Burjuva adalet kime?
“Hukukun üstünlüğü”, “Türkiye bir hukuk devletidir” diye döne döne tekrarlıyorlar. Hangi hukukun üstünlüğü, kimin hukuku? Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in katili faşist Ogün Samast çocuk mahkemesinde yargılanacak. Bu katilin çocuk mahkemesinde yargılanıyor olması burjuvazinin nasıl bir adalet anlayışının olduğunu yeterince göstermiyor mu? Öldüren belli, azmettiren, tezgâhlayan belli, ama mahkeme duruşmalar sürekli ertelenerek devam ediyor. Bu nasıl adalet?
Kemal Türkler’in katledilmesinin üzerinden 30 yıl geçti ama katil elini kolunu sallayıp dolaşıyor. Çünkü “yüce” adalet bu katili ve onun hizmet ettiği gücü görmüyor. Neden acaba, gözleri mi kör bu adaletin? Bu adalet aç kaldığı için baklava çalmak zorunda kalan çocukları görüyor, hakkını arayan işçileri, öğrencileri, devrimcileri, komünistleri, Kürtleri görüyor. Onları hapse tıkıp aklınca kamu düzenini sağlıyor. Adalet arayanları daracık koridorlarda süründürüp perişan ediyor. Ama örneğin Kemal Türkler davasında katil mahkemeye ödenek yokluğu nedeniyle getirilmiyor! Yani “yüce” adaletimizin katili mahkemeye kadar getirecek parası bile yok! Oysa iş devrimcilere geldi mi yüce adalet servetler harcıyor. Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan mahkemede babasının katilinin Osman Ağaoğlu olduğunu, katili kendi gözleriyle gördüğünü ve bunu seneler öncesinden teşhir ettiğini söylemesine rağmen, “yüce” adalet delil yetersizliğinden katili defalarca serbest bırakıyor. “Yüce” adalet hariç, katilin Osman Ağaoğlu ve onun uşaklık ettiği sermaye sınıfı olduğunu bilmeyen var mı?
Güler Zere F tipi cezaevinde kansere yakalandı, Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi, 16 Ekim tarihli raporunda, “hastalığın gerileme göstermediği, tekrarladığı, geri dönülmez aşamaya girdiğinin anlaşıldığını” belirtti. Türk Tabipler Birliği’nin son olarak Zere ile ilgili olarak hastalığın tıbben geri dönülemez noktada olduğunu açıklamasına, toplumsal baskıya ve onca girişime rağmen, “yüce” yargı Zere’yi son ana kadar tahliye etmemişti. Ama Ergenekon davasında tutuklu generalleri tansiyonları çıktığı için (!) tahliye ettiler. Bu nasıl adalet?
Yargı bağımsız olabilir mi?
“Yargının bağımsızlığı”, “hukukun üstünlüğü” diye orasını burasını yırtanlar bu gerçekleri görmüyor mu? Yani ortada bağımsız bir yargı yok, olamaz da. Bu mahkemeler burjuva mahkemeler, hele ki bağımsız yargı organları denilen Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) hepsi 12 Eylül faşizminin kurumlarıdır. Bu kurumlar binlerce devrimciyi, işçiyi idama, müebbet hapse mahkûm ettiler ve 12 Eylül faşizminin emrinde çalıştılar, generallerin karşısında el pençe divan durdular. Böyle bir yargı bağımsız olabilir mi? Kapitalist sömürü düzeni sınıflara dayanır. Yasaları da sınıf mücadelesi belirler. Dünyanın hiçbir ülkesinde bağımsız yargıdan söz edilemez, çünkü kapitalizmde yargı kurumları burjuva egemenliğinin bir aracıdır.
Bundan 124 yıl önce Amerika Birleşik Devletlerinde August Spies, Albert Parsons ve yoldaşları Amerikan burjuva yargısının kurbanı olmuştu. Mahkeme başkanı yıllar sonra gerçeği itiraf etmiş, mahkemenin bir düzmeceden ibaret olduğunu açıklamıştı. Zaten işçi önderlerine yaptığı bu komplodan dolayı ödüllendirilmiş ve Amerikan çelik tekellerinin başına getirilmişti. İşte burjuva adaletin ikiyüzlülüğü!
Adaleti nerede aramalı?
Kapitalist toplumda her şeyi sınıflar mücadelesi belirler. Bunun başında yasalar gelir. Yani demokrasinin sınırlarını, adaletin terazisini belirleyen işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesidir. Sınıf hareketinin güçlü olduğu bir dönemde burjuvazi yasalarını istediği gibi uygulayamaz. İşçiler demokratik hakları için mücadele ettiğinde burjuvazi yasaları değiştirmek zorunda kalır, yani taleplerimiz yasalaşır. Bugün sahip olduğumuz birçok hak burjuvazinin babasının hayrına verdiği haklar değildir. Hepsi işçi sınıfının mücadele verip, kanı, canı pahasına aldığı haklardır. Bugün örgütsüz olduğumuz bu şartlarda burjuvazi yasaları daralttıkça, daraltıyor. Bu durumda onun yargısı da mahkemesi de istediği gibi davranabiliyor. Yani mevcut yasaları bile uygulama gereği duymuyor.
Ne var ki sınıf hareketinin güçlü olduğu 1980 öncesinde, işçilere, devrimcilere karşı terör estirmek üzere kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) işçi sınıfının başlattığı grev ve direniş dalgasına dayanamayıp kapatıldı. Bizler örgütlü ve güçlü olduğumuzda adaletin terazisi hizaya belli ölçülerde geliyor, burjuvazi her istediğini yapamıyor. Ancak bu yargının, mahkemelerin bağımsız olduğunu göstermiyor. Onlar herkese karşı eşit olduklarını söyleseler de yalanları yatsıya bile kalmıyor.
Bugün Ergenekon davası vesilesiyle burjuva devletin pislikleri ortalığa sızıyor, ne var ki “derin devlet”in bu pislikleri işçi sınıfının müdahalesi olmadan asla tam olarak ortaya çıkmayacaktır. İşçi sınıfı demokratik haklar için mücadele etmelidir. Ancak işçi sınıfının mücadelesi kendi iktidarını kurana dek, sınıfsız bir toplum yaratana dek sürecektir. İşçi sınıfı mücadele ettikçe demokratik haklar genişleyecektir, ancak mücadele nihai hedefe ulaşmadığı ölçüde burjuvazi yasalarını bizlere bir kez daha dayatacaktır. Adalet devrimci mücadelede aranmalıdır. Bilinçli ve örgütlü bir işçi sınıfı burjuva devletin işlediği cinayetlerin hesabını soracaktır. Kemal Türkler’den Albert Parsons’a kadar nice işçi önderlerinin kanı yerde kalmayacaktır. Kapitalist sömürü düzeni yerle bir edildiğinde, işte o zaman adil ve eşit bir dünyamız olacaktır. Bunun için de sınıf devrimcileri olarak burjuvazinin sinsi ideolojisine karşı uyanık olmalı ve Marksizme sımsıkı sarılmalıyız.
link: Hakan Sönmez, Burjuva Adalet ve Bağımsız Yargı, 3 Kasım 2010, https://marksist.net/node/7237
İşçi-Memur Ayrımı Kalksın, Tüm Çalışanlara İş Güvencesi!
Eşit, Parasız, Bilimsel, Demokratik, Anadilde Eğitim!