Bolşevizm, Menşevizm, Alman ve uluslararası sosyal demokrasinin sol kanadı, 1905 devriminin eğilimlerinin, hatalarının ve deneyimlerinin tahlili temelinde kesin şekil aldı. Çin devrimi deneyimlerinin tahlili, bugün uluslararası proletarya için daha az öneme sahip değildir.
Bununla birlikte, bu tahlil başlamış bile değildir –yasaklanmıştır. Resmi literatür palas pandıras, kofluğu tümüyle ortaya çıkmış olan KEYK’in kararlarına uydurmak için olgular seçme işiyle meşgul olmaya başladı. Taslak program Çin sorununun en keskin noktalarını mümkün olduğu her yerde törpülemekte ve Çin sorununda KEYK tarafından izlenen vahim çizginin ana noktalarına onay mührü vurmaktadır. İflâs etmiş şemaların kitabi savunusu, büyük tarihsel sürecin tahlilinin yerine geçirilmiştir.
1. Sömürge Burjuvazisinin Doğası Üzerine
Taslak program şunları söylüyor: “[Sömürge ülkelerin ulusal burjuvazisi ile] geçici anlaşmalar, sadece, burjuvazi işçilerin ve köylülerin devrimci örgütlenmesini engellemediği ve emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleye girdiği ölçüde kabul edilebilirdir.”
Bu formül, ilâve bir önerme olarak kasten eklenmiş olmasına rağmen, her durumda Doğu ülkeleri için taslağın temel önermelerinden biridir. Temel önerme, doğal olarak, “[işçilerin ve köylülerin] ulusal burjuvazinin etkisinden kurtuluşu” ile ilgileniyor. Fakat biz dilbilgisi açısından değil, aksine politik olarak ve üstelik deneyim temelinde eleştiriyoruz ve bu nedenle diyoruz ki: Burada, ek önerme en gerekli olanı içerirken, temel önerme sadece eklenti bir önerme durumundadır. Bir bütün olarak alındığında formül, Doğu proletaryasının boynuna takılacak klâsik bir Menşevik kementtir.
Burada “geçici anlaşmalar” neyi ifade ediyor? Doğada olduğu gibi, politikada da herşey “geçicidir.” Belki de burada bir durumdan diğerine, tümüyle pratik anlaşmaları tartışıyoruzdur? Her seferinde tamamen belirli bir hedefe hizmet edecek şekilde sınırları katı biçimde çizilmiş ve kesinlikle pratik nitelikteki anlaşmaları peşinen reddedemeyeceğimizi söylemeye gerek yoktur. Örneğin anti-emperyalist bir gösterinin veya yabancı bir imtiyaz işletmesindeki grevciler için Çinli tüccarlardan yardım temininin örgütlenmesi için Kuomintang öğrenci gençliğiyle yapılan anlaşmalar vb. Bu tür durumlar, gelecekte Çin’de bile hiçbir şekilde ihtimal dışı değildir. Fakat o zaman, burada niçin şu genel politik koşullar ileri sürülüyor; “... burjuvazi, işçilerin ve köylülerin devrimci örgütlenmesini engellemediği ve emperyalizme karşı gerçek [!] bir mücadeleye girdiği ölçüde”? Burjuvaziyle yapılan her anlaşma için, her verili duruma özgü, her bir ayrı, pratik ve uygun anlaşma için yegane “koşul”, tek bir gün veya tek bir saat için bile ne örgütlerin ne de bayrakların, ne doğrudan ne de dolaylı olarak karışmasına izin vermemektir; bu koşul, Kırmızı ile Maviyi[34] birbirinden ayırt etmek ve ne emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleye önderlik etme ne de işçileri ve köylüleri engellememe konusunda burjuvazinin yeterliliğine veya iyi niyetine bir an bile inanmamaktır. Pratik ve uygun anlaşmalar için yukarıda aktarılan türden bir koşula kesinlikle ihtiyacımız yok. Aksine bu, bir “anlaşmanın” kısa sürecinde bile ertelenemeyen kapitalizme karşı mücadelemizin genel çizgisine ters düşerek, bize sadece zarar verebilir. Çok önceleri söylenmiş olduğu üzere, bizi zerrece bağlamayan ve politik olarak bizi hiçbir şeye zorlamayan türden sırf pratik anlaşmalar, eğer verili bir anda avantajlıysa şeytanın kendisi ile dahi yapılabilir. Fakat böyle bir durumda şeytanın genel olarak Hıristiyanlığa dönmesini ve boynuzlarını işçilere ve köylülere karşı değil, aksine yalnız sofu faaliyetler için kullanmasını istemek saçma olacaktır. Bu gibi koşullar öne sürerek gerçekte şeytanın avukatları gibi davranıyoruz ve vaftiz babası olmamıza izin vermesi için ona yalvarıyoruz.
Burjuvaziyi peşinen göz alıcı renklere boyamaya hizmet eden saçma koşullarıyla taslak program, açıkça ve kesinlikle (tezinin diplomatik ve tesadüfi karakterine rağmen) burada söz konusu olanın tam da uzun dönemli siyasal bloklar olduğunu ve pratik nedenlerle özel durumlar için imzalanmış ve pratik amaçlar için katı bir biçimde sınırlandırılmış anlaşmalar olmadığını bildirmektedir. Fakat böyle bir durumda, burjuvazinin “gerçek” bir mücadeleye girmesi ve onun işçileri “engellememesi” ile kastedilen nedir? Biz bu koşulları burjuvazinin kendisine sunup, ondan şeref sözü mü talep ediyoruz? O size dilediğiniz her sözü verecektir! Temsilcilerini Moskova’ya bile gönderecek, Köylü Enternasyonali’ne girecek, Komintern’e “sempatizan” parti olarak katılacak, Kızıl Sendikalar Enternasyonali’ne sızacaktır.[35] Kısaca, burjuvazi, işçileri ve köylüleri (bizim yardımımızla) aldatmak için, onları çok daha kolaylıkla, çok daha etkili ve çok daha kapsamlı bir şekilde arkadan vurmak için ona bu fırsatı tanıyacak her sözü verir –ta ki tıpkı Şanghay’da olduğu gibi ilk fırsatı yakalayana dek.
Fakat belki de sorun burjuvaziden politik yükümlülükler talep etme sorunu değildir? Tekrar ediyoruz, burjuvazi bizi emekçi kitleler önünde kendi garantörlerine dönüştürmek için bu yükümlülükleri derhal kabul edecektir. Belki de sorun, verili bir ulusal burjuvazinin “objektif” ve “bilimsel” değerlendirilmesi, tabir caizse onun bir mücadele yürütme ve engel olmama kapasitesinin uzman bir a priori sosyolojik teşhisi sorunudur? Söylemesi üzücü, fakat en son ve en yeni deneyimin de kanıtladığı gibi, böyle bir a priori teşhis, genellikle uzmanlarla alay etmektedir. Ve eğer sadece onlar söz konusu olsaydı, bu o kadar da kötü olmazdı...
Konu hakkında en ufak bir şüphe olamaz: Metin kesinlikle uzun vadeli siyasal bloklarla ilgilenmektedir. Ara sıra yapılan pratiğe yönelik anlaşmalar sorununu bir programa dahil etmek tümüyle gereksiz olurdu. Bu amaç için, aslında “Bugünkü Görevlerimiz Üzerine” adlı taktiksel karar yeterli olurdu. Burada söz konusu olan şey, ikinci Çin devrimini yıkıma mahkûm eden ve gelecekteki devrimleri de yıkabilecek olan, dünün, Kuomintang’ın dümen suyuna girme politikasını haklı çıkarma ve buna programatik bir onay mührü vurma sorunudur.
Taslağın gerçek yazarı Buharin tarafından ileri sürülen düşünceye göre, tüm değerlendirmeler tamamen, mücadele etme ve engellememe kapasitesi, kendi yeminleriyle değil, titizce bir “sosyolojik” tarzda, yani oportünist amaçlara uydurulan bin bir skolastik şemayla, kanıtlanmak zorunda olan sömürge burjuvazisinin genel değerlendirilmesi üzerine oturtulmaktadır.
Bunu daha açık bir şekilde ortaya koymak için sömürge burjuvazisinin Buharin tarafından değerlendirilişine geri dönelim. Sömürge devrimlerinin “anti-emperyalist içeriği”ni belirttikten ve (hiçbir gerekçe göstermeksizin) Lenin’den alıntıladıktan sonra, Buharin şunu ilân ediyor:
Çin’de liberal burjuvazi aylarca değil, yıllarca süren bir süreçte nesnel bir devrimci rol oynadı. Ondan sonra kendisini tüketti. Bu sadece 1905 Rus liberal devrimi türünden “yirmi dört saatlik” bir siyasal bayram değildi.
Burada, başından sonuna kadar herşey yanlıştır.
Lenin bize gerçekten de, ezen ve ezilen burjuva ulus arasındaki farkı hassas bir şekilde ayırt etmeyi öğretti. Bundan istisnai önemde sonuçlar çıkar. Örneğin, emperyalist bir ülke ile bir sömürge arasındaki savaşa yönelik tutumumuz. Bir pasifist için böyle bir savaş da tüm diğerleri gibi bir savaştır. Bir komünist için, sömürge bir ulusun emperyalist bir ulusa karşı yürüttüğü savaş, burjuva devrimci bir savaştır. Lenin böylece ulusal kurtuluş hareketlerini, sömürge ayaklanmalarını ve baskı altındaki ulusların savaşlarını, burjuva-demokratik devrimler seviyesine, özellikle 1905 Rus devrimi seviyesine yükseltiyordu. Fakat Lenin, Buharin’in 180 derecelik dönüşten sonra şimdi yaptığı gibi, ulusal kurtuluş savaşlarını burjuva-demokratik devrimlerin üzerine hiçbir zaman koymamıştır. Lenin, ezen burjuva ulus ile ezilen burjuva ulus arasındaki fark üzerinde diretmiştir. Fakat Lenin hiçbir yerde sorunu ulusal kurtuluş mücadeleleri çağındaki bir sömürge ya da yarı-sömürge ülkenin burjuvazisinin, demokratik devrim çağındaki sömürge olmayan bir ülkenin burjuvazisinden daha ilerici ve daha devrimci olması gerektiği şeklinde koymadı ve koyamazdı. Bu kesinlikle teorideki herhangi bir şeyden kaynaklanmıyor; bunun tarihte hiçbir kanıtı yoktur. Örneğin, Rus liberalizmi kadar zavallı ve onun sol yarısı –küçük burjuva demokratları, Sosyal Devrimciler ve Menşevikler– kadar melez olmasına rağmen, Çin liberalizminin ve Çin burjuva demokrasisinin Rus prototiplerinden daha yüksek bir seviyeye yükseldiğini veya daha devrimci olduğunu söylemek oldukça zor olurdu.
Meseleleri, ulusal burjuvazinin devrimci karakterinin kaçınılmaz olarak sömürge baskısı olgusundan kaynaklandığı biçiminde sunmak, Rus burjuvazisinin devrimci doğasının, feodalizmin ve otokrasinin baskısından kaynaklanması gerektiğini kabul eden Menşevizmin temel hatasını tersyüz ederek yeniden üretmektir.
Burjuvazinin doğası ve politikası sorunu, devrimci mücadele yürüten bir ulusun tüm iç sınıfsal yapısı tarafından; bu mücadelenin geliştiği tarihsel dönem tarafından; ulusal burjuvazinin bir bütün olarak dünya emperyalizmine ya da onun belli bir kesimine ekonomik, politik ve askeri bağımlılık derecesi tarafından; son olarak da, ki bu en önemlisidir, yerli proletaryanın sınıfsal etkinliğinin derecesi tarafından ve onun uluslararası devrimci hareketle bağlarının durumu tarafından tayin edilir.
Bir demokratik ya da ulusal kurtuluş hareketi, burjuvaziye sömürü olanaklarını derinleştirme ve genişletme fırsatı sunabilir. Proletaryanın devrimci alana bağımsız müdahalesi, burjuvaziyi, sömürme olanağından tamamıyla mahrum etmekle tehdit eder.
Bazı olguları daha yakından inceleyelim.
Komintern’in halihazırdaki akıl hocaları, Kerenski’nin emperyalistlerle el ele yürüdüğünü, oysa Çan Kay-şek’in “emperyalizme karşı” bir savaş yürüttüğünü yorulmaksızın tekrarladılar. Bundan dolayı: Kerenski’ye karşı acımasız bir mücadele yürütmek zorunluyken, Çan Kay-şek’i desteklemek gerekliydi.
Kerenskizm ile emperyalizm arasındaki bağlar apaçık ortadadır. Daha da gerilere gidilip Rus burjuvazisinin II. Nikola’yı İngiliz ve Fransız emperyalizminin lütuflarıyla “tahttan indirdiği” ortaya çıkarılabilir. Ama nasıl Milyukov-Kerenski, Lloyd George-Poincaré tarafından yürütülen savaşı desteklediyse, Lloyd George ve Poincaré de Milyukov ve Kerenski’nin devrimini önce Çara karşı ve daha sonra da işçilerle köylülere karşı destekledi. Bu tamamıyla tartışma götürmez bir gerçektir.
Peki bu hususta Çin’de meselenin durumu nedir? Çin’de “Şubat” devrimi 1911’de gerçekleşti. Emperyalistlerin doğrudan katılımıyla başarılmış olmasına rağmen, bu devrim büyük ve ilerici bir olaydı. Sun Yat-sen anılarında, örgütünün tüm çalışmalarında emperyalist devletlerin –ister Japonya, Fransa, isterse Amerika olsun– “desteğine” bel bağladığını aktarır. Eğer Kerenski 1917’de emperyalist savaşta yer almayı sürdürdüyse, çok “ulusal”, çok “devrimci” vs. olan Çin burjuvazisi de, Antant’ın Çin’in özgürlüğüne kavuşturulmasına yardımcı olacağı umuduyla savaşta Wilson’ın müdahalesini destekledi. 1918’de Sun Yat-sen, Çin’in ekonomik gelişimini ve politik özgürlüğüne kavuşmasını sağlamaya yönelik planlarını Antant hükümetlerine iletti.[36] Çin burjuvazisinin Mançu Hanedanına karşı mücadelesinde, Rus burjuvazisinin Çarlığa karşı mücadelesinde sergilediğinden daha yüksek bir devrimci vasıf sergilediği; veya Kerenski’nin ve Çan Kay-şek’in emperyalizme yönelik tavrı arasında ilkesel farklılık olduğu savı için hiçbir temel yoktur.
Fakat buna rağmen, Çan Kay-şek emperyalizme karşı savaşa girdi diyor KEYK. Durumu bu tarzda ortaya koymak, gerçekliğin üzerine çok kaba bir kılıf geçirmektir. Çan Kay-şek, emperyalist güçlerden birinin temsilcisi olan bazı Çin militaristlerine karşı savaş yürüttü. Bu emperyalizme karşı savaş yürütmekle aynı şey değildir. Tang Ping-şan bile bunu anlamıştır. Tang Ping-şan, KEYK’in Yedinci Plenumuna (1926 sonunda) sunduğu raporunda, Çan Kay-şek tarafından yönetilen Kuomintang merkezinin politikasını şu şekilde nitelendirmektedir:
Uluslararası politika alanında o, kelimenin tam anlamıyla edilgen bir konum işgal etmektedir. Sadece İngiliz emperyalizmine karşı savaşmaya yatkındır; Japon emperyalistlerini kaygılandırmaya başlamasına rağmen, yine de belli koşullar altında onlarla uzlaşmaya hazırdır. [Yedinci Plenum Tutanakları, KEYK, Cilt I, s.406]
Kuomintang’ın emperyalizme karşı tavrı, daha başlangıcından itibaren devrimci değil, aksine oportünistti. Kuomintang, bazı emperyalist güçlerin temsilcilerini, yine aynı ya da diğer emperyalist güçlerle Çin burjuvazisi için çok daha elverişli koşullarda iş yapabilmek için ezmeye ve yalıtmaya çabaladı. Hepsi budur. Fakat konunun özü, sorunun tüm formülasyonunun hatalı olması gerçeğinde yatmaktadır.
Verili her ulusal burjuvazinin, “genelde” emperyalizme yönelik tavrı değil, kendi ulusunun acil devrimci tarihsel görevlerine yönelik tavrı değerlendirilmelidir. Rus burjuvazisi, ezen emperyalist bir ülkenin burjuvazisiydi; Çin burjuvazisi, ezilen sömürge bir ülkenin burjuvazisi. Eski Rusya’da feodal Çarlığın yıkılması ilerici bir hedefti. Çin’de emperyalist boyunduruğun kırılması ilerici bir hedeftir. Yine de, Çin burjuvazisinin emperyalizme, proletaryaya ve köylülüğe ilişkin davranışı, Rus burjuvazisinin Çarlığa ve Rusya’daki devrimci sınıflara karşı olan tavrından daha devrimci değildi; bir fark varsa o da daha aşağılık ve daha gerici olmasıydı. Sorunu ortaya koymanın tek yolu budur.
Çin burjuvazisi yeterince gerçekçidir ve emperyalizme karşı gerçekten ciddi bir mücadelenin, devrimci kitlelerin öncelikle bizzat burjuvaziye yönelik bir tehdit haline gelebilecek ani bir kabarmasına ihtiyaç göstereceğini anlayacak kadar dünya emperyalizminin niteliğini yeterince yakından tanımaktadır. Eğer Mançu Hanedanına karşı mücadele, tarihsel olarak, Çarlığın devrilmesinden daha küçük ölçekli bir görevse, dünya emperyalizmine karşı mücadele çok daha büyük ölçekli bir görevdir. Ve eğer biz Rus işçilerine daha başından itibaren Çarlığı devirme ve feodalizmi yıkma konusunda liberalizmin iyi niyeti ve küçük burjuva demokrasisinin yeteneğine inanmamayı öğrettiysek, Çinli işçilere de en başından itibaren çok daha gayretli bir şekilde aynı güvensizlik ruhunu aşılamalıydık. Stalin-Buharin tarafından resmen ilân edilen, sömürge burjuvazisinin “kendiliğinden varolan” devrimci ruhu ile ilgili yeni ve tamamen yanlış teori, esas olarak Menşevizmin Çin politikacılarının diline tercüme edilmesidir. Bu sadece Çin’in ezilmiş konumunu, Çin burjuvazisi açısından içeride siyasal bir prime dönüştürmeye hizmet eder ve üç misli ezilen Çin proletaryasının kefesine karşı burjuvazinin kefesine ek bir ağırlık koyar.
Fakat taslak programın yazarları Stalin ve Buharin bize Çan Kay-şek’in Kuzey Seferinin işçi ve köylü kitleler arasında güçlü bir hareket uyandırdığını söylüyorlar. Buna itiraz edilemez. Fakat Guçkov ve Şulgin’in yanlarında Petrograd’a getirdikleri II. Nikola’nın tahttan çekilmesi devrimci bir rol oynamadı mı? Bu durum en çok ezilmişleri, tükenmişleri ve halk katmanlarının en çekingenlerini uyandırmadı mı? Dün bir Trudovik olan Kerenski’nin Bakanlar Kurulu Başkanı ve Başkomutan olması asker kitlelerini uyandırmadı mı? Sorun çok daha geniş olarak konabilir. Kapitalizmin tüm etkinlikleri kitleleri uyandırmadı mı, Komünist Manifesto’nun ifadesiyle, onları köy hayatının eblehliğinden kapitalizm kurtarmadı mı? Proleter taburlarını mücadeleye o zorlamadı mı? Fakat bizim bir bütün olarak kapitalizmin objektif rolünü veya özellikle burjuvazinin belirli eylemlerini tarihsel olarak incelememiz, bizim kapitalizme veya burjuvazinin eylemlerine karşı aktif devrimci sınıfsal tavrımızın yerine geçebilir mi? Oportünist politikalar her zaman bu tür diyalektik olmayan, gerici, aşırı “nesnelcilik”e dayanır. Aksine Marksizm her zaman öğretmiştir ki, proleter öncü burjuvaziyle ilişkisinde ne kadar bağımsız olursa, parmaklarını burjuvazinin çeneleri arasına kaptırmaya, onu parlak renkler içinde görmeye, onun devrimci ruhunu ya da bir “birleşik cephe” ve emperyalizme karşı mücadele için istekliliğini gözümde büyütmeye ne kadar az meyilli olursa, burjuvazinin konumu nedeniyle yapmaya zorlandığı şu veya bu eylemin devrimci sonuçları o kadar tam, kesin, ikircimsiz ve sağlam olacaktır.
Sömürge burjuvazisinin Stalinist ve Buharinist değerlendirmesi, ne teorik ve tarihsel ne de politik eleştiri karşısında tutunamaz. Ancak gördüğümüz gibi taslak programın yüceltmeye uğraştığı değerlendirme de tastamam bu değerlendirmedir.
* * *
Açığa çıkarılmamış ve mahkûm edilmemiş bir hata her zaman bir diğerine yol açar ya da onun zeminini döşer.
Eğer siz dün Çin burjuvazisini birleşik devrimci cepheye kayıt ederseniz, bugün de çıkıp “kesinlikle karşı-devrimci kampa geçtiğini” ilân edersiniz. Hiçbir ciddi Marksist tahlil yapılmaksızın bütünüyle idari bir tarzda yürürlüğe koyulan bu geçişlerin ve kayıtların ne denli temelsiz olduğunu sergilemek zor değildir.
Tümüyle ortadadır ki, burjuvazinin devrim kampına katılışı öyle kazara olmamıştır, burjuvazi kararsız olduğu için de olmamıştır, kendi sınıfsal çıkarlarının baskısı altında olmuştur. Kitlelerden korkusu nedeniyle burjuvazi, hemen akabinde devrimi terk eder veya devrime duyduğu gizlenmiş nefretini açıkça ortaya koyar. Fakat burjuvazi, yalnızca temel sınıfsal özlemleri, ya devrimci araçlarla ya da bir başka yöntemle (örneğin Bismarck yöntemiyle) tatmin edildiği durumlarda, “kesinlikle karşı-devrim kampına” geçebilir; yani devrimi tekrar “destekleme” veya en azından onunla flört etme zorunluluğundan kendisini kurtarabilir. 1848-1871 dönemi tarihini yeniden anımsayalım. Yalnızca devrim ona Devlet Dumasını bahşettiği için, yani bürokrasiye doğrudan baskı uygulayabilme ve onunla anlaşmalar yapabilme olanağını elde ettiği için, Rus burjuvazisinin 1905 devrimine densizce sırtını dönebildiğini anımsayalım. Bununla birlikte 1914-1917 savaşı, burjuvazinin temel çıkarlarını korumada “modernleştirilmiş” rejimin yetersizliğini ortaya çıkardığında, Rus burjuvazisi tekrar devrime döndü ve dönüşünü 1905’tekinden çok daha keskin bir şekilde yaptı.
1925-1927 Çin devriminin Çin kapitalizminin temel çıkarlarını en azından kısmen tatmin ettiğini iddia edebilecek kimse var mıdır? Yoktur. Çin bugün, 1925 öncesinde sahip olduğu gerçek ulusal birlik ve gümrük özerkliğinden 1925 öncesindeki kadar uzaktır.[37] Halen, birleşik bir ulusal pazar oluşturulması ve bunun daha ucuz yabancı mallardan korunabilmesi, Çin burjuvazisi için bir ölüm-kalım sorunudur. Bu sorun önem bakımından yalnızca onun proletarya ve yoksul köylülük üzerinde kendi sınıf egemenliğinin temellerini sürdürmesi sorunu karşısında ikinci sıradadır. Fakat aynı şekilde Japon ve İngiliz burjuvazisi için Çin’in sömürge durumunun devamı da, Çin burjuvazisi için ekonomik özerklikten daha az öneme sahip olmayan bir sorundur. Çin siyasetinde sola gel-gitlerin hâlâ hiç de az olmamasının nedeni budur. Gelecekte “birleşik ulusal cephe” meraklıları için cazip şeyler eksik olmayacaktır. Bugün Çin komünistlerine, 1924’ten 1927’nin sonuna kadar burjuvaziyle birlikteliklerinin doğru olduğunu, fakat burjuvazi kesinlikle karşı-devrim safına geçtiği için şu anda değersiz olduğunu söylemek, durumda meydana gelecek nesnel değişiklikler ve Çin burjuvazisinin sola kaçınılmaz gel-gitleri karşısında Çin komünistlerini bir kez daha silâhsızlandırmaktır. Şu anda Çan Kay-şek tarafından Kuzeye karşı yürütülen savaş daha şimdiden taslak programın yazarlarının mekanik şemasını tümüyle yıkıyor.
* * *
Fakat sorunun resmi formülasyonunun temel hatası, eğer hafızalarımızda hâlâ taze olan ve hiç de daha az öneme sahip olmayan bir gerçeği anımsarsak şüphesiz çok daha göze batıcı, çok daha ikna edici, çok daha değiştirilemez bir biçimde ortaya çıkacaktır. Şöyle ki; Çarlık Rusya’sı birçoğu tamamen sömürge veya yarı-sömürge durumunda olan “yabancılar”dan ve Büyük Ruslardan oluşan, ezilen ve ezen ulusların bir kombinasyonuydu. Lenin sadece, Çarlık Rusya’sındaki halkların ulusal sorununa en büyük dikkatin sarf edilmesini istemekle kalmadı, fakat aynı zamanda (Buharin ve diğerlerine karşı) ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesini sonuna kadar ve ayrılmayı da kapsayacak şekilde desteklemeyi, ezen ulusun proletaryasının temel görevi olarak ilân etti. Fakat parti buradan, Çarlık tarafından ezilen ulusların (Polonyalılar, Ukraynalılar, Tatarlar, Yahudiler, Ermeniler ve diğerleri) burjuvazilerinin Rus burjuvazisinden çok daha ilerici, çok daha radikal ve çok daha devrimci olduğu sonucuna mı vardı? Tarihsel deneyim, Polonya burjuvazisinin –hem otokrasi boyunduruğundan, hem de ulusal baskıdan zarar görmesine rağmen– Rus burjuvazisinden çok daha gerici olduğunu ve Devlet Dumasında daima Kadetlere değil Oktobristlere yanaştığı olgusunu doğrular. Aynısı Tatar burjuvazisi için de doğrudur. Yahudilerin mutlak olarak hiçbir hakka sahip olmamaları olgusu, yine de Yahudi burjuvazisini Rus burjuvazisinden çok daha alçak, çok daha gerici ve çok daha aşağılık olmaktan alıkoymadı. Ya da belki Eston burjuvazisi, Leton, Gürcü veya Ermeni burjuvazisi, Büyük Rus burjuvazisinden daha devrimciydi? Böyle tarihsel dersler nasıl unutulabilir!
Veya belki bugün, olaydan sonra, burjuva-demokratik devrimin daha başında Bolşevizm –Bund’un, Taşnakların, PPS’cilerin, Gürcü ve diğer Menşeviklerin aksine– tüm ezilen ulusların işçilerini, Çarlık Rusya’sının tüm sömürge halklarını, kendilerini ayrı tutmaya ve bizzat kendi bağımsız sınıf örgütlerini oluşturmaya, sadece liberal burjuva değil, devrimci küçük burjuva partilerle de tüm örgütsel bağları acımasızca kırmaya, bu partilere karşı mücadelede işçi sınıfını kendi tarafına çekmeye ve işçiler aracılığıyla bu partilere karşı köylülük üzerinde etki oluşturmak için savaşmaya çağırdığında, onun hatalı olduğunu mu kabul etmeliyiz? Burada “Troçkist” bir hata işlemedik mi? Bu ezilmiş ve birçok durumda çok geri kalmış uluslara ilişkin olarak, gelişmenin Kuomintang’a tekabül eden evresini atlamadık mı?
Aslında PPS, Taşnak Partisi, Bund vd.’nin, otokrasiye ve ulusal baskıya karşı mücadelede farklı sınıfların zorunlu işbirliklerinin “özgün” biçimleri olduklarına dair bir teori pekala kolayca inşa edilebilirdi! Böyle tarihsel dersler nasıl unutulabilir?
Bir Marksist için son üç yılın Çin olaylarından önce bile açıktı ki –ve bugün bir kör için bile açık olmalıdır– Çin’in iç yaşamında doğrudan bir faktör olarak yabancı emperyalizm, son tahlilde Rus prototiplerinden çok daha aşağılık olan Çin Milyukov’larını ve Kerenski’lerini yaratıyor. Daha partimizin yayınladığı ilk manifestoda şunun ileri sürülmesi boşuna değildi: Doğuya gittikçe burjuvazi daha aşağılıklaşır ve daha iğrençleşir, proletaryanın üzerine düşen görevler daha da artar. Bu tarihsel “yasa” tümüyle Çin’e uymaktadır.
Bizimki bir burjuva devrimidir, o nedenle, işçiler burjuvaziyi desteklemeli diyor Potresov’lar, Gvozdyov’lar ve Çheidze’ler tıpkı Plehanov’un dün söylediği gibi.
Bizimki bir burjuva devrimidir, diyoruz biz Marksistler, o nedenle işçiler, burjuva politikacılarının adet edindikleri aldatmalara karşı halkın gözünü açmalı, onlara laflara güven duymamayı, tamamıyla kendi güçlerine, kendi örgütlülüklerine, kendi birliklerine ve kendi silâhlarına bel bağlamayı öğretmelidirler. [Lenin, Eserler, Cilt XIV, kısım 1, s.11]
Bu Leninist tez, bir bütün olarak Doğu için geçerlidir. Bu elbette Komintern programında yer almalıdır.
2. Çin Devriminin Aşamaları
Kuomintang’ın ilk aşaması, “dört sınıf bloğu” denilen uzlaşmacı bir etiket altında, ulusal burjuvazinin egemenliği dönemiydi. Çan Kay-şek’in hükümet darbesinden sonraki ikinci dönem, “sol” Wang Çing-wei’nin Hankow hükümeti şeklindeki Çin Kerenskizminin paralel ve “bağımsız” bir egemenlik denemesiydi. Rus Narodnikleri, Menşeviklerle birlikte, kısa ömürlü “diktatörlüklerine” açık bir ikili iktidar şekli vermişlerken, Çin “devrimci demokrasisi” bu aşamaya hiçbir zaman ulaşmadı. Ve genelde tarih sipariş üzerine çalışmadığından, bize yalnızca, 1925’ten beri Kuomintang tarafından uygulanan diktatörlük dışında hiçbir “demokratik diktatörlüğün” varolmadığını ve olamayacağını anlamak kalır. Bu, Çin’in Kuomintang tarafından başarılan yarı-birleşmesinin yakın gelecekte sürdürülmesine ya da ülkenin yeniden parçalara ayrılmasına bakmaksızın, aynı derecede gerçekliğini korur. Fakat tam da diğer tüm kaynaklarını tüketen devrimin sınıf diyalektiğinin açık ve kesin olarak gündeme proletarya diktatörlüğünü koyduğu bir anda, kırda ve kentte ezilmiş ve mülksüzleştirilmiş sayısız milyonlara önderlik eden KEYK, işçilerin ve köylülerin demokratik (yani burjuva-demokratik) diktatörlüğü sloganını yükseltti. Bu formüle yanıt, olanca vakitsizliği, önderliğinin olanca maceracılığıyla, yeni bir aşamanın veya daha doğrusu gelmekte olan üçüncü Çin devriminin perdesini aralayan Kanton ayaklanmasıydı. Bu nokta üzerinde biraz ayrıntılı olarak durmak gereklidir.
Geçmişteki günahlarına karşı kendini sigortalama sevdasındaki önderlik, geçen yılın sonunda olayların akışını inanılmaz bir biçimde zorladı ve Kanton bozgununa neden oldu. Yine de, bir bozgun bile bize, anne organizması ve gebelik sürecine ilişkin iyi bir ders verebilir. Çin devriminin temel sorunları bakımından Kanton olaylarının olağanüstü ve teori açısından gerçekten belirleyici önemi, burada kesin olarak tarihte ve politikada az rastlanır bir olayla, muazzam boyutlarda gerçek bir laboratuar deneyi ile karşı karşıya olduğumuz olgusuna dayanmaktadır. Bu bize pahalıya mal oldu, fakat bu onun derslerini özümlemek için bizi, herşeyden daha fazla zorlar.
Pravda’daki (no.31) açıklamaya göre, Kanton ayaklanmasının savaşım sloganlarından biri de “Kahrolsun Kuomintang!” sloganıydı. Kuomintang bayrakları ve resmi işaretleri parçalanıp atıldı ve ayaklar altında çiğnendi. Fakat Çan Kay-şek’in “ihanet”inden ve Wang Çing-wei’nin müteakip “ihanet”inden (kendi sınıflarına değil, aksine bizim yanılsamalarımıza ihanetlerinden) hemen sonra KEYK şu resmi yemini yayınladı: “Kuomintang bayrağını terk etmeyeceğiz!” Kanton işçileri, onun tüm eğilimlerini yasadışı ilân ederek Kuomintang partisini feshetti. Bu şu anlama gelir; temel ulusal görevlerin çözümü için sadece büyük burjuvazi değil, aynı zamanda küçük burjuvazi de, burjuva-demokratik devrimin görevlerini çözebilecek proletarya partisi ile bir arada, politik bir güç, bir parti veya bir hizip oluşturmaktan acizdir. Bu sorunun anahtarı kesinlikle şu olguda yatmaktadır: Yoksul köylü hareketini kazanma görevi şimdiden tümüyle proletaryanın ve doğrudan komünist partinin omuzlarına yüklenmiştir; ve devrimin burjuva-demokratik görevlerinin kesin çözümüne yaklaşmak, tüm iktidarın proletaryanın ellerinde toplanmasını zorunlu kılar.
Pravda kısa ömürlü Kanton Sovyet hükümetinin politikaları ile ilgili aşağıdaki raporu yayınladı:
İşçilerin çıkarları doğrultusunda, Kanton sovyeti fabrika komiteleri aracılığıyla sanayide işçi denetimini, ... büyük sanayi, ulaşım ve bankaların ulusallaştırılmasını ... tesis eden kararnameler yayınladı.
Daha ileride bu gibi önlemler şöyle belirtiliyor: “Büyük burjuvazinin tüm mülklerine emekçiler yararına el konulması...”
Dolayısıyla iktidarda olanlar Kanton işçileriydi, dahası hükümet fiilen komünist partinin ellerindeydi. Yeni devlet iktidarının programı, sadece genel olarak Kwangtung’da olabilecek olan her türden feodal mülke el konulmasından değil; sadece üretimin işçilerce denetlenmesinin tesisinden değil; aynı zamanda büyük sanayinin, bankaların ve ulaşımın ulusallaştırılmasından, ve hatta burjuva mülklerine ve tüm burjuva varlıklarına emekçiler yararına el konulmasından oluşmaktaydı. Ortaya şu soru çıkmaktadır: Eğer bunlar bir burjuva devriminin yöntemleri ise, Çin’de proletarya devrimi nasıl bir şeye benzemeliydi?
KEYK direktiflerinin proletarya diktatörlüğü ve sosyalist tedbirler konusunda söyleyecek hiçbir şeyinin olmamasına rağmen; Kanton’un, Şanghay’dan, Hankow’dan ve ülkenin diğer sanayi merkezlerinden çok daha küçük-burjuva karakterde olmasına rağmen; Kuomintang’a karşı gerçekleşmiş olan devrimci altüst oluş, otomatik olarak proletarya diktatörlüğüne yol açtı. Öyle ki bu diktatörlük, daha ilk adımlarında, mevcut durumdan dolayı, Ekim Devrimiyle başlatılanlardan çok daha radikal önlemlere başvurmak zorunda kaldı. Ve bu olgu, paradoksal görünümüne rağmen, devrimin tüm gelişiminden olduğu kadar Çin’in toplumsal ilişkilerinden de oldukça meşru bir şekilde doğmaktadır.
Büyük ve orta ölçekli toprak mülkiyeti (Çin’de görülenler gibi), yabancı sermaye de dahil olmak üzere, kent sermayesi ile çok sıkı eklemlenmiştir. Çin’de burjuvaziye karşı çıkan hiçbir feodal toprak ağası kastı yoktur. Kırda en yaygın, ortak ve nefret edilen sömürücü, mali sermayenin şehirlerdeki temsilcisi olan tefeci-kulaktır. Bu nedenle tarım devrimi niteliksel olarak anti-feodal olduğu kadar anti-burjuvadır da. Çin’de, Ekim Devrimimizin ilk aşamasındaki gibi, kulakın toprak ağasına karşı orta ve yoksul köylülük ile birlikte, sık sık da başlarında yürüdüğü bir aşama, pratik olarak hiçbir zaman olmayacak. Çin’de tarım devrimi, sonrasında da olduğu gibi, başlangıcından itibaren, sadece bir avuç toprak ağası ve bürokrasiye karşı değil, aynı zamanda kulaklara ve tefecilere karşı da bir başkaldırı anlamına gelmiştir. Eğer ülkemizde yoksul köylü komiteleri sadece Ekim Devriminin ikinci aşamasında, 1918’in ortasında sahnede görüldüyse, Çin’de bunlar aksine şu veya bu şekilde, tarımsal hareket başlar başlamaz sahnede görülecektir. Zengin köylülüğe saldırmak, Çin Ekiminin ikinci değil, ilk adımı olacak.
Tarım devrimi, yine de Çin’deki şu anki tarihi mücadelenin yegâne içeriği değildir. En aşırı tarım devrimi, yani (doğal olarak komünist parti tarafından sonuna kadar desteklenecek olan) toprağın genel bölüşümü, ekonomik çıkmazdan kurtuluşu kendiliğinden sağlamayacaktır. Çin olabildiğince çabuk ulusal birliğe ve ekonomik egemenliğe, yani gümrük özerkliğine ya da daha doğrusu bir dış ticaret tekeline ihtiyaç duyuyor. Ve bu durum, –Çin, emperyalizm için, bugün Avrupa kapitalizminin, yarın Amerikan kapitalizminin iç patlamalarına karşı bir emniyet supabı oluşturarak, yalnızca zenginleşmenin değil, bugünkü yaşamın da olası en önemli kaynağı olarak kaldığı için– dünya emperyalizminden kurtuluş anlamına gelir. Çin kitlelerinin yüz yüze olduğu mücadelenin devasa olanaklarını ve korkunç keskinliğini önceden belirleyen şey budur, hele bugün mücadele nehrinin derinliği ona katılanların tümü tarafından anlaşılıp hissedildiğinde bu haydi haydi böyledir.
Çin sanayisindeki yabancı sermayenin muazzam rolü ve bu sermayenin, yağmacılığını savunurken doğrudan kendi “ulusal” süngülerine güvenmesi, Çin’de işçi denetimi programını bizim ülkemizde olduğundan çok daha az gerçekleştirilebilir kılar.[38] Önce yabancı, ardından da Çinli kapitalist girişimlerin doğrudan kamulaştırılması, çok muhtemel olarak muzaffer ayaklanmanın ertesi gününde, mücadelenin gidişatı tarafından zorunlu kılınacaktır.
Rus devrimindeki “Ekim” sonucunu önceden belirleyen bu nesnel sosyo-tarihsel nedenler, Çin’de çok daha belirgin bir şekilde önümüzde yükseliyor. Bir yandan Çin burjuvazisi yabancı emperyalizme ve onun askeri aygıtına doğrudan bağlandığı için ve diğer yandan Çin proletaryası daha baştan Komintern ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişki kurmuş olduğu için, Çin ulusunun burjuva ve proleter kutupları, Rusya’dakinden daha uzlaşmaz biçimde karşıt durmaktadırlar. Sayısal olarak Çin köylülüğü, Rus köylülüğünden çok daha ezici bir kitle oluşturur. Fakat dünya çelişkilerinin mengenesinde sıkıştırılarak ezilmiş olan Çin köylülüğü, şu veya bu şekilde kaderinin bağlı olduğu çözüm üzerinde, Rus köylülüğünden çok daha az yönetici bir rol oynama yeteneğindedir. Şu anda bu, artık teorik bir öngörü sorunu değil, tüm yönleriyle tamamen doğrulanmış bir olgudur.
Üçüncü Çin devriminin bu temel ve aynı zamanda inkâr edilemez toplumsal ve siyasal gerekleri, yalnızca demokratik diktatörlük formülünün ömrünü ümitsizce doldurduğunu değil; aynı zamanda üçüncü Çin devriminin, Çin’in muazzam geri kalmışlığına rağmen, ya da daha doğrusu Rusya’ya kıyasla bu geri kalmışlığı nedeniyle, Ekim Devrimindeki altı aylık dönem gibi dahi olsa (Kasım 1917’den Temmuz 1918’e kadar) “demokratik” bir döneminin olmayacağını, aksine daha baştan, kırda ve şehirde burjuva mülkiyetini en kararlı biçimde silkelemeye ve tasfiye etmeye zorlanacağını gösterir.
Elbette bu perspektif, ekonomi ve politika arasındaki ilişkilere dair ukalâca ve şematik görüşlerle uyuşmaz. Fakat yeni yeni kök salan ve Ekim Devriminden hiç de yenilir yutulur olmayan bir darbe yemiş önyargılar için hayli rahatsız edici olan bu uyuşmazlığın sorumluluğu “Troçkizme” değil, eşitsiz gelişme yasasına yüklenmelidir. Bu özel durumda bu yasa özellikle geçerlidir.
1925-1927 devriminde Bolşevik bir politika uygulansaydı, Çin Komünist Partisinin muhakkak iktidara geleceğini savunmak, akılsızca bir ukalâlık olurdu. Fakat böyle bir olasılığın büsbütün tartışma dışı olduğunu söylemek, alçakça bir dar kafalılıktır. Egemen sınıfların parçalanmışlığı gibi, işçilerin ve köylülerin kitle hareketi de bunun için tümüyle yeterli bir düzeydeydi. Ulusal burjuvazi Çan Kay-şek’leri ve Wang Çing-wei’lerini Moskova’ya elçi olarak gönderdiyse ve Hu Han-min’leri aracılığıyla Komintern’in kapısını çaldıysa, bunun nedeni kesinlikle onun devrimci kitleler karşısında ümitsizce zayıf oluşuydu; kendi zayıflığının farkına varmıştı ve kendini sigortalamaya çalışıyordu. Eğer bizzat biz onları bir iple sürüklemeye çalışmamış olsaydık, ne işçiler ne de köylüler ulusal burjuvaziyi izlemezlerdi. Komintern şöyle ya da böyle doğru bir politika izleseydi, komünist partisinin kitleleri kazanma mücadelesinin sonucu önceden belirlenmiş olurdu; köylü savaşı devrimci proletaryayı desteklerken, Çin proletaryası komünistleri destekleyecekti.
Eğer Kuzey Seferinin henüz başında “kurtarılmış” bölgelerde sovyetleri örgütlemeye başlasaydık (ve kitleler olanca güçleriyle içgüdüsel olarak bunun peşinden koşarlardı), gerekli tabanı ve devrimci bir kalkış noktasını sağlamış olurduk, tarımsal başkaldırıları etrafımızda toplardık, kendi ordumuzu inşa ederdik, düşman ordularını dağıtırdık; ve Çin Komünist Partisi, gençliğine rağmen, Komintern’in sağladığı özel rehberlik sayesinde, bu ender yıllarda olgunlaşabilir ve Çin’in tümünde aynı anda olmasa bile, en azından hatırı sayılır bir bölümünde iktidarı alabilirdi. Ve tüm bunların ötesinde, bir partiye sahip olurduk.
Fakat bilhassa önderlik alanında, tümüyle korkunç bir şey –gerçek bir tarihsel felaket– meydana geldi. Sovyetler Birliği’nin, Bolşevik Partinin ve Komintern’in etkisi tümüyle, önce Komünist Partinin bağımsız politikalarına karşı Çan Kay-şek’i desteklemeye ve daha sonra tarım devriminin önderi olarak Wang Çing-wei’yi desteklemeye hizmet etti. KEYK, Leninist politikanın temellerini ayaklar altına alarak ve daha sonra Çin Komünist Partisinin belini kırarak, Çin Kerenskizminin Bolşevizm üzerindeki ve İngiliz ve Japon emperyalizminin Çin Milyukov’ları üzerindeki zaferini önceden belirledi.
1925-1927 döneminde Çin’de yaşananların anlamı burada ve yalnızca burada yatmaktadır.
3. Demokratik Diktatörlük mü, Proletarya Diktatörlüğü mü?
Peki son KEYK Plenumu, Çin devriminin, Kanton ayaklanmasını da kapsayan deneyimlerini nasıl değerlendirdi? İleriye dönük hangi perspektifleri ortaya koydu? Şubat (1928) Plenumunun, taslak programın bu konuya denk düşen bölümlerinin anahtarı olan kararı, Çin devrimine ilişkin olarak şöyle demektedir:
Onu bir “sürekli” devrim olarak nitelemek yanlıştır [KEYK’in temsilcisinin tutumu]. Devrimi bir “sürekli” devrim olarak değerlendirip, burjuva-demokratik aşamanın üstünden atlama [?] eğilimi Troçki’nin 1905’te [?] yaptığına benzer bir hatadır...
Lenin’in önderliğinden ayrılışından bu yana, yani 1923’ten beri Komintern’in ideolojik yaşamı, öncelikle sözde “Troçkizm”e karşı ve özellikle “sürekli devrim”e karşı bir mücadeleden ibaret oldu. Öyleyse nasıl oluyor da Çin devriminin temel sorununda, sadece Çin Komünist Partisinin Merkez Komitesi değil, aynı zamanda Komintern’in resmi delegesi de, yani özel talimatlarla gönderilmiş bir önder de, tesadüfen, uğrunda yüzlerce adamın Sibirya’ya sürüldüğü ve hapse atıldığı “yanlışın” aynısını yapıyor? Çin sorunu etrafındaki mücadele hemen hemen iki buçuk yıldır ortalığı kasıp kavuruyor. Muhalefet, Çin Komünist Partisi eski Merkez Komitesi’nin (Çen Tu-ziu) Komintern’den gelen yanlış direktiflerin etkisi altında oportünist bir politika izlediğini ifade ettiğinde, bu değerlendirme “iftira” olarak ilân edildi. Çin Komünist Partisi önderliği kusursuz ilân edildi. Ünlü Tang Ping-şan, KEYK’in Yedinci Plenumunun genel oluruyla şunu açıkladı: “Troçkizmin daha ilk belirtilerinde, Çin Komünist Partisi ve Genç Komünistler Birliği, Troçkizme karşı derhal oybirliğiyle bir karar benimsedi.” (Tutanaklar, s.205)
Fakat, bu “başarılar”a rağmen, olaylar onların devrimin ilk ve daha sonra ikinci ve çok daha korkunç bozgununa yol açan trajik mantığını gözler önüne serdiğinde, eskiden kusursuz olan Çin Komünist Partisi önderliği bu kez Menşeviklikle vaftiz edildi ve yirmi dört saat içinde azledildi. Aynı zamanda bir kararname, yeni önderliğin tümüyle Komintern çizgisini yansıttığını resmen ilân etti. Fakat yeni ve ciddi bir deneyim ortaya çıkar çıkmaz farkına varıldı ki, Çin Komünist Partisi yeni Merkez Komitesi, güya “sürekli devrim” konumuna sapmakla suçludur (görmüş olduğumuz gibi, lafızda değil ama eylemde). Komintern delegesi tam da aynı yolu tuttu. Bu şaşırtıcı ve gerçekten akıl almaz olgu, yalnızca, KEYK’in talimatlarıyla devrimin gerçek dinamikleri arasındaki uçurum gibi açık “makas”la açıklanabilir.
Burada biz 1924’te, karışıklık ve şaşkınlık saçmak için dolaşıma sokulan, 1905’in “sürekli devrim” miti üzerinde durmayacağız. Bu mitin Çin devrimi sorununda nasıl yıkıldığını sınamakla kendimizi sınırlayacağız.
Yukarıda aktarılan pasajın alındığı Şubat kararının ilk paragrafı, sözde “sürekli devrim”e yönelik olumsuz tavrı için aşağıdaki nedenleri sunmaktadır:
Çin devriminin şu anki evresi, hem ekonomik bakımdan (tarım devrimi ve feodal ilişkilerin ortadan kaldırılması), hem emperyalizme karşı ulusal mücadele bakımından (Çin’in birleştirilmesi ve ulusal bağımsızlığın tesisi), hem devletin sınıfsal yapısı bakımından (proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü) tamamlanmamış olan bir burjuva-demokratik devrim evresidir....
Nedenlerin bu şekilde sunuluşu, aralıksız bir hatalar ve çelişkiler zinciridir.
KEYK, Çin devriminin, Çin’in sosyalizm yolunda ilerleme fırsatını sağlama bağlamak zorunda olduğunu öğretti. Bu hedef bir tek şekilde, eğer devrim sadece burjuva-demokratik görevlerin çözümünde durmamış, aksine bir aşamadan diğerine geçerek gelişmeye devam etmiş, yani kesintisiz (ya da sürekli) olarak gelişmeye devam etmiş ve böylece Çin’i sosyalist bir gelişmeye doğru götürmüş olsaydı başarılabilirdi. Bu, tam da Marx’ın “sürekli devrim” teriminden anladığı şeydir. O halde, biz nasıl bir yandan Çin için kapitalist olmayan bir gelişme yolundan bahsedebilir ve diğer yandan da genel olarak devrimin sürekli karakterini reddedebiliriz?
Fakat KEYK kararı ısrarla devrimin hem tarım devrimi açısından, hem de emperyalizme karşı ulusal mücadele açısından tamamlanmadığını söylüyor. KEYK buradan, “Çin devriminin şu anki dönemi”nin burjuva-demokratik karakteri sonucunu çıkarmaktadır. İşin doğrusu “şu anki dönem” bir karşı-devrim dönemidir. Şüphesiz KEYK şunu demek istemektedir: 1925-27’nin ikinci Çin devrimi ne köylü sorununu ne de ulusal sorunu çözdüğü için, Çin devriminin yeniden dirilmesi ya da üçüncü Çin devrimi, burjuva-demokratik bir karakter taşıyacaktır. Bununla birlikte, böyle düzeltilse bile bu uslamlama, Çin ve Rus devrimlerinin deneyimlerini ve derslerini anlamada tam bir fiyasko üzerine inşa edilmiştir.
Rusya’da 1917 Şubat devrimi, köylerde serflik, eski bürokrasi, savaş ve ekonomik bozgun gibi devrime yol açan tüm ülke içi ve uluslararası sorunları çözümsüz bırakmıştı. Yalnızca SR’ler ve Menşevikler değil, aynı zamanda bizim kendi parti önderliğimizin hatırı sayılır bir bölümü de, buradan hareketle Lenin’e “devrimin şu anki döneminin bir burjuva-demokratik devrim dönemi olduğunu” kanıtlamayı denedi. Burada, KEYK kararı, temel fikriyle, 1917’de Lenin tarafından yürütülen proletarya diktatörlüğü mücadelesine karşı oportünistlerin yükselttiği itirazları sadece kopya etmektedir.
Üstelik burjuva-demokratik devrimin sadece ekonomik ve ulusal açıdan değil, “devletin sınıfsal yapısı (proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü) açısından” da bitirilmemiş olarak kaldığı ortaya çıkıyor. Bu yalnızca tek bir anlama gelebilir: Çin proletaryasının, Çin’in başında “gerçek” bir demokratik hükümet bulunmadığı sürece iktidarın fethi uğruna mücadele etmekten men edildiği anlamına. Bunu nereden temin edeceğimize gelince ne yazık ki bu konuda hiçbir talimat ufukta görünmüyor.
Sovyetlerin oluşturulmasının tahminen sadece proleter devrimine geçiş sırasında mubah olması gerekçesiyle (Stalin’in “teori”si), Çin için sovyetler sloganının bu iki yıl boyunca reddedilmesi karışıklığı daha da arttırdı. Fakat Kanton’da sovyet devrimi patlak verdiğinde ve bu devrimin katılımcıları bunun kesin olarak proleter devrimine geçiş olduğu sonucunu çıkardıklarında “Troçkizmle” suçlandılar. Parti bu tür yöntemlerle mi eğitilecektir? Büyük görevlerin çözümlenmesinde, ona yardımcı olmanın yolu bu mu?
Umutsuz bir durumu kurtarmak için, KEYK kararı (düşüncesinin genel yönelimiyle hiçbir bağlantısını kurmaksızın) büyük bir aceleyle –emperyalizmden alınmış olan– son argümanına sarılmaktadır. Öyle görünüyor ki, burjuva-demokratik aşamanın üzerinden atlama eğilimi, “... haydi haydi zararlıdır [!], çünkü sorunun bu şekilde formüle edilmesi bir yarı-sömürge devrimi olan Çin devriminin en önemli ulusal özgünlüğünü ortadan kaldırır [?]”
Bu akla aykırı sözcüklerin tek bir anlamı olabilir, o da emperyalist esaretin bir tür proleter olmayan diktatörlükle yıkılacağıdır. Fakat bu, Çin ulusal burjuvazisini ya da Çin küçük burjuva “demokrasisi”ni parlak renklere boyamak için, “en önemli ulusal özgünlüğün” son anda laf arasına sokulduğu anlamına gelir. Bu argümanın başka hiçbir anlamı olamaz. Ama bu tek “anlam”, “Sömürge Burjuvazisinin Doğası Üzerine” başlıklı bölümümüzde, tarafımızdan lâyıkıyla incelenmişti. Bu konuya dönmeye hiç gerek yok.
Çin hâlâ, köleliğin en “Asyatik” şekillerinin tasfiyesi, ulusal kurtuluş ve ülkenin birleştirilmesi gibi en temel sorunlar uğruna, çok büyük, acı, kanlı ve uzatılmış bir mücadele ile karşı karşıyadır. Fakat olayların akışının da gösterdiği gibi, devrimde bir küçük burjuva önderliği ya da hatta yarı-önderliği gelecekte kesinlikle olanaksız kılan tam da budur. Çin’in kurtuluşu ve birleştirilmesi, bugün, SSCB’nin varoluşundan daha az önemli olmayan bir uluslararası görevdir. Bu görev ancak, ezilmiş, aç ve zulmedilen kitlelerin, proleter öncünün doğrudan önderliği altında kıyasıya bir mücadelesi –sadece dünya emperyalizmine karşı değil, aynı zamanda onun Çin’deki ekonomik ve siyasal temsilciliğine karşı, “ulusal” burjuvaziyi ve onun tüm demokratik uşaklarını kapsayan burjuvaziye karşı bir mücadele– sayesinde çözülebilir. Ve bu proletarya diktatörlüğüne giden yoldan başka bir şey değildir.
Nisan 1917’den başlayarak Lenin, onu “sürekli devrim” konumunu benimsemekle suçlayan hasımlarına, proletarya ve köylülüğün diktatörlüğünün ikili iktidar döneminde kısmen gerçekleştirildiğini açıkladı. Daha sonra, işçi sınıfı henüz fabrika ve imalâthanelere el koymaya girişmemiş fakat işçi denetimini denemişken, işçilerle birlikte tüm köylülüğün tarım devrimini başardığı Kasım 1917’den Temmuz 1918’e kadar olan sovyet iktidarının ilk dönemi boyunca, bu diktatörlüğün daha fazla yayılmaya uğradığını açıkladı. “Devletin sınıfsal yapısı”na gelince, demokratik SR-Menşevik “diktatörlük” verebileceğinin tümünü verdi; ikili iktidarın başarısızlığı. Tarımsal altüst oluşa gelince, devrim tamamen güçlü ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi, fakat ebelik görevini gören proletarya diktatörlüğüydü.
Bir başka deyişle, proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü teorik formülünün birleştirdiği şey, gerçek sınıf mücadelesinin gidişatı içerisinde ayrıştırıldı. Yarı-iktidarın içi boş kabuğu geçici olarak Kerenski-Çeretelli’ye emanet edilirken, tarımsal-demokratik devrimin gerçek çekirdeği muzaffer işçi sınıfının payına düştü. KEYK liderlerinin anlamakta başarısızlığa uğradıkları şey, demokratik diktatörlüğün bu diyalektik ayrışmasıydı. “Burjuva-demokratik devrimin üzerinden atlamanın” her şeklini mekanik olarak mahkûm ederek ve tarihsel süreci genelgeler uyarınca yönlendirmek için çaba harcayarak kendilerini politik bir çıkmaza sürüklediler. Eğer burjuva-demokratik aşamadan, bir “demokratik diktatörlük” aracılığıyla tarımsal devrimin başarısını anlamak zorundaysak, o zaman korkmadan burjuva demokratik aşamanın üzerinden “atlayan” bizzat Ekim Devrimiydi. Onu bunun için mahkûm etmek gerekmez mi?
Öyleyse Rusya’da Bolşevizmin en yüksek ifadesi olan olayların tarihsel olarak kaçınılmaz akışı, Çin’e gelince neden “Troçkizm” olmak zorunda olsun? Şüphesiz tam da aynı mantık yüzünden, yani Rusya’da yirmi yıl boyunca Bolşevizmin savaştığı bir teoriyi, Martinov’ların teorisini, Çin için uygun olarak ilân eden mantık yüzünden.
Fakat burada Rusya’yla bir analoji kurulması mubah mıdır? Cevabımız şudur; proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü sloganı, KEYK liderleri tarafından yalnız ve tümüyle analoji yöntemine göre inşa edildi; fakat biçimsel ve kitabi bir analoji, materyalist ve tarihsel bir analoji değil. Çin ve Rusya arasında bir analoji eğer ona uygun bir yaklaşımı bulabilirsek tümüyle kabul edilebilirdir ve Lenin böyle bir analojiyi çok iyi kullanmıştır. Dahası o bunu, epigonların gelecekteki gaflarını sezmişçesine, olaylardan sonra değil, önce yapmıştır. Lenin yüzlerce kez, burjuva-demokratik görevlerin çözülmemiş olması olgusuna rağmen iktidarı fethetme gözü pekliğine sahip proletaryanın Ekim Devrimini savunmak zorunda kalmıştır. Kesinlikle bu nedenle ve kesinlikle bunu yapmak için yanıtını vermiştir Lenin. İktidarın fethine karşı argümanlarında, sosyalizm için Rusya’nın ekonomik geriliğine, ki bu onun için “su götürmez”di [Eserler, Cilt XVIII, kısım 2, s.119], başvuran ukalâlara hitap ederek Lenin, 16 Ocak 1923’te şunu yazmıştır:
Örneğin uygarlaşmış ülkelerle, ilk kez bu savaş sayesinde uygarlık girdabına sürüklenen tüm Doğu ülkeleri ve Avrupalı olmayan ülkeler arasındaki sınırda duran Rusya’nın, bu sayede, dünya gelişiminin genel hatlarına şüphesiz denk düşen, fakat kendi devrimini daha önceki Batı Avrupa devrimlerinin tümünden farklı yapan ve Doğu ülkelerine yaklaşımda bazı kısmi yenilikler getiren belli özgünlükleri ortaya koyabildiği ve koymak zorunda olduğu, onların hiçbir zaman aklına bile gelmedi. [age, s.118]
Rusya’yı Doğu ülkelerine daha da yaklaştıran “ayırt edici özellik” Lenin tarafından tam da, genç proletaryanın ilk aşamada süpürgeyi ele almak ve sosyalizm yolundan feodal barbarlığı ve pisliğin her çeşidini süpürmek zorunda olması olgusunda görüldü.
Eğer sonuç olarak biz, kalkış noktamız olarak Çin ve Rusya arasındaki Leninist analojiyi alacak olursak, o taktirde şunu söylemeliyiz: “devletin siyasal doğası” açısından, Çin’de demokratik diktatörlük aracılığıyla elde edilebileceklerin tümü, ilk önce Sun Yat-sen’in Kanton’unda, sonra Kanton’dan Şanghay’a giden yolda, ki Şanghay hükümet darbesiyle en üst noktasına ulaşmıştır, ve daha sonra sol Kuomintang’ın kimyasal olarak saf şekliyle, yani KEYK talimatlarına göre tarım devriminin örgütleyicisi olarak, ya da gerçekte bu devrimin cellâdı olarak ortaya çıktığı Wuhan’da sınava tâbi tutulmuştur. Fakat burjuva-demokratik devrimin toplumsal içeriği, Çin proletaryası ve yoksul köylülüğün yaklaşan diktatörlüğünün ilk dönemini dolduracaktır. Sadece Çin burjuvazisinin değil, aynı zamanda Çin “demokrasisi”nin de rolü baştan aşağı sınava çekildikten sonra, “demokrasi”nin, yaklaşmakta olan savaşlarda geçmiştekinden bile daha büyük bir cellât rolü oynayacağı kesinlikle itiraz kabul etmez bir duruma geldikten sonra, tüm bunlardan sonra şu anda proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü sloganını yükseltmek, sadece Kuomintangcılığın yeni çeşitlerinin üstünü örtmenin araçlarını yaratmak ve proletaryanın boynuna bir kement hazırlamaktır.
Eksik kalmaması adına, SR-Menşevik deneyiminin karşısına “gerçek” demokratik diktatörlük sloganını koymakta ısrar eden Bolşeviklerle ilgili olarak Lenin’in özlü bir şekilde söylediği şeyi yeniden hatırlayalım:
Şu anda yalnızca “proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü”nden bahsedenler zamanın gerisinde kalmışlardır, dolayısıyla böyleleri gerçekte proleter sınıf mücadelesine karşı küçük burjuvazinin saflarına geçmişlerdir; ve devrim-öncesi “Bolşevik” antikalar müzesine gönderilmeleri gerekir (“eski Bolşevikler” müzesine de denebilir). [Eserler, Cilt XVI, kısım 1, s.29]
Bu sözcükler aslında sanki bugün söylenmişçesine çınlıyor.
Elbette ki bu hiçbir şekilde Çin Komünist Partisini, iktidarın fethi için derhal ayaklanmaya çağırma sorunu değildir. İlerleyiş tümüyle şartlara bağlıdır. Yenilginin sonuçları, sadece taktiği değiştirerek ortadan kaldırılamaz. Devrim şimdi geriliyor. Sayısız insan idam edilirken ve Çin’de muazzam bir ticari ve ekonomik kriz ortalığı kasıp kavururken, KEYK’in yarı-gizli kararı, eli kulağında şiddetli devrimci saldırılara ilişkin tumturaklı sözleri, canice bir hafiflikten başka bir şey değildir. Üç büyük yenilgiden sonra ekonomik kriz ve idamlar politik olarak zayıflamış olan partiyi tamamen yok ederken, aslında nesi var nesi yoksa elinden alınmış olan proletaryayı harekete geçirmez, aksine zayıflatır. Çin’de bir geri çekilme dönemine ve dolayısıyla partinin kendi teorik temellerini derinleştirdiği, kendini eleştirel bir temelde eğittiği, işçi sınıfı hareketinin tüm alanlarında sağlam örgütsel bağlar yarattığı ve güçlendirdiği, kırsal hücreleri örgütlediği, işçilerin ve yoksul köylülüğün önce savunma ve daha sonra saldırıya yönelik kısmi mücadelelerini birleştirdiği ve yönettiği bir döneme giriyoruz.
Kitle hareketinde dalganın yönünü ne değiştirecek? Milyonluk kitlelerin başındaki proletarya öncüsüne gerekli devrimci itilimi hangi koşullar sağlayacak? Bu önceden tahmin edilemez. İç süreçlerin tek başına yeterli mi olacağını, yoksa dıştan ek bir itilimin mi gerekeceğini gelecek gösterecek.
Çin devriminin doğrudan doğruya yanlış bir önderliğe bağlı olan iflâsının, Çin burjuvazisinin ve yabancı burjuvazinin şu anda ülkede ortalığı kasıp kavuran korkunç ekonomik krizin az ya da çok üstesinden gelmesini mümkün kılacağını varsaymak için yeterli zemin mevcuttur. Doğal olarak bu, işçilerin ve köylülerin sırtına basarak yapılacaktır. Bu “istikrar” safhası bir kez daha işçileri biraraya toplayacak ve kaynaştıracak, ardından onları düşmanla daha sert çatışmalara –ama daha üst bir tarihsel aşamada– sevk etmek üzere sınıfsal özgüvenlerini yeniden canlandıracaktır. Bir tarım devrimi perspektifinden ciddi bir şekilde bahsetmek ancak proleter hareketin atağa geçmiş yeni bir yükseliş dalgasının varolması koşuluyla mümkün olacaktır.
Yaklaşmakta olan üçüncü devrimin ilk aşamasının, çoktan aşılmış bulunan aşamaları çok kısaltılmış ve değiştirilmiş bir şekilde, meselâ yeni bir “ulusal birleşik cephe” parodisi sahneleyerek tekrarlaması ihtimal dışı değildir. Fakat bu ilk aşama ancak Komünist Partiye halk kitlelerinin önüne kendi “Nisan” tezlerini yani iktidarın fethi için kendi program ve taktiklerini koyma ve ilân etme şansı vermeye yetecektir.
Peki taslak program bu konuda ne diyor?
Proletarya diktatörlüğüne geçiş burada [Çin’de] sadece bir dizi hazırlık aşamasından sonra [?], sadece burjuva-demokratik devrimin sosyalist devrime büyüyerek geliştiği [??] bütün bir dönemin sonucu olarak mümkündür.
Bir başka deyişle, halihazırda geride bırakılmış olan tüm “aşamalar” dikkate alınmayacaktır. Taslak program çoktan geride kalmış olan şeyi hâlâ ileride görmektedir. Kuyrukçu bir formülasyonla kastedilen şey tam da budur. Bu, Kuomintang çizgisinin ruhuyla yeni denemeler için kapıları ardına dek açmaktadır. Dolayısıyla eski yanlışların gizlenmesi kaçınılmaz olarak yeni hataların yolunu hazırlamaktadır.
Eğer biz, öncekiyle kıyaslanmayacak kadar hızlı bir tempoda gelişecek olan yeni bir yükselişe, yararını çoktan yitirmiş olan bir “demokratik diktatörlük” tasarımıyla girersek, ikincisi gibi üçüncü Çin devriminin de kaderine terk edileceği kuşkusuzdur.
4. Oportünizmin Ürünü Olarak Maceracılık
KEYK Şubat Plenumunun aynı kararının ikinci paragrafı şöyle demektedir:
Esasen komünist partinin sloganları altında ve hatırı sayılır bir ölçüde de onun önderliğinde ilerleyen geniş işçi ve köylü devrimci hareketinin ilk dalgası sona ermiştir. Bu dalga, devrimci hareketin birçok merkezinde işçi ve köylülerin en ağır bozgunlarıyla, komünistlerin ve genel olarak emekçi ve köylü hareketinin devrimci kadrolarının fiziksel imhasıyla sona erdi. [vurgu bizim]
“Dalga” kabarırken KEYK, tüm hareketin bütünüyle, sovyetlerin bile yerini alan Kuomintang’ın mavi bayrağı ve önderliği altında olduğunu söylemişti. Komünist Partinin Kuomintang’a tâbi kılınmasının temeli budur. Ama devrimci hareketin “en ağır bozgunlar”la sona ermesinin nedeni de kesinlikle budur. Şimdi bu bozgunlar kabul edildiğinde, sanki Kuomintang hiç varolmamış gibi, sanki KEYK onun mavi bayrağını kendi bayrağı olarak ilân etmemiş gibi, Kuomintang’ın geçmişten silinmesine girişiliyor.
Geçmişte ne Şanghay’da ne de Wuhan’da hiçbir bozgun yoktu; sadece “devrimin daha yüksek bir aşamaya” geçişi vardı; bize öğretilmiş olan budur. Şimdi bu geçişlerin tümü, aniden, “işçiler ve köylüler için en ağır bozgunlar” olarak ilân edildi. Bununla birlikte öngörü ve değerlendirmelerin bu eşsiz iflâsını bir dereceye kadar gizlemek için, kararın sonuç paragrafı şunu ilân etmektedir:
KEYK, KE’nin tüm seksiyonlarını, Çin devriminin tasfiye edildiği [?] yolundaki sosyal demokrat ve Troçkist iftiralara karşı savaşmakla görevlendirir.
Kararın ilk paragrafında bize “Troçkizm”in, sürekli Çin devrimi, yani şu anda kesinlikle burjuva aşamadan sosyalist aşamaya doğru ilerleyen bir devrim fikri olduğu söylendi; son paragraftan öğreniyoruz ki, “Troçkistlere” göre “Çin devrimi tasfiye edilmiştir”. “Tasfiye edilmiş” bir devrim, nasıl bir sürekli devrim olabilir? Burada tüm görkemiyle Buharin’i görüyoruz.
Tüm devrimci öğretiyi kökünden aşındıran bu tür çelişkilere ancak tam ve umursamaz bir sorumsuzluk olanak verir.
Eğer devrimin “tasfiyesinden”, işçi ve köylü taarruzunun geri püskürtüldüğünü ve kana boğulduğunu, kitlelerin geri çekilme ve çöküş halinde olduğunu, yeni bir saldırıdan önce –diğer koşullar bir yana– süresi önceden belirlenemeyecek olan belirli bir zaman dilimini gerektiren bir moleküler sürecin kitleler içinde işlemek zorunda olduğunu anlamamız gerekiyorsa; eğer “tasfiye” bu şekilde anlaşılmak zorundaysa, bu hiçbir durumda KEYK’in nihayet kabul etmek zorunda kaldığı “en ağır yenilgiler”den farklı bir durum arz etmez. Yoksa tasfiyeyi harfi harfine, Çin devriminin fiilen yok oluşu olarak mı, yani onun yeni bir düzlemde yeniden doğuşunun imkânları ve kaçınılmazlığının fiilen yok oluşu olarak mı anlamalıyız? Böyle bir perspektiften ciddi bir biçimde ve kafa karışıklığı yaratmayacak bir biçimde sadece iki durumda bahsedilebilir; eğer Çin parçalanmaya ve tamamen yok olmaya mahkûm edildiyse –ki hiç mi hiç temeli olmayan bir varsayımdır–, veya Çin burjuvazisi kendi devrimci olmayan yöntemleriyle Çin yaşamının temel sorunlarını çözme yeteneğinde olduğunu kanıtlıyorsa. Bu, Komünist Partiyi doğrudan burjuvazinin boyunduruğu altına iten “dört sınıf bloğu” teorisyenlerinin şu anda bize atfetmeye çalıştıkları son varyant değil mi?
Tarih kendini yineler. 1923 yenilgisinin boyutlarını kavramamış olan körler, bizi bir buçuk yıl boyunca Alman devrimine ilişkin olarak “tasfiyecilikle” suçladılar. Fakat Enternasyonal’e çok pahalıya mal olan bu ders bile, onlara hiçbir şey öğretmedi. Şu anda onlar eski lastik mühürlerini kullanıyorlar, sadece bu sefer Almanya’nın yerini Çin aldı. Muhakkak ki “tasfiyeciler” bulma ihtiyaçları dört yıl öncekinden çok daha şiddetlidir, zira bu kez, eğer ikinci Çin devrimini birisi “tasfiye etti” ise, bunun “Kuomintang” rotasının yaratıcıları olduğu son derece açıktır.
Marksizmin gücü onun öngörü yeteneğinde yatar. Bu anlamda Muhalefet, kendi teşhisinin deney içinde mutlak bir doğrulanışından söz edebilir. Önce bir bütün olarak Kuomintang’a ilişkin, ardından “sol” Kuomintang’a ve Wuhan hükümetine ilişkin ve son olarak üçüncü devrim üzerindeki “tortu”ya, yani Kanton ayaklanmasına ilişkin teşhisler. Teorik doğruluğun bundan daha öte hangi kanıtı olabilirdi?
Burjuvaziye teslimiyet politikası yüzünden ilk iki aşaması sırasında devrimi zaten en ağır bozgunlara uğratan aynı oportünist çizgi, üçüncü aşamada burjuvazi üzerine maceracı akınlar politikasına doğru “büyüdü” ve böylece yenilgiyi nihai hale getirdi.
Dün, önderlik, kendisinin neden olduğu yenilgilerin aceleyle üzerinden atlamaya çalışmasaydı, Çin Komünist Partisine herşeyden önce şu açıklanacaktı: Zafer tek bir saldırıyla kazanılmaz, silâhlı ayaklanmaya giden yolda, daha hâlâ işçi ve köylüleri politik olarak etkilemek için şiddetli, ardı arkası kesilmeyen ve vahşi bir mücadele dönemi durur.
27 Eylül 1927’de KEYK Prezidyumuna şunu söyledik:
Bugünkü gazeteler devrimci ordunun Swatow’u işgal ettiğini yazıyor. Ho Lung ve Yeh Ting orduları zaten haftalardır ilerlemekteydi. Pravda bu orduları devrimci ordular olarak adlandırıyor.... Ama size sorarım: Swatow’u ele geçiren devrimci ordunun hareketi Çin devriminin önüne hangi olasılıkları çıkarmaktadır? Hareketin sloganları nelerdir? Programı nedir? Örgütsel biçimleri ne olmalıdır? Temmuz ayında Pravda’nın bir günlüğüne aniden ileri sürdüğü Çin sovyetleri sloganına ne oldu?
Öncelikle Komünist Partiyi bir bütün olarak Kuomintang’ın karşısına koymaksızın, partinin kitleler arasında sovyetler ve bir sovyet hükümeti için ajitasyonu olmaksızın, ulusal kurtuluş ve tarım devriminin sloganları altında kitlelerin bağımsız bir seferberliği olmaksızın, işçi, asker ve köylü vekilleri yerel sovyetlerinin yaratılması, yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi gerçekleştirilmeksizin, Ho Lung ve Yeh Ting’in ayaklanması, oportünist politikaları bir yana, sadece yalıtık bir macera, bir sözde-komünist Mahno[39] kahramanlığı olmayı becerebilirdi; kendi yalıtıklığını kırmayı becerebilirdi. Ve kırdı.
Kanton ayaklanması, Ho Lung–Yeh Ting macerasının daha yaygın ve daha derin bir tekrarıydı, ancak son derece trajik sonuçlarla.
KEYK’in Şubat kararı Çin Komünist Partisindeki darbeci ruh halinin, yani silâhlı ayaklanma eğilimlerinin önünü kesmeye çalışır. Bununla birlikte, bu eğilimlerin 1925-1927’nin tüm oportünist politikasına bir tepki olduğu ve –tüm yapılanların bir değerlendirilmesi yapılmaksızın, taktiğin esasının açık bir yeniden değerlendirilmesi yapılmaksızın ve net bir perspektif olmaksızın– yukarıdan gönderilen saf askeri nitelikteki “adım değiştirme” direktiflerinin kaçınılmaz bir sonucu olduğu söylenmez. Ho Lung’un kampanyası ve Kanton ayaklanması darbeciliğin besleyicileriydi, ve bu koşullar altında başka türlü de olamazdı.
Oportünizme olduğu kadar darbeciliğe karşı da gerçek panzehir, sadece, işçilerin ve yoksul köylülerin silâhlı ayaklanmasının önderliğinin, iktidarın ele geçirilmesinin ve devrimci diktatörlüğün tesisinin bundan böyle tamamen Çin Komünist Partisinin omuzlarına düştüğü gerçekliğinin açıkça kavranması olabilir. Eğer bu perspektifin kavranışı ÇKP’ye bütünüyle nüfuz ettirilirse, ÇKP ezile büzüle düşman bayrağını takip etmeye daha az meyilli olacağı gibi, kentlere doğaçlama askeri saldırılar yapmaya ya da kapana kısılmış silâhlı ayaklanmalar düzenlemeye de aynı şekilde daha az meyilli olacaktır.
KEYK kararı, aşamaların üzerinden atlamanın kabul edilemezliğine ve darbeciliğin zararlarına ilişkin olarak en soyut biçimde tartışırken, Kanton ayaklanmasının ve onun doğurduğu kısa-ömürlü sovyet rejiminin sınıfsal içeriğini tümüyle gözardı etmesi olgusuyla, tek başına bu olguyla, kendisini büsbütün bir güçsüzlüğe mahkûm etmektedir. Biz Muhalefetçiler, bu ayaklanmanın kendi “prestijlerini” kurtarma çabası içindeki liderlerin bir macerası olduğunu savunduk. Fakat bir maceranın bile toplumsal çevrenin yapısı tarafından belirlenen yasalara uygun olarak geliştiği bizim için aşikârdır. Çin devriminin gelecek evresinin özellikleri için Kanton ayaklanmasına bakmamızın nedeni budur. Bu özellikler Kanton ayaklanmasından önce yaptığımız teorik tahlillerle tümüyle uyuşmaktadır. Fakat Kanton ayaklanmasını mücadele zincirinde doğru ve normal bir halka olarak savunan KEYK için, Kanton ayaklanmasının açık bir sınıfsal nitelemesini yapmak son derece zorunludur. Ne var ki, Plenum Kanton olaylarından hemen sonra toplanmış olmasına rağmen, KEYK kararında bununla ilgili tek kelime yoktur. İnatla yanlış bir politika sürdürmesinden dolayı, Komintern’in şu anki önderliğinin taslak programda tespit edilen Doğudaki devrimlerin ayrıntılı plânını tamamen altüst eden anlamıyla 1927 Kanton ayaklanmasını ele alma cesaretini göstermeyip, 1905’in ve diğer yılların hayali hatalarıyla meşgul olma zorunluluğunu duyması en inandırıcı kanıt değil midir?
5. Sovyetler ve Devrim
KEYK’in Şubat kararında Komintern temsilcileri “Yoldaş N. ve diğerleri”, “Kanton’da bir ayaklanma organı olarak seçilmiş bir sovyetin yokluğu”ndan sorumlu tutulmaktadırlar (vurgu aslında). Gerçekte, bu suçlamanın ardında şaşırtıcı bir itiraf yatmaktadır.
Pravda’nın (No.31) ilk elden belgelere dayanılarak yazılan raporunda, Kanton’da sovyet hükümetinin kurulmuş olduğu dile getiriliyordu. Fakat Kanton sovyetinin seçilmiş bir organ olmadığını, yani onun bir sovyet olmadığını gösterecek tek kelime ağza alınmıyordu, zira seçilmemiş bir sovyet nasıl olabilir? Bunu karardan öğreniyoruz. Bir an için bu olgunun önemi üzerine iyice düşünelim. KEYK bize şu anda, ama kesinlikle daha önce değil, silâhlı bir ayaklanmayı başarmak için bir sovyetin gerekli olduğunu söylüyor. Fakat karşımıza ne çıksa beğenirsiniz! Ayaklanma için tarih belirlendiğinde ortada sovyet yok. Seçilmiş bir sovyet yaratmak kolay bir iş değildir. Kitlelerin sovyetin ne olduğunu deneyimlerinden bilmeleri, onun biçimini anlamaları, onları seçilmiş bir sovyet örgütüne alıştırmak için geçmişte bir şeyler öğrenmiş olmaları gereklidir. Çin’de bunun bir belirtisi dahi yoktu çünkü sovyetin tam da tüm hareketin sinir merkezi olması gerektiği bir dönemde, sovyetler sloganı Troçkist bir slogan olarak ilân edilmişti. Bununla birlikte, kendi yenilgilerinin üzerinden atlamak maksadıyla ayaklanma için apar-topar bir tarih belirlendiğinde, eşzamanlı olarak bir sovyeti de atamak zorunda kaldılar. Eğer bu hata en ince ayrıntısına kadar ortaya konmazsa, sovyetler sloganı devrimin boynunda urgana dönüşebilir.
Lenin kendi döneminde Menşeviklere, sovyetlerin temel tarihsel görevinin, iktidarın fethini örgütlemek veya örgütlemeye yardım etmek olduğunu, böylece onların zaferden sonraki günde bu iktidarın organı haline geleceklerini açıkladı. Epigonlar –çömezler değil– bundan sovyetlerin sadece ayaklanmanın saati on ikiyi çaldığında örgütlenebileceği sonucunu çıkarıyorlar. Lenin’in geniş genellemesini onlar, herşey olup bittikten sonra, devrimin çıkarlarına hizmet etmeyen, aksine onu tehlikeye atan zavallı bir reçeteye dönüştürdüler.
Ekim 1917’de Bolşevik sovyetler iktidarı ele geçirmeden önce, SR ve Menşevik sovyetler dokuz ay varlığını sürdürdü. On iki yıl önce ilk devrimci sovyetler Petersburg, Moskova ve diğer pek çok şehirde ortaya çıktı. 1905 sovyeti başkentin fabrika ve imalâthanelerini kucaklamaya doğru uzanmadan önce, grev sırasında Moskova’da bir matbaa işçileri vekilleri sovyeti yaratılmıştı. Bundan birkaç ay önce Mayıs 1905’te, İvanovo-Voznesiensk’te bir kitle grevi, işçi vekilleri sovyetinin başlıca özelliklerini zaten içeren yönetici bir organ kurmuştu. İşçi vekilleri sovyetinin kuruluşunun ilk deneyimi ile, sovyet hükümetinin kuruluşunun muazzam deneyimi arasında on iki yıldan daha fazlası geçip gitti. Şüphesiz, Çin dahil, diğer tüm ülkeler için böyle bir dönem hiç de gerekmemektedir. Fakat Çinli işçilerin, Lenin’in geniş genellemesinin yerine konulan zavallı reçete temelinde sovyetleri inşa etme yeteneğinde olduğunu düşünmek, devrimci eylemin diyalektiğinin yerine, güçsüz ve yılışık bilgiçliği koymaktır. Sovyetler ayaklanma arifesinde ve iktidarın derhal fethi sloganı altında kurulmamalıdır; çünkü eğer sorun iktidarın fethi noktasına ulaştıysa, eğer kitleler silâhlı bir ayaklanma için bir sovyet olmaksızın hazırlanmışlarsa, bu, ayaklanmanın başarısını sağlama bağlayan hazırlık çalışmasının yapılmasını mümkün kılan diğer örgütsel şekiller ve yöntemler olduğu anlamına gelir. O zaman sovyetler sorununun önemi ikincil hale gelir ve bir örgüt tekniği sorununa veya sadece adlandırma sorununa indirgenir. Sovyetlerin görevi sadece ayaklanma için çağrı yayınlamak veya onu gerçekleştirmek değil, aynı zamanda kitleleri gerekli aşamalardan geçirerek ayaklanmaya doğru sevk etmektir. Başlangıçta sovyet kitleleri silâhlı ayaklanma sloganı etrafında değil, kısmi sloganlar etrafında toplar, ancak bundan sonra, kitleler, onları yolda dağıtmaksızın ve öncünün sınıftan yalıtık olmasına izin vermeksizin adım adım ayaklanma sloganına doğru çekilirler. Sovyet çoğunlukla ve esas olarak, devrimci gelişme perspektiflerine sahip, fakat verili anda sadece ekonomik taleplerle sınırlı olan grev mücadeleleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkar. Kitleler eylem sırasında sovyetin onların örgütü olduğunu, bir mücadele, direniş, özsavunma ve bir saldırı için güçleri sıraya koyduğunu hissetmeli ve anlamalıdırlar. Onlar bunu tek bir günün eyleminden ya da genelde tek bir hareketten değil, aksine kesintilerle veya kesintisiz olarak, haftaların, ayların ve belki de yılların deneyiminden hissedebilir ve anlayabilirler. Ülkenin bir devrimci kabarmalar döneminden geçtiği ve her ne kadar sonraki bir aşamaya ait perspektif olsa da ve hatta bu perspektif verili evrede sadece küçük bir azınlık tarafından tasarlanabilse de, işçi sınıfı ve yoksul köylülerin önlerinde iktidarı fethetme olasılığını buldukları koşullarda, uyanan ve ayağa dikilen kitlelerin, ancak ve ancak epigon ve bürokratik bir önderlik tarafından sovyetleri yaratmaktan alıkoyulabilmesinin nedeni budur. Bizim sovyetleri kavrayışımız her zaman böyle olmuştur. Biz sovyetleri, devrimci yükselişin daha ilk aşamalarında olan ve yeni yeni uyanan kitlelere açık; ve verili evrede iktidarı ele geçirme görevini kavrama noktasına gelmiş olan kesimin büyüklüğünden bağımsız olarak, işçi sınıfını bir bütün olarak birleştirme yeteneğinde olan geniş ve esnek bir örgütsel biçim olarak değerlendirdik.
Herhangi bir belgesel kanıt gerçekten gerekli mi? Örneğin, işte Lenin’in ilk devrim döneminde sovyetlerle ilgili olarak yazdıkları:
RSDİP [Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi –partinin o zamanki adı– L.T.], işçi sınıfı üzerindeki sosyal demokrat etkiyi yaygınlaştırmak ve sosyal demokrat işçi hareketini güçlendirmek için, az ya da çok devrimci yükseliş dönemlerinde, İşçi Vekilleri Sovyetleri tipindeki bazı parti-dışı örgütlenmelerden yararlanmayı hiçbir zaman reddetmedi. [Eserler, Cilt VIII, s.215]
Bu türden ciltler dolusu yazılı ve tarihsel kanıt alıntılanabilir. Fakat bunlar olmaksızın da sorunun yeterince açık olduğu tahmin edilecektir.
Bunun aksine epigonlar, sovyetleri, iktidarın fethinin arifesinde partinin proletaryaya kolayca giydirdiği örgütsel bir geçit töreni üniformasına dönüştürdüler. Fakat tam da bu anda sovyetlerin doğrudan silâhlı bir ayaklanma amacıyla buyruklarla yirmi dört saat içinde doğaçlama yaratılamayacağını görüyoruz. Bu gibi deneyimler kaçınılmaz olarak hayali bir niteliğe bürünür ve iktidarın fethi için en gerekli koşulların yokluğu, dış görünümde bir sovyet sistemi ayiniyle maskelenir. Sovyetin yalnızca ayini izlemek için atandığı Kanton’da olan budur. Sorunun epigon formülasyonunun götürdüğü yer işte burasıdır.
* * *
Çin olaylarına ilişkin polemikler sırasında Muhalefet, aşağıdaki pek çirkin farazi çelişkiyle suçlandı: Muhalefet, Çin için 1926’dan itibaren sovyetler sloganı ileri sürdü, oysa onun temsilcileri 1923 sonbaharında Almanya için sovyetler sloganının aleyhinde konuştular. Skolastik politik düşünce belki de başka hiçbir noktada kendini bu suçlamada olduğu kadar açık bir biçimde ifade edemezdi. Evet, biz Çin için, devrimci kabarma dalgası yükselirken, işçi ve köylülerin bağımsız örgütleri olarak sovyetlerin yaratılması için tam zamanında bir başlangıç istedik.
Sovyetlerin esas anlamı, işçi ve köylülerin Kuomintang burjuvazisi ve onun sol Kuomintang acentasının karşısına çıkarılması olacaktı. Çin’de sovyetler sloganı herşeyden önce tehlikeli ve iğrenç “dört sınıf bloğundan” kopma ve Komünist Partinin Kuomintang’dan çekilmesi anlamına gelmekteydi. Dolayısıyla ağırlık merkezi kuru örgütsel biçimlerde değil, sınıf çizgisinde yatmaktadır.
1923 sonbaharında Almanya’da sorun sadece bir örgütsel biçim sorunuydu. Komintern önderliğinin ve Alman Komünist Partisinin aşırı pasifliğinin, geriliğinin ve gecikmesinin bir sonucu olarak, sovyetlerin örgütlenmesi için vakitli bir çağrının zamanı kaçırıldı. Fabrika komiteleri, aşağıdan gelen basınç yüzünden ve kendiliğinden 1923 sonbaharında Alman işçi hareketi içinde bir yer tutmuştu. Komünist Partinin doğru ve cesur bir politikası olsaydı, bu fabrika komitelerinin yeri şüphesiz sovyetler tarafından çok daha başarılı bir şekilde doldurulurdu. Bu arada durumun aciliyeti, en uç noktasına ulaşmıştı. Daha fazla zaman kaybetmek kesinlikle devrimci durumun kaçırılması anlamına gelecekti. Çok kısa bir zaman kala ayaklanma nihayet gündeme girdi. Bu şartlar altında sovyetler sloganını yükseltmek, tasavvur edilebilir en bilgiççe aptallık olurdu. Sovyet, herşeyi yapabilecek güçteki bir kurtuluş tılsımı değildir. Sonradan gelişen durumda olduğu gibi sovyetlerin aceleyle yaratılması, sadece fabrika komitelerinin kopya edilmesi olurdu. Fabrika komitelerini devrimci işlevlerinden yoksun bırakmak ve bu işlevleri yeni yaratılmış ve hâlâ tümüyle yetkisiz sovyetlere aktarmak zorunlu olacaktı. Üstelik, günlerin sayılı olduğu o şartlar altında bu ne zaman yapılacaktı? Bu, devrimci eylemin yerine, örgütsel oyuncaklarla dolu çok tehlikeli bir oyunu koymak anlamına gelirdi.
Örgütsel biçim olarak bir sovyetin muazzam öneme sahip olabileceği itiraz kabul etmez; ama yalnızca doğru politik çizginin tam zamanında bir yansımasını sağladığında. Ve diğer taraftan, eğer o bir kurmacaya, bir fetişe, önemsiz bir şeye dönüştürülürse, hiç de daha az olmayan olumsuz bir anlam kazanabilir. 1923 sonbaharında son anda yaratılan Alman sovyetleri, politik olarak hiçbir şey katmayacaklardı; yalnızca örgütsel karışıklığa neden olacaklardı. Kanton’da olanlar ise çok daha kötüdür. Ayini yerine getirmek için alelacele yaratılmış olan sovyet, sadece maceracı darbe için bir maskeli baloydu. Bütünüyle sona erdikten sonra, Kanton Sovyetinin kağıt üzerine basitçe çizilmiş antik bir Çin canavarına benzediğini keşfetmemizin nedeni budur. Çürümüş ipleri ve kâğıttan canavarları oynatma politikası bizim politikamız değildir. Eylül 1923’te Almanya’da sovyetlerin telgrafla oluşturulmasına karşıydık. 1926’da Çin’de sovyetlerin yaratılmasından yanaydık. 1927’de Kanton’daki sovyet soytarılığına karşıydık. Burada hiçbir çelişki yoktur. Biz burada, devrimci hareketin dinamiklerinin ve onun örgütsel biçimlerinin kavranışının derin birliğini görüyoruz.
Son yılların teori ve pratiği tarafından çarpıtılmış, bulandırılmış ve karartılmış olan sovyetlerin rolü ve anlamı sorunu, taslak programda zerre kadar aydınlatılmıyor.
6. Yaklaşan Çin Devriminin Karakteri Sorunu
Yoksul köylülüğü peşinden sürükleyen proletarya diktatörlüğü sloganı, Çin’de yaklaşan üçüncü devrimin sosyalist karakteri sorununa ayrılmaz biçimde bağlıdır. Ve yalnızca tarih değil, insanların tarihin gerekleri karşısında yaptıkları hatalar da tekerrür ettiği ölçüde, Çin’in bir sosyalist devrim için henüz olgunlaşmadığı itirazını halen duyabiliriz. Fakat bu, sorunun soyut ve cansız bir formülasyonudur. Zira tek başına alındığında, Rusya sosyalizm için olgunlaşmış mıydı? Lenin’e göre HAYIR! Ertelenemez ulusal görevlerin çözümü için tek yol olan proletarya diktatörlüğü için ise olgunlaşmıştı. Fakat bir bütün olarak diktatörlüğün kaderi son tahlilde dünya ölçeğindeki gelişmelerin eğilimleri tarafından belirlenir, ki şüphesiz bu durum, proletarya diktatörlüğü tarafından uygulanacak doğru bir politikayı, işçi-köylü ittifakının güçlenmesini ve gelişmesini, bir taraftan ulusal şartlara ve diğer taraftan da dünya ölçeğindeki gelişmelerin eğilimlerine her yönden uyarlanmayı reddetmez, tersine bunları ön varsayar. Bu Çin için de bütünüyle geçerlidir.
Rusya’nın özgünlüğünün, Doğu ülkelerinin özgün gelişim çizgileri boyunca ilerlediğini saptadığı “Devrimimiz Üzerine” (16 Ocak 1923) başlıklı aynı makalede, Lenin Avrupa sosyal demokrasisinin, “sosyalizm için olgunlaşmadığımız, sosyalizmin nesnel ekonomik önkoşullardan, bu ‘allâme’ beyefendilerin bir kısmının söylediği gibi, yoksun olduğumuz” anlamına gelen savını “son derece beylik” olarak damgalar. Fakat Lenin’in, bu “allâme” beyefendilerle alay etmesinin nedeni, kendisinin Rusya’da sosyalizm için ekonomik önkoşulların varlığını kabul etmesi değil, sosyalizmin bağımsız inşası için gerekli olan bu önkoşulların yokluğundan ukalâlar ve dar kafalıların düşündükleri gibi iktidarı ele geçirmenin reddi sonucunun hiçbir şekilde çıkmayacağını savunmasıdır. Bu makalesinde Lenin, yüz birinci kez veya dahası bin birinci kez, İkinci Enternasyonal’in kahramanlarının safsatalarına yanıt verir: “Bu inkâr edilemez neden [Rusya’nın sosyalizm için olgunlaşmamışlığı] ... devrimimizin değerlendirilmesinde nihai belirleyen değildir” [Eserler, Cilt XVIII, kısım 21, s.118]. Taslak programın yazarlarının reddettikleri ve anlayamadıkları şey budur. Rusya gibi Çin’in de –tabii ki Çin Rusya’dan çok daha fazla– ekonomik ve kültürel olarak olgunlaşmamışlığı tezi kendi başına inkâr edilemez. Ama bundan, tüm tarihsel koşullar ve ülkedeki devrimci durum iktidarın fethini dayattığında, proletaryanın iktidarın fethini reddetmesi gerektiği sonucu asla çıkmaz.
Somut, tarihsel, politik ve güncel sorun, Çin’in “kendi” sosyalizmi için ekonomik olarak olgunlaşıp olgunlaşmadığına değil, proletarya diktatörlüğüne politik olarak hazır olup olmadığına indirgenebilir. Bu iki sorun hiçbir şekilde özdeş değildir. Eşitsiz gelişme yasası olmasaydı bunlar özdeşmiş gibi algılanabilirdi. Bu yasanın oturduğu ve ekonomi ile politika arasındaki karşılıklı ilişkiye bütünüyle uygulandığı yer burasıdır. Öyleyse Çin proletarya diktatörlüğü için olgunlaşmış mıdır? Sadece mücadele deneyimi bu soruya kesin bir yanıt sağlayabilir. Aynı nedenle, Çin’in gerçek birliği, kurtuluşu ve yenilenmesinin ne zaman ve hangi koşullar altında gerçekleşeceğine gelince, bu sorunu ancak mücadele çözebilir. Çin’in proletarya diktatörlüğü için olgunlaşmamış olduğunu söyleyen herkes, böylece, üçüncü Çin devriminin çok uzun bir süre için ertelendiğini ilân eder.
Elbette, KEYK kararlarının ileri sürdüğü gibi, feodal kalıntılar Çin’in ekonomik hayatına gerçekten egemen olsalardı, mesele oldukça umutsuz olurdu. Bereket versin ki, genel olarak kalıntılar egemen olamazlar. Bu noktada da taslak program yapılmış hataları düzeltmiyor, aksine onları bulanık ve dolambaçlı bir şekilde yeniden onaylıyor. Taslak “hem ülke ekonomisinde, hem de politik üst yapıda ... ortaçağa özgü feodal ilişkilerin ağır basmasından” söz ediyor. Bu temelden yanlıştır. Ağır basma ne ifade eder? Kapsanan insanların sayısı sorununu mu? Yoksa ülke ekonomisindeki egemen ve belirleyici rol sorununu mu? Ticaret ve banka sermayesinin son derece kucaklayıcı rolü temelinde ev sanayisinin olağanüstü hızlı gelişimi; en önemli tarım bölgelerinin pazara tam bağımlılığı; dış ticaretin muazzam ve gittikçe artan rolü; Çin kırının, kente her yönden bağımlılığı –tüm bunlar Çin’de kapitalist ilişkilerin kayıtsız şartsız ağır basmasının, doğrudan egemenliğinin belirtisidir. Serflik ve yarı-serfliğin toplumsal ilişkileri apaçık çok güçlüdür. Bunlar kısmen feodalizm günlerinden kaynaklanmakta kısmen de yeni bir oluşumu, yani, üretici güçlerin gecikmiş gelişimi, tarımsal nüfus fazlası, tüccar ve tefeci sermayesinin etkinliği vb. temelinde geçmişin yeniden üremesini meydana getirmektedir. Bununla birlikte egemen olan kapitalist ilişkilerdir, “feodal” (daha doğrusu serf ve genel olarak kapitalizm öncesi) ilişkiler değil. Ulusal devrimde proletarya hegemonyasının olasılıklarından ciddi olarak söz edebiliyorsak, bu yalnızca kapitalist ilişkilerin bu egemen rolü sayesindedir. Aksi halde, iki yakanın bir araya gelmesi mümkün değildir.
Herhangi bir kapitalist ülkedeki proletaryanın gücü, proletaryanın toplam nüfusa oranından çok daha büyüktür. Bu, tüm kapitalist ekonomi sisteminin merkezi noktalarının ve sinir merkezlerinin ekonomik kontrolünde proletaryanın bulunması ve aynı zamanda kapitalizm altında çalışanların büyük çoğunluğunun gerçek çıkarlarını, ekonomik ve politik olarak proletaryanın ifade etmesi nedeniyle böyledir.
Bu nedenle proletarya, nüfusun azınlığını oluştursa bile (veya proletaryanın bilinçli ve gerçek devrimci öncüsünün nüfusun azınlığını içerdiği durumlarda) hem burjuvaziyi devirme, hem de proletaryanın egemenliği için önceden asla ortaya çıkmayacak olan, bu egemenliğin koşulları ve görevlerini anlamayacak olan, fakat kendi kendilerini ancak proletarya diktatörlüğünün kaçınılmazlığı, adaleti ve meşruiyeti konusundaki sonraki deneyimleri sayesinde ikna edecek olan yarı-proleter ve küçük burjuva kitleler arasından birçok müttefiki kendi yanına çekme yeteneğindedir. [Lenin, Eserler, “1919 Yılı”, Cilt XVI, s.458]
Çin proletaryasının üretimdeki rolü daha şimdiden çok büyüktür. Bu rol önümüzdeki birkaç yılda daha da artmaya devam edecektir. Olayların da gösterdiği gibi, onun politik rolü muazzam olabilir. Ama önderliğin tüm çizgisi tamamen, proletaryayı önderlik rolünü ele geçirmekten alıkoymaya yöneltildi.
Taslak program, Çin’de başarılı bir sosyalist inşanın “ancak proletarya diktatörlüğü altındaki ülkeler tarafından doğrudan desteklenmesi koşuluna bağlı olarak” mümkün olduğunu söyler. Böylece, burada, partinin Rusya’ya ilişkin olarak her zaman kabul ettiği prensibin aynısı, Çin’e ilişkin olarak da kabul edilmektedir. Fakat eğer Çin sosyalist toplumun bağımsız inşası için gerekli iç güçlerden yoksunsa; o zaman Stalin-Buharin’in teorisine göre Çin proletaryası devrimin hiçbir aşamasında iktidara el koymamalıdır. Ya da belki SSCB’nin varlığı, sorunu tam da tersi anlamda koyuyordur. O zaman bundan, teknolojimizin yalnızca SSCB’de değil aynı zamanda Çin’de de, yani altı yüz milyonluk bir toplam nüfusla ekonomik olarak en geri iki ülkede sosyalist bir toplumu inşa etmek için yeterli olduğu sonucu çıkar. Veya belki de, proletaryanın Çin’deki kaçınılmaz diktatörlüğü “kabul edilemezdir”, çünkü bu diktatörlük sosyalist dünya devrimi zincirine dahil olacak, böylelikle bu zincirin yalnızca bir halkası değil, sürükleyici gücü haline gelecektir? Ama bu tam da Lenin’in temel Ekim devrimi formülasyonudur, tam da Doğu ülkelerinin gelişim çizgilerini takip eden “özgünlük”tür. Böylece, 1924’te Troçkizme karşı bir mücadele yürütmek üzere yavaş yavaş geliştirilen tek ülkede sosyalizm revizyonist teorisinin, yeni bir büyük devrimci problemin ele alındığı her an sorunları nasıl çarpıttığını ve kafa karıştırdığını görmekteyiz.
Taslak program bu yolda daha da ileri gitmektedir. Çin ve Hindistan’ı, “sosyalizmin muzaffer inşası için sanayinin belirli bir asgari yeterlikte olduğu” ülkeler olarak veya (çok daha kesinlikle ve bu yüzden başka yerlerde değinilenlerden çok daha hatalı olarak) “sosyalizmin tam inşası için ... gerekli ve yeterli maddi önkoşulları” sağlayan ülkeler olarak “1917 öncesi Rusya” ve Polonya (“vb.”?) ile karşı karşıya koyuyor. Bu zaten bildiğimiz gibi, Lenin’in “gerekli ve yeterli” önkoşullar deyimi üzerinde basit bir oyundur; hileli ve izin verilemeyecek bir hokkabazlıktır. Çünkü Lenin kesinlikle teknik, kültürel ve uluslararası önkoşulları da içeren politik ve örgütsel önkoşulları birer birer sayar. Ama geriye kalan en önemli nokta şudur: Bu sorun, iki ekonomik sistem, iki toplumsal düzen arasında dünya ölçeğindeki kesintisiz bir mücadele ve üstelik ekonomik temelimizin sonsuz ölçüde daha zayıf olduğu bir mücadele sorunuyken, sosyalizmin tam inşası için yeterli olacak “asgari sanayi” a priori nasıl belirlenebilir?
Sadece ekonomik kaldıracı göz önüne alırsak, SSCB’de ve fazlasıyla Çin ve Hindistan’da da, dünya kapitalizminden çok daha kısa bir kaldıraç koluna sahip olduğumuz açıktır. Fakat tüm sorun iki sistemin dünya ölçeğindeki devrimci mücadelesi tarafından çözülecektir. Politik mücadelede kaldıracın uzun kolu bizim tarafımızdadır, ya da daha doğru koyacak olursak, eğer politikamız doğruysa bizim ellerimizde olduğu ispatlanabilir ve ispatlanmalıdır.
Yine, “Devrimimiz Üzerine” adlı aynı makalede, “sosyalizmin inşası için belli bir kültürel seviyenin gerekli” olduğunu belirttikten sonra Lenin şunu ekler: “hiç kimse bu belli ‘kültürel seviyenin’ tam olarak ne olduğunu söyleyemese de...” Niçin hiç kimse söyleyemez? Çünkü sorun iki toplumsal sistem ve iki kültür arasında uluslararası ölçekteki mücadele ve çekişme tarafından sonuca bağlanacaktır. Taslak program, Lenin’in sorunun özünden çıkan bu düşüncesinden tamamen koparak, 1917’de Rusya’nın, tek ülkede sosyalizmin inşası için gerekli olan “asgari teknolojiye” ve aynı zamanda buna bağlı olarak gerekli kültüre kesinlikle sahip olduğunu ileri sürer. Taslağın yazarları, programda “hiç kimsenin söyleyemeyeceğini” a priori söylemeye kalkışırlar.
Tüm sorun uluslararası dinamiklerce tayin edildiği halde, ulusal devletler (“1917 öncesi Rusya”) içinde “asgari yeterlilik” için bir kriter aramak, izin verilemez, imkânsız ve saçmadır. Bu yanlış, keyfi, yalıtık ulusal kriterin altında, gelecekteki kaçınılmaz ulusal-reformist ve sosyal yurtsever budalalıklar için bir önkoşul olan politikadaki ulusal darlığın teorik temeli yatmaktadır.
7. Doğu İçin “İki Sınıflı İşçi-Köylü Partileri” Gerici Fikri Üzerine
İkinci Çin devriminin dersleri, tüm Komintern için, fakat öncelikle tüm Doğu ülkeleri için derslerdir.
Çin devriminde Menşevik çizgiyi savunurken sundukları tüm argümanlar, eğer bu argümanları ciddiye alırsak, Hindistan için üç misli geçerli olmalıdır. Emperyalist boyunduruk Hindistan’da, bu klâsik sömürgede, Çin’de olduğundan çok daha açık ve somut biçimler alır. Hindistan’da feodal ve serf ilişkilerinin kalıntıları karşılaştırılmaz ölçüde daha derin ve daha büyüktür. Bununla birlikte veya tam da bu nedenle, Çin’de uygulanan ve devrimi baltalayan yöntemler Hindistan’da çok daha ölümcül sonuçlara neden olacaktır. Hindu feodalizminin, İngiliz-Hindu bürokrasisinin ve İngiliz militarizminin üstesinden ancak halk kitlelerinin muazzam ve baş eğmez hareketi gelebilir. Bu halk hareketi, tam da güçlü yayılışı ve karşı konulamazlığından, uluslararası hedef ve bağlarından ötürü önderliğin yarım yamalak ve uzlaşmacı hiçbir oportünist önlemine tahammül gösteremez.
Komintern önderliğinin Hindistan’da şimdiden işlediği hatalar hiç de az değil. Koşullar, henüz bu hataların Çin’de olduğu gibi büyük bir ölçekte kendilerini açığa vurmalarına izin vermedi. Bu nedenle, Çin olaylarından çıkarılan derslerin, Hindistan’da ve diğer Doğu ülkelerinde izlenen politik çizginin iş işten geçmeden gözden geçirilmesini sağlayacağı ümit edilebilir.
Her yerde ve her zaman olduğu gibi, burada da en önemli sorunumuz, Komünist Parti, onun tam bağımsızlığı ve uzlaşmaz sınıf karakteri sorunudur. Bu yoldaki en büyük tehlike, Doğu ülkelerinde sözde işçi-köylü partilerinin örgütlenmesidir.
Marx ve Lenin’in bir dizi temel tezinin açık revizyonu olarak tarihe geçecek olan 1924 yılından başlayarak, Stalin, “Doğu ülkeleri için iki sınıflı işçi-köylü partileri” formülünü geliştirdi. Bu formül, Doğuda oportünizmi, tıpkı Batıda “istikrar”ın yaptığı gibi kamufle etmeye hizmet eden aynı ulusal baskıya dayandırıldı. Ulusal baskının olmadığı Japonya’dan gelen telgraflar gibi Hindistan’dan gelenler de, son zamanlarda sık sık taşralı “işçi-köylü partilerinin” etkinliklerinden bahsetmekte, bu örgütlere neredeyse bizim “kendi” örgütlerimizmiş gibi Komintern’e yakın ve dost örgütler olarak atıfta bulunmaktadırlar. Ne var ki bu telgraflar bu örgütlerin politik fizyonomilerinin hiçbir somut tanımını vermemektedirler; tek kelimeyle, kısa bir süre önce Kuomintang’a ilişkin yapıldığı gibi bunlar hakkında da yazılıyor ve konuşuluyor.
Geçmişte, 1924’te Pravda şunu rapor ediyordu: “Kore’deki ulusal kurtuluş hareketinin tedricen bir işçi-köylü partisi yaratma biçiminde şekillendiğine ilişkin belirtiler vardır.” (2 Mart 1924)
Ve araya giren sürede Stalin Doğu komünistlerine şunu salık veriyordu:
Komünistler, birleşik bir ulusal cephe politikasını aşmalı ve işçilerle küçük burjuvazi arasında devrimci bir koalisyon politikasını benimsemelidir. Bu koalisyon, Kuomintang modelinden sonra, üyelerini işçi sınıfı ve köylülük içinden devşiren tek bir partinin yaratılmasıyla ifade bulabilir. [Stalin, Leninizmin Sorunları, s.264.[40]]
Komünist partilerin bağımsızlığı (besbelli balinanın karnındaki Yunus peygamberinki gibi bir “bağımsızlık”) konusunda küçücük “koşullar” koymak, sadece kamuflâj amacına hizmet eder. Biz Altıncı Kongrenin, bu alanda en küçük bir kaçamak sözün ölümcül olduğunu ve reddedileceğini ilân etmesi gerektiğine derinden inanıyoruz.
Burada sorun, temel parti meselesinin ve partinin kendi sınıfı ve diğer sınıflarla ilişkisi meselesinin kesinlikle yeni, tümüyle yanlış ve sözcüğün tam anlamıyla anti-Marksist formülasyonu sorunudur.
Çin Komünist Partisinin Kuomintang’a girme zorunluluğu, Kuomintang’ın toplumsal bileşimi itibarıyla bir işçi ve köylü partisi olduğu, Kuomintang’ın onda dokuzunun –bu oran yüzlerce kez tekrarlandı– devrimci eğilimde ve Komünist Partiyle el ele yürümeye hazır olduğu temelinde savunuldu. Her nasılsa, Şanghay ve Wuhan’daki hükümet darbesi sırasında ve sonrasında Kuomintang’ın bu devrimci onda dokuzu sanki büyüyle yok oldu. Hiç kimse onların izini bulamadı. Ve Çin’de sınıf işbirliği teorisyenleri –Stalin, Buharin ve diğerleri– Kuomintang üyelerinin onda dokuzuna –onda dokuz işçiler ve köylüler, devrimciler, sempatizanlar ve tamamıyla biz “kendimiz”– ne olduğunu açıklamak zahmetine bile girmediler. Oysa, şayet Stalin tarafından vazedilen tüm bu “iki sınıflı” partilerinin kaderini kavrayacaksak; ve şayet bizi sadece 1919’un RKP’sinin programından değil, aynı zamanda 1847’nin Komünist Manifesto’sundan da çok gerilere savuran tam da bu görüş üzerinde aydınlatılacaksak, bu sorunun yanıtı belirleyici önem taşımaktadır.
Meşhur onda dokuzun nereye kaybolduğu sorusu bizim için yalnızca şunları anlarsak açıklanabilir; ilkin, birbiriyle karşılıklı olarak bağdaşmayan iki tarihsel çizgiyi –proleter ve küçük burjuva çizgiler– eşzamanlı olarak ifade eden, iki-bileşimli, yani iki sınıflı bir partinin imkânsızlığı; ikinci olarak, kapitalist toplumda bağımsız bir köylü partisi, yani köylülüğün çıkarlarını ifade eden, aynı zamanda proletarya ve burjuvaziden bağımsız olan bir parti gerçekleştirmenin imkânsızlığı.
Marksizmin her zaman öğrettiği ve Bolşevizmin de kabul edip öğrettiği üzere, proletarya ve köylülük iki farklı sınıftır, kapitalist toplumda ne şekilde olursa olsun onların çıkarlarını bir tutmak yanlıştır; ve bir köylü, Komünist Partiye ancak mülkiyet açısından proletaryanın fikirlerini kabul ettiğinde katılabilir. Proletarya diktatörlüğünde işçilerin ve köylülerin ittifakı bu tezi çürütmez, farklı bir şekilde, farklı koşullar altında bunu doğrular. Eğer farklı çıkarlara sahip farklı sınıflar yoksa, bir ittifaktan da söz edilmezdi. Böyle bir ittifak, sosyalist devrimle yalnızca, proletarya diktatörlüğünün demir çatısı içine girdiği ölçüde bağdaşır. Ülkemizde diktatörlük sözde bir Köylü Birliğinin varlığıyla kesinlikle bağdaşmaz, çünkü tüm ulusal politik sorunları çözmeye can atan her “bağımsız” köylü örgütü, kaçınılmaz olarak burjuvazinin elinde bir aygıta dönüşecektir.
Kapitalist ülkelerde kendilerini köylü partileri olarak yaftalayan bu örgütler, gerçekte burjuva partilerinin bir türüdürler. Kendi mülk sahibi psikolojisini terk ederek proleter tutumu benimsememiş her köylü, sıra temel politik sorunlara geldiğinde kaçınılmaz olarak burjuvaziyi izleyecektir. Şüphesiz, köylülüğe ve eğer mümkünse işçilere bel bağlayan veya bel bağlamaya çabalayan her burjuva parti, kendini kamufle etmek, yani iki veya üç uygun renge bürünmek zorundadır. Göklere çıkarılan “işçi-köylü partileri” fikri, köylülükten destek bulmak zorunda olan, aynı zamanda işçileri kendi saflarına çekmeye de hazır olan burjuva partilerini kamufle etmek için özellikle yaratılmış gözüküyor. Kuomintang tarihin sayfaları arasına bu tipten klâsik bir parti olarak girdi.
Bilindiği gibi, burjuva toplumu öyle inşa edilmiştir ki, mülksüzler, hoşnutsuz ve aldatılmış kitleler tabandadır ve hoşnut sahtekârlar tepede kalır. Her burjuva parti, eğer gerçek bir partiyse, yani hatırı sayılır kitleleri kucaklıyorsa, aynı ilkeye dayanır. Sömürücüler, düzenbazlar ve despotlar, sınıflı toplum içinde azınlığı oluştururlar. Her kapitalist parti bu yüzden iç ilişkilerinde şu veya bu şekilde bir bütün olarak burjuva toplumundaki ilişkileri yeniden oluşturmak ve yansıtmak zorundadır. Her kitlesel burjuva partisinde, bu yüzden alt katmanlar tepedekilere göre çok daha demokrat ve daha “sol”dadır. Bu, Alman Merkezcileri, Fransız Radikalleri ve özellikle sosyal demokratlar için geçerlidir. Stalin, Buharin ve diğerlerinin, tepedekilerin, “sol” Kuomintang tabanının, “ezici çoğunluğun”, onda dokuzun, vs., vs. duygularını yansıtmadığı şeklinde dile getirdikleri sürekli yakınmaların, böyle bön, böyle bağışlanamaz olmasının nedeni budur. Onların tuhaf şikayetlerinde, örgütsel önlemler, talimatlar ve genelgeler aracılığıyla bertaraf edilmesi gereken geçici, tatsız bir yanlış anlaşılma olarak sundukları şey, özellikle devrimci bir çağda bir burjuva partinin gerçekte en önemli ve temel özelliğidir.
Taslak programın yazarlarının, genel olarak her tür oportünist bloğun –hem İngiltere’de hem de Çin’de– savunusundaki temel argümanları bu açıdan eleştirilmelidir. Onlara göre, tepedekilerle dost olmak, yalnız tabanın çıkarları dahilinde yapılır. Muhalefet, bilindiği gibi, partinin Kuomintang’dan çekilmesinde ısrar etmektedir:
“Akla şu soru geliyor” diyor Buharin, “niçin? Kuomintang önderleri bocaladığı için mi? Ya Kuomintang kitleleri, onlar yalnızca ‘sürü’ mü? Bir kitle örgütüne karşı tutum ne zamandan beri ‘yüksek’ dorukta olan bitenler tarafından belirleniyor!” (Çin Devriminde Mevcut Durum)
Böyle bir argümanın ileri sürülebilme ihtimali, bir devrimci partide imkânsız görünmektedir. Buharin soruyor “ya Kuomintang kitleleri, onlar yalnızca sürü mü?” Tabii ki onlar sürüdür. Her burjuva partinin kitleleri farklı derecelerde de olsa her zaman sürüdür. Fakat bizim için kitleler sürü değildir, öyle değil mi? Hayır, işçi-köylü partisi yaftası altında burjuvaziyi kamufle ederek onları burjuvazinin ordularına sürmeye izin vermeyişimizin nedeni tam da budur. Proleter partisini bir burjuva partiye bağımlı kılmaya izin vermeyişimizin nedeni tam da budur, aksine her adımda birincisi ikincisine karşı koymalıdır. Buharin’in ikincil, tesadüfi ve geçici bir şey olarak alaycı bir şekilde söz ettiği Kuomintang’ın “yüksek” doruğu, gerçekte Kuomintang’ın ruhu, onun toplumsal özüdür. Şüphesiz burjuvazi partide, toplumda da olduğu gibi yalnızca “doruğu” teşkil eder. Fakat bu doruk, sermayesi, bilgisi ve bağlantıları içinde güçlüdür: O her zaman destek için emperyalistlere başvurabilir, ve en önemlisi, her zaman bizzat Kuomintang içindeki önderlikle sımsıkı kaynaşmış olan fiili politik ve askeri güce başvurabilir. Grevlere karşı kanunlar yayınlayan, köylü ayaklanmalarını boğazlayan, komünistleri karanlık bir köşeye itekleyen ve olsa olsa onların yalnızca partinin üçte birini oluşturmasına izin veren, onlardan küçük burjuva Sun Yat-senciliğin Marksizmden daha önemli olduğuna dair bir yemin alan tam da bu doruktur.
Partinin tabanı, tıpkı Moskova gibi, kendisine bir sol destek olarak hizmet etmesi için bu doruk tarafından seçilip toplandı ve kullanıldı; aynı, generallerin, kompradorların ve emperyalistlerin ona bir sağ destek olarak hizmet etmesi gibi. Kuomintang’ı bir burjuva parti olarak değil, kitleler için doğal bir mücadele alanı olarak görmek, gerçek efendinin kim olduğu sorusunu gizlemek için sol tabanın onda dokuzu ile ilgili sözcük oyunları yapmak; doruğun gücünü ve iktidarını arttırmak, daha geniş kitleleri “sürüye” dönüştürmesinde ona yardım etmek ve ona en uygun şartlar altında Şanghay hükümet darbesini hazırlamak anlamına gelir.
Stalin ve Buharin, kendilerini iki sınıflı parti gerici fikrine dayandırarak, komünistlerin “sollar”la birlikte, Kuomintang içinde bir çoğunluk sağlayacağını ve Çin’de iktidar Kuomintang’ın ellerinde olduğu için bu suretle ülkede iktidarı ele geçireceğini sandılar. Bir başka deyişle, Kuomintang Kongrelerindeki olağan seçimler aracılığıyla, iktidarın burjuvazinin ellerinden proletaryaya geçeceğini sandılar. Bir burjuva partisinde ... “parti demokrasisinin” daha acıklı ve idealize edilmiş bir şekilde putlaştırılması düşünülebilir mi? Zira gerçekte, ordu, bürokrasi, basın, sermaye hepsi tamamıyla burjuvazinin ellerindedir. Tam da ve yalnızca bu nedenle, burjuvazi egemen partinin başında kalmaktadır.
Burjuva “doruk”, solların (ve bu tür solların) “onda dokuzuna”, yalnızca orduya, bürokrasiye, basına ve sermayeye karşı çıkmadıkları sürece katlanır ya da katlandı. Bu güçlü araçlarla burjuva doruk, “sol” parti üyelerinin sadece sözde onda dokuzlarını değil, aynı zamanda bir bütün olarak kitleleri de itaate zorlar. Burada, sınıflar bloğu teorisi, Kuomintang’ın bir işçi-köylü partisi olduğu teorisi, burjuvaziye mümkün olan en iyi desteği sağlar. Burjuvazi ileride kitlelerle düşmanca çatışmaya girdiğinde ve onları silâhla vurup düşürdüğünde, bu iki gerçek gücün, burjuvazi ve proletaryanın arasındaki bu çatışmada meşhur onda dokuzların sızlanması işitilmez bile. Bu zavallı demokratik kurgu, sınıf mücadelesinin kanlı gerçeği karşısında bir iz bile bırakmaksızın buharlaşır.
“Doğu için iki sınıflı işçi-köylü partilerinin” gerçek ve tek olası politik mekanizması budur. Başka türlüsü yoktur ve olmayacak.
* * *
İki sınıflı partiler düşüncesi, güya Marx’ın sınıf teorisini yürürlükten kaldıran ulusal baskı temelinde motivasyon bulmasına rağmen, ulusal baskının hiçbir şekilde olmadığı Japonya’da, halihazırda “işçi ve köylü” kırmaları olduğunu duymaktayız. Ama hepsi bu değil, sorun yalnızca Doğu ile sınırlı değil. “İki sınıf” fikri evrenselliğe ulaşmaya çabalıyor. Bu alanda en gülünç çehreyi, Amerikan çiftçilerini toplumsal devrimin savaş arabasına koşmak amacıyla “tröst karşıtı” burjuva Senatör LaFollette’in başkanlık adaylığını destekleme çabasındaki Amerikan Komünist Partisi takındı. Bu manevranın teorisyeni, Macar köylülüğünü dikkate almadığı için Macar devrimini yıkıma uğratanlardan biri olan Pepper, Amerikan Komünist Partisini çiftçiler arasında eriterek onu yıkıma uğratmak için (şüphesiz, telâfi maksadıyla) büyük bir çaba harcadı. Pepper’in teorisi, Amerikan kapitalizminin süper kârlarının Amerikan proletaryasını bir dünya işçi aristokrasisine dönüştürürken, tarımsal krizin çiftçileri yıkıma uğrattığı ve onları sosyalist devrim yoluna ittiği şeklindeydi. Pepper’in anlayışına göre, esasen göçmenlerden oluşan birkaç bin üyeli bir parti, bir burjuva partisi aracılığıyla çiftçilerle birleşmek ve böylece “iki sınıflı” bir partinin temelini atarak süper kârlarla bozulmuş proletaryanın pasifliği veya tarafsızlığı karşısında sosyalist devrimi sağlama bağlamak zorundaydı.
Bu delice fikir, Komintern’in üst düzey önderliği arasında taraftarlar ve yarı-taraftarlar buldu. Tartışılan konu, en sonunda Marksizmin ABC’sinden bir ödün verilene kadar birkaç hafta iki arada bir derede sallandı (perde arkasındaki yorum şuydu: Troçkist önyargılar). Amerikan Komünist Partisini, kendi kurucusundan bile önce mevta olan LaFollette partisinden ayırmak için kementle yakalamak gerekliydi.
Doğu için modern revizyonizmin icat ettiği herşey daha sonra Batıya taşınır. Eğer Atlantik Okyanusunun bir tarafında Pepper iki sınıflı bir parti aracılığıyla tarihi mahmuzlamaya yeltendiyse, basındaki son haberlerin, Kuomintang deneyiminin kendi taklitçilerini İtalya’da bulduğundan bizi haberdar ediyor olması şaşırtıcı değildir. Görünüşe göre İtalya’da “işçi-köylü komiteleri temelinde [?!] bir cumhuriyetçi meclis” sloganını partimize sokuşturmak üzere bir girişimde bulunulmaktadır.[41] Gerçekten bu hale mi gelecektik?
* * *
Sonuç olarak, bize sadece, bir işçi-köylü partisi fikrinin, Bolşevizmin tarihinden Popülistlere (Narodniklere) karşı yürütülen bütün mücadeleyi –ki bu mücadele olmaksızın Bolşevik Parti diye bir şey olmazdı– silip attığını hatırlatmak kalıyor. Bu tarihsel mücadelenin önemi neydi? 1909’da Lenin, Sosyal Devrimcilere ilişkin olarak şunları yazmıştı:
Programlarının ana fikri, proletarya ve köylülüğün “güçlerinin ittifakının” gerekli olması değil; birincisiyle ikincisi arasında hiçbir sınıfsal uçurumun olmaması ve aralarına sınıfsal bir sınır çizgisi çizmeye gerek duyulmaması ve köylülüğün –onu proletaryadan ayıran– küçük burjuva doğasına ilişkin sosyal demokrat fikrin temelden yanlış bir fikir olarak değerlendirilmesidir. [Eserler, Cilt XI, kısım 1, s.198]
Bir başka deyişle, iki sınıflı işçi-köylü partisi fikri Rus Narodniklerinin temel fikridir. Köylü Rusya’da proleter öncünün partisi, ancak bu fikre karşı mücadele içinde gelişebilirdi.
Lenin ısrarla ve yorulmaksızın 1905 devrimi döneminde şunu tekrarladı:
Köylülük gerici ya da anti-proleter bir tarzda hareket ettiği ölçüde, köylülüğe karşı tutumumuz kuşkulu olmalı, ondan ayrı olarak örgütlenmeli, ona karşı mücadeleye hazır olmalıyız. [Eserler, Cilt VI, s.113, vurgu bizim]
1906’da Lenin şöyle yazmaktaydı:
Son öğüdümüz: Kentin ve kırın proleterleri ve yarı-proleterleri, ayrı örgütlenin! Hiçbir küçük mülk sahibine güvenmeyin, hatta en küçüklerine veya “çalışanlarına” bile.... Biz köylü hareketini sonuna kadar destekleriz, ama hatırlamalıyız ki, bu başka bir sınıfın hareketidir, sosyalist devrimi başarabilecek ya da başaracak olan sınıfın değil. [Eserler, Cilt IX, s.410]
Bu fikir Lenin’in irili ufaklı yüzlerce eserinde ortaya çıkmaktadır. 1908’de şunu açıklamıştır:
“Proletarya ve köylülük arasındaki ittifak”, geçerken söyleyelim ki, hiçbir durumda farklı sınıfların ya da proletarya ve köylülüğün partilerinin kaynaşması anlamında yorumlanmamalıdır. Sadece kaynaşma değil, her türden uzatmalı anlaşma da işçi sınıfının sosyalist partisi için ölümcül olacak ve devrimci demokratik mücadeleyi zayıflatacaktır. [Eserler, Cilt XI, kısım 1, s.79, vurgu bizim]
İşçi-köylü partisi fikri daha şiddetli, daha insafsızca ve daha yıkıcı bir şekilde mahkûm edilebilir mi?
Diğer taraftan Stalin şunu öğretmektedir:
Devrimci anti-emperyalist blok ... her zaman zorunluluk [!] olmasa bile, biçimsel olarak [?] tek bir platform tarafından birleştirilmiş tek bir işçi-köylü partisi şeklini almalıdır. [Leninizmin Sorunları, s.265]
Lenin bize, işçiler ve köylüler arasındaki bir ittifakın hiçbir durumda ve asla partilerin kaynaşmasına yol açmaması gerektiğini öğretmişti. Fakat Stalin Lenin’e sadece bir tek ödün veriyor: Stalin’e göre, sınıflar bloğunun “tek bir parti şeklini”, Kuomintang gibi bir işçi-köylü partisi şeklini alması gereğine rağmen, bu her zaman zorunlu değildir. Stalin’e en azından bu ödün için minnettar olmalıyız.
Lenin bu sorunu Ekim devrimi döneminde de aynı uzlaşmaz ruhla ortaya koydu. Üç Rus devriminin deneyimlerini genelleştirirken Lenin, 1918’le başlayarak, kapitalist ilişkilerin hakim olduğu bir toplumda, burjuvazi ve proletarya olmak üzere iki belirleyici gücün olduğunu yinelemek için hiçbir fırsatı kaçırmadı.
“Eğer köylü işçileri takip etmezse burjuvazinin arkasından gider. Bunun bir orta yolu yoktur ve olamaz.” [Eserler, Cilt XVI, “1919 Yılı” s.219]
Oysa bir “işçi-köylü partisi”, tam da bir orta yol yaratma girişimidir.
Rus proletaryasının öncüsü kendisini köylülüğün karşısına koymayı beceremeseydi, köylülüğün kahredici küçük burjuva şekilsizliğine karşı acımasız bir mücadele yürütmede başarısız olsaydı, kaçınılmaz olarak Sosyal Devrimci Parti ya da bir başka “iki sınıflı parti” aracılığıyla (ki o da sırası geldiğinde öncüyü burjuva önderliğe kaçınılmaz olarak tâbi kılacaktı), kendini küçük burjuva unsurlar arasında eritmiş olurdu. Köylülükle devrimci bir ittifaka ulaşmak için –ki bu bedavaya gelmez– herşeyden önce proleter öncüyü, ve bu suretle bir bütün olarak işçi sınıfını küçük burjuva kitlelerden ayırmak zorunludur. Bu ancak, proleter partiyi sarsılmaz bir sınıf uzlaşmazlığı ruhuyla eğiterek başarılabilir.
Proletarya ne kadar gençse, köylülükle “kan bağı” ne kadar dolaysız ve tazeyse, köylülüğün bir bütün olarak nüfusa oranı ne kadar büyükse, herhangi bir “iki sınıflı” politik simya biçimine karşı mücadelenin önemi de o kadar büyük olur. Batıda, bir işçi-köylü partisi fikri tümüyle gülünçtür. Doğuda ise ölümcüldür. Çin, Hindistan ve Japonya’da bu fikir, yalnızca proletaryanın devrimdeki hegemonyasına değil, aynı zamanda proleter öncünün elementer bağımsızlığına da ölümcül ölçüde düşmandır. İşçi-köylü partisi yalnızca, burjuvazi için bir zemin, bir paravan ve bir sıçrama tahtası olarak hizmet edebilir.
Tüm Doğu için temel bir nitelik taşıyan bu sorunda, modern revizyonizmin yalnızca, devrim öncesi günlerdeki eski sosyal-demokrat oportünizmin hatalarını tekrarlıyor oluşu ölümcüldür. Avrupa sosyal demokrasisinin pek çok önderi, partimizin SR’lere karşı yürüttüğü mücadelenin hatalı olduğunu düşünüyor ve iki sınıflı bir işçi-köylü partisinin Rus “Doğu”suna tıpatıp denk düştüğünü ileri sürerek, ısrarla iki partinin kaynaşmasını savunuyordu. Onlara kulak assaydık, ne işçilerin ve köylülerin ittifakını ne de proletarya diktatörlüğünü asla gerçekleştirmeyecektik. SR’lerin “iki sınıflı” işçi-köylü partisi ülkemizde emperyalist burjuvazinin acentası olmuş, kendisini bundan kurtaramamıştı, yani, Bolşevizmin revizyonistleri sayesinde Çin’de Kuomintang tarafından farklı ve “özgün” bir Çin tarzıyla başarıyla oynanan aynı tarihsel rolü başarısızca yerine getirmeyi denemişti. Doğu için işçi-köylü partileri fikrinin ta kendisi acımasızca mahkûm edilmedikçe, Komintern’in bir programı yoktur ve olamaz.
8. Köylü Enternasyonali’nden Sağlanan Yararlar İncelenmelidir
Muhalefete karşı hiddetle yapılan en önemli ithamlardan biri, eğer en önemlisi değilse, onun köylülüğü “küçümsemesiydi.” Bu noktada da yaşam, ulusal ve uluslararası alanda testlerini yaptı ve kararını verdi. Her halükârda, resmi liderler, köylülüğe göre proletaryanın rolünü ve önemini küçümsemekle suçludurlar. Bu noktada, ekonomik ve politik alanlarda ve uluslararası ölçekte en büyük kaymalar ve hatalar yapıldı. 1923’ten beri ülke içinde yapılan hataların kökünde, ulusal ekonominin tümü ve köylülükle ittifak açısından proletaryanın yönetimi altındaki devlet sanayiinin önemini küçümseme yatmaktadır. Çin’de devrim, tarım devriminde proletaryanın önder ve belirleyici rolünü anlamaktaki acz tarafından ölüme mahkûm edildi.
Aynı bakış açısıyla, başından beri yalnızca bir deneme, üstelik ilkelere son derece dikkat ve sıkı bağlılık isteyen bir deneme olan Krestintern’in[42] tüm çalışmasını incelemek ve değerlendirmek gereklidir. Bunun nedenini anlamak zor değildir.
Köylülük, bütün varoluş koşulları ve tarihi yüzünden, tüm sınıfların en az enternasyonal olanıdır. Ulusal özellikler olarak kabul edilen şeyler esas kaynaklarını bilhassa köylülük içinde bulurlar. Köylülüğün arasında, enternasyonalizm yolunda kendilerine rehberlik edilebilecek olan yalnızca yarı-proleter yoksul köylü kitleleridir ve yalnızca proletarya onlara rehberlik edebilir. Her kestirme girişim sadece sınıflarla oynamaktır, bu da daima proletaryanın zararına oynama anlamına gelir. Köylülük ancak, proletarya tarafından burjuvazinin etkisinden koparılırsa ve proletaryayı yalnızca müttefiki değil, önderi olarak kabul ederse, enternasyonalist bir politikaya çekilebilir. Tersine, proletaryanın üstünden atlayarak ve ulusal komünist partilere aldırmaksızın, çeşitli ülkelerin köylülerini bağımsız bir uluslararası örgüt içinde örgütleme girişimleri peşinen ölüme mahkûmdur. Son tahlilde böyle girişimler ancak, proletaryanın her ülkede tarım emekçileri ve yoksul köylüler üzerindeki hegemonya mücadelesine zarar verebilir.
On altıncı yüzyılın köylü savaşlarıyla başlayarak, hatta bundan bile önce, tüm burjuva devrimlerde ve karşı-devrimlerde, köylülüğün çeşitli katmanları muazzam ve hatta bazen belirleyici bir rol oynadı. Ama asla bağımsız bir rol oynamadı. Doğrudan ve dolaylı olarak, köylülük daima bir politik gücü bir diğerine karşı destekledi. Kendiliğinden, ulusal politik görevleri çözmeye yetenekli bağımsız bir güç asla oluşturmadı. Mali sermaye çağında kapitalist toplumun kutuplaşma süreci, kapitalist gelişmenin daha erken evrelerine göre muazzam biçimde hızlandı. Bunun anlamı şudur ki, köylülüğün özgül ağırlığı azalmıştır, artmış değil. Her halükârda, köylü, emperyalist çağda, uluslararası ölçek şöyle dursun ulusal ölçekte bağımsız politik bir eyleme, sanayi kapitalizmi çağında olduğundan daha az yeteneklidir. Birleşik Devletler’deki çiftçiler, popülist hareket deneyiminin gösterdiği gibi, bağımsız bir ulusal politik parti organize edemedikleri ve etmedikleri kırk ya da elli yıl öncesine göre bugün, bağımsız bir politik rol oynamaya çok daha az yeteneklidirler.
Avrupa’da savaşın yol açtığı ekonomik çöküş nedeniyle tarımın aldığı geçici fakat keskin darbe, “köylü”nün olası rolüne, yani kendilerini demagojik biçimde burjuva partilerin karşısına koyan burjuva sahte-köylü partilerinin olası rolüne ilişkin yanılsamalara yol açtı. Eğer savaş-sonrası yıllarındaki köylünün fırtınalı huzursuzluğu döneminde, proletaryayla köylülük arasındaki ve köylülükle burjuvazi arasındaki yeni ilişkileri test etmek amacıyla bir Köylü Enternasyonal’i örgütleme deneyi yine de göze alınabildiyse, o taktirde şu an, beş yıllık Köylü Enternasyonali deneyinin teorik ve politik bir muhasebesini çıkarmanın, onun kusurlarını açığa vurmanın ve olumlu yönlerini göstermek için çaba harcamanın tam zamanıdır.
Ne olursa olsun bir sonuç tartışmasızdır. Bulgaristan, Polonya, Romanya ve Yugoslavya’daki (geri ülkelerin tümündeki) “köylü” partileri deneyimi; bizim Sosyal Devrimcilerimiz deneyimi ve Kuomintang’ın taze deneyimi (kanı hâlâ sıcaktır); ileri kapitalist ülkelerdeki kısmi deneyler, özellikle Birleşik Devletler’deki LaFollette-Pepper deneyi –tüm bunlar tartışmasız biçimde göstermiştir ki, kapitalist çöküş çağında, bağımsız, devrimci, anti-burjuva köylü partileri aramak için, yükselen kapitalizm çağındakinden bile daha az neden mevcuttur.
Kent köye eşit tutulamaz, şimdiki çağın tarihsel koşullarında köy kente eşit tutulamaz. Kent kaçınılmaz olarak köye önderlik eder, köy kaçınılmaz olarak kentin peşinden gider. Tek sorun, kentli sınıfların hangisinin köye önderlik edeceğidir. [Lenin, Eserler, Cilt XVI, “1919 Yılı”, s.442]
Doğudaki devrimlerde köylülük hâlâ belirleyici bir rol oynayacaktır, ama bir kez daha, bu rol ne önder ne de bağımsız olacaktır. Hupeh, Kwangtung ya da Bengal’in yoksul köylüleri, sadece ulusal değil, uluslararası ölçekte bir rol oynayabilirler; eğer ki Şanghay, Kanton, Hankow ve Kalküta’nın işçilerini desteklerlerse. Uluslararası bir yolda devrimci köylü için tek çıkar yol budur. Hupeh’in köylüsü ile Galiçya ve Dobruca’nın köylüsü, Mısırlı fellâh ve Amerikalı çiftçi arasında doğrudan bir bağ oluşturmaya girişmek boşunadır.
Bir amaca doğrudan hizmet etmeyen herşeyin başka amaçlara, sıklıkla da arzulanana karşıt amaçlara hizmet etmesi politikanın doğasında vardır. Kendi ülkesindeki Komünist Partinin darbelerinden korunmak amacıyla, kendisine eğer Komintern’de olmasa bile Köylü Enternasyonal’i içinde uzun ya da kısa bir dönem boyunca bir garanti bulmayı zorunlu addederek köylülüğe dayanan ya da dayanmaya çabalayan burjuva partileriyle karşılaşmadık mı? Purcell, İngiliz-Rus Komitesi sayesinde, sendikal alanda kendini böyle korumadı mı? LaFollette Köylü Enternasyonali’ne kaydolmayı denemediyse, bu yalnızca, Amerikan Komünist Partisinin son derece güçsüz olmasındandır. Buna mecbur kalmadı. Davetsiz ve istenilmeyen Pepper, bu olmaksızın da LaFollette’i bağrına bastı. Ama zengin Hırvat köylülerin banker-önderi Radic, kabineye giden yolda, kartvizitini Köylü Enternasyonali’ne bırakmayı gerekli buldu. Kuomintang çok daha ileri gitti ve kendisine yalnızca Köylü Enternasyonali ve Emperyalizme Karşı Birlik içinde bir yer elde etmekle kalmadı, Komintern’in kapısını da çaldı ve orada SBKP Politbürosunun lütfuyla –tek bir karşı oyla– içtenlikle ağırlandı.[43]
Son yılların yönlendirici politik rüzgarlarının hakim karakterine uygun olarak: Profintern’i[44] tasfiye etme eğilimlerinin çok güçlü olduğu bir dönemde (adı Sovyet sendikalarının tüzüklerinden silinmiştir), anımsadığımız kadarıyla, Krestintern’in zaferine ilişkin olarak resmi basında sorun hiç gündeme getirilmemiştir.
Altıncı Kongre, Köylü “Enternasyonali” işini proletarya enternasyonalizmi açısından ciddi bir biçimde yeniden incelemelidir. Bu uzun süren deneyimden Marksist bir muhasebe çıkarmanın tam zamanıdır. Bu muhasebe şu ya da bu biçimde Komintern programına dahil edilmelidir. Şimdiki taslak, ne Köylü Enternasyonali’ndeki “milyonlar” hakkında, ne de onun varlığı hakkında tek bir söz bile söylememektedir.
Sonuç
Taslak programdaki bazı temel tezlerin bir eleştirisini sunduk; sürenin aşırı ölçüde kısa olması, bizleri bunların tümüyle ilgilenmekten alıkoydu. Bu çalışma için elimizde yalnızca iki hafta vardı. Bu yüzden kendimizi, son dönemdeki devrimci mücadeleler ve parti içi mücadelelerle en sıkı biçimde ilişkili en ivedi sorunlarla sınırlamaya mecburduk.
Sözüm ona tartışmalar hakkındaki önceki deneyimimiz sayesinde, bağlamından koparılan ifadelerin ve kalem sürçmelerinin “Troçkizmi” yok eden yeni teorilerin fokurdayan bir kaynağına dönüştürülebileceğini peşinen biliyoruz. Bütün bir dönem, bu türden muzaffer böbürlenmelerle geçti. Ama biz, yine üzerimize çullanabilecek olan bu ucuz teorik akreplerin manzarasını olanca sakinlikle seyrediyoruz.
Yeri gelmişken, taslak programın yazarlarının, yeni eleştirel ve açıklayıcı makaleleri dolaşıma sokmak yerine, eski 58. maddeyi daha da rafine etmeyi tercih etmeleri oldukça muhtemeldir. Bu tür bir delilin bizim için hiçbir hükmü olmadığını söylemek gereksizdir.
Altıncı Dünya Kongresi, bir program kabul etme göreviyle karşı karşıyadır. Tüm bu çalışma boyunca ispatlamaya çalıştık ki, Buharin ve Stalin tarafından ayrıntıyla işlenen taslağı programın temeli olarak kabul etmek zerrece mümkün değildir.
Şu an, SBKP ve tüm Komintern’in yaşamında dönüm noktasıdır. Bu, partimizin MYK’sının ve KEYK Şubat Plenumunun tüm son kararları ve önlemleri tarafından kanıtlanmıştır. Bu önlemler tümüyle yetersizdir, kararlar çelişiktir ve içlerinden bazıları, Çin devrimi üzerine KEYK’in Şubat kararı gibi, köküne kadar yanlıştır. Ancak tüm bu kararlarda bir sola dönüş eğilimi mevcuttur. Ama bunu gözümüzde büyütmek için hiçbir neden yoktur, çünkü bu süreç bir yandan sağ kanat himaye edilirken diğer yandan devrimci kanada karşı bir imha kampanyasıyla el ele yürümektedir. Tüm bunlara rağmen, eski rota tarafından yaratılan kördüğümün mecbur kıldığı bu sola dönüş eğilimini görmezden gelme fikrini bir an için bile beslemeyiz. Görev başındaki her gerçek devrimci, bir sol zikzağın bu belirtilerinin devrimci Leninist bir rotaya doğru gelişimini kolaylaştırmak için, parti içinde mümkün olan en az zorluğa ve çırpınışa yol açarak yetkisi dahilindeki herşeyi yapacaktır. Ama bugün bundan çok uzağız. Şu anda Komintern belki de en sancılı gelişme döneminden geçiyor; bir yandan yeni rota yabancı unsurlarda patlamalara neden olurken, diğer yanda eski rota tasfiye edilmekten çok uzak. Taslak program bu geçiş koşullarını bütününde ve kısmen yansıtıyor. Oysa bu gibi dönemler, doğası gereği, uluslararası partimizin önümüzdeki yıllara ilişkin faaliyetini belirlemek zorunda olan belgelerin özenle hazırlanması bakımından en elverişsiz olan dönemlerdir. Zor olabilir ama bir fırsatını bulmalıyız; zaten o kadar çok zaman kaybedildi ki. Bulanık suların durulmasına izin vermeliyiz. Karışıklık aşılmalı, çelişkiler ortadan kaldırılmalı ve yeni rota kesin şeklini almalı.
Kongre dört yıldır toplanmadı. Komintern dokuz yıldır belirli bir program olmaksızın yaşamını sürdürdü. Şu anda tek çıkar yol şudur: Yedinci Dünya Kongresinin bugünden itibaren bir yıl sonra toplanması (bir bütün olarak Komintern’in yüksek yetkilerini gasp etme girişimlerine ilk ve son kez bir son vererek), normal bir rejimin, taslak programın gerçek bir tartışmasına olanak verecek ve eklektik taslağın karşısına Marksist-Leninist bir taslakla çıkmamıza izin verecek bir rejimin yeniden tesis edilmesi. Komintern için, seksiyonlarının toplantı ve konferansları için ve onun basını için yasak hiçbir sorun olmamalıdır. Bu yıl boyunca tüm toprak derin bir şekilde Marksizm sabanı tarafından sürülmelidir. Proletaryanın uluslararası partisi yalnızca böyle bir emeğin sonucu olarak, bir programa, delici ışınlarıyla aydınlatacak ve geleceğe doğru güvenilir ışınlar saçacak bir fenere kavuşabilir.
Alma Ata, Haziran 1928
[34] Mavi Kuomintang’ın resmi bayrağındaki renklerden biri.
[35] Kuomintang Komintern’e 1926’da sempatizan parti olarak kabul edildi, bu kararın SBKP Politbürosunda onaylanmasına karşı çıkan ve aleyhte oy kullanan yalnızca Troçki’ydi. Kuomintang’ın sağ kanat lideri Hu Han-min KEYK’in Şubat 1926’daki Altıncı Plenumuna Kuomintang’dan kardeş delege olarak katıldı. Çan Kay-şek’in sadık adamı Şao Li-ze de Kasım 1926’da toplanan KEYK’in Yedinci Plenumunda Kuomintang’ın kardeş delegesiydi (Tutanaklar, Almanca baskı, s.403). 1925’te Hu Han-min Köylü Enternasyonali’nin prezidyumuna Çinli köylülerin temsilcisi olarak seçildi. Hu, o sıralar Kuomintang’ın sol kanat liderlerinden biri olan Liao Çung-kay’ın öldürülmesiyle bağlantısı dolayısıyla fiilen Kanton’dan sürülmüştü.
[36] Sun’un yabancı emperyalizmle ilişkiler konusundaki görüşlerinin ana hatları Wu-çih çien-şe (1919) adlı eserinde yer alıyordu (İngilizce olarak 1920’de, The International Development of China adıyla basıldı). Hem emperyalistler hem de Çin halkının karşılıklı çıkarları esasına dayanan astronomik yabancı sermaye yatırımları aracılığıyla Çin’de hızlı bir sanayileşme öneriyordu. Planı Batının finansal çevrelerinde pek ilgi uyandırmadı.
[37] Çin gümrük tarifesi, birinci İngiliz-Çin Savaşındaki yenilgisinden sonra Çin’e dayatılan 1842 Nanking Anlaşması tarafından yüzde 5 ad valorem [oranıyla] sınırlandırılıyordu. Çinlilerin Versay Konferansında bunun gözden geçirilerek yükseltilmesi talebi reddedildi. Resmi gümrük özerkliği, Çan Kay-şek’e hükümetini istikrara kavuşturması için bir ayrıcalık olarak Ocak 1931’e dek bahşedilmedi. Emperyalist baskı bu imtiyazı gerçek olmaktan çok biçimsel kıldı.
[38] Polis ve savaş gemilerini saymazsak 1927’de Çin’in liman kentlerinin yabancı “imtiyaz bölgeleri”nde konuşlandırılan yaklaşık 12.000 Amerikan, Britanyalı, Fransız, Japon ve İtalyan askeri vardı.
[39] Nestor Mahno (1889-1934) Ukraynalı bir anarşist önderdi. 1918’de bir gerilla birliği kurmuş ve Ukrayna’daki Alman işgalcilerine ve çeşitli Beyaz Muhafız birliklerine karşı savaşmıştı. Kendi birliklerini Kızıl Orduyla birleştirmeyi reddetti ve sonunda Sovyet iktidarıyla askeri çatışma içine girdi, birlikleri dağıtıldı ve sürgüne gönderildi. “Mahnoculuk” terimi o zamanda beri, yalıtık, maceracı, kırsal partizan savaşını anlatmak için kullanılır.
[40] 1926’da Moskova’da basılan Leninizmin Sorunları daha sonra 1928’de International Publishers tarafından Leninizm adıyla İngilizce olarak da basılmıştır. Bu kitap, Ocak 1926’da Rusça baskıyla aynı adı taşıyan bir broşürle başlayan Stalin’in yazılarının bir derlemesidir. Troçki tarafından alıntılanan sözler, Stalin’in 18 Mayıs 1925 tarihli “Doğu Halkları Üniversitesi’nin Politik Görevleri” adlı konuşmasından alınmıştır, bu konuşma ilk olarak 22 Mayıs 1925’te Pravda’da (no.115) yayınlanmış olup, International Publishers baskısının 278. sayfasındadır. Stalin’in Eserler’inde bu paragraf cilt 7, s.149’dadır (İngilizce baskı). Ne var ki Eserler’de konuşma 1925 tarihli Pravda’dan alınmış gibi görünse bile Kuomintang bahsi ortadan kaldırılmıştır.
[41] 1918-1919 Alman devriminin başlarında, Alman Sosyal Demokrasisi’nin liderlerinden biri olan Rudolf Hilferding, yeni cumhuriyet için, işçi konseylerini parlamentoyla birleştirecek bir anayasal yapı önderi, tüm belirleyici yasama ve yürütme erkini parlamento üstlenecekti. Bu “birleşik” biçim işçi konseylerinin çözülüşüne yol açtı.
[42] “Krestintern”, 1923 Ekiminde Komintern’in bir yan örgütü olarak kurulan Köylü Enternasyonali’nin kısa adıydı. Amacı “köylü örgütlerini ve köylülerin işçi ve köylü hükümeti gerçekleştirme yönündeki çabalarını koordine etmek”ti. Kasım 1927’de bir konferans toplamış ve 1939’da resmen dağıtılmıştır.
[43] Kuomintang’ın Komintern’e sempatizan parti olarak kabul edilmesi, Troçki’nin itirazı üzerine Mart 1926’da oylandı. Çan Kay-şek o sıralar KEYK Prezidyumunun onur üyesi yapılmıştı.
[44] “Profintern”, reformist Amsterdam Sendikalar Enternasyonali’ne rakip olarak Temmuz 1921’de kurulan Kızıl Sendikalar Enternasyonali’nin kısa adıdır. 1937’de faaliyetine son verilmiştir.
link: Lev Troçki, Çin Devriminin Özeti ve Perspektifleri, 1928, https://marksist.net/node/1388