Pek çok işçi, “Patronlar da insan, onlar da bu dünyada yaşıyorlar, emeğinden faydalandıkları insanlara o kadar da acımasız olamazlar. Niye kendileri ve çocukları için de gerekli olan dünyaya bu kadar hor davransınlar, ya da karınlarını doyuran işçilere niye bu kadar düşman olsunlar...” diye düşünmektedir. Elbette insanlar bu düşüncelere durup dururken kapılmaz. Aslında sorun zaten tek tek ya da kişi olarak kapitalistler değildir. Sorun onları da kendi işleyiş yasalarına mahkûm eden sermayenin yani kapitalist sistemin egemenliğidir. Kuşkusuz bu nesnellik kan emici kapitalistleri günahlarından arındırmaz. Onlar işçiden sadece emeğini çalmaz, onu insan olmaktan, insanca yaşamaktan mahrum bırakır. Peki, ama durum böyleyken işçiler nasıl olur da sorgulamaksızın bu tarz iyimser düşüncelere savrulurlar?
Burjuvazi işçi ve emekçileri kendi vicdansız çıkarlarına alet edebilmenin, ikna edebilmenin yollarına kafa yorar. Ava çıkan avcı gibidir. Hep bir taşla birden fazla kuş vurmanın hesabı içindedir. Milyonlarca insanın aslında burjuva sınıfın çıkarına olan şeyleri sanki kendisi için de yararlı olacakmış gibi algılamasını, düşünmesini, görmesini sağlayan çalışmalar yapılır. İşte onlardan biri de, son yıllarda medyada sıkça duymaya başladığımız, yapılanların bizim yararımıza yapıldığı yanılgısını yaratan “sosyal sorumluluk projeleri” adı verilen çalışmalardır.
Kulağımıza son derece masum ve insanca gelen ve milyon dolarlık bütçelerle yürütülen bu kampanyaların isimleri de emekçilerin vicdanını titretmek üzere seçiliyor. Bu kampanyaları yapan şirketlerin bazıları okullar açıyor, küçük kızları okula gönderiyor. Kimi kansere karşı mücadele ediyor. Kimi okullarda miniklere el sabunu, diş fırçası dağıtıyor. Kimi sözde “karşılıksız” burs veriyor. Bazıları tarihi eserleri korumak için çalışmalar yapıyor, bazıları ünlü ressam ve heykeltıraşların resim ve heykellerini korumaya alıyor. Kimi müze açıyor, vb.
Yerli yabancı, irili ufaklı binlerce şirket, döndürdükleri bu sömürü çarkının dişlileri arasında ezilip, öğütülmüş işçileri, emekçileri, yoksulları bir de bu şekilde istismar ederek daha fazla kâr etmenin hesabını yapıyor. İşte adı “sosyal sorumluluk projeleri” olan bu çalışma ve kampanyaların arkasına gizlenen asıl canavar, acımasız kapitalist sistem.
Türkiye’de bu konuda kimlerin isimlerini önde görüyoruz, onlara bir bakalım. “Sosyal sorumluluk duygusu” en gelişkin kapitalistlerimiz: Sabancı Holding, Koç Holding, Turkcell, Sanko Holding, Arçelik, Vestel, Ülker, Has Holding, Tofaş ve Doğan Yayıncılık. Bunlar özellikle “eğitim ve öğretime verdikleri destekle” anılıyorlarmış. “Sağlık, çevre, spor, sanat, tüketici bilinci, çalışana destek, iş ahlâkı, insan hakları” gibi konularda başarılı görülen şirketler ise şöyle: Sabancı Holding, Koç Holding, Arçelik, Sanko Holding, Ülker, Turkcell, Vestel, Beko, Eczacıbaşı, Bosch, Doğan Holding. Toplumsal duyarlılıklarının gelişkin olduğu söylenen bu şirketlerin, bu toplumun içinden olan işçilerine ve diğer insanlara gerçekte ne kadar hassas olduklarına biraz baktığımızda tablonun tersinden çok çarpıcı olduğunu görüyoruz. Duyarlılık ve sosyal sorumluluk ayağına yaptıklarına bakıp yanılmamak ve onlara nasıl bakmak gerektiğini Ahmet Arif’in “Adiloş Bebe” şiirinden şu satırlar çok güzel özetliyor “Bunlar engerekler ve çıyanlardır. Bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır. Tanı bunları. Tanı da büyü!”
İlk bakışta “sosyal sorumluluk” adı insanlık için yararlı bir şeyler yapmayı çağrıştırıyor. Zaten kapitalistlerin yaratmak istedikleri illüzyon da bu. Kimisinin kız çocuklarının eğitimini dert etmesi, “haydi kızlar okula”, “kardelenler” gibi kampanyalar düzenlemesi; kimisinin en önemli sağlık sorunlarını istismar etmesi ve “kansere karşı savaşıyoruz” demesi; kimisinin organ ve kan bağışı sorununu işlemesi, kimisinin görme engellilere kütüphane açması, yoksul çocuklara oyuncak toplaması, burs vermesi, okul açması vb. ilk akla gelenlerdir. Ancak bu kampanyaları başlatan şirket ya da şirketler, reklâm ve tanıtım çalışmaları dışında hiçbir şeye harcama yapmıyorlar. O milyon dolarlık bütçeler aslen bu kampanyaların reklâm ayağının maliyeti. Üstelik bu harcamaların çok büyük bir bölümü vergiden düşülüyor. Birçok kapitalist, “sosyal sorumluluk” adının arkasına saklanarak, hem şirketinin reklâmını yapıyor hem de satışlarını daha da artırabilmeyi hesaplıyor. Onlar için bu kampanyalar harcama değil, geri dönüşümü olan yatırımlardır. Yani kapitalistler kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyorlar ve bu kapsamdaki projelere milyonlarca lira ayırmaktan çekinmiyorlar.
Üstelik bu kampanyaların içeriği ve etkisini belirlemek üzere çeşitli araştırmalar yapılıyor. Neyin daha popüler olduğu, hangi alanda projeler yapılırsa daha etkili bir reklâm olur ve kampanya yapan şirketlerin markalarının daha popüler olması sağlanarak satışı artırılır gibi konular, uzun ve ayrıntılı araştırma sonuçlarına göre belirleniyor. Bu araştırmalar sonucunda, eğitim ve sağlık gibi insan ihtiyaçlarının en yoğun olduğu alanların daha etkili olduğu tespit edilmiş. Hem dünyada hem de Türkiye’de bu kampanyalar, gerçek içeriği ve amacı toplumdan gizlenerek birer yardım kampanyası gibi sunuluyor. Böyle anlaşılması için de büyük tanıtım kampanyaları yapılıyor. Seçilen “sosyal sorumluluk projeleri”nin insanlığı derinden yaralayan olay ve olgulardan yola çıkılarak seçildiğini de düşünürsek, neden giderek popüler ve yaygın hale geldiğini daha iyi anlarız. Ayrıca yapılan araştırmalarda Türkiye gibi ülkelerde kitlelerin bu konularda daha duygusal olduğu tespit edilmiş ve kampanya sayıları da hızla artmış.
Türkiye’den verdiğimiz örneklere yabancı tekelleri de eklediğimizde işin ne kadar “duygusal” olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Phillip Morris (ABD menşeli bir sigara tekeli) 2005 yılında 70 farklı ülkeye toplam 28 milyon dolardan fazla “yardımda” bulunmuş. Dünyada 2010 yılı rakamlarına göre tahmini 1 milyar 250 milyon insan sigara içiyor ve her yıl sigaraya bağlı hastalıklardan 5,4 milyon insan ölüyor. Acaba bu sigara tekellerinin durumunu, avını yerken gözünden yaş gelen timsahın durumuyla benzeştirsek timsaha ayıp etmiş olur muyuz? Dünyada bu sigara tekelinin kâr hırsının kurbanı olmuş kaç yüz bin işçi, emekçi kardeşimiz vardır? 2009 yılında ABD’nin Florida eyaletinde akciğer kanserinden ölen bir kişi için tazminat ödemeye mahkûm olan bu emperyalist tekeli acaba hangi “sosyal sorumluluk projesi” günahlarından arındırabilir? Coca Cola da, 2005 yılında, bu sözde toplumsal projelere 76 milyon dolarlık harcama yapmış. Coca Cola’nın gerçek yüzüyle bu ülkede işçiler 2005 yılında yürüttükleri mücadeleleri sırasında tanışmışlardı. Dudullu ve Yenibosna’daki işyerlerinde sendikalaştıkları için kapının önüne konulan işçiler bu emperyalist tekelin 76 milyon dolarlık “sorumluluk duygusundan” hiç nasiplenemediler. Onların bahtına işsizlik düşmüştü.
Bu türden kampanya ve çalışmaların aslen büyük kapitalist tekellerin kirli imajlarını temizleme çalışmaları olduğunu biliyoruz. Dünyanın dört bir yanında çevreye, insanlığa verdikleri zararları gözlerden gizlemek istiyorlar. Ve sanki hiçbir şey olmamış gibi tatlı kârlarını elde etmeye devam ediyorlar. Onlar için bu tür kampanya ve projeler geçmişte ve hâlihazırda yaptıkları acımasızlıkları temize çıkarma işlevi görmektedir. Bu türden kampanyaları kimin yaptığına bakmalı ve mutlaka madalyonun öbür yüzünü çevirmeliyiz. İşte bunu yaptığımız zaman en sık karşılaştığımız tablo genellikle şöyle olmaktadır: hangi şirket, hangi konuda kusurlu, kuralsız ve acımasız ise o konuda kendisini gizleme işine yarayacak bir “sosyal sorumluluk” çalışması yapmaktadır. Aslında bu, kapitalist sistemin insanlığa zehiri şerbet tasıyla sunmasıdır. Tüm dünyayı “barış” kelimesinin arkasına saklanarak kan gölüne çeviren bu sömürü sistemi bir gün ortadan kaldırıldığında insanlık asıl o zaman çıplak gerçekleri görecek. İşte o zaman, tüm bu sahtekârlıklarla yüzyıllar boyu çarpıtılan toplumsal bilinç, bu deli gömleği ideolojik cendereden kurtulmuş olacak.
link: Derya Çınar, "Hayırsever" Kapitalizm!, Mayıs 2011, https://marksist.net/node/2670
1 Mayıs Coşkusuyla Örgütlü Mücadeleyi Yükselt!
550'nin Yarısı ve Emekçi Kadınların İşgücüne Katılım Sorunu