DİSK’in yönetimine CHP’lilerin hâkim olmasını izleyen dönemde, önceki sloganların terk edilmesi dışında DİSK’in politikalarında ve sürdürdüğü mücadelelerde, başlangıçta köklü bir değişiklik yaşanmadı. Ekonomik koşulların ağırlaşması, sosyalist hareketin yarattığı basınç, tabandaki işçilerin militanlaşma düzeyinin yüksekliği ve bunlarla birlikte faşist saldırıların yaygınlaşması nedeniyle 1978-80 döneminde de DİSK’in yeni yöneticileri diğer sendika konfederasyonlarına kıyasla daha mücadeleci bir anlayışı sürdürmek durumunda kaldılar. Söylemlerinde sosyalizm vurgusunu da hiç eksik etmediler. Örneğin Milliyet gazetesi genel yayın müdürü Abdi İpekçi’nin DİSK genel başkanı Abdullah Baştürk ile yaptığı ve 16 Ocak 1978 tarihinde yayınladığı bir röportajda DİSK genel başkanı şöyle diyordu: “DİSK, sosyalist bir örgüttür. Yani ideolojik yönü belirlenmiş, kendi yetkili karar organlarında saptanmış bir örgüttür... CHP’nin üst düzeydeki yönetimi de, milletvekili seçildiğim seçim çevreleri de, parlamento içinde birbirimizi tanıyan milletvekilleri de ve partinin pek çok yönetici kademeleri de benim bir sosyalist olduğumu bilirler idi.”
DİSK, Baştürk’ün genel başkanlığı sırasında da, işçilerin gözünde sahip olduğu itibarı büyük ölçüde korudu. 1978-80 dönemini DİSK, geçmiş yıllara oranla daha hareketli geçirdi. 1978 yılı içinde DİSK’e bağlı 27 sendikanın yaklaşık 31 bin üyesi 130’u aşkın işyerinde greve çıkacak ya da yasalar gereği grev prosedürünü yerine getiremedikleri için gayri resmi grev yani “direniş” yoluna başvuracaktı.
1978 yılı içerisinde DİSK’in gerçekleştirdiği ilk büyük eylem “20 Mart Faşizme İhtar Eylemi” oldu. Burjuva devletin yönlendirmesindeki faşistlerin, 16 Mart 1978’de, İstanbul Üniversitesinden çıkmakta olan öğrencilere bombalı saldırısı sonucunda 7 devrimci öğrencinin ölümüne DİSK’in tepkisi gecikmedi. DİSK ertesi gün yaptığı açıklama ile faşist saldırı ve cinayetleri protesto için 2 saatlik iş bırakma eyleminde bulunacağını açıkladı. 500 bin bildiri, 250 bin DİSK’in Sesi gazetesi ile kararı hızla tabanına ileten ve diğer kitle örgütlerini harekete geçiren DİSK, gazete ilanları ile üyelerini Faşizme İhtar Eylemine katılmaya çağırdı.
DİSK’in çağrısını TÖB-DER, TMMOB, Türk Tabipler Birliği, TÜTED, TÜMAS, İstanbul Barosu başta olmak üzere çok sayıda meslek ve kitle örgütü de destekledi. Türk-İş’e bağlı ve bağımsız çok sayıda sendika üyesi de Faşizme İhtar Eylemine katıldı. 20 Mart 1978’de saat 8:00-10:00 arasında Türkiye’nin dört bir yanında şalterler indi, makineler sustu. Birçok ilde elektrik ve su kesildi, trafik kilitlendi, radyolar sustu, okullarda ders verilmedi, avukatlar mahkemelere girmedi. Yaklaşık l milyon dolayında insanın katıldığı ve bir “genel grev”in pek çok özelliğini taşıyan bu eylem o güne kadarki işçi katılımı açısından en büyük eylem olmuştu. DİSK’in bu eylemini burjuva basın “ihtilal provası”, Türk-İş üst yönetimi “işçiler üzerinde oynanan oyun” olarak tanımlarken, en sert tepkiyi CHP genel başkanı ve başbakan Bülent Ecevit gösterdi. Eylemi yasadışı ilan etti ve eyleme katılan işçileri işten atmakla tehdit etti.
Burjuvazinin işçi sınıfı hareketinin yükselen militanlığından ürkmesiyle başlattığı faşist seferberliğe karşı DİSK’in ortaya koyduğu bu tavır çok önemliydi. Ancak hedef olarak karşısına burjuva devleti değil yalnızca MHP’li faşistleri koyması yüzünden de eksikti. Elbette bu eksikliğin, sendikal bir örgütlülüğün tek başına ortaya koyabileceği bir perspektifle aşılması beklenemezdi.
Faşist saldırılar tüm ülkede DİSK’i de daha fazla hedef alacak biçimde artmaya devam etti. DİSK’in Tekstil sendikasının Beyoğlu şube binası Nisan ayında bombalandı. Binada ağır hasar meydana geldi. Bir grup MHP ve AP militanı DİSK İlerici Deri-İş sendikasının Kazlıçeşme şube binasına saldırdı ve binayı kurşun yağmuruna tuttu. Bu ortam içerisinde DİSK, bir yıl önce burjuvazi tarafından kana bulanan 1 Mayıs alanına tekrar çıkmak için de hazırlıklarını büyük bir titizlikle sürdürüyordu.
l Mayıs 1978 yüz binlerce işçinin, emekçinin ve devrimcinin l Mayıs Alanını (Taksim Meydanı) doldurmasıyla coşku ile kutlandı. Kutlamaya Türk-İş üyesi Hava-İş ve Petrol-İş sendikaları da katıldı. Mitingde başta Maden-İş olmak üzere çeşitli sendika kortejlerinde açılan TKP’ye özgürlük pankartları ve bu doğrultuda atılan sloganlar, daha sonra DİSK içinde bir krize yol açacak ve bu sendikalar CHP’li DİSK yönetimi tarafından ihraç edileceklerdi. Bu 1 Mayıs’ta, bir yıl önceki katliama inat, coşku yüksek görünse de, işçi sınıfı hareketinin geri çekilme dönemine girmesinin belirtileri de kendini ortaya koyuyordu. İşçi sınıfının mitinge katılımı bir yıl öncesine nazaran azalmıştı. Nitekim bu 1 Mayıs, işçi kitlelerinin 1 Mayıs Alanında birlikte kutladıkları son 1 Mayıs olacaktı.
Yine de militan eylemlilikler DİSK’in militan işçilerince ortaya konmaya devam etti. Mersin’de kurulu Soda Sanayi A.Ş.’de örgütlenen DİSK/Petkim-İş üyesi işçilerin mücadeleleri buna örnektir. Soda sanayi işçilerinin 140 gün süren ve çeşitli baskılarla sindirilmeye çalışılan grevi, Bakanlar Kurulu kararıyla önce otuz, daha sonra altmış gün ertelenmişti. Erteleme süresinin dolmasına on gün kala işveren işçilerle birlikte teknisyenleri de kapsayan bir lokavt ilan etti. Sendikanın yaptığı itirazların ardından işverenin bu lokavt kararı mahkeme tarafından da yasadışı sayıldı. DİSK yönetimi yapılan yasadışı uygulamaların düzeltilmesi için Başbakan Bülent Ecevit’e bir mektup gönderdi. Bu mektubun da sonuç vermemesi üzerine Mersin’de binlerce işçinin katıldığı bir miting yapıldı. Bu mitingle yetinmeyen işçiler seslerini duyurmak amacıyla Mersin’den Ankara’ya uzanan bir yürüyüş yapma kararı aldılar. Mersin Valiliğinin engelleme girişimlerine karşın işçiler 21 Haziranda yürüyüşü başlattılar. İşçilerin Ankara’ya girmesine izin verilmedi. Soda işçileri on beş gün boyunca Gölbaşı’nda bekletildi.
İşçilerin bu eylemleri Ecevit hükümetini huzursuz ediyordu. 1977 seçimlerinde işçi sınıfı örgütlerinden aldığı belirgin destekle iktidara gelen CHP, DİSK yönetimine yerleşmişse de henüz örgütü tam olarak denetleyecek bir durumda değildi. Bu yüzden CHP hükümeti DİSK’li devrimci kadroları ve öncü işçileri terbiye edecek girişimlerini hayata geçirmeye başladı. Bunlardan ilki DİSK’i karşısına alarak, 20 Temmuz 1978’de Türk-İş’le imzaladığı “Toplumsal Anlaşma”ydı. “Ülke ekonomisi gerçekleri ile bağdaşmayan aşırı istekleri adaletli biçimde önlerken işçi kesiminin kendi içinde de denge ve adalet sağlamayı amaçladığı” belirtilen ve “toplumsal barışın sağlanması ve işçi işveren ilişkilerini gerginleştiren grev ve lokavt olayları yaşanmasına ve dolayısıyla da devletin sürece müdahalesine olanak bırakmamayı” hedefleyen “Toplumsal Anlaşma”, “halkçı” Ecevit tarafından İsveç örnek gösterilerek işçilere yutturulmaya çalışılıyordu. DİSK, işçi ücretlerini dondurmayı amaçlayan ve krizin yükünü işçi ve emekçilere yükleyen bir uzlaşma olduğunu bildirerek, “Toplumsal Anlaşma”yı reddettiğini açıkladı.
DİSK’in bu dönemdeki bir başka olumlu ve önemli yaklaşımı da kamu emekçilerinin örgütlenmesine dair gösterdiği tutumlarda ortaya çıktı. Tüm çalışanların grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkını savunan DİSK, kamu çalışanlarının tek çatı altında toplanması doğrultusunda önemli bir adım attı. DİSK Yönetim Kurulu eğitim emekçilerinin örgütü TÖB-DER’i onur üyesi olarak kabul etti.
DİSK binalarını hedef alan faşist saldırılar bir süre sonra doğrudan DİSK’lilere de yöneldi. Pek çok sendika yöneticisi, işyeri temsilcisi ve militan işçi, ülkücü faşistlerce katledildi, yaralandı, sakat bırakıldı. Faşist saldırılar elbette DİSK’lilerle sınırlı değildi. Tüm sosyalist ve devrimciler bu saldırıların hedefi durumundayken, çok sayıda ilerici ve demokrat aydın da bu tür saldırılarla katlediliyordu. Bir süre sonra sıradan olaylar haline gelen kahvehane taranması olaylarında da çeşitli illerdeki çok sayıda işçi ve devrimci, faşistlerce öldürüldü. Faşist terör işçi hareketini ve devrimci mücadeleyi ezmek için burjuvazi tarafından adım adım tırmandırılıyordu.
Bu adımlar burjuva devleti sonunda kitle katliamlarını başlatma noktasına da götürdü. Kontr-gerilla tarafından organize edilen bu katliamlar, MHP’li faşistler eliyle hayata geçiriliyordu. 1978 Aralık ayının sonunda devlet destekli faşistler Kahramanmaraş’ı kan gölüne çevirdi. “Maraş Katliamı” olarak anılan olaylarda ana rahmindeki bebeklerden yetmişini aşkın yaşlılara varıncaya kadar yüzlerce insan hunharca katledildi. Evler, işyerleri yakıldı. Burjuvazinin polislerinin uzaktan seyrettiği katliam sırasında yaralananların toplandığı hastane faşist caniler tarafından basıldı, yaralılar bile dövüldü. Bunun üzerine burjuvazi aradığı fırsatı buldu ve hükümet 13 ilde sıkıyönetim ilan etti.
DİSK Kahramanmaraş katliamını ve o güne dek öldürülen insanları anmak ve faşizmi lanetlemek için 5 Ocak 1979 günü işçileri saat 11’de 5 dakikalık saygı duruşuna çağıracaktı. 5 Ocak Faşizmi Lanetleme Eylemine TÖB-DER, TMMOB, TÜTED, TÜMÖD üyeleri ve üniversite öğrencileri de katıldı. Yüz binlerce emekçinin katıldığı bu eylem her ne kadar geniş kesimler üzerinde etkili olmuşsa da “20 Mart Faşizme İhtar Eylemi”ni daha ileriye taşıyamamış, aksine gerisine düşmüştür. Faşist yükseliş burjuvazi tarafından 12 Eylül’e doğru ilerletilirken, ne yazık ki, bu katliamlar söz konusu olduğunda bile genel grev gibi güçlü eylemlerle burjuvazinin karşısına çıkılamamıştır.
Maraş’tan 12 Eylül’e
Faşist hareket hızla yükseltilirken, DİSK yönetimi de DİSK’in militan kesimlerini kontrol altına alma çabasını arttırdı. DİSK Onur Kurulu 15 Mart 1979’da çeşitli çalışmalarda DİSK disiplinine uymadıkları iddiasıyla Yeraltı Maden-İş’i 4 ay, Maden-İş, Baysen ve Banksen sendikalarını ise l yıl süreyle DİSK’ten ihraç etti. Bu geçici ihraç kararı DİSK içinde önemli tartışmaları da beraberinde getirmişti. Kemal Türkler ve başkanı olduğu Maden-İş, DİSK’in kuruluşunun hemen öncesinde Türk-İş’te maruz kaldıkları durumu bir yönüyle yine yaşıyorlardı. Ancak bu durum DİSK’ten kopmayı beraberinde getirmeyecek, ihraç sürelerini tamamlayan sendikalar yeniden DİSK üyeliğine kabul edileceklerdi.
Siyaset alanı iyice ısınıyor, burjuvazi işçi sınıfına saldırılarını giderek arttırıyordu. Bu koşullar içinde Ecevit hükümeti l Mayıs 1979’un Taksim Meydanında kutlanmasına izin vermedi. DİSK Başkanlar Konseyi “DİSK yönetimi ve bağlı sendikalarımızın başkan ve yöneticilerinin l Mayıs 1979’da l Mayıs Alanında olacağı” açıklaması yapınca da DİSK Genel Merkezi polis tarafından basıldı ve l Mayıs afişlerine ve gazetelerine el kondu. DİSK genel başkanı Abdullah Baştürk ve Yürütme Kurulu üyeleri gözaltına alındı ve l Mayıs günü için sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Burjuvazi sınıf mücadelesinin barometrelerinden biri olan 1 Mayıs için kararlılığını tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu. DİSK başkanı Baştürk ise bir mesaj yayınlayarak “tüm İstanbul l Mayıs Alanıdır” diyordu. Sokağa çıkma yasağına rağmen l Mayıs 1979 günü çok sayıda işçi ve devrimci İstanbul’un çeşitli yerlerinde l Mayıs’ı kutladı. DİSK’in geçici olarak ihraç ettiği Maden-İş, Banksen ve Baysen sendikaları ise l Mayıs’ı izinli olarak İzmir’de kutladılar. Burjuvazi işçi sınıfının gücünü ve kararlılığını sürekli tartıyor ve bulduğu her zayıf noktanın üzerine gidiyordu.
Fabrikalarda da silahlı faşist çeteler terör estirmeye devam ediyordu. DİSK/Aster-İş Onur Kurulu üyesi ve Taşkızak Tersanesi işçisi Atilla Can 24 Şubatta evine giderken uğradığı silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitirmişti. Tek Gıda-İş’ten DİSK’e bağlı Gıda-İş’e geçmeye çalışan Tekel işçilerine ise yıl boyunca saldırılar yapıldı. Ocak ayında Cevizli Sigara Fabrikası işçisi Muammer Kuran faşistlerce pusuya düşürülüp katledildi. 31 Mayısta tekel işçisi Hamit Akyıldırım evine giderken öldürüldü. Bunun üzerine 6 bin Tekel işçisi cinayetleri ve saldırıları protesto etmek için iş bıraktı. Ancak 21 Aralıkta Gıda-İş işyeri temsilcisi Sebahattin Çakmak da katledildi. 20 bin Tekel işçisi kararlılıklarını gösteren eylem ve direnişlerle ne faşistlere ne de sarı sendikalara boyun eğmeyeceklerini ortaya koyacaklardı. Ne var ki, sosyalist solun bölünmüşlüğü ve faşist saldırılara karşı yekvücut olmuş tutarlı bir karşı koyuş sergileyememesi nedeniyle, devrimci örgütlere işçilerin güveni, dolayısıyla desteği de giderek azalıyor ve emekçi kitleler giderek pasifize olmaya başlıyordu.
Devlet destekli faşist saldırılar kitleleri yıldırmak ve pasifize etmek üzere giderek tırmandırılmasına rağmen, DİSK yönetimi iktidardaki CHP’yi desteklemeye devam ediyordu. Nitekim 14 Ekimde gerçekleştirilecek ara seçimlere ilişkin takınılacak tavrı belirlemek için 3 Ekimde yapılan toplantı sonucunda DİSK Yönetim Kurulu şu açıklamayı yapacaktı: “Yerli ve yabancı sermaye çevreleri faşizmi tırmandırmak ve seçimlerden sonra ülkeyi faşizmin kanlı karanlığına boğmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Çeşitli ara rejim söylentileri ve bunu desteklemek üzere verilen paralı ilanlar, bakan istifaları ve faşist anarşinin akıl almaz boyutlara çıkarılması, bunun araçları ve kanıtlarıdır…14 Ekim seçimlerinde faşizm, bunun yandaşı partiler (MHP, CGP, AP, MSP) mutlak yenilmeli ve geri itilmelidir… Bütün bu koşulları göz önünde tutan DİSK Yönetim Kurulu, 14 Ekim seçimlerinde: 1. Tabanının (gövdesinin) ilerici, demokrat unsurlardan oluşması nedeniyle, faşizme karşı mücadelede önemli görevler yapabilecek olan CHP’ye oy verilerek desteklenmesini 2. İşçi sınıfımızı, emekçi halkımızı kucaklayan siyasal örgütlenmenin henüz var olmadığının bilincinde olarak, sosyalist, ilerici tüm partilerin adaylarına da oy verilerek güç katılmasının faşizmle mücadele ilkesine ters düşmeyeceğini, kamuoyuna duyurmaya karar vermiştir.”
DİSK, 1973 sonrasında üyesi olan belediye, banka ve bazı kamu sektörü işçileriyle birlikte 1979’da artık Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar örgütlenmişti ama DİSK’in militan işçi kitlesi, Bolşevik bir partinin olmadığı koşullarda, içine sokulduğu burjuva çözümler batağından bir türlü kurtulamıyordu.
1980 yılı içinde ise grevler dışında en önemli işçi eylemleri TARİŞ ve Antbirlik direnişleri oldu. MC iktidarları sırasında tarım satış kooperatifi birliklerine çok sayıda MHP militanının işçi olarak yerleştirilmek istenmesi çeşitli olaylara yol açmıştı. 1979 ara seçimlerini izleyen Demirel azınlık iktidarının kurulmasından sonra da aynı olaylar yaşandı. 1979 sonunda TARİŞ’te işçi çıkarmalar başladı. Ardından MHP’li militanları toplu sözleşme ve yasa hükümlerine aykırı olarak işe almak isteyen Genel Müdürlük 22 Ocak 1980’de “arama” adı altında bir polis operasyonu gerçekleştirdi. Jandarma desteğinde panzerler TARİŞ’e girdi. İşçilere ateş açıldı. İplik işçileri başta olmak üzere TARİŞ işçileri 22 Ocakta direnişe geçtiler. İzmir’de Çimentepe ve Gültepe gibi gecekondu bölgelerinde halk sokağa döküldü. Ege Üniversitesi öğrencileri, üniversiteyi işgal ederek, TARİŞ işçileriyle dayanışma içinde olduklarını ve güvenlik kuvvetlerinin tavrını protesto ettiklerini bildirdiler. TARİŞ direnişini kırmak için fabrika polis ve askerlerce kuşatıldı. Fabrikaya yönelik saldırılarda atölyeler tahrip oldu, işçiler yaralandı. Bu saldırı ülke çapında yapılan gösterilerle protesto edildi. 25 Ocakta DİSK’in aldığı karar doğrultusunda İzmir’de iki saatlik iş bırakma eylemi çok geniş katılımla ve büyük bir disiplin içinde gerçekleştirildi. 26 Ocakta TARİŞ işçileriyle dayanışma amacıyla İzmir’de “İşçi Kıyımına, Zamlara, Pahalılığa, Sürgünlere, Anti-Demokratik Baskı ve Uygulamalara, Faşist Saldırılara Karşı Demokrasi Mitingi ve Yürüyüşü” yapıldı.
Gelişen protestoların önünü alamayan iktidar, halkın tepkisini bastırmak amacıyla TARİŞ işçilerinin oturduğu mahallelere yönelik geniş bir operasyon başlattı, ancak halkın direnişiyle karşılaştı. DİSK yöneticilerinin araya girmesi ile 31 Ocakta direniş kaldırıldı. Fabrikaları boşaltmadan üretime devam etmek isteyen işçiler kısa bir süre sonra yeniden direnişe geçtiler. 7 Şubatta polis operasyonu yeniden başladı. 3 saat süren bir çatışma oldu. Polis fabrikayı boşaltarak yaklaşık 700 işçiyi Alsancak Stadyumuna götürdü. Bu arada iplik ünitesini boşaltmak isteyen polis ve jandarma Çiğli-Çimentepe halkının barikatıyla karşılaştı. Gültepe ve Altındağ’da halk protesto eylemleri düzenlerken, DİSK üyesi diğer işçiler de bir günlük direnişe geçtiler. Gültepe’de Belediye Başkanı ile birlikte 400 kişi gözaltına alındı. Yağ kombinası işçilerle polis arasında bir kere daha el değiştirdi. İplik fabrikası işçileri barikatlar kurarak “TARİŞ’te faşistlere yer yok” sloganı ile direnmeye devam etti. 14 Şubat günü iplik fabrikası karadan ve havadan sarıldı. Anonslar sonunda işçiler dışarıya çıktı. 270 kişi gözaltına alınarak Karşıyaka Stadyumuna götürüldü. Daha sonra 200 dolayında işçiye dava açıldı.
TARİŞ’te gerçekleştirilen operasyonların benzerleri Çukobirlik ve Antbirlik’te de tekrarlanmak istendi. Antbirlik’te polisin bir saldırı ile Genel Müdürlük binasını tahrip ederek ele geçirmesi işçilerin direnişi ile karşılanacaktı. 8 Şubatta Antalya’da tüm işçiler, direnen Antbirlik işçileri ile dayanışma içinde olduklarını göstermek için 2 saatlik iş bırakma eylemine giriştiler. Bu önemli direnişler, burjuvazinin tüm yıldırma çabalarına karşın işçi sınıfının direncinin kırılamadığının somut göstergeleriydi.
Diğer taraftan, metal işkolunda 107 işyerinde çalışan 25 bin işçi adına sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinin uyuşmazlıkla noktalanmasıyla Maden-İş 13 Marttan itibaren kademeli olarak grev başlatacaktı. Aynı gün Netaş işçisi Mustafa Benlioğlu ise Otosan fabrikası önünde kurşunlanarak katledilecekti. Ne var ki tüm bu saldırılar işçileri yıldırmaya yetmeyecek ve 19 Marttan itibaren grevdeki işçi sayısı 22 bine ulaşacaktı. Grevler 12 Eylül darbesine dek, hatta bazı işyerlerinde darbenin iki gün sonrasına kadar devam edecekti. İşçilerin militanlığı her şeye rağmen artıyordu. Ancak onları daha ileriye götürecek devrimci bir siyasal önderlikleri yoktu.
DİSK, 1980’de l Mayıs’ın kutlanması için tüm Türkiye’nin l Mayıs Alanı olarak ilan edilmesine, İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon, Bitlis ve Mersin’de de DİSK önderliğinde kutlanmasına karar verdiğini açıkladı. Ancak l Mayıs’a doğru DİSK ve üye sendikalara yoğun baskılar başladı. Ankara’da Dev Maden-Sen ve Yeni Haber-İş sendikaları mühürlendi, İstanbul’da Gıda-İş’e polis baskını yapıldı. CHP genel başkanı Bülent Ecevit Sakarya mitinginde işçileri l Mayıs toplantılarına katılmamaya çağırdı. Olaylar böyle gelişirken, DİSK Yürütme Kurulu kararı gereği DİSK üyeleri 30 Nisan 1980 günü değişik sürelerle iş bırakarak l Mayıs’ı kutladılar. DİSK, l Mayıs 1980’i Danıştay kararıyla izin alabildiği tek yer olan Mersin’de kitlesel biçimde kutlayabildi. 30 Nisan ve onu izleyen günlerde başta DİSK Yürütme Kurulu üyeleri olmak üzere değişik illerde 515 DİSK üyesi gözaltına alındı.
Burjuvazi bir yandan bütün toplumu faşist terörle sindirme operasyonuna devam ederken bir yandan da işçi sınıfı hareketine saldırıyor, her hamlesinde de işçi sınıfının gücünü tartıyordu. Bunun son denemesini, DİSK’in bütün mücadele tarihinin en önemli figürü olan Kemal Türkler’e suikast düzenleyerek gerçekleştirdi. Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de, Merter’deki evinin önünde faşistlerce öldürüldü. 23 Temmuz günü tüm ülkede DİSK üyesi işçilerle bazı bağımsız sendika ve Türk-İş üyelerinin iş bırakarak katıldıkları protesto eylemine yüz binlerce işçi katıldı. Bazı kaynaklar bu eyleme katılan işçilerin sayısını l milyon olarak gösteriyordu. 24 Temmuz günü on binlerce işçi çalışmayı bırakıp DİSK Genel Merkezinde Kemal Türkler’in katafalkı önünde saygı duruşunda bulundular. 25 Temmuz günü DİSK’in düzenlediği yürüyüşe katılan yaklaşık l milyon işçinin eşliğinde Kemal Türkler’in cenazesi Aksaray’dan Topkapı Mezarlığına getirildi. Kemal Türkler’i uğurlarken işçilerin gerçekleştirdiği 25 Temmuz yürüyüşü 12 Eylül 1980 öncesindeki son görkemli işçi eylemiydi. Sıkıyönetimin tüm önleme girişimlerine rağmen 25 Temmuzda yapılan cenaze töreni yüz binlerin katıldığı büyük bir antifaşist gösteriye dönüşmüştü. Ancak faşizmin önüne sadece gösterilerle geçilemezdi.
Gücüne artık iyice güvenen burjuvazinin isteği doğrultusunda, ordu, işçi sınıfını ezmek için 12 Eylül 1980 günü yönetime el koyacaktı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile birlikte DİSK ve DİSK’e bağlı bütün sendikalar kapatıldı, tüm mal varlıklarına el kondu. Binlerce DİSK’li işçi ve yönetici işkenceli sorgulardan geçirildi. DİSK Bursa Bölge Temsilciliği Avukatı Ahmet Hilmi Veziroğlu, gözaltında tutulduğu Bursa Emniyetinin beşinci katından atılarak öldürüldü. DİSK üyesi Deri-İş sendikası genel başkanı Kenan Budak ise polis tarafından kurulan bir pusuyla sokak ortasında katledildi. Bu arada DİSK hakkında 78 kişinin idamının istendiği 1477 sanıklı bir dava açılmıştı.
Burjuvazi 12 Mart döneminde hayata geçiremediği özlemlerini nihayet gerçekleştirmiş, mücadeleci işçilerin örgütü olan DİSK’in kolunu kanadını kırmıştı. Bu aynı zamanda Türkiye işçi sınıfı hareketinde mücadeleci bir sendikal anlayışın da uzun süre kafasını kaldıramayacağı bir dönemin açılması anlamına geliyordu.
(devam edecek)
link: Selim Fuat, DİSK Tarihi ve Militan Sınıf Sendikacılığı /3, Eylül 2008, https://marksist.net/node/1874