İçinden geçilen kriz ve savaş konjonktürüne de bağlı olarak tüm dünyada burjuvazinin otoriter, muhafazakâr, milliyetçi ve militarist eğilimleri güçleniyor. Türkiye’de de bu eğilimler AKP eliyle yükseltilmektedir. Statükocu-Kemalist bürokrasi karşısında demokrat pozlara bürünen, karşısındaki güce ağır darbeler indirerek iktidarını sağlama alan AKP hükümeti, gerçek yüzünü ortaya koyan anti-demokratik, otoriter ve baskıcı uygulamaları teker teker devreye soktu. Toplum mühendisliğine soyunan AKP hükümeti, bir yandan polisin yetkilerini güçlendirip polis devleti uygulamalarını yaygınlaştırırken, bir yandan da 4+4+4 yasası, kürtaj düzenlemesi, dizilere ayar çekilmesi, alkol yasası, polisin tekrar üniversitelere yerleştirilmesi, YÖK yasası gibi birçok kanun ve uygulama aracılığıyla itaatkâr-muhafazakâr bir toplum yaratmaya girişti. Devlet kurumları üzerinde hâkimiyetini garantiye aldığına kani olduğundan bu yana AKP hükümeti en sıradan demokratik haklara bile tahammülsüzce yaklaşmış, en sıradan protestolar bile polis terörüne maruz kalmıştır. Taksim Gezi Parkı’na yapılmak istenen Topçu Kışlasına karşı başlatılan protestolara şiddetli bir polis terörü ile karşılık vermesi, AKP’nin otoriter uygulamalarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Gezi Parkı’na müdahale sonrasında da Erdoğan polis terörünü “polisimiz destan yazmıştır” diyerek savunmuş, polis teşkilatının daha da güçlendirileceğini söylemiştir.
Son dönemde fazlasıyla güçlendirilen bir başka teşkilat ise MİT’dir. Geçtiğimiz haftalarda, Milli Eğitim Bakanlığı, THY, PTT, Ulaştırma Bakanlığı gibi kamu kurumlarıyla MİT arasında, bu kurumların veri tabanlarını ve arşivlerini MİT’e vermelerini öngören “çok gizli” damgalı bir protokol imzalandığı ortaya çıkmıştır. Bu protokole dayanarak ilgili kurumlar ellerindeki tüm kişisel bilgileri, kayıtları vb. MİT’e göndermektedir. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı öğrencilere dair tüm bilgilerin yanı sıra velilerin telefonlarından mail adreslerine kadar tüm kişisel bilgilerini, THY ve TCDD yolcuların her tür bilgilerini, keza PTT de elindeki tüm kişisel verileri MİT’e iletmektedir. Böylece nüfusun neredeyse tamamı MİT tarafından ayrıntılı bir biçimde fişlenmiş olacaktır.
Hukukçular, kişilerin özel bilgilerinin gizliliği sözde anayasal teminat altındayken bu protokollerin bizzat anayasanın ihlali anlamına geldiğini beyan ederken, MİT’e verilen yetkiler bunlarla da sınırlı değildir. AKP hükümeti MİT’in istihbarat ve operasyon yetkilerini arttıran yeni yasal düzenlemeleri Meclis gündemine getirmeye hazırlanmaktadır. Buna göre, MİT hiçbir mahkeme kararı olmadan ve birtakım protokollere ihtiyaç duymadan istediği herkesi fişleyecek ve operasyon yapabilecektir. Hazırlanan tasarının 4/c maddesi şöyledir: “Anayasal düzene ve milli menfaatlerin gerçekleştirilmesine engel olan veya engel olması muhtemel iç tehdit odaklarına karşı her türlü istihbarî ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak.” Görüldüğü üzere, hâkim ve savcı kararı olmadan her türlü fişleme, gözaltı ve sorgulama kararı her zaman olduğu gibi “iç tehdit” adı altında kılıfına uydurulmuş bulunuyor. Üstelik de tehdidin ortaya çıkması ve gerçek olmasıyla yetinilmiyor ve “muhtemel tehdit” ibaresiyle devletin istediğine keyfi bir şekilde müdahale etmesinin önü açılıyor. Toplumsal muhalefetin canlanmaya başladığı ve burjuvazinin daha büyük toplumsal patlamalar için tetikte olduğu bir dönemde MİT eliyle toplumu fişlemek ve keyfi operasyonların yolunu açmak herhalde tesadüfi bir durum olamaz. AKP hükümeti bu tür baskı yasalarını kullanarak hem hâkim sınıf içindeki çatışmada üstün pozisyonunu korumak, hem de işçi-emekçi sınıflardan gelecek tehlikeyi engellemek istemektedir.
MİT’e tanınmak istenen yeni yetkiler, aslında EMASYA protokolleriyle orduya tanınan yetkilerin bir benzeridir. Bu gizli protokol açığa çıkınca 2010 yılında yürürlükten kaldırıldı. AKP gerçekte ordunun yetkilerini tırpanlamak için bunu yaparken demokratlık taslıyordu, ama şimdi dizginleri ele aldığından EMASYA protokolünü Nisan ayında yeniden yürürlüğe soktuğu yetmezmiş gibi, benzer yetkileri de yine “iç tehdit” lafının ardına gizleyerek MİT’e de tanımaktadır.
Geçmişte Genelkurmay internet andıcı vb. uygulamalarla internet sitelerini fişlerken ve kara-propaganda siteleri kurarken, şimdi aynı yetkiler üstelik de yasal olarak MİT’e tanınmak istenmektedir. Bu yetki yasa tasarısında “Psikolojik istihbarat faaliyetlerinde bulunmak, iç ve dış tehdit odakları tarafından yürütülen psikolojik hareket çalışmalarına karşı koymak” başlığı altında düzenleniyor. Genelkurmay’ın kara-propaganda sitelerinin görevi de “yazılı, görsel ve sanal medya üzerinden ordu karşıtı görüşlere karşı savaş açmak ve olası bir savaş durumunda savaşın psikolojik boyutunu yönetmek” olarak tanımlanıyordu darbe planlarında.
Bir zamanların mağduru AKP hükümeti devletin kontrolünü kendi eline alınca aynı yöntemleri kullanarak, yani MİT aracılığıyla gayrimeşru siteler vb. kurarak, mailleri ve telefonları takibe alarak, burjuva basını yönlendirerek, her türlü muhalefeti ezmek istemektedir. Çıkarılmak istenen yasayla MİT’e, “ihtiyaç duyulan her türlü sinyal istihbaratını toplama” adı altında mahkeme kararı olmadan telefon dinleme, internet takibi yapma vb. yetkisi tanınması da bunun ifadesidir. MİT’e olağanüstü yetkiler vererek onu kendi vurucu gücü haline getirmek isteyen hükümet, MİT tarafından yapılan hizmet alımlarını da denetim dışı bırakmaktadır. Yani bütçeden MİT’e ayrılan payın nerelere, ne şekilde, ne kadar kullanıldığını denetlemek mümkün olmayacaktır. Ayrıca geçmişte nasıl JİTEM’ciler işledikleri onca katliama rağmen koruma altına alındılarsa, şimdi de suç işleyen MİT mensupları çeşitli mekanizmalarla koruma altına alınmaktadır. Bunun yasal kılıfı da şu şekilde maddeleştirilmiş; “Madde 26/b- MİT mensupları hakkında 3713 sayılı kanunun 10. maddesine göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığı’nın teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca Ankara ilinde görevlendirilecek özel yetkili ağır ceza mahkemesinde görülür.”
Oluşturulan özel mahkemelerin nasıl kararlar vereceği ortadadır. MİT’le ilgili bir dava süreci yaşandığında Adalet Bakanlığının talimatıyla oluşturulacak olan özel güvenlik mahkemesi göstermelik olmaktan öteye gitmeyecektir. Bunun da ötesinde, MİT mensuplarına soruşturma açılması için başbakanın izni gerekmektedir ve dolayısıyla dava safhasına ilerlemek başbakanın onayı olmadıkça mümkün değildir.
Olağanüstü yetkiler bununla sınırlı kalmıyor. MİT’e toplumsal olaylara müdahale yetkisi veriliyor: “Madde 6/c- MİT mensupları kolluk kuvvetlerine tanınmış hak ve yetkileri kullanabilir. Kolluk yetkisinin kullanımına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” Yani kolluk kuvvetlerinin yetkileriyle donatılıp, silahlı özel bir güç haline getirilmek isteniyor MİT.
Bütün burjuva devletlerde “istihbarat”ın amacı devletin bekasını ve sermayenin çıkarlarını korumaktır. Bunun için her türlü istihbaratı toplamakla, gelecek tehlike karşısında burjuva devleti uyarmakla mükelleftirler.
“Türk tipi başkanlık” sistemini getirerek bütün yetkileri kendi elinde toplamak isteyen Erdoğan, buna uygun mekanizmaları da geliştirmek istemektedir. MİT’e tanınan geniş yetkilerle Erdoğan, direkt kendine bağlı özel bir güç oluşturmuş olacak. Diğer taraftan bütün dünyada bu tip eğilimler artmakta, kızışan emperyalist savaşla birlikte burjuva devletler demokratik hakları rafa kaldırmaktadır. Benzer bir durum da ABD için geçerlidir. ABD’de Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nın milyonlarca insanın telefonunu dinlediği, Google, Microsoft ve Facebook gibi internet sitelerinin kayıtlarını izlediği ortaya çıktı. Obama yönetimi de “terörist saldırılardan” korunmak için böyle bir yönteme başvurduklarını ve bunun bir zorunluluk olduğunu söyleyerek mevcut uygulamayı savundu. Mesele burjuvazinin çıkarı ise özel hayatın gizliliği, insan hakları, demokrasi teferruattır!
Burjuvazinin böylesine saldırması, toplumu dinlemesi, her adımı takip etmesi, azgınca polis terörü uygulaması boşuna değildir. Tüm dünyada birbiri ardına patlak veren isyanlar, işçi sınıfının kriz karşısında yaygınlaşan grevleri burjuvazinin yüreğine korku salıyor. Bu yüzden bütçeden iç güvenliğe ayrılan pay her geçen yıl katlanarak artıyor. MİT’e bu ölçüde geniş yetkilerin tanınmasındaki amaç da iç güvenlik adı altında işçi sınıfının yükselecek devrimci mücadelesini bastırmaktır. Kapitalizmin yaşadığı ekonomik kriz ve kızışan emperyalist savaş, çelişkileri alabildiğine derinleştiriyor. Toplumsal patlamalara gebe böylesi dönemlerde hayati olan şey, işçi sınıfını devrimci temelde örgütleyebilmek ve devrimci durumda işçi sınıfına yön gösterecek komünist örgütlülüğü yaratmaktır. İşçi sınıfı ancak devrimci önderliğinin olduğu bir koşulda burjuvaziden gelen tehlikeleri, darbeleri bertaraf ederek, diktatörleri, Bonapartları ve bizzat kapitalist sömürü düzenini alaşağı edebilir.
link: Hakan Sönmez, AKP’nin MİT Tahkimatı, Temmuz 2013, https://marksist.net/node/3294
Marksist Tutum: Bağımsız Proleter Çizgide 100. Sayı
Bölüm 21 - Rockefeller’in Hapishanelerinde