Acıların, coşkuların, umutların ve başkaldırının şarkılarını söyledi Ahmet Kaya. Bu topraklarda doğmuş ve bu coğrafyanın egemenleri tarafından aforoz edilmiş pek çok değerli insan gibi o da 10 yıl önce sürgünde hayatını kaybetti.
Bir Kürt işçi ailesinin beşinci çocuğudur Ahmet Kaya. Babası Sümerbank işçisidir. Kendisi de 30 yaşına kadar yoksul bir hayat sürmüştü. 1985’te çıkan ilk kaseti “Ağlama Bebeğim” idi.
Ağlama bebek, ağlama sen de / Umut sende yarın sende. / Yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye, / Bu suskunluk, bu durgunluk, sıkıntın niye? / Çok uzakta öyle bir yer var / O yerlerde mutluluklar / Paylaşılmaya hazır / Bir hayat var.
12 Eylül tutsakları Ahmet Kaya’nın sazının tellerinde kendilerine yer buldu: Dışarıda mevsim baharmış / Gezip dolaşanlar varmış / Günler su gibi akarmış / Geçmiyor günler geçmiyor.
Yine 1985’te “Acılara Tutunmak” kaseti çıktı. Bestelemek üzere seçtiği şiirler “içeriden dışarıya” sesleniyordu. Nevzat Çelik’in 12 Eylül mahkemelerinde idamla yargılanırken yazdığı “Şafak Türküsü” içeriden dışarıya çıkarıldı ve Ahmet Kaya’ya ulaştırıldı. Bu duygu yüklü muhteşem şiir onun sesiyle milyonlara ulaşacaktı. Bir idam mahkûmu asılmayı beklerken devrimci inancını, özlem ve coşkusuna katıp annesiyle vedalaşıyordu:
Ölmek ne garip anne / Artık duvarları kanatırcasına tırnağımla / Şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
Mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım / Baba olamayacağım örneğin (…) Her kavgada ölen benim / Bayrak tutan çarpışan / Her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni.
Özlem benim, kavga benim, aşk benim / Bekle beni anne. / Bir sabah çıkagelirim
Bir sabah anne bir sabah / Acını süpürmek için açtığında kapıyı / Adı başka sesi başka / Nice yaşıtım
Koynunda çiçekler / Çiçekler içinde yeni bir ülke getirirler.
12 Eylül toplumu sindirmişti. Mücadeleci bir kuşak gündelik yaşamın akışına teslim olmaya başlamıştı. Örgütsüzlük ve yenilginin getirdiği yorgun ruh hali birkaç yıl öncesinin mücadeleci insanlarını çürütüyordu. İşte böyle bir dönemde, 1987 yılında “Yorgun Demokrat” albümü çıktı piyasaya. Şarkı, çaresizce geçmişine sırt çeviren, geçim derdine düşmüş bir kuşağın anılarını canlandırıyordu. Köşelerine çekilen 70 kuşağını “susma artık yorgun demokrat” diye seslenerek yeniden mücadeleye davet ediyordu:
Bu yolda dönenler oldu / Mum gibi sönenler oldu / Yar göğsüne baş koymadan vurulup düşenler oldu / Bir sen kaldın geride / Ah akıp gidiyor hayat / Yüreğim anlıyor seni / Artık Susma Yorgun Demokrat!
Eski kuşak için vakit geçti belki ama 80’lerin sonunda ve 90’lı yıllarda devrimciliğe gözlerini açanlar, çocuksu vicdanlarında eşitsizliklere ve haksızlıklara karşı öfke duyarken Ahmet Kaya’nın “Başkaldırıyorum” diyen sesinde coşku ve cesaret buluyordu. Onun şarkılarıyla öfkesini haykırıyordu.
Bu arada ülkenin içinde bir başka ülke daha vardı ve orada oluk oluk kan akmaktaydı. Baskılara karşı yükselen Kürt ulusal mücadelesini “İyimser Bir Gül” albümüyle karşılamıştı Ahmet Kaya.
Ahmet Kaya’nın birçok albümü toplatıldı, konserleri iptal edildi. Ama popülerliği hiç azalmadı. Ta ki, şovenist alçaklar sürüsünün mide bulandırıcı linç kampanyası tozu dumana katana kadar.
1999’da Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü alırken bir konuşma yaptı Ahmet Kaya: “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.”
Yatak odalarında haber kovalayan paparazziler, dedikodu yazarları, medyanın cahil ırkçı popçuları, Ahmet Kaya’ya çatal, bıçak, ellerine ne geçtiyse fırlattılar. Dönem “Kürt” diyeni linç etme dönemiydi. Devlet, psikolojik savaşın hedef tahtasına Kaya’yı oturtmuştu. Saldırı kampanyasının baş aktörü ise burjuva medya idi. Linç girişiminden iki gün sonra fotomontaj bir Kürdistan haritası önünde Ahmet Kaya resimleri Hürriyet’in manşetindeydi. Ahmet Kaya’yı bitirmek için yalan haber üretiliyor, sahte deliller yaratılıyordu. Hürriyet’te “Vay Şerefsiz” manşeti altında Fatih Altaylı şöyle yazıyordu: “Ahmet Kaya yalancı haysiyetsizin biridir. Avantayı nereden bulursa ona göre bağırır. Bugün PKK’nın para dağıttığını görünce PKK’lı, yarın travestiler dağıtsın onlardan...”
Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi ise şöyle yazmıştı: “Ahmet Kaya, hançeresinden çıkan sesin ona para kazandırmasından başka, insan olarak hiçbir artısı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip, türkü söylemeseydi kötü bir bar fedaisi olurdu.”
Akşam gazetesinde Emin Pazarcı “Şerefsiz Ahmet” diye başlık attı yazısına. Ahmet Kaya’nın “Saza Niye Gelmedin” şarkısının sözlerini alıntılıyor ve şöyle yorumluyordu: “Oralarda saza ve söze kadın gitmez. Demek ki, Ahmet Kaya’nın şarkısında hasret duyduğu insan bir erkek. Sanat diye yaptığı iş homoseksüellik ilanı. Peki, kimler kış yatıp, yaz uyanır, malum, balı ve armudu seven ayılar. Bu sözler de Kaya’nın ayılığının ilanı.”
Ahmet Kaya linç kampanyası yüzünden yurt dışına çıktı. DGM’de açılan davalarda 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Ahmet Kaya’ya karşı bir avuç zibidinin gerçekleştirdiği aşağılık saldırı linç kampanyasına dönmeliydi ki Kürt halkının acılarını teşhir etmeye yeltenenler başlarına gelebilecekleri görsün! Evet, amaç buydu. Ahmet Kaya yurt dışında henüz 43 yaşındayken kahrından öldü. Onu psikolojik harp uzmanı ırkçı şoven medya kalemşorları öldürdü. Beyaz Türkler, hem Kürt olduğu için hem de halkın içinden gelen biri olduğu için aşağılamaya çalıştılar onu.
O şarkılarında yoksul emekçilerin diliyle konuşurdu; puşta puşt, şerefsize şerefsiz derdi. Bahsettiklerinin kimler olduğunu biz gayet iyi biliyoruz. Onlar bizim sınıf düşmanlarımızdır!
link: Sefaköy'den bir işçi, O Mahur Beste Çalar!, 12 Aralık 2010, https://marksist.net/node/2539
Bir Burjuva Liberalinden Marksizm “Eleştirisi”
Sermayenin Yeni Popülist Alternatifleri