Dünya proletaryasının iktidar mücadelesinde bugüne kadar yaşanan deneyimler, nelerin yapılması, nelerin yapılmaması gerektiğini göstererek, kısacası olumlu ve olumsuzundan dersler çıkartmayı olanaklı kılarak ilerlemektedir. Paris Komünü deneyimi, taşıdığı tüm eksikliklerine karşın, Marksizmin kurucularına, proletaryanın yıktığı eski devlet aygıtının yerine nasıl bir aygıt koyması gerektiği konusunda esaslı ipuçları vermişti.
Marx, Fransa’da İç Savaş adlı yapıtında, Paris Komünü deneyiminin gerçek sırrını şöyle ortaya koyar:
“Komünün gerçek sırrı şuydu: Komün esasen bir işçi sınıfı hükümeti, üreten sınıfın gasp eden sınıfa karşı mücadelesinin ürünü, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan nihayet keşfedilmiş siyasal biçim idi.”[1]
Bu yapıta yazdığı 1891 tarihli giriş yazısında Engels ise, komün tipi iktidarın yalnızca geçmişe oranla değil, geleceğe yönelik olarak da taşıması gereken çok önemli bir özelliğe değinir. İşçi sınıfı iktidara geçtiğinde, sadece eski baskıcı devlet makinesini parçalamakla yetinmemeli, yeni efendilerin türemesine fırsat vermeyecek önlemleri de almalıdır.
“Komün, işçi sınıfının iktidara gelir gelmez eski devlet aygıtıyla yönetmeye devam edemeyeceğini hemen kabul etmek zorunda kaldı; henüz yeni elde ettiği kendi egemenliğini yeniden yitirmemek için, bu işçi sınıfı, bir yandan o zamana değin kendisine karşı kullanılmış bulunan eski baskı aygıtını ortadan kaldırmalı ama, öte yandan, kendi vekil ve memurlarını her an ve istisnasız görevden alınabilir ilân ederek, onlara karşı da güvenlik önlemleri almalıydı.…
“Başlangıçta toplumun hizmetkârları olan devlet ve devlet organlarının, toplumun efendileri durumuna dönüşmesini –ki önceki bütün devletlerde görülen kaçınılmaz bir dönüşümdür– önlemek için, Komün, iki şaşmaz araç kullandı. İlkin, yönetim, adalet ve öğretim işlerindeki bütün görev mevkilerini, ilgili herkesin genel oyuna dayalı olarak seçime, ve bu aynı seçmenlerin her an azletme hakkına tâbi kıldı. Ve, ikinci olarak, en aşağısından en yükseğine, bütün memurlara, yalnızca öbür işçilerin aldıkları kadar ücret ödendi. … Böylece, temsil organlarına gönderilen delegeler için, ayrıca ilâve edilmiş bağlayıcı talimatlar dışında, mevki ve ikbal avcılığına karşı etkili bir engel konmuş oluyordu.”[2]
Tarihsel açıdan bir işçi devletinin ilk deneyimini oluşturan Paris Komünü neydi? İçeriği bakımından, burjuva demokratik cumhuriyetteki parlamentarizmden farklı olan, üstün olan yönü neydi? Marx’tan okuyalım:
“Komün, şehrin çeşitli semtlerinden genel oyla seçilmiş, sorumlu ve her an görevden geri alınabilir belediye meclisi üyelerinden oluşuyordu. Komün üyelerinin çoğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının ünlü temsilcilerinden oluşuyordu. Komün parlamenter bir organ değil, ama aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir organ olacaktı.”[3]
Marx’ın Paris Komünü deneyimine dayanan açılımlarının ışığında, bir işçi iktidarının, bürokratik-askeri eski devlet makinesini parçalamak ve bürokrasisiz-sürekli ordusuz yeni tipten bir devleti kurmak için alması gereken önlemleri şöyle sıralayabiliriz:
- Sürekli ordunun kaldırılması ve yerini silahlanmış halkın alması.
- Polisin siyasal niteliklerinden derhal arındırılması ve komünün sorumlu ve her an görevden geri alınabilir bir aleti durumuna dönüştürülmesi.
- Her çeşit kamu görevinin işçi ücretleri karşılığı görülmesi.
- Yüksek devlet görevlilerinin kullanma hakları ve temsil ödeneklerinin, bu yüksek görev kadrolarının kendisi ile birlikte ortadan kaldırılması.
- Kamu hizmetlerinin, merkezi hükümet tarafından korunan kimselerin özel mülkiyeti olmaktan çıkarılması.
- Sadece belediye yönetiminin değil, o güne değin devlet tarafından yürütülmüş bulunan tüm girişkenliğin komünün ellerine verilmesi.
- Burjuva devletin manevi baskı aletleri olan din adamlarının nüfuzlu durumuna son verilmesi. Dinin devlet işlerinden tamamen ayrılması ve kendi cemaat gelirleriyle yaşamaya terk edilmesi.
- Öğretim kurumlarının tümünün parasız olarak halka açılması, dini kurumlarla devletin her türlü karışmasından kurtarılması. Bilimin devlet iktidarının vurmuş olduğu zincirlerinden kurtarılması.
- Eski adalet mekanizmasının kırılması. Yüksek adalet görevlileri ve yargıçların da öbür kamu görevlileri gibi seçilir, sorumlu ve geri alınabilir olmaları.
- Eski merkezi hükümetin yerini, en küçük yerleşim birimlerinde bile, “üreticilerin öz hükümeti”nin alması.
- En küçük kırsal yerleşme merkezlerinin bile siyasal biçim alması ve kırsal bölgelerde sürekli ordunun, hizmet zamanı çok kısa bir halk milisi ile değiştirilmesi.
- Her ilin kırsal komünlerinin ortak işlerini ilin yönetim merkezindeki bir delegeler meclisi aracılığıyla yönetmesi.
- İl meclislerinin, merkezdeki ulusal yetkililer kuruluna milletvekilleri göndermeleri.
- Delegelerin her an görevden geri alınabilmeleri, seçmenlerin kesin talimatına bağlı olmaları, ortalama işçi ücretlerini aşmayan aylıklar.
- Merkezi hükümetin devredilebilir görevlerinin komünlere aktarılmasından sonra yine de merkezi bir hükümetin sorumluluğunda kalacak olan önemli görevlerin, komünsel yani sıkı sıkıya sorumlu görevliler tarafından yürütülmesi.
- Komün tipi örgütlenme asla küçük devletler federasyonu biçiminde düşünülemez. Tersine, mümkün olan en geniş uluslar birliği temelinde bir siyasal merkezileşmeyi hedeflemelidir.
- Komün belediyesel özgürlüğü içerir fakat bir belediye rejimi değildir. Yani, komün tipi iktidarın özelliği, siyasal merkezileşmeye karşıt bir yerel yönetimcilik, otonomculuk değildir. Üreticilerin kendi öz örgütlülüklerine dayanan, üretim ve yaşam birimlerindeki en geniş inisiyatiflerini içeren merkezi siyasal birliğinin oluşturulmasını amaçlar.
- Genel oy hakkı, burjuva parlamentarizminden özünde farklı olmak üzere ama mutlaka işletilmelidir. Bu siyasal mekanizma, burjuva parlamentarizminde olduğu gibi A ya da B partisini iktidara getirmek üzere değil, komünler biçiminde örgütlü proletaryanın ve diğer emekçilerin diledikleri, beğendikleri temsilcilerini özgürce belirlemelerine hizmet edecektir. Yani kim seçilirse seçilsin, iktidar komünlerde olacaktır. Bu nedenle işçi demokrasisinin, burjuva demokrasisinden kat be kat demokratik karakteri (en geniş demokratik hak ve özgürlükler, işçi devletinin anayasasına uymak koşuluyla her partiye serbestçe örgütlenme, çalışma, seçimlere katılma hakkı vb.), komünler iktidarını pekiştirmeye hizmet edecektir. Marx’ın dediği gibi:
“Genel oy hakkı, her üç ya da altı yılda bir halkı parlamentoda yönetici sınıfın hangi üyesinin kötü temsil edeceğini tayin etmek yerine, komünler biçiminde örgütlenmiş halka hizmet edecekti; tıpkı bireysel seçim hakkının kendi işi için işçi ve idareci arayan herhangi bir işverene hizmet etmesi gibi.”[4]
“Öte yandan komün anlayışına hiçbir şey, genel oy hakkı yerine hiyerarşik bir görevlendirme geçirmekten daha yabancı olamaz”[5] diyen Marx’ın “genel oy” hakkındaki bu vurgusu, bir işçi devletinin olmazsa olmaz koşuluna dikkat çekmekteydi. Yani Stalinist anlayışın yerleştirdiği “bürokratik atama” mekanizmasının tam tersine, emekçi halk, komünler içinde örgütlenmiş kadın ve erkek tüm üreticiler genel oy hakkına sahip olmalıydılar.
Parlamentarizmden kurtulmanın yolu nedir? Marx’ın Paris Komününü inceleyerek çıkardığı dersleri hatırlatan Lenin; Komün “temsili kurumları ve seçim ilkesini yıkmaya değil, laf değirmenleri olan bu temsili kurumları «hareketli kurumlar» durumuna dönüştürmeye dayanır” demekte ve şöyle devam etmekteydi:
“Burjuva toplumun satılık ve çürük parlamentarizminin yerine Komün, düşünce ve tartışma özgürlüğünün bir aldatmaca biçiminde yozlaşmadığı kurumlar koyar, çünkü parlamenterler kendileri çalışmak, yasaları kendileri uygulamak, uygulama sonucu ortaya çıkan şeyi kendileri denetlemek, seçmenlerine karşı doğrudan sorumlu olmak zorundadırlar. Temsili kurumlar kalır, fakat özel bir sistem olarak, yasama ve yürütme faaliyetinin ayrılması olarak, milletvekilleri için ayrıcalıklı bir konum olarak parlamentarizm burada yoktur. Temsili kurumlar olmadan bir demokrasiyi düşünemeyiz; eğer burjuva toplumun eleştirisi bizim için boş bir laf olmayacaksa, burjuvazinin egemenliğini devirme çabası … işçi oylarını kapmak için bir “seçim vaadi” değil de içten ve ciddi olacaksa, demokrasiyi parlamentarizm olmadan düşünebiliriz ve düşünmek zorundayız.”[6]
Komün tipi devletin daha baştan sönmeye yüz tutmuş niteliğini ve sönmeye yazgılı geleceğini, Paris Komünü deneyimi temelinde bir kez daha vurgulamaktaydı Lenin:
“Komün, artık nüfusun çoğunluğunu değil, bir azınlığı (sömürücüleri) ezmesi gerektiği ölçüde, devlet olmaktan çıkıyordu; burjuva devlet makinesini kırmıştı; özel bir baskı gücü yerine, sahneye halk kalabalığının kendisi giriyordu. Bütün bunlar, sözcüğün gerçek anlamında devlete aykırı şeylerdir. Ve eğer komün devam etseydi, Komün içinde varlığını sürdürmekte olan devlet kalıntıları kendiliklerinden «sönerlerdi»; Komün, kurumlarını “kaldırma” gereksinimini duymazdı: Bu kurumlar, artık yapacak hiçbir şeyleri kalmadığı ölçüde, işlemez olurlardı.”[7]
Komün deneyimi, demokratik merkeziyetçilikle en geniş yerel yönetsel özerkliğin birbirini dışlamadığını, komünün siyasal merkeziyetçiliğinin en geniş yerel özerklik üzerinde yükseldiğini ve bizzat bunu mümkün kıldığını ortaya koymaktadır. Lenin’in dikkat çektiği gibi, “Engels bakımından, merkeziyetçilik, «komünler» ve bölgelerin devlet birliğini tamamen kendi istekleriyle savunmaları koşuluyla, her tür bürokratizm ve her tür yukardan «buyurma»yı söz götürmez biçimde ortadan kaldıran geniş bir yerel yönetsel özerkliği hiç mi hiç dıştalamaz.”[8]
Ve Lenin Engels’ten şu satırları aktarır: “İl, ilçe ve bucaklarda genel oyla seçilmiş memurlar aracılığıyla, tam özerk yönetim. Devlet tarafından atanmış bütün yerel ve bölgesel otoritelerin ortadan kaldırılması.”[9] Öte yandan, emekçi kitleler devlet yönetimini aşağıdan yukarıya kendi öz-örgütlenmeleri ve fiili atılımları temelinde inşa etmeye girişmedikçe, devrimin zaferinden söz edilemeyeceğini belirten Lenin’in sözleri, onun bürokratizm ile kökten uyuşmazlığını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır:
“Yalnızca demokratik temsile değil, bütün devlet yönetiminin kitlelerin kendileri tarafından aşağıdan yukarıya inşa edilmesine, kitlelerin hayatın bütün adımlarına etkin biçimde katılmalarına, yönetimde aktif olarak rol almalarına ihtiyacımız var. Eski baskı aygıtlarının, polisin, bürokrasinin, sürekli ordunun yerine halkın evrensel silahlandırılması, gerçekten evrensel bir milisin geçirilmesi … ülkenin sosyalizme doğru sağlam, sistemli ve kararlı adımlarla ilerlemesini sağlayan, sosyalizmi tepeden «indirerek» değil, proleter ve yarı-proleterlerin büyük kitlesini devlet yönetimi sanatına, tüm devlet iktidarının kullanımına yükselterek bunu sağlayan yegâne yoldur … İşçi yoldaşlar! … Demokrasi yöntemlerini fiili pratik yoluyla hemen şimdi, kendi başınıza aşağıdan yukarıya doğru öğrenin –kitleleri yönetime etkin, doğrudan ve evrensel olarak katılmaları için harekete geçirin– yalnızca bu, devrimin tam zaferini, kesin, amaçlı ve sistemli ilerlemesini sağlayacaktır.”[10]
Paris Komünü’nün, tarihsel gelişme süreci içinde henüz erken bir ön deney olduğu düşünülebilir. Bu nedenle, asıl olarak Ekim Devrimiyle kurulan ilk Sovyet iktidarının daha sonra başına gelenler, bu deneyimden son derece önemli sonuçların çıkartılmasını olanaklı kılmaktadır. Devrimin Rusya gibi geri bir ülkede tecrit olmasının yarattığı bürokratik deformasyonun ve yozlaşmanın giderek bürokratik bir karşı-devrim sürecine dönüşmesi sonucunda, işçi sovyetlerinin iktidarı son buldu. Sovyetlerin göstermelik, biçimsel varlığı devam ederken, gerçek iktidar, daimi hale gelen bürokratik devlet kurumlarının eline geçti. SSCB’deki bu durum, bir işçi devletinin (yani işçi demokrasisinin) nasıl bir şey olduğu konusunda dünya proletaryasının bilincinin ve perspektifinin tamamen bulanmasına yol açtı.
Kendi egemenliğini işçi iktidarı yerine ikame eden Stalinist bürokrasi, nesnel koşulların elverişsizliği sonucu ortaya çıkan çarpıklıkları, “tam da böyle olması gerekir” mesajıyla teorize etti. Böylece Sovyet bürokrasisi, işçi demokrasisine ilişkin Marksist ilkeleri ayakları altında çiğneyerek, kendi iktidarına dayanak teşkil edecek yeni bir proletarya diktatörlüğü anlayışı yarattı. Günümüzde Stalinist gelenekten kopamayan sosyalist çevreler, bürokratik diktatörlükleri işçi devletiyle özdeşleştirmeye devam ederek, dünya proletaryasının kendi iktidarına duyabileceği özlemin körelmesine hizmet etmektedirler.
Diğer yanda ise, işçi demokrasisinin nasıl olması gerektiğinin yanıtını bulmak için sanki Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekirmişçesine tarihsel kopukluk içeren çabalar görülüyor. Bunun en tipik örneği, devrimci Marksizmin önderlerinin çözümlemelerinde ortaya konan “demokratik haklar, özgür seçimler, genel oy hakkı vb.” gibi temel unsurlar işçi demokrasisinin zaten “olmazsa olmaz” koşulları değilmiş de, yaşanan deneyimler nedeniyle sanki şimdi eklenmesi gerekiyormuş gibisinden yürütülen tartışmalardır. Oysa yapılması gereken, Paris Komünü ve Ekim Devrimi deneyimlerinin ve bu deneyimleri bizzat yaşamış devrimci önderlerin bıraktığı tarihsel mirasın ışığında –tamamlanması gereken noktaların yeniden ve yeniden ortaya çıkacağını asla göz ardı etmeksizin– yürümektir.
[1] Marx and Engels, Selected Works, Vol. II, Progress Publishers, 1977, s.223 [Seçme Yapıtlar, c.2, s.267]
[2] Marx and Engels, age, Vol. II, s.187-188 [age, c.2, s.224-225]
[3] Marx and Engels, age, Vol. II, s.220 [age, c.2, s.263-264]
[4] Marx and Engels, Selected Works, Vol. II, s.221 [Seçme Yapıtlar, c.2, s.265]
[5] Marx, Seçme Yapıtlar, Sol Yay., c.2, Temmuz 1977, s.265
[6] Lenin, State and Revolution, International Publishers, 1990, s.41-42 [Devlet ve İhtilal, s.55-56]
[7] Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yay., Mart 1976, s.75
[8] Lenin, age, s.82
[9] Lenin, age, s.83
[10] Lenin, “A Proletarian Militia”, Collected Works, Vol. 24, Progress Publishers, s.181-182
link: Elif Çağlı, Paris Komünü Deneyimi, Mayıs 1991, https://marksist.net/node/4052
Suriyeli Göçmen İşçiler Kardeşimizdir
Çanakkale Muharebelerine Dair Yalanlar ve Gerçekler