Sendikalar, siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri ve çeşitli siyasi dergilerden oluşan yaklaşık 150 bileşenli Koordinasyonunun düzenlediği Irak’ta Savaşa Hayır mitingi 1 Aralıkta İstanbul’da gerçekleştirildi. Mitinge yaklaşık 20 bin kişi katıldı. Yanı başında çıkacak bir savaş tehlikesiyle burun buruna olan bir ülke için katılım oldukça düşüktü. Yapılan çeşitli anketlerde halkın %80-90 gibi büyük bir çoğunluğunun savaşa karşı olduğunu belirttiği düşünüldüğünde ve 1 Mayıs mitingine 100 bin kişinin katıldığı dikkate alındığında, bu sayının çok düşük olduğu bir kez daha görülecektir.
Organizasyon komitesini Emek Platformunun, yani sendikaların oluşturduğu mitingde, sendikalar neredeyse hiç yoktular. Daha baştan yasak savmacı bir tutum içinde olan sendikalar, katılım doğrultusunda hiçbir çalışma yürütmediler. Türk-İş’ten en anlamlı katılım 200 kişilik canlı, iyi hazırlanmış ve disiplinli kortejiyle Tez-Koop-İş sendikasınca sağlandı. Petrol-İş 100’e yakın işçiyle mitinge katılırken, geri kalan üç-dört sendika 30’ar kişiyi aşmayan kortejlerle çıktılar alana. Daha önceleri Türk-İş’in katıldığı mitinglerde Konfederasyon kortejinin büyük kısmını oluşturan, Yol-İş, Tes-İş, Tümtis gibi sendikalar ise alanda yoktular. Sendikal hareket içerisinde daha muhalif tutumlar sergilediği iddiasında olan DİSK’in katılımı da, yaklaşık 150 kişilik bir Genel-İş korteji dışında birkaç küçük kortejle sınırlı kaldı. Hak-İş ise tek bir Hak-İş pankartı arkasında yürüyen 40 kişiden ibaretti.
KESK’e bağlı sendikalardan en yüksek katılımı Eğitim-Sen sağladı. İstanbul’un çeşitli şubelerinden ve çevre illerden gelen Eğitim-Sen üyeleri yaklaşık 1000 kişilik bir kortej oluşturmasına rağmen, hazırlıksız, disiplinsiz ve coşkusuz bir görünüm sergiliyorlardı. SES’in katılımı ise çok düşüktü. Mimar ve Mühendis Odaları, Tabipler Odası gibi meslek odaları da toplam 200 kişiyle temsil edildiler mitingde.
Sendikalardaki işçi katılımı bu boyutlardayken, siyasal parti ve örgütlerin katılımı da 1 Mayıs mitingindeki katılımlarının çok altındaydı. Varolan tüm sol partilerin toplam katılımı 10 bini geçmiyordu. Geri kalan kitlenin büyük bir bölümü ise çeşitli siyasi dergi pankartları altında toplandılar. Mitinge katılanların çok büyük bir kısmını, alana Perpa tarafından girenler oluşturuyordu. Sayı olması gerekenin çok altındaysa da, katılımcıların büyük bir çoğunluğunu oluşturan gençler, coşkularını mitinge katmışlardı.
Mitingde öne çıkartılan temalardan biri, “onlara Irak bize yakın” idi. Doğrudur, başta ABD emperyalistleri olmak üzere Irak’ta çıkartılacak bir savaştan çıkarı olan emperyalist güçler, kendi canlarını hiç mi hiç tehlikeye atmaksızın, işçi ve emekçileri birbirlerine boğazlatmaya çalışıyorlar. Bu can yakıcı emperyalist savaş tehlikesi, genelde çeşitli ülkelerin işçilerini, emekçilerini ve genç insanlarını tehdit ederken, Irak’ın burnunun dibindeki Türkiye’de çok daha fazlasıyla yakıcı bir tehdit oluşturuyor. Buna rağmen, öyle görünüyor ki, Irak’a oldukça “ırak” olan ülkelerdeki protesto mitinglerine katılan işçiler ve gençler, gerek bu savaşın nedenlerini kavramaya ve ondan sonuçlar çıkarmaya, gerekse de Irak halkının acılarını paylaşmaya ve dayanışma göstermeye daha “yakın” durumdadırlar. ABD’den Avrupa’ya tüm ileri ülkelerde işçi sınıfı ve gençlik milyonlara yaklaşan sayılarla protesto gösterileri düzenliyorken, Türkiye işçi sınıfının ve gençliğin bugün bu durumda olmasının nedenleri üzerinde ısrarla durmak gerekiyor. 1963-1980 döneminde mücadelesi, disiplini, örgütlülüğü ve fedakârlığıyla tüm dünya işçi sınıfına örnek gösterilen Türkiye işçi sınıfı, 12 Eylül askeri diktatörlüğüyle ve arkasından gelen uzun baskılar dönemiyle son derece gerilere itilmiş, dağınık, örgütsüz ve hepsinden önemlisi moralsiz durumdadır. Sınıf hareketi devrimci eylemliliğini düz ve sürekli yükselen bir tempoda dışa vuramaz. Onun da, hele uzun süren ve başarısızlığa uğrayan yükseliş dönemlerinin ardından belli bir süre “dinlenmeye”, güç toplamaya gereksinimi vardır. Bugün Türkiye işçi sınıfının bu nesnel durumuna, bir de, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sınıf hareketine önderlik edecek güçlü bir devrimci örgütlülüğün olmayışının yarattığı olumsuzluk eklenmelidir.
Böylesi bir devrimci önderlikten yoksun olduğu sürece, gerek sendikal hareketin bugünkü içler acısı durumu, gerekse de gençliğin dinamizminin sınıf hareketinin yaratıcı disipliniyle şekillendirilememesi olgusu varlığını sürdürmeye devam edecektir. Bugün bir kez daha görülmüştür ki, işçi sınıfı ya örgütlüdür ve her şeydir ya da örgütsüzdür ve hiçbir şey. Görev, onu örgütleyecek enternasyonalist komünistlerin sırtındadır.
link: Marksist Tutum, 1 Aralık Eyleminin Ardından, 2 Aralık 2002, https://marksist.net/node/316