1998 Temmuzunda tarihî Mısır Çarşısında bir patlama yaşandı. Olayın faili olarak tutuklanan Pınar Selek’in davası bir yılan hikâyesine dönüştü. Geçen 13 yıl içerisinde 2,5 yıl hapis yatan, işkencelerden, sorgulardan geçirilen, 2 kez beraat eden Pınar Selek, 9 Şubatta yine beraat etti. Ancak mahkemenin verdiği karar tekrar Yargıtay Genel Kuruluna gidecek. Çünkü ortada bir insanın hayatı değil, devletin prestiji duruyor! Olayın faili olduğu iddia edilen Abdülmecit Öztürk, yaşanan süreci kısaca özetliyor: “Duruşmaların başladığı güne kadar hiç görmediğim Pınar Selek bu davanın aktörüyse, sağdan soldan toplanan biz Kürt gençleri de figüranı olduk. Selek’in ülkedeki savaşla ilgili çalışmaları olmuş. Kürtlere dokunan yanıyor. Kürtsen zaten yanıyorsun, Türksen sürünüyorsun. Pınar Selek’in ve bizim başımıza gelenlerin özeti bence budur.” Bu ülkede yıllardır yürütülen kirli savaşın bitmesini talep eden, barış ve adalet isteyen herkes, devletin gözünde ya bir olayın faili oldu ya da “faili meçhul” bir cinayete kurban gitti.
13 yıl boyunca yılan hikâyesine dönen dava dosyası, “bombaydı”, “değildi”, “gaz sıkışmasıydı”, “değildi”, “Pınar’dı”, “değildi” tartışmaları üzerinde dönüp durdu. Bilirkişiler kimi zaman iyi bildiler, kimi zaman bilmezlikten geldiler. Kanıtlar, asparagas haberler, üst üste yayınlanan ve birbirini çürütmeye çalışan raporlar, asılsız, tutarsız iddialar, Filistin askısı, işkence ve yıpratılmaya, soldurulmaya çalışılan hayatlar…
Selek, “üzerimden sembolik bir savaş yürütüyorlar” derken, o dönemde yaşananları da özetliyordu aslında. 1990’lı yıllar aynı zamanda bu topraklarda değişim sancılarının yaşandığı süreçlerdi. Selek davası üzerinden, birilerine gözdağı verildi, parmak sallanarak tehditler edildi. Kardeşlik ve barış lafını ağzına alanlar pişman edilmeye çalışıldı. Konuşma, dokunma, görme, duyma, yanarsın dendi. “Kürt” kelimesi duyulur duyulmaz, birilerinin duyargaları açılıyor, öfke mekanizması harekete geçiyor, bir anda bombalar patlıyor, “faili meçhuller” yaşanıyordu. Şehit cenazeleri televizyonlarda verilmeye başlanıyor, bayrağa sarılı tabutlar ekran karşısındakileri daha bir kinlendiriyordu. Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi, Özdemir Sabancı suikastı, Turgut Özal’ın ani ölümü, Susurluk vakası, Ahmet Kaya’ya yapılan saldırılar ve daha yaşanan birçok sıcak çatışmalar…
İşte tam da bu sürecin ortasında Pınar Selek, Kürt halkına yapılan zulmü anlatmak ve haksız savaşın bitirilmesine katkı koyabilmek için bir araştırma yapmaya başlar. Ancak barışa hizmet edecek her olumlu adımın karşısında, yeşil bir üniforma, siyah bir postal ve kanlı bir apolet durur. Barış, kardeşlik ve özgürlük kelimelerinin yükü bu topraklara yıllardır fazlaca ağır gelir. Bir sosyolog olan Pınar Selek, düşmanının zalimliğine karşın kocaman yüreği olan bir insandır. Yalnızca Kürt halkı için ve kirli savaşın bitirilmesi için mücadele etmez. Aynı zamanda sokak çocukları ve ötekileştirilmeye çalışılanlar için “Sokak Sanatçıları Atölyesi”ni kurar. Dava sürecinde bu atölye cephanelik olarak tanımlanır. Bu cephanelikte ise bomba, silah ve patlayıcının dışında her şey mevcuttur: Fırça, boya, renkli kâğıtlar, renkli kalemler, seramik çamuru, kardeşlik, barış ve insanlık… Yani katillerin, zorbaların tam da düşman oldukları asıl gerçekler bulunmaktadır bu atölyede.
TC devleti, toprakları üzerindeki Kürt halkına, hak, hukuk diyene, sosyalistlere, devrimcilere, azınlıklara ve ezilenlere sürekli olarak saldırdı. Kendisi dışındakilere düşman oldu. Haksız savaşın bitirilmemesi için, anaların yüreğini hep yasa boğdu. İşkenceli sorgulardan geçirilen hayatlar, kimi zaman tamir edilemez yaralara belendi. Açılan kuyular, kapatılmaya çalışılsa da gün gibi ortada duruyor. Cumartesi Anneleri inadına evlatlarına ya da en azından evlatlarının cansız bedenlerine ulaşmak için çırpınıyorlar. Kapanıp, ağlayabilecekleri bir mezar bulabilmek için mücadele ediyorlar. Elbet bir gün, yalnızca cinayetler değil aynı zamanda failler de ortaya çıkacaktır. Devlet tüm pisliklerini derinlere gömmeye çalışsa da gerçekler görünmeye devam ediyor. Emir verenler, suçu işleyenler sanık sandalyesine bir gün oturtulacaktır. İşte o zaman hak yerini bulacaktır.
link: Dicle Yeşil, Bir Yılan Hikâyesi: Pınar Selek ve Mısır Çarşısı Davası, 2 Mart 2011, https://marksist.net/node/2593
Demokratik Özerklik Tartışmaları Üzerine
Kitle Ayaklanmalarında İlk Evre Tamamlanırken