Gezi Parkı’nın yıkılarak yerine Topçu Kışlası’nın yapılması girişimlerinin protesto edilmesi ile başlayan hükümet karşıtı gösterilerin mahiyeti çeşitli yönleriyle tartışıldı. Tartışılmaya da uzun süre devam edilecek gibi görünüyor. Ancak protestoların başlamasına vesile olan Topçu kışlasını yeniden inşa etme girişimi de tüm diğer konular gibi üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Çünkü Başbakan Erdoğan’ın “tarihin ihyası için hayata geçirmek istiyoruz” dediği, ama tarihin ihyası ile ne alâkası varsa AVM ve rezidans ile birlikte andığı bu proje için söyledikleri de asıl niyetlerin üzerinin örtülmesi çabasından başka bir şey değildir.
“Tarihin ihyası” dendiğinde neyin canlandırılmak istendiği ya da nelerin canlandırılmak istenmediği de bize pek çok şey anlatır aslında. Neticede Erdoğan’ın sözünü ettiği “tarih”te Topçu Kışlası kısa bir süre yer almıştır. Örneğin onun öncesinde o bölgede bir Ermeni Mezarlığı vardır ve o mezarlık kaldırılıp yerine Topçu Kışlası inşa edilmiştir. Mezarlığın bir parçası olan Ermeni kilisesi de 1930’larda yıkılarak yerine bir otel yapılmıştır. Benzer biçimde Gezi Parkı’na çok yakın bölgede bulunan Maçka’daki tarihi Şark Kahvesi de yıkılıp yerine Swiss Otel inşa edilmiştir. Mesele tarihin ihyası ise, Erdoğan’ın “madem tarihe sahip çıkıyorum, o zaman o otelleri de yıkıp, kilise ile Şark Kahvesini de yeniden yapmam lazım” diye düşünmesi gerekmez mi?
Elbette Erdoğan böyle düşünmez. Çünkü o da TC egemenlerinin Osmanlı’dan devraldıkları Ermeni düşmanlığına ve azınlıkların tarihteki tüm izlerini silme çabalarına ortaktır. Ayrıca el konulacak Gezi Parkı gibi kamu alanları varken, müteşebbis burjuvaların mülklerini ellerinden alarak tarihi ihya etmek aklının ucundan geçemez. O bunun yerine, ideolojisine uygun seçimlerle simgesel güç gösterileri yapmayı ve arazi rantı için kamusal alanları talan etmeyi yeğler.
Topçu Kışlası
Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma eğilimlerinin güçlenmesiyle birlikte 18. yüzyıldan itibaren Batı tarzında askeri okullar kuruldu. İstanbul’da kurulan önemli askeri okullardan biri, Anadolu yakasındaki Selimiye Kışlası idi. Bunun Avrupa yakasındaki karşılığı ise Taksim Topçu Kışlası oldu. 1806 yılında III. Selim döneminde inşa edilen Taksim Kışlası, kapıkulu askerlerinin topçu ocağı olarak kuruldu ve hizmet gördü. Ancak zaman içerisinde tahrip olan yapı Sultan Abdülmecid döneminde 19. yüzyılın mimari üslubuyla gösterişli bir tarzda yeniden inşa edildi.
1860-1870’li yıllarda en parlak dönemini geçiren kışla, 1909’da gerçekleşen 31 Mart isyanının da başlangıç noktası olmuştu. Başbakan Erdoğan’ın Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi için yasal ve toplumsal her türlü engeli zorlamasında, bu kışlanın 31 Mart vakası olarak bilinen ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan isyanda önemli bir yerinin olmasının da rolü bulunuyor. Erdoğan’ın ideolojik altyapısı düşünüldüğünde, Büyük Doğu Cemiyeti faaliyetleri sırasında “üstadı” Necip Fazıl’dan “Ulu Hakan” Abdülhamid ile ilgili pek çok şey öğrendiğini ve ona dair ciddi bir hassasiyet taşıdığını tahmin etmek zor olmaz.
31 Mart olayını kısaca hatırlatalım. Taksim Topçu Kışlası’nda bulunan avcı taburuna bağlı askerler, 12 Nisan (eski takvime göre 31 Mart) 1909 tarihinde, başlarındaki subaylara karşı ayaklanarak onları tutukladılar. Buradan çıkan askerler, “şeriat isteriz, padişahım çok yaşa” sloganları eşliğinde, büyük bir halk kalabalığının da desteğiyle Meclis-i Mebusan’a doğru yol aldılar. Taksim Topçu Kışlası’ndan başlayıp Meclis-i Mebusan’ın önünde devam eden isyan hareketi İttihatçı Hareket Ordusunun İstanbul’a gelmesiyle farklı bir boyuta ulaştı. Sultan II. Abdülhamid’in çatışma olmasın emrine karşın avcı taburları ile Hareket Ordusu arasında çatışma yaşandı. Bu çatışmaların en şiddetli yaşandığı yerlerden biri olan Taksim Topçu Kışlası da bu çatışma sırasında ciddi tahribata uğradı.
Taksim Topçu Kışlası bu tarihlerden itibaren, askeri amaçlar dışında, konumuna ve boyutlarına bağlı olarak farklı şekillerde kullanılmaya başlandı. Osmanlı’nın son döneminde şehir müzesi, sergi alanı, gösteri merkezi olarak hizmet veren kışla, 1923’ten itibaren futbol stadyumu olarak kullanıldı.
Taksim Topçu Kışlası’nın yıktırılmasına giden süreç ise 1939 yılında başladı. Dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından Taksim Meydanı düzenleme çalışması yapılmaya başlandı. Elbette CHP’nin tek parti iktidarı da, şimdilerde iyiden iyiye otoriterleşen AKP gibi hiç kimseye sorma ihtiyacı hissetmeden kışlayı yıkma kararı aldı. Mustafa Kemal’in daveti ile 1936’da İstanbul’a gelen Fransız şehir planlamacısı Henri Prost’un önerileri ile Taksim’den Harbiye’ye kadar uzanan bölge için bir proje geliştirildi. Projede büyük bir park, sosyal tesisler ve büyük apartmanlar yapılması planlanmaktaydı. Sonuçta, Taksim’den Nişantaşı’na uzanan ve Dolmabahçe vadisini de içine alarak denize kadar devam eden yaklaşık 30 hektarlık kesintisiz bir yeşil alan yaratmayı hedefleyen bir park tasarlandı. Parkın ismi İnönü Gezisi olacak ve parkın ortasına Milli Şef İnönü’nün heykeli dikilecekti. Projenin ilk adımı olarak 1940 yılında Taksim Topçu Kışlası yıktırıldı. Kışlanın arazisi üzerine bir park yapıldı. Ancak projenin geri kalan kısmı gerçekleştirilemedi.
Tüm bunlara rağmen aslında Topçu Kışlası tarihsel olarak simgesel bir anlama sahip olmadı. Evet, 31 Mart ayaklanması orada başladı ve bu ayaklanmada en son orası düştü. Ama ne o dönemde ne de sonrasında Topçu Kışlası Abdülhamit yanlıları tarafından simgeleştirilmedi ya da karşıtları tarafından lanetlenen bir yer olmadı. Toplumsal-tarihsel hafıza açısından durum böyle olsa da, anlaşılıyor ki Erdoğan’ın düşünsel dünyası için Abdülhamid’in devrilişinin ve İttihatçı karşıtlığının simgesi olarak Topçu Kışlası önemli bir yer işgal ediyor ve Kışla’nın ihyası bu nedenle de bir hesaplaşmayı ifade ediyor.
AKP’nin inşaat sevdası
Erdoğan’ın düşünsel dünyasında Topçu Kışlası bunlara karşılık gelse de, şüphesiz bütün bu ısrarın sebebi bunlardan ibaret değildir. Gelişmenin motor gücü olarak görülen inşaat sektöründeki projeler AKP’nin tüm iktidar dönemine damgasını vurmuş durumda. 2002 yılından bu yana inşaat sektörü sürekli büyümektedir ve bu büyümenin arkasında hükümetin önemli bir rolü bulunmaktadır. Sektörle ilgili kurumların yetkilerini yeniden düzenleyen yasalarla, ihtiyacın çok daha fazlası büyüklükteki alanları imara açan belediyelerle, devlet destekli olarak pazarlanan konut kredileriyle, AVM ve lüks konut üretimine sürekli destek olan bir TOKİ ile, kentsel dönüşüm projelerine yatırımcıların ve devletin yoğun ilgisi ve çabaları ile, lüks oteller ve tüketim kompleksleri yapılması için kapitalistlere tahsis edilen ve satılan kamu arazileri ile hükümet, inşaat sektöründeki kapitalistlerin sermaye birikimini arttırmak için elinden geleni yapmaktadır. Yani AKP hükümeti iktidara geldiği 2002’den itibaren inşaat sektöründeki büyümenin arkasındaki düzenleyici lokomotif güçtür.
Hükümet eliyle yaratılan rant ekonomisi sayesinde, bilhassa hükümeti destekleyen burjuva çevreler hızlı ve büyük bir sermaye birikimi sağlamaktadır. Cumhuriyetin kendi burjuvazisini yaratırken hayata geçirdiği uygulamaları, daha gelişkin biçimde bugün AKP kendine güç veren burjuvaların sermayelerini büyütmek için kullanmaktadır. AKP hükümeti sayesinde gücünü hızlı bir biçimde arttırmış olan açgözlü burjuvalar da şehirleri neredeyse bir talan görüntüsü oluşturacak biçimde dönüştürmekte, rant kapılarını sonuna kadar zorlamaktadırlar.
Hükümet, kentsel dönüşüm uygulamaları sayesinde, özellikle kent merkezlerindeki binaların ve arazilerin burjuvaziye büyük rant gelirleriyle birlikte geçmesini sağlamaktadır. Depreme karşı dayanıksız yapıların ortadan kaldırılması gerekçesiyle, ekonomik gücü sınırlı emekçilere baskı uygulanmakta ve nihayetinde büyük bölümünün elinden evleri ucuz fiyatlarla alınmakta, sonrasında da burjuvaziye bu rant alanları teslim edilmektedir. AKP’nin kentsel dönüşüm ile ilgili çıkardığı yasayı anlatan bakan Bayraktaroğlu’nun söyledikleri bu mekanizmayı özetlemektedir:
“Bakanlığımız, binaların sağlamlığını kontrol etmesi için teknik heyete lisans verecek. Bu heyet yetkili olacak. Vatandaşa, ‘Bu teknik ekibe binanı kontrol ettir’ diyeceğiz. Binanın sağlam olmadığı ortaya çıkarsa vatandaşa, ‘Bu binayı yık’ diyeceğiz ve belli bir süre vereceğiz. Bina yıkıldığı zaman içinde kiracı varsa ona kira yardımı vereceğiz. Hak sahibi varsa ve maddi durumu müsait değilse ona da ev alması için kredi imkânı sağlayacağız. Vatandaştan, binasını yıkıp orayı boş arsa haline getirmesini isteyeceğiz. Vatandaşa, ‘binanı yıkmazsan biz yıkacağız’ uyarısında bulunacağız. Halen yıkmama konusunda ısrar ederse vali ve kaymakamların kontrolü altında belediye veya TOKİ marifetiyle bu binaların tahliye edilip yıkımını sağlayacağız.”
Bayraktar’ın bu sözleri açıkça hükümete bağlı kurumların, istediği her alanı, yasalara dayandırarak kentsel dönüşüme sokabileceğini, istediği alanlardan rant üretip dağıtabileceğini göstermektedir. Hükümet, rantın bol olduğu alanları kentsel dönüşüme sokabilecek sınırsız bir yetkiye sahip olmuştur. Kentsel dönüşüm projeleri ile işçi sınıfını şehir merkezlerinden kovan, küçük-burjuvalara ve beyaz yakalı işçilere uzun dönemli krediler kullandırtarak fahiş fiyatlarla konutlar satan müteahhitler de özellikle hükümete yaslanarak büyük sermayeler biriktirmişlerdir.
Turizm sektörünün alabildiğine geliştiği bir dönemde, üstelik İstanbul’un kalbinde yer alan Taksim çevresinde bulunan “inşaata müsait” alanların, kentleri talan etmenin sefasını süren bu müteahhitlerin ağızlarının suyunu akıtması ve hükümetin de bu talana ön açması bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir. On yıldan fazla süren bir dönemde işler hep bu biçimde yürümüştür. Onlar için talan ve buna göz yumulması normal olandır. Kentte yaşayanların buna karşı tepkisi ise şaşırtıcı ve tahammül edilemeyecek bir şeydir! Gezi Parkı’nı Topçu Kışlası adıyla AVM ve rezidansa dönüştürme isteğinin arka planında işte bu ekonomik saikler vardır.
Bu projenin bir diğer güdüsünü de Taksim’i işçi ve emekçilerin mitinglerine kapatma arzusu oluşturmaktadır. Zira İstanbul’un en büyük merkezi meydanı olanTaksim’de son yıllarda yapılan 1 Mayıs mitinglerinin geniş kitlelerin ilgisini çekmesi AKP hükümetini tedirgin ve rahatsız etmiştir. AKP özellikle 1 Mayıslara giderek artan bu ilgi karşısında bu olumlu gidişatı sekteye uğratmak için 2012 1 Mayıs’ının hemen ardından bu projeyi hayata geçirmeye başlamış ve 2013 Taksim 1 Mayıs’ını yasaklayarak bundan sonra Taksim’de miting yapılmasına izin verilmeyeceğini ilan etmiştir.
Kentsel dönüşüm esasında komünistlerin karşı duracağı bir uygulama değildir. Kapitalizmin kentlere inanılmaz kötü koşullarda hapsettiği milyonlarca işçinin yaşadığı sağlıksız konutların dönüştürülmesi ihtiyacı tartışma gerektirmez. Ancak kapitalizmin hayata geçirdiği kentsel dönüşüm uygulamaları yukarıda kısaca anlattığımız gibi işçileri kent merkezlerinden kovan, kira başta olmak üzere genel giderlerini arttıran ve kapitalistleri ihya eden bir içeriğe sahiptir. İşçi sınıfının devrimci programındaki kentsel dönüşümler ise işçiler için parasız, sağlıklı konutları içerir. Dahası, bu program, işçilerin, yaşadıkları yerlerle ilgili her türlü sorunda söz, yetki ve karar sahibi olmasına dayanır.
link: Selim Fuat, Taksim’de Tarihin mi, Rantın mı İhyası İsteniyor?, 1 Temmuz 2013, https://marksist.net/node/3287
Egemenlerin Kirli Dili
Mısır’da Askeri Darbe: Rejim Krizde, Çözüm İşçi İktidarında!