Bölüm 14: Karşıt Yönde Etkide Bulunan Nedenler
Kâr oranlarındaki düşüşle ilgili olarak, toplumsal emeğin üretken güçlerinde zaman içinde gerçekleşen büyük gelişmeler ve toplumsal üretim sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesi hesaba katılmalıdır. Bu yapıldığında, kâr oranının düşmesini açıklama güçlüğü yerini bunun tersine, yani bu düşüşün neden daha büyük ya da daha hızlı olmadığını açıklama güçlüğüne bırakır. Marx bu önemli hususla ilgili olarak, “işin içinde, genel yasanın etkisini bozan ve ortadan kaldıran ve ona sadece bir eğilim olma niteliğini veren karşıt yönlü etkiler de bulunmalıdır” der. Zaten genel kâr oranının düşmesini bir düşme eğilimi olarak tarif etmesinin nedeni de budur. Söz konusu karşıt yönlü etkenlerin en genel olanları ise şunlardır:
I. Emeğin sömürülme derecesinin yükselmesi
Emeğin sömürülme derecesi ve el koyulan artı-değer miktarı, özellikle işgününü uzatarak ve çalışmayı yoğunlaştırarak yükseltilir. Emeği, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranla büyümesine ve dolayısıyla kâr oranının düşmesine neden olacak şekilde yoğunlaştırmanın pek çok yolu bulunur. Örneğin, bir işçinin daha çok sayıda makineyi idare etmek zorunda bırakılması bunlardan biridir. Ancak, burada artı-değer oranında büyümeye yol açan nedenler, kullanılan toplam sermayeye oranla aynı zamanda artı-değer kütlesindeki bir düşüşü beraberinde getirebilir. Ama yoğunlaşmanın, örneğin makinelerin aynı süre içinde daha yüksek hızlarla çalıştırılması gibi başka yolları da vardır. Kullanılan emek gücü miktarını ciddi şekilde değiştirmeden, el koyulan artı-değer kütlesini arttıran ve aynı zamanda değişmeyen sermayeyi çoğu zaman görece azaltan bir yol da mevcuttur. Bu, “her şeyden önce, modern sanayinin şu buluşudur: iş gününün uzatılması”. Bunun dışında, emeğin sömürülme derecesini yükselten yolların, aynı toplam sermaye içinde değişmeyen sermaye miktarını arttırarak kâr oranının düşme eğiliminin gerçek sırrını oluşturduğu unutulmamalıdır. Kısacası, artı-değer oranını yükselten söz konusu durumlar, aynı zamanda verili bir sermayenin ürettiği artı-değer miktarında ve dolayısıyla kâr oranında düşme eğilimi yaratan karşıt yönlü eğilimlerdir. Ayrıca, kadın ve çocuk emeğinin yığınsal olarak işe koşulması sermayeye eskisine göre daha büyük bir artı-emek miktarı sağlasa bile, sermaye için eskisinden daha fazla emek gücü ödemesi demektir.
Verili büyüklükteki bir sermayenin ürettiği artı-değerin miktarı, artı-değer oranı ile bu oranla çalıştırılan işçilerin sayısının çarpımına eşittir. Dolayısıyla bu miktar, artı-değer oranı veriliyken işçi sayısına ve işçi sayısı veriliyken artı-değer oranına bağlıdır. Ortalamada görülür ki, nispi artı-değer oranını yükselten aynı nedenler kullanılan emek gücü miktarını azaltır. Marx bu hususun, söz konusu çelişkili hareketin kesin gerçekleşme oranına bağlı olarak daha yüksek ya da daha düşük bir düzeyde geçerli olacağını belirtir. Ayrıca, kâr oranının düşme eğilimi, özellikle işgününün uzatılmasından kaynaklanan mutlak artı-değer oranı artışıyla zayıflatılır.
Toplumun toplam değişen sermayesi tarafından üretilen artı-değer üretilen kâra eşittir. Toplumun kullandığı emek gücü kütlesi büyüdüğünde artı-değerin mutlak kütlesi büyür, emeğin sömürülme derecesi yükseldiğinde ise artı-değer oranı da yükselir. Artı-değer oranının yükselişi değişen sermayeyle karşılaştırıldığında, değişmeyen sermayede herhangi bir artış ya da göreli bir artış olmadığında bile bu gerçekleşebilir. Bu faktör, artı-değer kütlesini ve dolayısıyla aynı zamanda kâr oranını belirleyen bir etmendir. Artı-değer oranında yükseliş olması, kâr oranının düşüş yasasını geçersiz kılmaz. “Ama onun daha çok bir eğilim olarak, yani mutlak olarak hayata geçişi karşıt yönde etkide bulunan koşullar tarafından durdurulan, yavaşlatılan, zayıflatılan bir yasa olarak işlemesine yol açar.”
Kapitalist gelişme sürecinde artı-değer oranını yükselten nedenler (çalışma süresinin uzaması bile büyük sanayinin bir sonucudur), verili bir sermayenin kullandığı emek gücünün azalması yönünde etkide bulunur. Yine aynı nedenler, kâr oranının azalması ve bu azalmanın daha yavaş bir şekilde gerçekleşmesi yönünde bir etki yaratır. Örnekse, bir işçi rasyonel olarak yalnızca iki işçinin yapabileceği miktarda iş yapmak zorunda bırakılırsa ve fakat bu durum onun üç işçinin yerini alabileceği koşullar altında gerçekleşirse, bu işçi eskiden iki işçinin sağladığı kadar artı-emek sağlayacak ve buna bağlı olarak artı-değer oranı yükselmiş olacaktır. Ama bu işçi eskiden üç işçinin sağladığı kadar artı-emek sağlamayacak ve böylece artı-değer kütlesi azalacaktır. “Ne var ki, kütledeki bu azalma artık değer oranındaki yükselmeyle telafi edilir veya sınırlanır. Toplam nüfus daha yüksek bir artık değer oranıyla istihdam edilirse, nüfus aynı kalsa bile artık değer kütlesi büyür.” Nüfus artarken bu büyüme daha fazla olur ve aynı zamanda toplam sermayenin büyüklüğüne oranla istihdam edilen işçilerin sayısında bir düşüş gerçekleşir. Fakat bununla birlikte yükselmiş olan artı-değer oranı da bu düşüşü sınırlandırır ya da durdurur.
II. Ücretin, değerinin altına düşürülmesi
“Buna burada yalnızca ampirik olarak değiniliyor, çünkü gerçekte, burada sayılabilecek olan bazı başka şeyler gibi, sermaye hakkındaki genel bir çözümlemeyle hiçbir ilgisi yoktur ve bu eserde yer almayan rekabet çözümlemesinin kapsamına girer. Yine de, kâr oranının düşme eğilimini sınırlandıran en önemli nedenlerden biridir.”
III. Değişmez sermaye ögelerinin ucuzlaması
Marx, kâr oranını yükselten nedenler hakkında daha önce söylenmiş olan her şeyin, değişmeyen sermaye öğelerinin ucuzlaması bağlamında da geçerli olduğunu belirtir. “Dolayısıyla, toplam sermaye söz konusu olduğunda, değişmez sermayenin değerinin, onun maddi hacmiyle aynı oranda büyümemesi de bu başlığın altına girer. Örneğin, Avrupalı tek bir iplik işçisinin modern bir fabrikada işlediği pamuğun miktarı, geçmişte Avrupalı bir iplikçinin çıkrıkla işlediği pamuğun miktarına göre muazzam derecede artmıştır. Ama işlenen pamuğun değeri, onun miktarıyla aynı oranda artmamıştır. Makineler ve diğer sabit sermaye ögeleri için de aynı şey geçerlidir.” Kısacası, değişen sermayeye oranla değişmeyen sermaye kütlesini arttıran gelişme, emeğin üretici gücündeki yükselişin ürünü olarak, değişmeyen sermaye öğelerinin değerini azaltır. Bu durum, değişmeyen sermaye değerinin üretim araçlarının artan maddi hacmiyle aynı oranda büyümesine engel olur. Hatta tek tek bazı durumlarda, değişmeyen sermaye öğelerinin kütlesi, değeri aynı kalır ya da düşerken artabilir.
Sanayinin gelişimiyle birlikte eldeki sermayenin maddi öğelerinin değer yitirmesi, yukarıda söylenenlerle ilişkilidir. Bu da, sürekli olarak etkide bulunan ve belirli koşullar altında kâr kütlesini küçültebilen bir faktör olmasına karşın, kâr oranının düşüşünü sınırlandıran nedenlerden de biridir. “Burada bir kez daha görüldüğü üzere, kâr oranının düşme eğilimini üreten aynı nedenler, bu eğilimin etkilerini de hafifletir.”
IV. Göreli aşırı nüfus
Bir ülkede kapitalist üretim tarzı ne denli gelişmişse, göreli aşırı nüfus da o denli belirgin hale gelir. Bu durum, kullanılabilir durumdaki ya da işten çıkarılmış olan ücretli emekçilerin ucuzluğu ile bolluğunun ürünüdür. Diğer yandan, özellikle lüks tüketime yönelik olanlar da içinde olmak üzere yeni üretim dalları açılır. Bu üretim dalları, sıklıkla başka üretim dallarında değişmeyen sermayenin ağır basmasıyla serbest kalan göreli nüfusu kendine çeker. Bu yeni üretim dallarında başlangıçta canlı emek egemendir ama sonrasında bunlar da adım adım diğer üretim dallarının izlediği yolun aynısını izlerler. Bu üretim dallarında değişen sermaye, hem artı-değer oranının hem de artı-değer kütlesinin olağan dışı derecede yüksek olmasına yol açacak şekilde toplam sermayenin önemli bir kısmını oluşturur ve ücretler ortalamanın altındadır. Genel kâr oranı tek tek üretim dallarındaki kâr oranlarının eşitlenmesiyle oluştuğundan, bu üretim dallarındaki durum kâr oranının düşme eğiliminin etkilerini az çok felce uğratan bir karşı ağırlık üretir.
V. Dış ticaret
Dış ticaret, kısmen değişmeyen sermaye öğelerini ve kısmen de değişen sermayenin dönüştüğü zorunlu geçim araçlarını ucuzlatan bir unsurdur. Böyle olduğu ölçüde, artı-değer oranını yükselterek ve değişmeyen sermayenin değerini düşürerek kâr oranını yükseltici etkide bulunur. Dış ticaret, genel olarak, üretim ölçeğinin genişletilmesine de izin vererek yine bu yönde bir etki yaratır. Fakat diğer yandan, sermaye birikimini ve değişmeyen sermayeye oranla değişen sermayenin azalmasını ve dolayısıyla kâr oranının düşmesini hızlandırır. Dış ticaretin genişlemesi kapitalist üretim tarzının çocukluğunda onun temelini oluşturmuştur. Fakat kapitalizmin sürekli daha geniş bir piyasaya duyduğu gereksinim nedeniyle, onun gelişimi içinde kendi ürünü haline gelmiştir.
Marx, dış ticarete yatırılan sermayelerin daha yüksek bir kâr oranı elde edebileceğini belirtir. Çünkü daha ileri olan ülkeler, kendi metalarını rakip ülkelere göre daha ucuza ama buna rağmen kendi değerlerinden fazlasına satarlar ve kâr oranı yükselir. Bu durum, kendisinin üreteceği duruma göre metayı daha ucuza elde eden ülke için de geçerli olabilir. “Tıpkı, yeni bir buluşu genelleşmesinden önce kullanan, rakiplerine göre daha ucuza satan ve yine de metasını bireysel değerinden fazlasına satan, yani kendi kullandığı emeğin özgül olarak daha yüksek üretici gücünü artık emek olarak değerlendiren fabrikatör gibi.” Bu fabrikatör, böylece bir artı-kâr elde eder. Marx bu bağlamda sömürgelere yatırılan sermayeler açısından da durumu ele alır. Sömürgelerde genel olarak kâr oranı az gelişmişlik nedeniyle yüksektir ve kölelerin, Doğu Asyalı gündelikçilerin vb. kullanılması nedeniyle emeğin sömürülme derecesi de yüksek seyreder. Bu nedenle, sömürgelere yatırılan sermayeler daha yüksek kâr oranlarına ulaşabilirler.
Burada ele alınan konunun diğer bir yönü de vardır. Dış ticaret, yurt içinde kapitalist üretim tarzını geliştirir ve böylece değişmeyen sermayeye oranla değişen sermayenin daha da azalmasına yol açar ve yurt dışıyla ilişkili olarak aşırı üretime neden olur. Bu nedenle, dış ticaret de bir yandan kâr oranını yükselten bir etkiye sahipken, öte yandan karşıt yönlü bir etkide bulunur. Marx bu açıklamalardan sonra vardığı sonucu ortaya koyar: “Ve böylece genel olarak görüldü ki, genel kâr oranının düşmesine yol açan aynı nedenler, bu düşüşü zorlaştıran, yavaşlatan ve kısmen felce uğratan karşı etkiler de doğurur. Bunlar yasayı ortadan kaldırmaz, ama etkisini zayıflatır. Böyle olmasaydı, genel kâr oranının düşmesini kavramak değil, tersine, söz konusu düşüşün yavaşlığını kavramak olanaksız olurdu. Böylece, yasa, yalnızca, etkisi sadece belirli koşullar altında ve daha uzun dönemlerde çarpıcı bir şekilde ortaya çıkan bir eğilim olarak işler.”
Ele aldığı detaylar konusunda incelemelerini en derinlere kadar sürdüren Marx, kâr oranlarının düşmesine ilişkin yanlış anlamaların önüne geçmek için, pek çok kez açıklanmış olan iki önermeyi hatırlatır. Birincisi, kapitalist üretimin gelişimi sırasında metaların ucuzlamasına yol açan süreç, metaların üretimi için kullanılan toplumsal sermayenin organik bileşiminde bir değişikliğe ve bunun sonucu olarak kâr oranının düşmesine neden olur. İkincisi, toplumsal üretkenliğin gelişimiyle birlikte metaların üretimi daha az emek gerektirdiğinden, onlarda nesnelleşen ek canlı emek miktarı sürekli olarak azalır. Böylece metaların içerdiği ek canlı emeğin toplam miktarı azalırken, karşılığı ödenmeyen emek kısmı karşılığı ödenen kısma oranla büyür. Bir metadaki ek canlı emeğin toplam miktarını azaltan kapitalist üretim tarzına, mutlak ve göreli artı-değer artışı eşlik eder. “Kâr oranının azalma eğilimi, artık değer oranının, dolayısıyla da emeğin sömürülme derecesinin artma eğilimiyle bağlantılıdır.” Marx’ın vurguladığı üzere, kâr oranının azalmasını ücret haddindeki bir yükselişle açıklamaktan daha saçma bir şey olamaz. “İstatistik, ancak kâr oranını oluşturan ilişkilerin anlaşılması yoluyla, farklı çağlardaki ve ülkelerdeki ücret haddi hakkında gerçek çözümlemeler yapabilecek duruma gelir. Kâr oranı, emek üretkenliğinin azalması nedeniyle değil artması nedeniyle düşer.” Artı-değer oranı yükselirken kâr oranının düşmesi, emek üretkenliği artışının kendisini kapitalist yolla ifade etmesinden başka bir şey değildir.
VI. Hisse senetli sermayenin büyümesi
Marx, yukarıda ele aldığı hususlara, şimdilik derinlemesine incelenemeyecek olsa bile bir başka hususun daha eklenebileceğini belirtir. “Hızlandırılmış birikimle el ele giden kapitalist üretimin ilerlemesiyle birlikte, sermayenin bir bölümü, yalnızca faiz getiren sermaye sayılır ve bu şekilde kullanılır.” Sermaye ödünç veren her kapitalist faiz elde ederken, sanayici kapitalist girişimci kârını cebe indirir. Bununla genel kâr oranının yüksekliği arasında hiçbir ilişki yoktur, çünkü bu husus elde edilen artı-değerin paylaşımıyla ilgilidir. Artı-değerin paylaşımında “Kâr = Faiz + Her Tür Kâr + Toprak Rantı” denklemi geçerlidir ve elde edilen kârın söz konusu özel kategorilere ne şekilde bölündüğü kâr oranı bahsi açısından hiçbir önem taşımaz. Demiryolları örneğinde olduğu gibi, bu sermayeler büyük üretken girişimlere yatırılmış olmalarına karşın, maliyetlerin düşülmesinden sonra yalnızca büyük ya da küçük faizler, yani “kâr payları” bırakır. “Dolayısıyla, ortalama kâr oranından daha düşük kâr oranları getirdiklerinden, bunlar, genel kâr oranının eşitlenmesine katılmaz. Katılsaydılar, genel kâr oranı çok daha aşağılara düşerdi. Teorik açıdan bakıldığında, bunlar da hesaba katılabilir ve bu durumda, görünürde var olan ve kapitalistleri gerçekten belirleyen kâr oranına göre daha düşük bir kâr oranı elde edilir.” Çünkü değişen sermayeye oranla değişmeyen sermayenin en büyük olduğu girişimler tam da bu girişimlerdir.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /12 , 2 Ağustos 2024, https://marksist.net/node/8327