Patronlar cephesinde kalkınma
Yıllarca en çok duyduğumuz, konuştuğumuz konulardan biri de “ülkece kalkınmamız gerektiği” idi. Tabii ki herkes Türkiye’nin güçlenmesi için çeşitli teoriler ortaya attı. Kimi bor madenlerinden elde edilecek parayla dış borcu ödüyordu, kimi dış borcun kapanması için herkesin cebinden bir defaya mahsus para vermesini teklif ediyordu. Amaç fakir ülkenin dünyada layık olduğu yere gelmesiydi. Yıllar geçti, “fakir ve mağrur” ülkemiz güçlendi, G-20’nin içine girip dünyanın 16. gücü oldu ve bölgesel bir güç haline geldi. Şimdi dünyanın çeşitli ülkelerine hatırı sayılır ölçüde sermaye ihraç ediyor. Ortadoğu’dan Afrika’ya birçok yerde asker bulunduruyor, dünyaya ABD’nin kuyruğunda “barış” götürüyor. Yani bizim oğlan hızlı büyüdü, emperyalist kulvarda son hızla koşuyor. Türkiye’nin GSMH’si 1 trilyonu geçerken, kişi başına düşen milli gelir de 10 bin doları buldu. 2010 yılının ilk çeyreğinde yüzde 11,7 büyüdü ve dolar milyarderlerimiz iyi bir atılım yapıp sayılarını 37’ye çıkardılar. Krize rağmen 2009 yılında Türkiye’nin 500 büyük firmasının %82’si kâr etti. Yani ülkece pek kalkınır olduk!
İşçi sınıfı cephesinde kalkınma
Bu madalyonun bir yüzü. Gelelim biz işçileri emekçileri ilgilendiren yüzüne. Bizim cephede asgari ücrete 22 lira zam geldi. Aldığımız zam 1 kilo kıymaya yetmiyor. İşsizlik aldı başını gidiyor, işsiz sayısı 5 milyonu geçti. En son yapılan araştırmaya göre, Eylül ayında 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 799 TL olurken, yoksulluk sınırı 2 bin 906 TL oldu. Ekonomi büyürken ve milli gelir bu kadar artarken, yoksulluk sınırı da geçtiğimiz yılın aynı ayına göre 376 TL artış gösterdi. Asgari ücretteki artış ise geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre sadece 47 TL oldu. Bugün asgari ücret, asgari geçim indirimi hariç net 544 TL ve yoksulluk sınırı ile arasında 5 katlık bir uçurum var.
Peki ekonomi bu kadar iyi giderken nasıl oluyor da biz bu kadar yoksullaşıyoruz? Madem bu kadar kalkındık, milli gelir bu kadar arttı, dünyanın en gelişmiş 16. ülkesi olduk, niçin 1 kg kıyma bile alamıyoruz? Çünkü kapitalist sömürü düzeninde bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi, o ülkedeki insanların hepsinin refahının arttığı anlamına gelmiyor. Tersine, biz yoksullaşıyoruz patronlar zenginleşiyor. Biz sömürülüyoruz, patronlar sömürüyor, biz ölüyoruz, patronlar öldürüyor. Yani kalkınan biz değil sermaye sınıfı; zaten Türkiye’nin kalkınmasından kasıt da zenginlerin kalkınması, palazlanması değil mi? Ancak burjuvazi bilinç bulandırıcı bir ideolojik propaganda yürütüyor. Patronlar “güçlü Türkiye”, “kalkınmış Türkiye” propagandası yaparken, milyonlarca işçi, evine ekmek bile götüremiyor, çocuğunu okutamıyor, her gün onlarca işçi iş kazasında ölüyor ya da yaralanıyor, fazla çalışmaktan pestili çıkıyor. Çünkü sınıflı bir toplumda yaşıyoruz, bir tarafta patronlar diğer taraf tarafta işçiler, emekçiler.
Türkiye ekonomisinin bu kadar büyümesi bizlerin daha çok sömürülmemizden kaynaklıdır. Kriz bahanesiyle bizleri işten atan asalaklar bir bakıyoruz başka bir yerde fabrika açmışlar. Bizler yoksullaştıkça onlar zenginleşiyorlar. Ancak kendi zenginliklerini bizim de zenginliğimizmiş gibi gösteriyorlar. Bu durum dünyanın her ülkesinde böyledir. Bugün ABD dünyanın en gelişmiş ülkesidir. Yıllık GSMH’si 14 trilyon doları buluyor. Ne var ki bu, Amerikan işçi sınıfının refahının çok iyi olduğu, bir elinin yağda bir elinin balda olduğu anlamına gelmiyor. Bıraktık kirada oturmayı, başını sokacak bir evi olmayan 40 milyon insan yaşıyor ABD’de. Ayrıca milyonlarca insanın sağlık güvencesi yok, işsizlik had safhada. ABD’nin büyük güç olması aynı zamanda Amerikan işçi sınıfının daha fazla sömürülmesi anlamına geliyor.
Ayrıca emperyalist savaşta da burjuvazinin işçi sınıfını savaş cephesine göndermekte kullanacağı başlıca argüman “güçlü ülke, kalkınmış ülke” söylemi olacaktır. Daha birkaç sene öncesinde Kerkük’te yapılacak referandum dolayısıyla milliyetçi söylemler yükselmişti. Kahvelerde, sokaklarda, televizyonlarda, Kerkük’ün Türk toprağı olduğu, Misakı Milli sınırlarının içinde olduğu, Kerkük’ün yüzyıllardan beri Türk yurdu olduğu, dolayısıyla Kerkük’ü almamız gerektiği konuşuluyordu. Çünkü Kerkük’ü alırsak petrolden büyükçe bir gelir elde edecektik, kalkınacaktık. Ne pahasına? Kuzey Irak’taki Kürt halkının katledilmesi pahasına. “O topraklar bizimdi, Kürtler İngilizlerle işbirliği yaptı, elimizden aldılar” gibi söylemlerle bizleri zehirlemeye, Kürt kardeşlerimize karşı kışkırtmaya çalışıyorlardı. Tabii bu arada bu tür milliyetçi söylemleri kışkırtanlar bir taraftan da Kuzey Irak’ta ihaleler almaya devam ediyorlardı. Biz işçileri ise Kürt kardeşlerimize karşı kin ve nefretle dolduruyorlardı. Sanki petrol kuyuları Türk devletinin olunca işçilere hisse dağıtacaklar!
İşçi sınıfının enternasyonal kurtuluş mücadelesini güçlendirelim
Bizler gerçekler bu kadar ortadayken burjuvazinin milliyetçi söylemlerine kanmamalıyız. Sermayenin büyümesi bizim daha fazla sömürülmemiz demektir. Devlet sermaye devletidir ve devletin güçlenmesi sermayenin güçlenmesidir. Bizler gücümüzü, enerjimizi işçi sınıfının dünya çapında örgütlenmesine harcamalıyız. Bizim gücümüz birliğimizden gelir. Devrimci bilinçle donanmış bir işçi sınıfının karşısında hiçbir güç duramaz. 1917 Ekim Devrimi bunun bir kanıtıdır. Burjuvazinin milliyetçilik zehrine karşı işçi sınıfının enternasyonal mücadelesini güçlendirelim. Kurtuluş “güçlü ülke”de değil kapitalizmin yerle bir olduğu sosyalist bir dünyadadır.
link: Hakan Sönmez, Türkiye Kalkınıp Güçleniyorken…, 22 Ekim 2010, https://marksist.net/node/2509
Sınavlar Cumhuriyetinde KPSS Rezaleti
Avrupa’da Romanların Sınırdışı Edilmesi ve Yükselen Irkçılık