Roboski katliamından bu yana dört ay geçti. Çoğu çocuk 34 Kürdün katli sessizlik fesadıyla boğulmaya çalışılıyor. Alay komutanının görevden alınmasının haricinde katliamın “aydınlatılmasına” dair atılan hiçbir adım yok. Heron görüntülerine göre durumu değerlendireceklerini söyleyen hükümet yetkilileri, ne hikmetse hâlâ bir açıklama yapmış değiller. Görüntüleri izleyen İnsan Hakları Komisyonundaki vekiller ise, her şeyin açık ve net olduğunu, görüntülerden “kaçakçıların” rahatlıkla seçilebildiğini, göz göre göre 34 insanın katledildiğini ifade ediyorlar.
Hükümet önce olay sınır dışında yaşanmıştır diyerek paçasını kurtarmaya çalışmıştı. Oysaki bölgeyi ve sınırların nasıl çizildiğini bilenler açısından bunun hiçbir anlamı yoktu. Sınırlar taşlarla işaretli; taşın bir tarafı Türkiye, diğer taraf Irak Kürdistanı. İki tarafta yaşayanlar birbirleriyle akraba. Katliam zaten Türkiye topraklarında Türk savaş uçaklarıyla gerçekleştirilmişti. Kaldı ki, sınır dışında olsa ne fark eder? 34 insan üç kuruş için sınırı geçti diye savaş uçaklarıyla bombalanmayı hak eder mi? Roboski katliamından ve sonrasında katliamın faillerinin yaptıkları açıklamalardan açıkça görüyoruz ki, TC açısından bu sorunun cevabı “eğer Kürtlerse evet”tir.
“Sınır dışında oldu” hikâyesi tutmayınca “operasyon kazası” denildi. Kusur varsa müsebbiplerinin bulunacağı söylendi. Ama bu “kazaya” kimin sebebiyet verdiğine dair hiçbir açıklama yapılmadı bugüne kadar. “Büyük bir dikkatle meseleyi takip ediyoruz ve edeceğiz, yaşananların aydınlanması için tüm imkânlarımızı kullanıyoruz” diyen Başbakan Erdoğan “uzun ve detaylı” araştırmaların sonucunda faili açıkladı: kader! Madenlerde inşaatlarda yaşanan iş cinayetlerinde olduğu gibi burada da sorumlu “kader”di. Hükümetin izlediği savaşçı politikayla hiçbir alâkası yoktu katliamın; böyle bir bombardımanın emrini verme yetkisine sahip olan Genelkurmay’ın ve Başbakan’ın da hiçbir kabahati yoktu! Tek suçlu kaderdi!
Biz biliyoruz ki, bu katliamın sorumlusu devlet ve onun başındaki AKP hükümetidir. Hükümetin Kürt politikasında girmiş olduğu rotaya bakınca her şey açık seçik gözüküyor. Sorumluların bulunması için çok büyük araştırmalar yapılmasına gerek yoktur. “Literatürde varsa” diyerek Dersim katliamı için yarım ağızla özür diliyor Başbakan, ama kendi hükümetinin sorumlu olduğu bir katliamda bunu bile yapmıyor. Ölenlerin yakınlarına 123 bin lira tazminat vererek olayı kapatmak istiyor hükümet. Oysaki katledilen köylülerin yakınlarının tek istedikleri bu katliamın sorumlularının açıklanmasıdır. Şubat ayında, yakınlarını kaybedenler hükümete şöyle sesleniyordu: “Tazminat konusunun söylenmesi bile bizim yaramızı her gün daha çok açmaya başladı. Biz bunu en son söylenecek söz olarak görüyoruz. Bu insanların failleri bulunmadığı sürece Başbakan’ın dile getirdiği tazminatı kesinlikle almayacağız. Emine Hanım’ın gelmesi de bir şey değiştirmeyecektir. Lütfen gelmeyin. Bu olay aydınlanmadığı sürece failleri sizsiniz.” Nisan ayında BDP’nin grup toplantısına katılan Roboskili aileler, aynı düşüncelerini dile getirdiler. 13 yaşındaki oğlunu kaybeden Felek Encü, “Suriye ve Filistin için insanlık isteyenler acaba biz Kürtler için ne zaman insanlık isteyecek. Tazminatı kabul etmeyeceğiz. Bizi para ile satın alamazsınız” diyerek tepkisini dile getirdi.
Sorumlular katlettikleri Kürtlerin ailelerinin adalet talebini karşılamadılar, 123 bin lirayla adaleti satın almaya çalıştılar. Katliamdan yaralı olarak kurtulan Servet Encü ve ailesi adalet Roboski’ye gelmeyince Irak Kürdistanı’na göç etti. Eğer hükümet Uludere konusunda bir adım atmazsa diğer aileler de göç edeceklerini duyurdular. “Bizim silahımız yok, uçaklarımız yok, devlete karşı bir şey yapmayız. Buralardan göç edip gitmek dışında elimizden bir şey gelmez” diyen Mehmet Encü, “Çocuklarımızın failleri ortaya çıkarılmadığı takdirde 34 aile olarak buradan göç edeceğiz. Artık bu topraklarda yaşamak istemiyoruz” diyor.
AKP, faili meçhulleri sona erdirdiğini övünerek anlatıyor. Faili meçhullerin sayısının azaldığı doğrudur, çünkü Kürtler faili muayyen bir biçimde savaş uçaklarıyla bombalanıyor. Bunu Genelkurmay’ın Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na gönderdiği itiraf niteliğindeki rapor da doğruluyor: “Olay insani boyutuyla üzücüdür. Ancak askeri açıdan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilen sınır ötesi yetkiler ve konulan kurallar içerisinde sınır ötesi harekât karar mekanizması dâhilinde icra edilmiştir.” Fazla söze ne hacet!
TSK Roboski’den sonra “kurallar içerisinde” yetkisini kullanmaya devam etti! 18 Nisanda Hakkâri’de pancar toplamaya giden 10 köylünün akıbeti neredeyse Roboskililerle aynı oluyordu. Köylülerin bulunduğu bölge helikopterler tarafından tarandı. Köylüler canlarını ağaçların altına sığınarak kurtarabildiler.
KCK davaları ve operasyonlar sürüyor
Bahar aylarının gelmesiyle birlikte Kürt sorununda hareketlilik hız kazandı. Barzani’nin Washington ve Ankara ziyaretleri, BDP’nin ABD ziyareti, Suriye meselesi, bölgenin yeni gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. Devlet, Newroz’da uyguladığı terörle bu süreçte Kürt hareketinin yükselişini engellemeye çalıştı ancak bu hamle geri tepti. Hükümetin savaşçı politikalarında ısrarcı olması, Kürtleri sindirmek bir yana daha da kenetlenmelerine yol açıyor. Nitekim Kürtler devletin Newroz yasağını tanımadılar ve Kürt illerinde kitlesel Newroz mitingleri gerçekleştirildi.
Diğer yandan her sene olduğu gibi baharla birlikte askeri operasyonlar da hız kazanmış durumda. Sınırın ötesindeki köyler Türk uçakları tarafından bombalanıyor. Aynı günlerde, Erdoğan’ın Tahran ziyaretinden sonra İran’ın PJAK ile yapmış olduğu ateşkesi bozması ve TC ile birlikte Kandil’i bombalaması tesadüf olmasa gerek. Diyarbakır, Tunceli, Bingöl, Şırnak, Hakkâri kırsallarında binlerce askerin katıldığı operasyonlar sürüyor. Köylülerin verdikleri bilgilere göre askerlere gaz maskesi dağıtılmış. Bu, operasyonlarda kimyasal silah kullanılma ihtimaline işaret ediyor.
Erdoğan bir klişeyi tekrar ederek askeri operasyonların kabahatini PKK’ye yıktı: “(PKK)Silahı bıraktığı andan itibaren de zaten bizim Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak tavrımız nedir, tamamıyla operasyonların durdurulması istikametindedir. Ama silahlar bırakılmadığı sürece tabii ki devletin de operasyonları durdurması söz konusu değildir.”Aslında bu açıklama askeri operasyonların tam gaz süreceğinin ilanından başka bir şey değildi. Nitekim öyle de oldu. Bu operasyonlar Newroz sürecinde burjuva medyanın iftiharla sunduğu “yeni” Kürt planının bir parçası. Bu “yeni” plana göre, PKK muhatap alınmayacak, silahlı mücadele devam edecek, yeni anayasada Kürt kimliği veya özerklik düzenlemesi olmayacak. “Yeni” başlığıyla duyurulan bu planın hiçbir yeniliğinin olmadığı ortada! PKK’yi muhatap almadan Kürt sorununu “çözme” düşüncesinin iflası ortadayken, bütün başlıkları bu amacı güden bu “yeni” planın başarı şansı var mı? Elbette yok. Bu, Newroz’da sıcağı sıcağına tescillendi. Hükümetin Kürt sorunundaki tutumu, onun gerçek bir çözüme ne denli uzak olduğunu ortaya koyuyor. AKP’nin Kürt kimliğinin bile ifade edilmeyeceği bir anayasadan bahsetmesi, “bizim Kürt sorununu çözmeye niyetimiz yok” demekten başka bir anlama gelmiyor.
Kürt hareketine yönelik saldırıların diğer bir ayağını ise KCK operasyonları-davaları oluşturuyor. Kürt siyasetinin temsilcileri KCK adı altında yürütülen operasyonlarla sindirilmeye çalışılıyor. 2009’dan beri süren KCK operasyonlarında binlerce kişi gözaltına alındı veya tutuklandı. Farklı yerlerde KCK kapsamında çok sayıda dava yürüyor. Diyarbakır’da görülen ana KCK davasının 46. duruşması görüldü. Sanıklara Kürtçe savunma hakkı dahi tanınmıyor. Bu operasyon ve davalar Kürt hareketini fiili olarak zor durumda bıraksa da, siyasi olarak güçlendirmektedir. Bütün baskı, sindirme ve karalama kampanyalarına rağmen, Kürt hareketinin yükselişinin durdurulamadığı bazı burjuva yazarlar tarafından bile itiraf edilmektedir.
İddianameler: nereden baksak saçmalık
Nisan ayı başında önce içerisinde Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu 147’si tutuklu 192 sanık hakkındaki 2400 sayfalık iddianame kabul edildi. Bundan iki hafta sonra da çoğu avukat 35’i tutuklu 50 sanık hakkında düzenlenen 890 sayfalık ikinci iddianame kabul edildi. KCK iddianamelerinin hepsinde sayfalarca KCK’nın yapısı ve örgütlenme şeması anlatılıyor. Ayrıca Kürt sitelerinde yayınlanan Öcalan’ın görüşme notlarına dair haberler, telefon konuşmaları, BDP’nin yönetim toplantılarındaki konuşmalar, polis baskınlarında ele geçirilen notlar iddianamelerde delil olarak sunulmuş.
İddianamede BDP İstanbul İl Örgütünde yapılan toplantıların kayıtları detaylı bir biçimde yer alıyor. İddianameden anlaşılıyor ki, devlet BDP parti binalarında düzenli olarak teknik araçlarla ortam dinlemesi yapıyor. Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin bu toplantılarda okunup değerlendirilmesi, partinin çalışmalarının nasıl gittiğine dair yürütülen çalışmalar, isnat edilen suçlara delil olarak sunulmuş. Basın açıklamaları, mitingler ve bunlarla ilgili telefon kayıtları da kanıt kategorisine dâhil edilmiş. Suçlamalara dayanak olarak sunulan deliller gösteriyor ki, KCK adı altında yürütülen operasyonların amacı Kürt hareketine siyaset olanağı tanımamaktır. BDP’nin pek çok yasal faaliyeti suçlamalara kanıt olarak gösterilmiş.
KCK operasyonları sadece Kürtleri hedef almıyor. Kürtlere destek sunan sosyalistler ve aydınlar da baskı politikalarının hedefinde. Büşra Ersanlı “silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak” suçuyla halen tutuklu olarak yargılanıyor. Kanıtsa BDP’nin Siyaset Akademisinde ders vermesi! Ersanlı’nın telefon konuşmaları KCK iddianamesinde ayrıntısıyla verilmiş. Sıradan bir telefon konuşmasından “şüphelinin Ömer isimli şahısla yaptığı görüşmede ‘Akademide ders yapacağım… 3. katta bizim partinin akademisi’ demek suretiyle terör örgütü PKK/KCK’nın dağ kadrosundaki militanlarına verilen eğitime paralel eğitim veren Siyaset Akademisinde ders verdiğini ifade ettiği” sonucu çıkarılmış. Benzer biçimdeki telefon konuşmalarından “şüphelinin düşünce gücünü ve bilimsel birikimini terör örgütünün hizmetine sunduğu, terör örgütünün rasathanesinden birleşik bağımsız Kürdistan’a gidecek yolu bulmaya çalıştığı” iddiasına ulaşılmış. Saçmalık!
Siyaset akademileri bütün partilerde olan yasal bir oluşum. Ama BDP’nin siyaset akademisinden bahsediyorsak işin rengi değişiyor. Burada ders verdiği için suçlananlardan biri de Ragıp Zarakolu. Zarakolu’nun “PKK/KCK terör örgütünün hiyerarşisi içerisinde yer almamakla birlikte bilerek ve isteyerek terör örgütüne yardım ettiği, bu kapsamda terör örgütünün şehir merkezlerinde eğitim kampı olarak kullandığı Siyaset Akademisinde ders verdiği” tespit edilmiş! KCK iddianamelerindeki bu ve benzeri saçmalıklar hükümet yanlısı gazetelerde yazan liberaller tarafından da eleştirildi. Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç bile “Zarakolu ve özellikle Büşra Ersanlı’nın ‘terör örgütüne üyelik’ suçlamasıyla ‘terörist’ sınıfına dâhil edilmeleri bana büyük bir haksızlık geliyor. Yine Abdullah Öcalan’ın avukatlarının bir anda ‘terör örgütüne üye olmak’ suçlamasıyla tutuklanmaları öyle garip bir şey. Yıllarca devlet görevlilerinin gözetiminde İmralı’da müvekkilleriyle görüşen, her görüşmeleri kayıt ve zapt altına alınan avukatların –havanın değişmesiyle– bir anda ‘terör örgütüne üye oldukları’nın keşfedilmesi hiç mantıklı değil” diye yazdı.
Roboski’ye dair hükümetin somut bir adım atmamış olması, KCK operasyonlarının ve askeri operasyonların devam ediyor oluşu, hükümetin Kürt sorunundaki aczini ve çözüme yönelik niyetsizliğini gösteriyor. AKP, Kürt sorununu kendi istediği biçimde, handiyse Kürt halkı olmadan çözmek gayreti içerisinde. Özellikle Suriye’de yaşananlar hükümeti tedirgin ediyor. İkiyüzlüce Esad’a “halkının taleplerine kulak ver” nutukları çeken, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkından bahseden Erdoğan, Kürt halkının taleplerine ise kulaklarını tıkıyor; bıraktık Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını tanımayı, Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınmasına dahi karşı geliyor. Kürt halkına hapis, katliam, baskı, zulüm reva görülüyor. Ama tarih bize gösteriyor ki ezenlerin baskıları hiçbir zaman halkların isyanlarını durduramamıştır.
link: Suphi Koray, Roboski’den KCK’ye Hükümetin Kürt Politikası, Mayıs 2012, https://marksist.net/node/3015
Cezaevi A.Ş.
Roboski Katliamının 150. Gününde HDK Eylemleri