Kürt sorununun çözümü için yapılan çağrılara devlet ve AKP hükümeti kulak tıkamış durumda. Düzen cephesi çözümü bir kenara itip operasyonlara devam ederken savaş yeniden tırmandı. Sorunun çözümsüz kalmasından ötürü yoksul Kürt ve Türk gençleri ölmeye devam ediyorlar. En son Hakkâri Çukurca’da meydana gelen çatışmada 24 asker hayatını kaybetti. Hükümet, asker cenazelerini birer propaganda malzemesi olarak kullanarak milliyetçiliği körüklüyor. Kürt düşmanlığı düzen cephesi tarafından topluma yayılmaya çalışılıyor. Genelkurmay son iki ayda 270 PKK militanını öldürmekle övünürken, sınır içi ve dışında gerçekleştirilen operasyonlarla Kürt halkına karşı baskılar yeniden tırmandırılıyor.
Milliyetçi saldırganlık Kürt halkına karşı dört bir yandan hücuma geçti. Televizyon ekranları, bombalar ve mermiler yağdıran jetlerle, helikopterlerle, namlularla dolu. Burjuva gazeteler kocaman başlıklarla savaş naraları atıyorlar. Savaş düzeni alan medya, masa başında kendinden menkul operasyonlar düzenliyor, asıp kesiyor, mağaraları temizliyor, milliyetçilik kusuyor. Düzen cephesi, halkın tepki göstermesi, meydanlara çıkması ve balkonlara bayrak asması için elinden geleni ardına koymuyor. Ellerine bayraklar verilmiş gençlere kentlerin caddelerinde ölüm kokan sloganlar attırılıyor. Devletin tepesi saldırgan tutumu tırmandırıyor ve “intikam”, “kökünü kazıyacağız” demeçleri veriyor. İzmir gibi güya çağdaş kentlerden “kana kan, intikam” sloganları yükseliyor.
Sermaye örgütlerine işbirlikçi sendika bürokratları da eklemleniyor. TOBB, MÜSİAD, TÜSİAD, TİSK, TUSCON gibi patron örgütlerinin yanı sıra, Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi sendikalar da milliyetçiliği yükseltme yarışına girmiş bulunuyor. Bunlar İstanbul’da “Birlik” mitingi için çağrıda bulunarak, işçi ve emekçi kitleleri akıtacakları milliyetçilik zehrine ortak etmeye çalışıyorlar. Ortak payda bayrakmış! Ellerine Türk bayrağı alan patronlar, işçilerle beraber “birlik” sloganları haykıracaklarmış! Hangi işçinin çıkarı patronlarla yan yana gelmekten geçiyor veya hangi patron kan kokan miting alanlarında işçilerin çıkarını sahiplenecekmiş?
Kürt halkına karşı gece gündüz estirilen düşmanca hava, faşist çeteleri derhal harekete geçirdi. MHP, BBP gibi faşist partilerin lümpen takımı taş, sopa, satırlarla polisin ardına sığınarak BDP binalarına saldırıyor. Binalar önünde toplanan bu sürüler, polisin kontrolünde BDP şubelerini yakıp, yıkıp, yağmalıyor. Parti çalışanları polis tarafından gözaltına alınıyor, evleri basılıyor. Üniversitelerde Kürt gençleri saldırıya uğruyor. Kürt sorununu “etle tırnak gibiyiz” diye tarif eden bu faşist çeteler, ellerindeki satırlarla “tırnak kesme” ayinleri yapıyorlar. Statlarda, faşist Franco dönemini andıran ırkçı tezahüratlar yapılıyor. Siyah formalarla tribünler kuşatılıyor ve şehitleri anma adı altında gencecik beyinler teslim alınmaya çalışılıyor.
Yazar, çizer, sanatçı, gazeteci takımı fildişi kulelerinde “terör” edebiyatı yapıyor. En kanlı yazıyı kim yazacak yarışı başlıyor. Binlerce kelime bunların elinde kurşun olup Kürt halkının yaşam umuduna yöneliyor. Düzenin esiri olmuş bu sözde aydın takımı bölük bölük generallerin ardından hücuma geçiyor. Binlerce satır yazı yazıyorlar, fakat hiçbirinin kalemi özgürlük, barış ve kardeşlik alanında bir santim dahi ileriye gitmiyor. Devletin aydınının, yazarının, sanatçısının gücü ancak Kürt halkına tetik çekmeye yetiyor.
Hükümeti, muhalefetiyle düzenin politikacı takımı, hep birlikte “yaşasın tezkere”, “yaşasın savaş” naraları atıyorlar. Kürt halkına karşı yürütülen savaş, ne de olsa siyasetlerinin bir devamı. “Demokratik, laik, hukuk devleti” geçmişten bugüne hep böyle idare edilmedi mi? Birileri konuşur, birileri vurur, birileri kazandıkça daha çok kazanır. Altta kalan ezilen halklar, ezilen mezhepler, sömürülen sınıflar burjuva politikacının umurunda olmadı hiçbir zaman. Bundan sonra da olmayacak!
Böyle bir ortamda Cumhuriyetin kuruluş yıldönümü yaklaşıyor. 88 yılda Kürt halkının ve Türkiye işçi sınıfının payına ne düştü? Kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürt halkının haklı taleplerini baskı ve şiddetle bastırıp yok etmeye çalıştı. Devletin inkârcı, imhacı ve asimilasyoncu politikası nedeniyle Kürt halkı büyük acılar çekti. Kimliği, kültürü, dili başta olmak üzere en ufak hak talebi dahi “bölücülük” damgasıyla yok sayıldı. Yoksul Türk işçi ve emekçileri de bu acımasız, şovenist politikaya alet edilmek istendi. Askerlik hizmeti boyunca ölüme gönderildi, anti-demokratik bir düzene mahkûm edildi. Emekli olma hakkı, örgütlenme hakkı, güvenceli çalışma hakkı yok edilirken, payına hep işsizlik ve yoksulluk düştü.
Burjuva cumhuriyet 88. yaşına giriyor. Ve onun 88 yıldır izlediği politikalar “başkasını ezen uluslar özgür olamaz” sözünü her gün bir kez daha doğruluyor!
link: Yavuz Girgin, Kürt Halkına Dönük Linç Kampanyası, 25 Ekim 2011, https://marksist.net/node/2773
Sosyalistler ve İşçi Sınıfı Arasındaki Güven Bunalımı
Şark Islahat Planı ve TC’nin Asimilasyon Politikaları