Son aylarda devlet güçlerinin Kürt illerinde tırmandırdığı saldırılar ve gerçekleştirdikleri katliamlar 90’lı yıllara geri mi dönüyoruz tartışmasını da gündeme taşıdı. Erdoğan ve AKP hükümetinin 7 Haziran seçimleri öncesinde izlediği stratejinin asıl amacı HDP’nin baraj altında bırakılması, AKP’nin 400 milletvekili çıkararak meclise girmesi ve Erdoğan’ın başkan olmasının sağlanmasıydı. Bunun gerçekleşmesi için de AKP bilinçli bir gerilim politikası izleyerek hem HDP hem de Kürt halkı üzerindeki baskıları gittikçe tırmandırdı. Bir taraftan Erdoğan ve hükümetin seçim meydanlarındaki saldırgan ve kışkırtıcı açıklamaları, diğer taraftan bizzat hükümet tarafından organize edilmiş saldırılar HDP tarafından boşa çıkarılsa da, 7 Hazirana kadar AKP hükümeti elinden geleni ardına koymadı.
7 Haziran seçimleri ile birlikte AKP’nin tek başına hükümet olamayacağı ortaya çıkınca Erdoğan ve ekibinin eteğindeki taşlar da dökülmeye başladı. Gerilim ve çatışma politikasına Suruç’ta gerçekleştirilen katliamla birlikte hız verildi. AKP hükümeti Suruç katliamından sonra IŞİD hedeflerini vurma bahanesiyle başlattığı hava operasyonlarıyla PKK kamplarını bombalamaya koyuldu. Birçok şehirde ise sol örgütlere ve HDP’ye yönelik ev baskınları düzenlendi. PKK’nin bu saldırılara karşılık vermesiyle birlikte operasyonların sayısı daha da arttırıldı, baskılar tırmandırıldı. Tıpkı 90’larda olduğu gibi özel timler Kürdistan sokaklarında cirit atmaya, keyfi gözaltılara başladı. Bir inşaat şantiyesini basan özel harekâtçıların, ellerini arkadan bağlayıp yere yatırdıkları Kürt işçilere “Türkün gücünü göreceksiniz” diye bağırmaları da 90’lara dönüldüğünün bir göstergesiydi.
AKP hükümeti Erdoğan’ın başkanlığı için gereken 400 milletvekiline ulaşmak amacıyla meydanlarda halkı tehditle terbiye etmeye çalışıyordu. Ne diyordu Sağlık Bakanı Müezzinoğlu? “Cumhurbaşkanı yerine başkanı seçmiş olsaydık, Türkiye bugünkü kaosu yaşayacak mıydı? Yaşamayacaktı.” AKP hükümetinin tehditleri elbette bunlarla bitmiyordu. AKP temsilcileri, AKP tek başına hükümet olmazsa ekonomik istikrarın bozulacağını, doların ve avronun daha da fırlayacağını söyleyerek seçmene gözdağı veriyorlardı. Ancak bunlar da yetmedi ve Davutoğlu geçtiğimiz günlerde Van mitinginde tehditlerine bir yenisini ekledi: “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak. Biz buraları faili meçhullere bırakmayacağız!” Böylece Davutoğlu, eğer AKP’yi yeniden iktidar yapmazsanız 90’lı yıllarda olduğu gibi buralarda Toroslar dolaşır, “faili meçhul” cinayetler olur diyerek Kürt halkına şantaj yapıyordu. Peki, şu an Kürt illerinde 90’lı yılları aratmayan bir devlet terörü hüküm sürmüyor mu? Üç ay içinde 200’ü aşkın sivilin katledilmesi olağan bir duruma mı işaret ediyor? Bu soruların cevapları çok önemli, ancak önce, bugünün genç kuşaklarının hiç bilmediği 90’lı yıllarda neler olduğuna kısaca değinip, geçen sürede nelerin değişip değişmediğine bakmakta yarar var.
90’lı yıllar ve “faili meçhul” cinayetler
90’lı yıllar, “faili meçhul” cinayetlerin doruğa tırmandığı, Kürdistan’da köylerin yakıldığı, insanların zorla ölümle tehdit edilerek ve öldürülerek batıya göç ettirildiği, olağanüstü halin süreklilik kazandığı karanlık bir dönemdi. Devletin kurduğu ama varlığını bir türlü kabul etmediği kontrgerilla örgütü JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) bölgede terör estiriyor, gerilla kıyafetleriyle köylere baskınlar düzenliyor, evleri yakıyor, Kürt halkına tarifsiz işkenceler yapıyor ve insanları sorgusuz sualsiz gözaltına alıp katlediyordu. Bu devlet güçleri, söz konusu kirli işlerinde genellikle beyaz renkli Toros marka otomobilleri kullanıyorlardı. Bu otomobillerle gittikleri yerlerde gözaltına aldıkları insanların büyük bir bölümü bir daha geri gelmiyordu. Gözaltına alınanların bir bölümünün cesedi yol kenarlarında vb. bulunurken, büyük bir bölümünün cesedine bile ulaşılamıyordu. Ne var ki devlet bu aleni gerçeği ısrarla reddediyordu.
Toros marka otomobiller Kürt halkı için katliamın simgelerinden biriydi. Yüzlerce Kürt köylü, siyasetçi, gazeteci ve Musa Anter gibi aydınlar JİTEM tarafından katledilmişti. Bir mahalleye veya köye beyaz Toros gelmişse insanlar büyük bir korkuya kapılıyordu. JİTEM’e bağlı güçler Kürt halkına türlü işkence ve katliamlarla kan kustururken Türkiye’nin batısı ise JİTEM’in yaptığı katliamları PKK yaptı diye biliyordu. Batıda yaşayan ama olaylardan hiçbir zaman doğru şekilde haberi olmayan körleştirilmiş milyonlar ne bu araçların ne anlama geldiğini, ne de bu katliamın bizzat devlet tarafından tezgâhlandığını biliyordu. Bugün hükümetin tüm baskı, karalama ve algı operasyonlarına rağmen, yine de insanlar sınırlı da olsa sosyal medyadan, Kürt basınından ve sosyalist basından gerçekleri öğrenebiliyorlar. Oysa o dönemde çok daha koyu bir karartma harekâtı yaşanıyordu. Çünkü medya ve gazeteler devletin mutlak denetimi altındaydı ve doğrudan Genelkurmay ve MİT merkezli algı operasyonlarının etkisi bugünkünden çok daha güçlüydü.
TRT’de yayınlanan ve yalana ve çarpıtmaya dayanan “Anadolu’dan Görünüm” benzeri programlar da bu algı operasyonunun araçlarından birini oluşturuyordu. Bu programı izleyen milyonlarca insan kandırılıyor ve Kürt halkına düşman ediliyordu. Diğer taraftan sosyalistlerin ve demokratların üzerinde de büyük baskılar söz konusuydu. İster batıda olsun ister doğuda, evlere baskınlar yapılarak sosyalistler ve devrimciler katlediliyordu. İnsanlar keyfi bir şekilde gözaltına alınıyor ve işkenceye uğruyordu. İnsanların tipleri dahi gözaltına alınıp işkenceye maruz kalmalarına yetiyordu. Yapılan infazlar “yasadışı bir örgüt çökertildi” türünden başlıklarla haberleştiriliyordu. JİTEM’in beyaz Toroslarla gözaltına alıp kaybettiği veya bir köşede katlettiği insanların haberi “hain PKK’lılar yine vatandaşlarımızı kaçırdılar, kaçırılan vatandaşları şehit ettiler” haberleriyle Türkiye kamuoyuna sunuluyordu. Sonuçta, toplumun sadece örgütlü bir kısmının gerçeklerden haberi oluyor, büyük bölümü ise burjuva gazetelerin attığı iğrenç ve yalan manşetlere kanıyordu.
AKP, statükocu güçlere karşı iktidar savaşı yürütürken, bu gerçeklerin bir bölümünün ortaya çıkmasına zemin sundu. Yapılan bu katliamlar, kurulan Meclis araştırma komisyonlarınca kayıt altına alındı. Sadece bu değil, o dönemde görev yapan bazı bakanlar, askerler, polisler de birçok itirafta bulundular. Örneğin o dönem JİTEM bünyesinde görev yapan Ayhan Çarkın, Kürt halkına yapılan katliamları şöyle itiraf etti: “«Orada bir köy var, kurtarılması gerek» dediler. Gittik, insanların ölüsüne, dirisine yapmadığımızı bırakmadık. Biz orada insanların tırnaklarını çektik, bok yedirdik; bize evinde yemek veren teyzeyi öldürdük.” Bunun gibi Kürt halkına ve sosyalistlere yönelik katliamların itirafını yapan yüzlerce beyanat ve belge bulunuyor ama bu birkaç cümle yapılanları özetlemeye yetiyor.
90’lı yıllarda “faili meçhul” cinayetlere kurban giden insanların sayısı çeşitli Kürt kaynakları tarafından yaklaşık 17 bin olarak veriliyor. 2009 yılında Ergenekon davası vesilesiyle yapılan kazılarda, 90’lı yıllarda JİTEM tarafından katledilen insanların bir bölümünün cesedine ulaşıldı. Ama AKP, muarızlarını tasfiye edip iktidarını garanti altına aldıktan sonra, küçük bir parçasını araladığı bu gerçeklik perdesini ışık sızdırmazcasına kapatmaktan geri durmadı. Davalar kapatılıp, karartıldı.
Şimdi o sokaklarda Beyaz Toroslar dolaşmıyor, ama katliamlar devam ediyor. Cizre’de, Silopi’de ve birçok yerleşim yerinde gündüz vakti kadınlar, çocuklar, bebekler öldürülüyor. Evet, devletin bir dönemki katliam aracı olan Toroslar gitti ama yerine yeni araçlar geldi. Artık devlet güçleri karanlık işlerini eski Toroslarla yapmıyorlar. Dönem değişti, teknoloji gelişti! Şimdi bu işler için, camları filmle kaplanmış, plakasız Range Rover marka “AK” cipleri kullanıyorlar.
Toroslar gitti, lüks cipler geldi!
Erdoğan ve AKP, iktidarını kaybetmemek için her türlü yola başvurmaktan geri durmuyor. Erdoğan başkan olabilmek için umudunu otoriterleşmeye ve iç savaşa bağlamış durumda. 7 Hazirandan bu yana 90’lı yıllara rahmet okutan operasyonlar yapılıyor, keskin nişancılar güpegündüz sivillere ateş ediyor, çocukları bile katlediyor. Sokağa çıkamayan insanlar ölülerini buzdolaplarında saklamak zorunda kalıyor. Ama bütün bunlara rağmen AKP hükümeti ve Erdoğan büyük bir riyakârlıkla sivillere ateş edilmediğini, öldürülenlerin terörist olduğunu söylüyor.
Onca insan öldürülmesine rağmen bunlar kamuoyuna yansıtılmıyor. Yani toplumun yine büyük bir kesiminin Kürt halkına yönelik katliamlardan haberi yok. Ancak Şırnak’ın Silopi ilçesinde Hacı Lokman Birlik’in özel harekâtçı polisler tarafından yaralı haldeyken infaz edilip, ardından zırhlı bir aracın arkasına bağlanarak sokaklarda sürüklendiği ortaya çıkınca, AKP’nin ve emrindeki medyanın yalanları faş oldu. Görüntüler önce sosyal medyaya, ardından gazete ve televizyonlara düşünce AKP medyasının yalan çarkları anında dönmeye başlasa da, durum hükümet tarafından inkâr edilemez hale geldi. Ancak her zaman yaptıkları gibi yine algı operasyonuna girişip “PKK’nin de bu tip şeyler yaptığını, neden onun sorgulanmadığını” söyleyerek üste çıkmaya çalıştılar. Bir de çıkıp utanmadan insanları tehdit edip “biz olmazsak 90’lı yıllara dönülür” diyorlar. Oysa 90’lara çoktan dönülmüş durumda.
Suruç katliamından bu yana tırmandırılan devlet terörü yüzünden 200’den fazla sivil yaşamını yitirdi. 8-12 Eylül tarihleri arasında Cizre’de uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında özel harekâtçı polisler 21 sivili katlettiler. Sokağa çıkan sivillere keskin nişancılar ateş ediyor, gelen ambulanslara dahi ateş edilerek yaralıları alması engelleniyordu. Bu devlet terörü esnasında yaşamını yitirenler arasında 35 günlük Muhammed bebek de vardı. İnsanlar ölülerini çürümesin diye buzdolaplarında saklamak zorunda kaldı. Evinden çıktığı sırada keskin nişancılar tarafından vurularak katledilen 12 yaşındaki Cemile Çağırga’nın abisi Musa Çağırga üzüntüsünü şöyle anlatıyor: “Cemile’nin hayatını kaybetmesi bizi derinden sarstı. Ancak derin dondurucuya koymak bizi daha da sarstı. Annem derin dondurucunun başından hiç ayrılmadı.”
Davos’ta Erdoğan Perez’e ne diyordu? “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!” Evet, İsrail yıllardır Filistin halkını katlediyor, sahilde koşan çocukları dahi bombalayarak öldürebiliyor. Peki, onu eleştirenler ne yapıyor? Bebekleri, ihtiyarları, kadınları katledip, sonra da onları terörist ilan ediyor. Cizre’de sokağa çıkma yasağı kaldırıldığında Cizre’nin Gazze’den farkı kalmadığı ortaya çıktı. Nasıl Siyonist İsrail Gazze’de bebekleri katledip kenti yerle bir ediyorsa, AKP devleti de Cizre’de aynısını yapmıştı. Gazetelerin “Gazze mi, Cizre mi?” manşeti durumu açık bir şekilde özetliyordu.
Bu süreçte Cizre’yle birlikte pek çok Kürt kentinde de benzer şeyler yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Yani Kürdistan’da TC 90’lı yıllara çoktan geri dönmüş durumda. Doğuda bunlar yaşanırken elbette batıda da demokrasi rüzgârları esmiyor. 10 Ekimde Türkiye’nin göbeğinde, Ankara’da gerçekleştirilen barış mitinginde 100’den fazla emekçi katledildi, yüzlercesi yaralandı. Bu durumda dahi ne İçişleri Bakanı ve ne Emniyet Müdürü ne de Başbakan istifa etti. Bıraktık istifa etmeyi, pişkin pişkin konuşup acılı insanların yarasına adeta tuz bastılar, utanmadan sırıttılar. Bu katliamda IŞİD’in kullanıldığı en başından belliydi. Ancak hükümet ve emrindeki havuz medyası, suçu HDP’nin ve PKK’nin üstüne atmak için iğrenç bir yalan kampanyasına girişti. Erdoğan’ın bu katliamı PYD, IŞİD, PKK ve Esad’ın birlikte organize ettiği yönündeki sözleri, havuz medyası tarafından günlerce manşetlerde tutuldu. Sanki IŞİD’e tırlar dolu silahı ve mühimmatı AKP değil de Esad göndermiş!
AKP hükümeti pek çok kentte IŞİD’e operasyon adı altında Kürtlere ve sosyalistlere yönelik operasyonlarına devam ediyor. Tıpkı 90’larda olduğu gibi ev baskınları, keyfi gözaltılar yapılıyor. Dilek Doğan da bu alçak operasyonun kurbanlarından biri oldu. İstanbul’da Küçükarmutlu mahallesinde oturan Dilek Doğan’ın evine baskın yapan polisler genç kızı göğsünden vurarak katlettiler. Tabii ki bu katliamın üzerini de bildik yalanlarıyla örtmek istediler. “Terörist çatışmada öldü” yalanı ortaya çıkınca, bu kez “Dilek Doğan’ın göğsüne isabet eden kurşunun polisin mi yoksa bir başkasının mı silahından çıktığı araştırılıyor” türünden haberlerle polisi aklamaya giriştiler. Bunun apaçık bir katliam olduğu ortaya çıkınca ise Davutoğlu şunları söyledi: “Bu genç kızımızla ilgili gerekli diğer olaylar gibi araştırmalar yapılıyor. Özen gösterilerek bazı emniyet tedbirleri alınıyor ama ola ki herhangi yanlış bir uygulama varsa peşi bırakılmaz, gereği yapılır.” İşte 90’larda da böyleydi; her olaydan sonra devlet yetkilileri bu tür açıklamalar yapar, ancak sorumlulardan asla hesap sorulmazdı.
Ama Erdoğan’ın ve AKP’nin saldırıları ve tehditleri onları kurtarmaya yetmeyecek. Gün dayanışma günüdür, gün işçiler, emekçiler ve ezilen Kürt halkının mücadelesini yükseltme günüdür. Haksız ve emperyalist savaşlara karşı mücadele bayrağını yükseltelim.
link: Hakan Sönmez, Beyaz Toroslardan “AK” Ciplere 90’lar Devam Ediyor, 1 Kasım 2015, https://marksist.net/node/4552
Sır
AKP 90’ların Yasaklarıyla Can Almayı Sürdürüyor