AB’ye üyelik müzakerelerinin başlangıç tarihiyle ilgili burjuva medyada kopan tartışmalarla eşzamanlı ortaya çıkan “Azınlık Raporu”nun yayınlanmasından kısa bir süre sonra faşist saldırılar yoğunlaşmaya başladı. Ramazan ayı boyunca oruç tutmayan öğrencilere yapılan saldırılar, bu raporla beraber daha politik bir biçim kazanmaya başladı. Devlet erkânının rapora gösterdiği tepkinin hemen ardından televizyon kameralarının önünde konu üzerine yapılan tartışmada rapor yırtılmış, onu hazırlayanlara dönük tehditkâr mesajlar verilmişti. Nokta dergisinde yayınlanan bir röportajda ise faşist saldırıların yoğunlaşacağı en yetkili ağızlarca dillendirilmişti.
Bu gelişmelerden sonra Türkiye’nin birçok üniversitesinde solcu ve devrimci öğrencilere dönük, biri ölümle, birçoğu yaralanmayla sonuçlanan satırlı-bıçaklı faşist saldırılar gerçekleşti.
3 Kasımda İzmir Bornova’da faşistlerin saldırısı sonucu bir öğrenci yaralandı. 4 Kasımda Ankara DTCF’de bu defa ellerinde satırlar ve biber gazlarıyla kantindeki öğrencilere saldırdılar. 5 Kasımda Marmara üniversitesi Göztepe kampüsünde faşistlerin Kürt ulusal mücadelesini karalayan içerikte afişler asmak istemeleri üzerine çıkan çatışmada iki devrimci öğrenci yaralandı. öğrencilere saldıran faşistlerin arasında başka üniversitelerden ve ülkü Ocaklarından gelenler de vardı. Yine aynı gün Kocaeli üniversitesinde okuyan bir öğrenci, kendilerini “ülkücüler” olarak tanıtan faşistler tarafından kaçırılarak işkenceli sorgudan geçirildi.
11 Kasımda, İstanbul üniversitesi öğrenci Kültür Merkezinde İşçi Partisinin gerçekleştirdiği “AB’ye Katılım ve Azınlık Raporu” gündemli panelin ardından 15 kişilik ülkücü faşist bir grup, Hergele Meydanı’nda bir forum düzenledi. O saatlerde devrimci öğrenciler Okmeydanı’nda İstanbul Gençlik Derneğine yönelik saldırıyı protesto etmek üzere basın açıklamasına gitmişlerdi ve faşistler bundan istifade etmişlerdi. 12 Kasımda sabah erken saatlerde Vezneciler kampüsüne 30-35 kişilik bir grup halinde giren İP’liler bildiri dağıtıp çıktılar. Bunun üzerine gerçeklemesi olası saldırıya güçlü bir yanıt vermek için toplanan öğrenciler 300 kişilik bir grup halinde Hergele Meydanı’nda toplanarak forum düzenlediler. Grubun dağıldığını haber alan faşistler, “güvenlik” görevlilerinin gözü önünde satırlarla saldırarak iki öğrenciyi yaralayıp kaçtılar.
Faşistlerin uzun süren suskunluklarının ardından tekrar saldırgan bir yönelim içerisine girmeleri, AB ve azınlıklar meselesinin yanı sıra faşist MHP’nin uğradığı kan kaybının da bir sonucu aynı zamanda. Parlamentoya girdiği dönem “biz değiştik” söylemiyle imajını değiştirme çabasında olan MHP, son seçimin ardından eski kitlesiyle başbaşa kaldı. Güncel politik gelişmelere karşı tutturduğu söylemin Meclis dışındaki burjuva partilerin söyleminden çok farklı olmaması, diğerlerinin arasında kaybolma, elindeki radikal unsurları da kaybetme tehlikesini gündeme getirdi. Burada vurgulanması gereken önemli bir husus da, faşist saldırıların sınıf mücadelesinin yükselişe geçtiği bir dönemde değil, iyice dipten seyrettiği bir dönemde gerçekleştiğidir. Bu nedenle, buna karşı yürütülecek mücadelede kullanılacak yöntemler de önem taşıyor.
Sınıf mücadelesinin dorukta seyrettiği 1970’li yılların sonuna doğru faşist paramiliter güçler işçi hareketinin ve devrimci gençlik hareketinin üzerine salınmak üzere bizzat burjuvazi tarafından palazlandırılmışlardı. O dönem silah ve bombalarla toplumun ayakta olan kesimlerine saldırılar düzenliyorlardı. 1978’in 16 Martında, İstanbul üniversitesinde, sonradan bir albayın deposundan alındığı ortaya çıkan bir bomba öğrencilerin üzerine atılmış, yedi öğrenci katledilmişti. Buna benzer saldırılar ülkenin her yanına yayılmış, ancak kitlelerle sıkı bağları olan devrimci hareket bu saldırıların üstesinden gelebilmişti. 16 Mart katliamının ardından DİSK’in düzenlemiş olduğu ve geniş bir katılımın sağlandığı “Faşizme İhtar Yürüyüşü” faşist harekete ve burjuvaziye verilmiş güçlü bir cevap olmuştu.
Saldırılar karşısında ne yapmalı, ne yapmamalı?
Bugün vuku bulan faşist saldırılar, geçmişten farklı olarak devrimcilerin kitlelerle olan bağlarının onulması hiç de kolay olmayacak biçimde kopuk olduğu bir dönemde gündeme geldi. Velhasıl, bu saldırılara karşı verilecek yanıtın üzerinde iyice düşünülerek, aceleye getirilmeden verilmesi gerekiyor. Bu saldırılar öğrenci gençlik içerisindeki devrimci, solcu grupların biraraya gelerek ortaklaşmalarına zemin hazırladığı gibi, daha geniş kitlelerle daha yakın bağların kurulmasına da olanak sunuyor. Ama doğru bir çizginin izlenmesi koşuluyla.
İlkin, saldırılara verilecek yanıtların zaten marjinalleşen devrimci gençlik hareketinin daha da marjinalleşmesine davetiye çıkarmamasına özen göstermeli. Faşistlerin saldırılarıyla hâsıl olan çatışmaları “sağcı ve solcu gruplar” arasında çete savaşları olarak yansıtan burjuva medya kendisine zaten iyi bir haber malzemesi bulmuş oluyor. 10-15 ya da daha fazla sayıda faşistin karşısına aynı sayıda ya da daha fazla kararlı devrimci öğrencinin çıkması sorunu çözmediği gibi, bu durum devletin kolluk kuvvetlerinin, üniversite yönetimlerinin ve şüphesiz faşistlerin elini rahatlatıyor. Mesele, faşistlerin saldırıları karşısında küçük ama kararlı bir öğrenci grubunun savunma mevzisini inşa etmek değil, kitlesel bir anti-faşist savunmayı anti-kapitalist bir teşhirle örebilmektir. Marksist öğrenciler, kitleler adına hareket etmek değil, onların anti-faşist ve anti-kapitalist mücadelesini örgütlemek ve önderlik etmek amacını güderler. Unutmamak gerekir ki, faşistler devrimcilerin kitleden yalıtılmasını isterler. Onların bu istemlerini gerçekleştirecek tutumlardan uzak durmak gerekir.
İkinci olarak, faşist saldırıların öğrencilerin demokratik haklarına yönelik olduğu vurgusunun ölçüsüzce sivriltilip öne çıkarılması, meselenin saldırgan ve mağdur kesimler şeklindeki bir kutuplaşma ekseninde ele alınması, faşistleri burjuva demokratik hakların savunusu ve burjuva demokratik meşruluk zemininde teşhir etmek, devrimci öğrencilerin önünü tıkar. Faşistlerin esas olarak bir güç sergilemek ve bu güç illüzyonuyla yeni insanlar kazanma yöntemi dikkate alınacak olursa, mağdur duruma düştüğümüz temeline dayanan bir ajitasyonun tam da dönüp faşistlerin değirmenine su taşıyacağını unutmamalıyız. Kendimizi, “demokratik haklarımızı kullanıyoruz ama faşistler bunu engelliyor” şeklindeki bir ajitasyonla sınırlamak belki belli kesimlerin desteğini sağlamak açısından verimli olabilir. Ancak unutulmamalı ki, burjuva demokrasisi temelinde faşizme karşı devrimci bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Bunu kavramak için, bir taraftan (gayet yerinde ve doğru bir tutumla) “faşistlere okullarda siyaset yapma hakkı tanımamalıyız” ilkesiyle hareket ederken, diğer taraftan faşistleri siyaset yapma demokratik hakkımızı engellemeleri üzerinden teşhir etmenin ne derece inandırıcı ya da güven verici olduğunu düşünmek yeterlidir. Faşizmi teşhir, ancak kapitalizmin bekçi köpekleri olmaları temelinde ve işçi-emekçi düşmanı doğalarının sergilenmesiyle tutarlı bir eksene oturtulabilir.
üçüncü olarak, faşist saldırılara karşı mümkün olan en geniş biçimiyle solcu-devrimci öğrencilerin biraraya gelmesi zorlanmalıdır. Oluşturulacak geniş katılımlı birlikle saldırılara güçlü ve en önemlisi kitlesel bir yanıt verilebilecekken, reformist vb. addedilen kimi grupların katılımına engel olmak son derece yanlış ve tutarsız bir tutumdur. Nitekim anti-faşist mücadele adına gerektiğinde burjuva demokratlarla bile işbirliğini savunan devrimci-demokrat anlayışların, sol içindeki ayrımları birlikte davranmaya birer engel olarak öne çıkarmaları, yalnız ve yalnızca rekabetçi bir tarzdan kaynaklanmaktadır.
Dördüncüsü, faşistlerin fiziki saldırılarına karşı pasif bir direniş, şüphesiz son derece yanlıştır. Onların saldırılarına kuşkusuz anladıkları dilden cevap verilmeli ve dahası faşistler mümkün olan her yerde ve durumda teşhir edilmeli, yalıtılmalı ve okullardan uzaklaştırılmalıdır. Bu noktada kullanılacak “devrimci zor”, meşruluğunu, faşistlerin işçi-emekçi düşmanı doğalarına karşı mücadelenin meşruluğundan alır. Tam da bu noktada, üniversitelerde faşistlere karşı mücadelenin olmazsa olmaz bileşeni olan üniversite çalışanları bir kez daha öne çıkıyor. Marksist öğrenciler, öğrenci hareketinin işçi hareketiyle bağının daha baştan üniversite çalışanları üzerinden sağlanması noktasının unutulmaması gerektiğinin farkındadırlar. üniversite emekçilerinin desteğinin alınması için de, politik ajitasyon çalışmasında, faşizmin işçi sınıfı düşmanı karakterinin net bir şekilde vurgulanması gereklidir.
Kapitalizmin her açmazı onu yıkmak için olanaklar sunar. Yeter ki doğru bir devrimci teori ve bu teoriyi yaşamda uygulayacak devrimci bir örgütlülük olsun. Devrimci eylem kapitalizm için yıkıcı, insanlık içinse yaratıcıdır. Devrimci Marksizmin bilimselliğinin kavranması ve buna uygun adımların atılması mücadeleyi sürekli bir biçimde ileriye taşıyacaktır. Bugün ileriye doğru atılacak her küçük adım, sırası geldiğinde devrimci işçi sınıfının neferlerinin yeni dünyayı yaratmak üzere atacağı adımlara dönüşecektir. Bu dönüşümün sorumluluğu devrimci Marksizmi rehber edinenlerin omuzlarındadır. Faşizmi bağrında yaşadığı kapitalizmle birlikte döktüğü kanda boğmak, onu mezarına gömmek Marksizmi kavramakla ve yaşama geçirmekle mümkün olacaktır.
link: Cem Keskin, Üniversitelerde Faşistlerin Saldırıları Yoğunlaşıyor, 20 Kasım 2004, https://marksist.net/node/170
ABD Seçimleri ve Bilinç Çarpılmaları
“Küçük alazlar” ve okur mektupları