2011 1 Mayıs’ında işçi sınıfı ve diğer toplumsal muhalefet kesimleri yurdun dört bir yanında kitlesel ve coşkulu bir biçimde alanları doldurdu. Kutlamaların ana merkezi konumunda olan İstanbul Taksim Meydanı yüz binlerin akınıyla birkaç kez dolup taştı. Emekçi kitleler özellikle Taksim kutlamasıyla kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs’ın anlamını görkemli biçimde ortaya koyarak son yılların en anlamlı 1 Mayıs kutlamasını gerçekleştirdiler. Taksim’deki 1 Mayıs, dünyanın diğer ülkelerindeki kutlamalara da bakıldığında, uluslararası medyanın da dikkatini çeken bir biçimde, en öne çıkan kutlamalardan biri olmuştur.
2011 yılının 1 Mayıs’ı Türkiye’de her şeye rağmen önemli bir toplumsal muhalefet potansiyelinin olduğunu ve güvensizlik bariyerleri aşıldığı ölçüde mücadeleye atılmaya istekli çok geniş bir kitle bulunduğunu göstermiştir. Diğer taraftan işçi sınıfı mücadelesinin sunduğu zeminin bütün ilerici dinamikleri kucaklayabileceğini de bir kez daha ortaya koymuştur. Geçen yılki 1 Mayıs’ın ardından şu sözlerle dikkat çektiğimiz bu olgu bu yıl daha geniş ölçekte kendini göstermiştir:
“Bu kitlesel ve birleşik 1 Mayıs mitingiyle birlikte, gerçek bir toplumsal özgürlük platformunun ancak işçi sınıfı tarafından oluşturulabileceği de böylece bir kez daha görülmüş olmaktadır. Kapitalist sistemin yarattığı illetlerden muzdarip çok çeşitli toplum kesitleri, işçi sınıfının mücadelesinin bir ürünü olan ve onun damgasını taşıyan 1 Mayıs’ı, kendi sorunları için bir ifade zemini olarak görmüşlerdir. 1 Mayıs’ın sunduğu platformda, işçilerin yanı sıra, ezilen Kürt halkından tutun kadın örgütlenmelerine, bu topraklardaki Kafkas göçmenlerinin evlatlarından tutun çeşitli gençlik örgütlerine, acılı Ermeni halkının genç temsilcilerinden çevrecilere ve eşcinsellere, emeklilerden öğrencilere ve sanatçılara dek sayısız toplumsal kesim başka hiçbir platformda olmadığı denli bir araya gelebilmiştir. Bu işçi sınıfının gücüdür.”
Bu yılki kutlamalarda, ağırlaşan sömürü koşullarına zaten son dönemde birçok işyerinde grev ve direnişlerle tepkisini ortaya koyan işçilerin yanı sıra, Kürt emekçilerin ve geleceğin işçisi olan genç öğrencilerin yoğun katılımı dikkat çekiciydi. Hiç şüphesiz son dönemde Kürt halkını hedef alan baskıların yoğunlaşması ve diplomalı işsiz olmak üzere üniversite kapılarında sürünmeye mahkûm edilen öğrenci gençlerin sınav rezaletleriyle artan öfkesi bunda etkiliydi.
Kürsü organizasyonunun da bu yıl geçmiş yıllara göre çok daha iyi olması bu yılki 1 Mayıs tablosunun bir ilerleme anlamına gelmesine katkıda bulunmuştur. Elbette bu teknik anlamda bir organizasyon sorunu değil, asıl olarak kürsü programının içeriği sorunudur. İşçi sınıfının mücadelesini baltalamaktan ve boğmaktan başka bir işe yaramayan ve bu nedenle işçilerin yıllardır büyük öfkesini çeken sendika üst bürokrasisinin bu yıl nihayet kürsüye çıkamaması bu olumlu yönün temel bir ayağını oluşturuyordu. Ve bunda hiç şüphesiz geçen yıl Tekel işçilerinin bütün öfkeleriyle kürsüyü işgal ederek 1 Mayıs’a damgalarını vurmaları etkiliydi. Bu yıl kürsüden sendika üst bürokrasisinin yavan sesi değil direnişçi işçilerin sesi işitildi. Devrimcilerin ve işçi örgütlerinin de basıncıyla sendika bürokratları kürsüde işçilere yer vermek ve Kürt işçilerinin sesini duyurmasına izin vermek zorunda kaldılar.
Bu bağlamda ikinci bir husus ise kürsüde ilk kez Kürt halkının diline yer verilmesi ve kutlamanın bu toprakların gerçekliğine yaraşır biçimde iki dilli yapılmasıydı. Böylece 1 Mayısların şimdiye kadar yaşanan bu önemli eksikliği nihayet giderilmeye başlanmıştır. 1 Mayıs marşının ilk kez kürsüden Kürtçe olarak okunması bunun sembolik bir ifadesiydi.
Sendika bürokratlarının içi boş, bıktırıcı konuşmalarına yer verilmediğinde ve devrimci bir coşkuyu, özgürlükçü ve militan bir enerjiyi yansıttığı ölçüde kitlenin kürsüye ilgi gösterebileceği de kanıtlanmış oldu. Bunun anlamlı bir ifadesi bu yıl alanı dolduran kitlelerin hep bir ağızdan söyledikleri 1 Mayıs marşı ile Taksim’i inletmeleri oldu. Oysa bundan önceki yılların 1 Mayıslarında alandaki kitle haklı olarak kürsüye ilgi göstermiyor ve bu da ortak bir duygunun yakalanmasını engelleyici bir işlev görüyordu.
Yukarda değindiğimiz olumlu etmenlerin etkisiyle bu yıl 1 Mayıs alanı çabucak seyrekleşen ve boşalan bir alan olmamış, kitle çok önemli oranda coşkuyla alanda kalmıştır. Bu da, sonuç olarak ‘80 sonrasının en olumlu 1 Mayıs tablosunu ortaya çıkarmıştır. Bu, Türkiye’de sınıf hareketinin gelişimi açısından umut verici olumlu bir tablodur. Ancak bu umudun gerçekleşebilmesi için yerine getirilmesi gereken zorlu görevler var.
Kapitalist krizin işçi sınıfı cephesinde yarattığı olumsuz etkiler hâlâ etkisini sürdürmektedir. Birleşik ve kitlesel 1 Mayıs’ın coşkulu ve olumlu tablosuna rağmen işçi hareketinin ağır örgütsel zaafları olduğu yerde durmaktadır. Bu bakımdan işçi sınıfı devrimcileri açısından asıl görev elbette 1 Mayıs’ın coşkusunu ve mücadele ruhunu fabrikalara, işyerlerine, işçi mahallelerine ve giderek toplumun tüm ezilenlerine yaymak üzere örgütlü mücadeleyi yükseltmektir. Üstelik bu görev içinden geçtiğimiz şu günlerde daha bir yakıcı ve anlamlı hale gelmiştir. Zira yanı başımızdaki Arap coğrafyasının tamamında emekçiler yaşadıkları ağır baskı ve sömürü koşullarına kitlesel ayaklanmalarla tepki veriyor ve diktatörleri deviriyorlar. Şimdi bu rüzgâr Türkiye’nin sınırlarına dayanmıştır. Beri yanda Kürt halkı zaten uzun bir süredir militan bir başkaldırı içindedir. Türkiye işçi sınıfı kapitalist düzene karşı devrimci mücadelesini yükselterek Türkiye’yi bu isyan haritasının parlak bir parçası yapabilir. Bunun için fazlasıyla nesnel potansiyellere sahiptir. Görev bu büyük potansiyeli fiiliyata geçirmek üzere örgütlü mücadeleyi ısrar ve inatla büyütmektir. Bu işçi sınıfı devrimcilerinin boynuna borçtur!
link: Marksist Tutum, 1 Mayıs Coşkusuyla Örgütlü Mücadeleyi Yükselt!, Mayıs 2011, https://marksist.net/node/2650
"Hayırsever" Kapitalizm!