbirinin razı olamayacağı kadar geri. Dönemin insanları doğa ile mücadele bakımından muazzam bir zayıflıkla karşı karşıyalar. Ancak bunların Marksistlerin öne sürdükleri düşünceler bakımından da hiçbir önemi yok. Çünkü Marksistler, yukarıda anlattığımız gibi, üretici güçlerin yeterince gelişmemişliği koşullarında insanın gerçekten özgürleşmesinin mümkün olmadığını da en iyi kavrayanlardır. Marksistler üretici güçlerin yeterince gelişmiş olduğu koşullarda yeni ama çok daha gelişkin bir sınıfsız toplumun kurulabilmesinin mümkün olduğuna vakıftırlar.
Üretici güçlerin mevcut gelişimi açısından tarihin tekerleğini geri çevirmek söz konusu olamaz. Bu yüzden Marksistlerin hayata geçirmek için mücadele ettikleri sınıfsız toplum eskinin bir benzeri değil, yepyeni temellerde yükselen ileri bir toplumdur. Çatalhöyük ve benzerlerinde ortaya çıkan toplumlar sınıfsız toplumların pekâlâ var olabileceğini göstermektedir. Burjuvazinin işçilerin kafasına nakşetmeye çalıştığı “böyle gelmiş, böyle gider” anlayışının dayanaksız olduğunu ortaya koymaktadır. Çatalhöyük’teki sınıfsız toplumun gösterdiği üzere böyle gelmemiştir ve tarihin tüm akışı böyle gitmeyeceğine işaret etmektedir. Tüm insanlığın toplumsal kurtuluşu için komünist toplum gerekli ve mümkündür. Çatalhöyük’te ortaya çıkan sınıfsız toplumun izleri, bir kez daha komünist bir geleceğin mümkün olduğunu gösteriyor.
[1] Geçiş dönemi ve sınıfsız topluma ilişkin olarak Marksist temeller üzerine yükselen ve tahrifatları ortadan kaldıran bütünlüklü ve çok önemli bir analiz için bkz. Elif Çağlı, Marksizmin Işığında, “Geçiş Dönemi: Devrimci Dönüşümler Dönemi”, Tarih Bilinci Yay.
[2] www.marksist.com, Sık Sorulan Sorular
link: Selim Fuat, Çatalhöyük’te Sınıfsız Toplum İzleri ve Komünizm, 1 Ekim 2013, https://marksist.net/node/3331
Burjuvazi Nasıl Bir Din İstiyor?
Küreyi Kimin Eli Isıtıyor?