2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta 33 aydın, sanatçı ve 2 otel çalışanı, Pir Sultan Abdal’ı anma etkinliğinde kaldıkları Madımak Otelinde yakılarak katledildi. Katliamın ardından yıllar geçmesine rağmen suçlular hesap vermiş değil. Katliam sonrası açılan davadan bir sonuç çıkmadı. Açılan dava 19 yıl sürdü, yargılanan 2 kişi dava süreci içinde ölürken diğer 5 kişi ise zaman aşımından serbest bırakıldı ve böylece dava süreci kapanmış oldu. Katliam sonrasında gözaltına alınanlara “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açılmıştı. Ortada tam anlamıyla bir tiyatro oynanıyordu. Yargılananlar elbette suçluydu ama bu katliamda sadece bir maşa görevi görmüşlerdi. Devlet güçleri ise, sorumluluğu bu kişilere yıkıyor, olayı sanki laikliğe karşı gericilerin bir eylemiymiş gibi göstermeye çalışıyordu. Evet, katliamı gerici bir güruh gerçekleştirmişti ama asıl amaç neydi ve bu gerici güruhu kimler örgütlemişti?
Bu sorulara cevap vermek için geriye dönüp olayların nasıl geliştiğine bakmakta fayda var. 1989 yılından beri Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz köyünde Pir Sultan Abdal’ı anmak için çeşitli etkinlikler yapılmaktaydı.1993’te ise dönemin koalisyon ortağı olan SHP’nin elinde bulundurduğu Kültür Bakanlığının desteği ile etkinliklerin Sivas’taki bir kültür merkezinde yapılmasına karar verildi. Etkinliklerin hazırlıklarına aylar öncesinden başlanmış, çok sayıda aydın, sanatçı ve yazar davet edilmişti. Diğer taraftan da katliam hazırlıkları da gizli devlet güçleri eliyle aynı paralelde gerçekleşiyordu.
Refah Partili belediye başkanı Temel Karamollaoğlu’nun başında olduğu Sivas Belediyesi aynı tarihte “hicret koşusu” düzenliyor ve çevre illerden gelen çok sayıda “sporcu”yu okulların ve gerici vakıfların yurtlarına dolduruyordu. Yerel gazeteler tahrik edici yazılar yazarken, etkinliklere katılacak olan misafirlerin konakladığı Madımak Oteli’nin önüne yol çalışması yapılacağı gerekçesiyle birkaç kamyon dolusu taş yığılıyordu. Kolluk kuvvetleri ise olay günü farklı illere gönderilmişti. Kamyonlar dolusu taşın dökülmesi, güvenlik görevlilerinin başka illere gönderilmesi, gazetelerin kışkırtıcı manşetleri ve yayılan söylentiler sadece gerici bir güruhun örgütleyebileceği bir iş olabilir miydi? Katliam, tamamen devlet güçlerinin kontrolünde, senaryosu önceden hazırlanan ve uygulanan bir organizasyondu. Tıpkı Maraş ve Çorum katliamlarında olduğu gibi!
Nitekim 2011 yılında, Özel Harp Dairesinde görevli bir üsteğmen, Fırat Haber Ajansına verdiği demeçte, katliamı devlet eliyle ve bir senaryo çevresinde gerçekleştirdiklerini şöyle ifade ediyordu:
“O zaman Teoman Koman vardı ve ordu komutanı bizzat poligon birliğine gelip bir birimin Sivas’a gitmesi gerektiğini söyledi. Helikopterle geldik ve Sivas’a 11 km kala bir mezraya indik… Bizi oradan iki otobüs aldı. İki grup halinde dağılım yapıldı. İlk etapta biz birinci tim şehir merkezinin dışında bırakıldı. 13 kişiydik, herkes ikişerli gruplara ayrıldı. Bir kişi geride bırakıldı. Ve dağılım yapıldı, 6 grup halinde dağılımımız yapıldı. Halkın arasında bayağı bir dolaşıldı, Sivas otogarda kontroller yapıldı. Kervan denen bir bölge var otogarın üst tarafında, özellikle İslamcıların bulunduğu bölge.
“Amaç insanları oraya adapte edebilmekti. Sivas çok hassas bir bölge, Alevilik üzerine ya da Aleviler üzerine farklı evraklar sunduğunuz zaman önlerine çok farklı şeyler çıkıyor. İki gün içerisinde örgütleme yapılamaz, iki gün içerisinde daha farklı insanlar faaliyete sokulur. Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay insanların Madımak Oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir. Yanlış hatırlamıyorsam altılı gruba ayrıldığımız timde beşinci gruptaki bir arkadaş ilk başta bir mermi sıktı. Ve arkasından molotof kokteylleri, daha sonra Madımak Otelinin içerisine girmeye çalışan insanlar oldu. Askeriye o konuda yetersiz kaldı ve olay beklenenin dışına çıktı. Bir kişi yakalandı. O dava askeri mahkemeye getirildi, Erzincan İkinci Ordu Komutanlığına. İki gün sonra da nasıl olduysa yangın çıktı, dosyalar yandı. Basına sadece orduda yangın eğitimi verildiği yansıdı. Madımak Otelinin yanmasından önceki sahneleri televizyonda görüyorsunuz, silah çeken üç dört kişi var, hepsi farklı tarafa ateş ediyor, hiçbiri otele ateş etmiyor.”
Katliamın devlete bağlı kontra güçler tarafından planlı bir şekilde yapıldığı elbette sınıf devrimcileri açısından bilenen bir gerçekti. Ancak katliamı yapanlar meseleyi bir laik-anti laik çatışması kisvesinin altına sokmaya çalışarak gerçekleri gizlemeye çalıştılar.
Sivas katliamı, Maraş ve Çorum’un bir devamıydı
1980 öncesinde burjuva devlet yükselen sınıf mücadelesini engellemek için işçi-emekçi kitlelerin içinde dinsel, mezhepsel ayrımları körükleyerek kitleleri birbirine düşürüp bölmeye çalışıyordu. Devlete bağlı faşist paramiliter güçlerin 1978’te Çorum ve Maraş’ta gerçekleştirdikleri katliamlar aracılığıyla, Alevi-Sünni karşıtlığı temelinde bir çatışma derinleştirilmeye çalışılıyordu. 1978 yılı, işçilerin kitlesel eylem ve uzun süreli grevlerle sermaye düzenini sarstığı bir dönemdi. 1993 dönemi ise Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselişe geçtiği, yarım milyonu aşan işçinin toplu sözleşme görüşmelerinin tıkandığı ve kamu emekçilerinin grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için çok ciddi ve çatışmalı mücadele verdiği bir süreçti. Sivas katliamı sonrasında köylerde katliam ve boşaltmalar yoğunlaştırıldı. Burjuvazi, toplumu Alevi-Sünni ekseninde bölmek için provokasyonlarına devam ediyor, 5 Temmuzda bir Sünni köyü olan Başbağlar’da 33 kişiyi katlederek suçu PKK’nin üzerine yıkıyordu. Nitekim bu katliamın da kontr-gerilla eliyle işlendiğini yıllar sonra hâkim Şakir Kadıoğlu yaptığı açıklamayla itiraf ediyordu: “O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O kimin adını yazdıysa, mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye’nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır.”
Burjuva siyasetçiler ve devlet adamları “devlette devamlılık esastır” derler. Evet öyledir. Devletin başına farklı siyasi anlayışlara sahip burjuva partiler gelse de, ezilen sınıfa karşı tavır aynıdır. Birçok konuda birbirini yiyen, hatta bir kaşık suda boğmak isteyen burjuva partiler ve temsilcileri, devletin işlediği suçlarda aynı refleksleri göstermektedirler. Örneğin Sivas katliamı için açılan davanın yıllar sonra zaman aşımına uğraması ve 5 sanığın da serbest bırakılmasının ardından, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, “vatana millete hayırlı olsun” diyerek bu gerçeği bir kez daha doğrulamıştır. Erdoğan’ın söyledikleri ile Sivas katliamının gerçekleştiği sırada burjuva parti liderlerinin söyledikleri aynıdır.
Yakın bir zamanda yaptıklarının hesabını vermeden ölen, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, “halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” sözlerini oteli ateşe veren “halk” için söylemekteydi. Başbakan Çilller, “otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır”; ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz ise, “ bu bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” sözleriyle burjuvazinin katliamcı geleneği konusundaki tutumlarını özetliyorlardı. Alevileri bir oy deposu olarak gören, lafa gelince Alevilerin yanında olduğunu söyleyen SHP’nin lideri Erdal İnönü de katliam sonrasında, “güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir” diyerek bu koroya katılıyordu.
Kapitalist sistem ayakta kaldığı sürece, burjuvazi egemenliğini işçi-emekçi kitleleri dinsel, mezhepsel ve etnik temelde bölerek devam ettirmeye çalışmayı sürdürecektir. Bugün de yürüyen emperyalist savaş, bu yapay ayrımlar üzerinden harlanmaktadır. Burjuvazinin bu kirli oyunlarını bozmanın yolu, meselelere sınıfsal temelde bakmak ve ona göre tutum almaktan geçiyor. Sivas katliamı Kemalistlerin empoze etmeye çalıştıkları gibi laik-anti laik çatışmasının ürünü değildir. Burjuva devlet Çorum’da, Maraş’ta ne amaçladıysa ve bu konudaki rolü neyse, Sivas katliamındaki amaç ve rolü de aynıdır.
Burjuvaziden bu katliamların hesabını sormanın yolu kapitalist sömürü düzenini yerle bir etmekten geçiyor. Bu hesabı da ancak devrimci işçi sınıfı sorabilir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltmek için safları sıklaştıralım. Gün mücadele günüdür.
link: Hakan Sönmez, Sivas Katliamı ve Gerçekler, 2 Temmuz 2015, https://marksist.net/node/4306
Yandırırlar, Yandırırlar!
Syriza ve Yunanistan Dönüm Noktasında