Dünya genelinde emekçi kitlelerin son yılların en zor koşullarıyla karşı karşıya kaldığı ve tepkisini dile getirdiği “hoşnutsuz” bir yazı geride bıraktık. Hayat pahalılığının fırladığı, özgürlüklerin daha da kısıtlandığı, milyarlarca insanın nefes alamaz hale geldiği bir dünya, bu sorunların katlamalı olarak yaşandığı bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. İçinden çıkamadığı bir krizle debelenen kapitalizm dünyayı kaosa sürüklüyor. Emeğin ve doğanın sömürüsüne dayanan bu düzen, barınmadan ulaşıma, eğitimden sağlığa varana değin en temel ihtiyaçları kâr hırsına kurban ediyor. Sermayenin çıkarları uğruna yaratılan bu kaotik dünyada son dönemde emekçi sınıfların kitlesel isyanlarına sebep olan bir soruna göz atalım: Barınma.
Mesela Hong Kong örneğine bakalım; Çin’e bağlı bu özerk bölge, devasa sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapan, milyonlarca işçinin emeğiyle büyüyen, yüz binlerce insanın “tabut evler” diye bilinen insanlık dışı alanlarda yaşamak zorunda kaldığı bir bölge…[1] Yaşadığımız toplumsal sistemde insanlara sunulan yaşam alanları çağın imkân ve teknolojisiyle ne kadar uyumludur, bu alanların burjuva düzen altındaki gidişatı ne yönedir, bakalım.
Kapitalizmin hızlı bir ilerleme kaydettiği 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında özellikle İngiltere ve Avrupa’da hızlı bir işçileşme oldu. Sanayi bölgelerine yığınlar halinde gelen insanlar sıkışık ve sağlıksız yerlerde kalıyorlardı. Her anlamda yetersiz koşullara sahip emekçilerin birçoğu yemekten tuvalete birçok ihtiyacını ortak alanlarda karşılıyordu. Kolera, tifüs ve tüberküloz gibi hastalıklar işçi sınıfını vuruyordu. Emperyalistlerin çıkarları uğruna milyonların öldüğü Birinci Dünya Savaşı durumu daha da kötüleştirmiş, hayatta kalan milyonlara daha büyük acılar getirmişti. İskoçya’nın Glasgow kenti silah sanayiinin bir parçası haline gelirken, bölgeye akan işçi nüfusunu fırsat bilen mülk sahipleri kirasını ödemeyen işçileri tahliye edip mülklerini daha yüksek fiyattan kiraya veriyorlardı.[2]
1929’a gelindiğinde kapitalizm o güne kadarki en büyük krizini yaşıyordu ve Büyük Buhran korkunç bir yıkım yaratmıştı. Yoksulluk oranı “rüyalar ülkesi” ABD’de sıçramalı bir şekilde yükselmişti. 1933’te ABD’de tam 15 milyon kişi işsizdi, bu işgücünün üçte birine denk düşüyordu. İnsanlar yeterli beslenemiyor, kiralarını ödeyemedikleri için evlerinden çıkarılıyor, insanlık dışı koşullarda bir yaşama itiliyorlardı. Aileler çocuklarına bakamadıkları için bakımevlerine bırakmak hatta satmak zorunda kalıyorlardı. Sadece New York’taki bakımevlerine 20 bin çocuk bırakılmıştı. Emekçiler kıtlık yaşıyordu. Oysa emekçilerin ürettikleri zenginlik ve bolluk orta yerde duruyordu.[3] Barınma sorunu 1930’larda, Kıta Avrupa’sında da kendini göstermişti. Dönemin sanayi merkezlerinden biri olan Barselona birinci emperyalist paylaşım savaşından sonraki süreçte büyük bir işçi göçü almıştı. Kentin etrafı gecekondularla dolmuştu, işçiler suyu bile olmayan bu evlerde kalmak zorundaydı. Buna rağmen kiralarda yüzde 150’ye varan artışlar olmuştu.[4]
İkinci Dünya Savaşıyla insanlığa ve doğaya bir kez daha türlü acılar yaşatan burjuva düzenin temsilcileri, sonrasında devrim korkusundan dolayı işçi sınıfına daha fazla taviz verdiler. “Sosyal devlet” uygulamaları adı altında eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi alanlarda kamu hizmetleri arttırıldı. Ancak 1980’lerin başında neo-liberal saldırıları başlatan burjuvazi, Sovyetler Birliği’nin çöktüğü dönemde saldırılarını hızlandırdı. Bu dönemde konut sorunu daha da büyüdü.
Mesela 1989’da Japonya’nın Tokyo şehrinde bir taşınmazın metrekare birim fiyatı akıl almaz bir rakam olan 300 bin doları bulmuştu. Barınma büyük bir sorun haline gelmiş, bu en temel ihtiyacını karşılayabilen ve karşılayamayan insanlar arasındaki uçurum fazlasıyla büyümüştü. Ne var ki sistemin bu balonu 1990’larda patlamış, taşınmazlarda yüzde 99’lara varan değer kayıpları yaşanmıştı.
2008’e gelindiğinde ise kapitalist sistem yine büyük bir krizle sarsıldı. Piyasa balonu bir kez daha patladı. İnşaat, gayrimenkul ve bunlara dayalı menkul kıymet yatırımlarının yoğun olduğu ülkelerde krizin etkisi yoğun biçimde hissedildi. Borcunu ödeyemeyen 10 milyon civarında insanın evine el konuldu. İflaslar art arda geldi. 200 milyar dolar, piyasa denilen canavar tarafından buharlaştırıldı.
Mücadele ile barınanlar
Barınma sorunu emekçi sınıfların sorunudur. Tarih bize işçi sınıfının barınma hakkı için mücadele ettiği ve kazanımlar elde ettiği pek çok örnek sunmaktadır. 1915’te, Dünya Savaşının ortasında, Glasgow’da işçi örgütlerinin öncülük ettiği barınma komiteleri, yerel savunma komiteleri ve dayanışma ağları kira artışı ve tahliyelere karşı mücadele yürütmüş, emekçi kadınların örgütlediği kampanya güçlü bir kira grevine dönüşmüştü. Fabrika ve tersanelerdeki erkek işçileri de kapsayan bu mücadele on binlerce işçinin haklı talebini temsil ediyordu ve neticesinde hükümet kiraları 1914 seviyesinde donduran ve mülk sahiplerine çeşitli kısıtlamalar getiren bir yasa çıkarmak zorunda kalmıştı.[5]
1929 krizinde Amerikan işçi sınıfı işsizlik ve evsizliğe karşı büyük bir mücadele verdi. Komünist Parti işsizleri örgütlemek için kolları sıvamıştı. “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”, “İş ya da İşsizlik Maaşı” sloganlarıyla başlatılan mücadele İşsiz Konseylerinin katılımıyla büyümüştü ve New York, Detroit, Boston, Philadelphia, Cleveland, Chicago ve daha pek çok kentte yüz binlerce kişinin katıldığı İşsizlik Günü Yürüyüşleri organize edilmişti. Verilen mücadele neticesinde işsizlik yardımıyla ilgili bir yasa çıkmıştı. İşsiz Konseyleri aracılığıyla yerelde örgütlenen emekçiler evlerinden çıkarılan ve eşyaları dışarı atılan kişilerin yardımına koşuyordu. Oluşturulan İşçi Dayanışması grupları, boşaltılan evlerin eşyalarını tekrardan içeri taşıyorlardı. 1932’de sadece New York’ta 77 bin aile bu sayede evlerine dönmüştü.[6]
Benzer bir durum, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası İngiltere’de de kendisini göstermişti. Savaşla birlikte 200 binden fazla ev ya yıkılmış ya da oturulamaz hale gelmişti. Büyük bir konut krizi söz konusuydu. Yıllarca konut bekleme sıralarında umut tüketen emekçiler, nihayet askeri tesislerden okullara, otellerden stadyumlara varıncaya kadar boş buldukları her alana yerleşmeye başladılar. Resmi açıklamalara göre 1946 yılının Eylül ayında 1100 kampa 45 bin kişi yerleşmişti. Kamplarda hızla komünler oluşturulmuş, ortak yemek pişirme, çamaşır yıkama ve kreş tesisleri kurulmuştu. Ne yaparsa yapsın bu hareketin önüne geçemeyen hükümet, barınma alanında pek çok taviz vermek zorunda kalmıştı.
Her bir dönemeçte içine itildiği zorluklardan çıkmak için mücadeleye sarılmış olan işçi sınıfı, elde ettiği her kazanımı da bu yolla kendi tarihine mal etmiştir. Nitekim 20. yüzyılda ellerinden alınan barınma hakkını mücadeleyle kazanan işçi sınıfının bugünkü evlatları da aynı yoldan geçiyor. Almanya’dan Hollanda’ya, İngiltere’den Amerika’ya sistemin kapitalist kalbi konumundaki ülkelerde son yıllarda yüz binlerin katıldığı kira grevleri gerçekleştirilmiştir. Egemenler evden atmaları yasaklayan yasalar çıkarmak, kira yardımı yapmak, emlak şirketlerinin kamulaştırılması için referanduma gitmek gibi kapitalist işleyişe ters adımlar atmak zorunda bırakılmıştır.
Bugün neredeyiz?
Engels 1872’de kaleme aldığı “Konut Sorunu” adlı eserinde “Büyük modern kentlerimizde işçilerin ve küçük-burjuvazinin bir kısmının sıkıntısını çektiği konut darlığı, günümüzdeki kapitalist üretim biçimi sonucu ortaya çıkan sayısız daha küçük, ikincil kötülüklerden biridir” sözleriyle ortaya koyar. Barınma sorununun sistemsel olduğunu vurgular. Yazılı tarihi sınıfların savaşı olarak tanımlayan Marx’ın şu sözleri de burjuva düzenin işçi sınıfı için ne demek olduğunu açıkça özetler: “Saraylar, ama işçi için inler üretir. Güzellik, ama işçi için solup sararma üretir. Emeğin yerine makineleri geçirir, ama işçilerin bir bölümünü barbar bir çalışma içine atar ve öbür bölümünü de makine durumuna getirir. Us ama işçi için budalalık, aptallık üretir.”
2019 yılında ABD merkezli bir kuruluşun yaptığı çalışma, konut fiyatları ve gelirler açısından değerlendirmeye tabi tutulan 200 şehirden yüzde 90’ının yaşamak için çok pahalı olduğunu ortaya koymuştur. Birçok ülkede konut fiyatları fırlarken işçilerin ücretlerine aynı oranda zam yapılmamıştır.
Egemenlerin yoksullaşmayı tırmandıran politikaları altında emekçiler barınma sorununu daha yakıcı biçimde yaşıyor. Almanya’daki şehirlerin çoğunda düşük gelirli kiracılar gelirlerinin daha büyük bir bölümünü, yüksek ücretlilere göre ortalama yüzde 30 daha fazlasını kiraya ayırıyorlar. ABD’de konut fiyatlarındaki artış oranı Büyük Buhran dönemini geçmiş durumda. Arjantin’de 10 milyon kişi yani nüfusun yüzde 20’si konut sorunu yaşıyor. Kanada’da ev fiyatları 2015’ten beri yüzde 70 arttı. Kiraların ve ev fiyatlarının astronomik ölçüde arttığı son yıllarda Türkiye’de de barınma sorunu milyonlarca emekçinin en yakıcı sorunlarından biri haline geldi. Nitekim 2021’de pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de “barınamıyoruz” sesleri yükselmiş, devlet yurtlarında yer bulamayan üniversite öğrencileri fahiş ev kiraları ve özel yurt ücretleri karşısında pek çok büyük kentte eylemler gerçekleştirmişti.[7] Rejim ise öğrencilerin barınma hakkı için mücadele etmesinin önüne geçmek üzere geçtiğimiz Ağustos ayında pek çok “güvenlik tedbiri” almış, sopa göstermişti. Ancak ne derler? Güneş balçıkla sıvanmaz.
Bir avuç insanın elinde on binlerce konut varken milyonların başını sokacak yer bulamadığı bir sistem kapitalizm. Dünyanın birçok şehrinde mevcut konut stokunun ihtiyacı karşılamaya yeteceği biliniyor. Ancak elbette özel mülkiyet engeli burada da karşımıza çıkıyor. Yukarıda sözlerini aktardığımız işçi sınıfının önderleri barınma sorunu gibi birçok sorunu doğuranın kapitalist sistem olduğunu vurgulamışlardır. Bu akıl dışı sistemden kurtuluşu ve insanca bir yaşamın yollarını açacak mücadeleyi de göstermişlerdir. Tarihe Marksist yöntemle bakan işçiler olarak her şeyin kâr için üretildiği bu düzen yıkılmadan barınma sorununun da sonu gelmeyen toplumsal sorunlarımızın da çözülmeyeceğini biliyoruz!
[1] MT okuru bir sağlık işçisi, Hong Kong’un Tabut Evleri!, 15 Kasım 2017
[3] İlkay Meriç, 1929 Krizinde Amerikan İşçi Sınıfı: “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”, Kasım 2018
[4] İlkay Meriç, Dünden Bugüne Kira Grevleri, 28 Ekim 2021
[6] İlkay Meriç, 1929 Krizinde Amerikan İşçi Sınıfı: “Mücadele Et, Açlıktan Ölme”, Kasım 2018
[7] Aylin Dinç, Büyüyen Sorunlara Bir Yenisi Daha Eklendi: Kira ve Barınma Sorunu, Ekim 2021
link: Engin Yüksel, Barınma Hakkı Bir Mücadele Konusudur!, 8 Aralık 2022, https://marksist.net/node/7810
Umudu Büyüt