Cemaat ile AKP arasında dershaneler üzerinden yürüyen kavganın ardından 2 Aralıkta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında dershanelerin kapatılması konusunda izlenecek politika belirlendi. Buna göre Ocak ayında konuyla ilgili yasa taslağı Meclis’e gelecek. Dershanelere 2 yıl süre verilecek. Dershanelerin bu süre zarfında özel okula dönüştürülmesi için gerekli hazırlıkları tamamlamaları gerekiyor. 2015-2016 eğitim-öğretim dönemi öncesinde hazırlıklarını bitiremeyen dershanelerin durumu tekrar değerlendirilip çeşitli teşvikler sunulacak.
Hükümetin dershaneler konusundaki kararını açıklayan Arınç, dershanelerin kapatılmadığına, özel okullara dönüştürüleceğine vurgu yaparak bu konuda hükümete karşı oluşan tepkilere engel olmaya çalışmıştı. Serbest piyasadan bahseden Arınç, ticari faaliyet yürüten kurumların kapatılmasının zaten Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtmişti. Ayrıca “Dershaneler ve Hizmet hareketi ile hükümet karşı karşıya gelmiş değil. Böyle bir karşı karşıya gelmekten Allah bizi muhafaza etsin. Bu Türkiye için, hepimiz için kötü olur” demişti. Kavganın diğer tarafı da bu ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılamıştı. Cemaatin sözcülerinden Hüseyin Gülerce, “Dualar kabul oldu. Hatadan dönüldü. İki yıl daha dershanelerin açık kalması kabul edildi. İki yıl içinde sınav sistemi yenilenebilir. Bu arada dönüşüm çalışması da yürür” diyerek memnuniyetlerini dile getirmişti.
Ancak iki tarafın da duaları kabul olmadı ve Cemaat ile AKP arasındaki kavga savaşa dönüştü. Dershane kavgasının perdeleyemediği iktidar çekişmesini geçen sayıda ele almıştık. AKP, Cemaatin kadro kaynağı olan dershaneleri kapatarak bu kaynağı kurutmak istiyor. Her iki taraf da dershaneler konusunda argümanlarını ortaya koydu. Cemaat, dershanelerin fırsat eşitliği yarattığı, dershaneler kapatılırsa zengin çocuklarının özel ders alabileceği fakat yoksul çocukların buna imkânları olmadığı için üniversite şanslarının azalacağı, dershanelerin kapatılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu, on binlerce dershane çalışanının işsiz kalacağı vb. argümanlarla dershanelerin kapatılmasına karşı çıktı. Şu satırlar Zaman gazetesinde yayınlandı: “Eşit olmayan eğitim şartları nedeni ile okuyamamış nesil tamamen kayıp bir nesil olarak ülkemiz açısından ciddi sıkıntıların oluşmasına sebep olacaktır. Eşitsizlik ve onun getirdiği psikolojik zedelenme bu neslin devlete ve kendini yönetenlere karşı uzun dönemli olarak sıkıntı hale getirecektir. Eşit olmayan eğitim şartları eğitimin en önemli problemlerinden birisidir.” Bu endişe hiç de yersiz değildir. Yoksul gençlerin gelecekten umutlarını kaybetmeleri ve kapitalist düzene karşı tepki duymaları burjuvazinin tamamının ortak korkusudur. Cemaat, bu tehlikeye işaret ederek AKP’yi burjuva aklıselime davet etmektedir.
Dershanelerin kapanmasını savunanlar ise dershanelerin fırsat eşitliğini engellediğini, çocukların yarış atı gibi sınava hazırlandıklarını ve öğrencilerin birer meta olarak görüldüğünü öne sürerek dershanelerin kapatılmasını savundu. Bizzat Erdoğan şu sözleri sarf etti: “11 yıl boyunca fırsat eşitliği için kararlı bir mücadele veriyoruz. Büyük Türkiye’yi böyle bir eğitim sistemi ile inşa edemeyiz. 2023 hedeflerine bu eğitim sisteminin aksaklıkları ile ulaşamayız. Anaokulundan itibaren üniversite bitinceye kadar çocuklarımızın bir yarış atına dönüştürüldükleri, dünyadan koptukları sistem sağlıklı bir sistem değildir. Çocuklar oyun oynayamıyor, spor yapamıyor, sanata zaman ayıramıyor. Hafta içi gel okul, hafta sonu iki gün git gel dershane. Analar bana ‘okullar varsa dershane niye var, dershane varsa okullar niye var?’ diye söylüyor.”
Dershanelerin kapatılmasını savunan AKP’nin de, buna karşı çıkan Cemaatin de tüm söyledikleri ikiyüzlüce emekçi kitleleri kandırmaya yöneliktir. Dershaneleri savunanlar burayı bir kâr ve kadro kaynağı olarak gördükleri için kapatılmasına karşı çıkıyorlar. Emekçi çocuklarını ise kendi çıkarlarına payanda ediyorlar. Diğer yandan dershanelerin kapatılmasını savunanlar da kendilerinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi çocukların yarış atına dönmesinden şikayet ediyorlar. Sürekli değiştirilen sınav sistemi ile çocukları daha fazla test çözmek dışında bir şey düşünemez hale getiren, hayattan kopartan eğitim politikalarını daha da sorunlu hale getirerek devam ettiren Erdoğan’ın AKP’si değil midir?
Eğitim sisteminin rezilliği
Kasım ayı verilerine göre Türkiye’de 3640 dershane var. Öğrencilerin büyük çoğunluğu üniversiteye girebilmek için dershanelere gitmek zorunda kalıyor. Eğitimin yetersizliği ve kalitesizliğinin yanı sıra okullarda verilen öğretimin içeriği ve biçimi ile üniversite giriş sınavlarındaki soruların içeriği ve biçimi arasındaki farklılık, ailelerin zorunlu olarak bütçelerinin önemli bir kısmını dershanelere ayırmasına yol açıyor. En düşük dershane ücreti 1500 TL. Bu da aylık ortalama 200 TL’lik bir tutar anlamına geliyor ki, asgari ücretin 800 TL olduğu ülkemizde bu bir işçi ailesi için hiç de azımsanacak bir rakam değildir. Aynı durum lise giriş sınavları için de geçerlidir ve eğitim sisteminin içler acısı durumu nedeniyle, iyi bir lisede eğitim görmek umuduyla bu sınavlara giren öğrencilerin hedeflerine ulaşabilmeleri için dershaneye gitmek, hatta üstüne bir de özel ders almak dışında bir seçenekleri yoktur. Bu da işçi ve emekçi aileler için büyük bir külfet anlamına gelmektedir ve çoğunluk bu külfetin altından kalkabilecek durumda değildir. Üstelik yapılan sınavların sıralama sınavı olması ve iyi okulların kontenjanlarının sınırlılığı nedeniyle ancak küçük bir azınlık bu okullarda eğitim görme şansını yakalayabilmekte, çoğunluk ise yetersiz ve kalitesiz eğitime mahkûm kalmaktadır.
MEB, temel hedeflerinin “çocuklarımızın eğitim öğretim süreci içindeki sınavlarının sayısını mümkün olduğunca azaltmak, orta öğretime geçişte uygulanan ilave sınav ya da sınavları tamamen ortadan kaldırmak, okula alternatif olarak ortaya çıkan eğitim kurumlarının işlevini azaltmak ve çocuklarımızın sanatsal, sportif, sosyal, kültürel etkinliklere zaman ayırmasını sağlamak” olduğunu söylüyor ama bunun için gerekli adımları atmıyor. Eğitim sistemi çocukların bahsi geçen etkinliklere katılmasını sağlayacak altyapıdan yoksundur. Eğitim politikası da iddia edildiği gibi bu altyapıyı oluşturmak üzere planlanmıyor. Eksik olan sadece teknik altyapı değildir. Sorun kapitalist eğitimin doğasından kaynaklanmaktadır. Kapitalist eğitimin temel amaçlarından birisi burjuva ideolojisini genç beyinlere zerk etmek, böylece kapitalist sisteme uygun bireyler yetiştirmektir. AKP’nin eğitim politikasının hedefi de haksızlıklara boyun eğen, ömür boyu sömürülmeye hazır uysal nesiller yetiştirmektir. Bu sebeple çocuklara bir yandan isyankâr olmamaları için “milli ve manevi değerler” öğretilirken, diğer yandan bunları sorgulanmadan kabul ettirmek üzere çocuklar sınav odaklı bir eğitimin cenderesine sıkıştırılmaktadır. MEB, ortaöğretim geçiş sınavını kaldırdığını iddia ediyor ama gerçeklik bu değildir. Merkezi tek sınavın yerine 6 temel dersten (Türkçe, fen bilgisi, matematik, din kültürü ve ahlak bilgisi, yabancı dil, TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük) merkezi sınavlar uygulamaya sokulmuştur. Bu, üç sene boyunca 36 sınavın ortaöğretime giriş için baz alınacağı anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle sınav sayısı azaltılmak bir yana katbekat arttırılmıştır.
Aynı durum Yükseköğretime Geçiş Sınavı için de geçerli. AKP, dershanelerin kapanacağı 2015 Eylülüne kadar üniversite giriş sınavlarında yeniden değişiklik yapmayı planlıyor. YGS’nin kaldırılacağı açıklandı. Peki yerine ne geliyor? 5 dersten 2 ay aralıklarla merkezi sınavlar yapılacak. Yani tıpkı lise giriş sınavında olduğu gibi, YGS’yi “kaldırıyoruz” diyerek merkezi sınav sayısını arttırıyorlar. Milyonlarca öğrenci yarış atı gibi koşmaya devam edecek. Üstelik düne göre daha çok koşmak zorunda kalacak.
Bu durumda aslında merkezi sınav sistemi ile üniversitelere giriş devam edeceği için öğrencilerin takviye alma ihtiyacı ortadan kalkmış olmayacak. Zengin aileler çocuklarının bu ihtiyacını özel derslerle karşılayabilecekken, geniş çoğunluğun buna bütçesi el vermeyecektir. Dolayısıyla yoksul çoğunluğun iyi lise ve üniversitelere girişlerinin önündeki engeller daha da artmış olacak. Her türlü olanağı kullanarak sınava hazırlanan zengin çocukları ile yoksul işçi-emekçi çocukları aynı değerlendirilmeye tâbi tutulmaya devam edilecek. İşte kapitalizmin fırsat eşitliği; işte “eşit eğitim hakkı”!
Özel okullar
MEB’in Kasım ayında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna sunduğu raporda özel okulların sayısındaki artışa dikkat çekiliyor. Buna göre, 2012-2013 eğitim öğretim yılında öğrencilerin yüzde 3,6’sı özel okullarda okumuş. Özel okul sayısının toplam okul sayısına oranının ise yüzde 9,6 olduğu belirtiliyor. Raporda “2011-2012 yılında 885 olan özel ortaöğretim kurum sayısı, Ekim 2013 itibariyle yüzde 9,6 artış göstererek 970 olmuştur” deniliyor. MEB özel okulların sayısının artışını büyük bir başarı olarak lanse ediyor. Çünkü diğer tüm alanlarda olduğu gibi eğitim sektöründe de AKP’nin niyeti özelleştirmenin önünü açmak ve eğitimi özelleştirmektir.
Kapitalist eğitim bugün sadece burjuva ideolojisini tüm topluma yaymanın bir aracı değil, doymak bilmeyen sermaye sınıfı için aynı zamanda büyük bir kâr kapısı anlamına geliyor. Tıpkı sağlık, ulaşım gibi eğitim sistemi de neo-liberal politikaların bir sonucu olarak 80’li yıllardan beri tüm dünyada sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendiriliyor. Türkiye’de de 80’li yıllarda Özal’la başlayan bu süreç 2000’li yıllarda AKP ile birlikte hız kazanmıştır. Toplumun özel okulları tercih etmesi için adeta kampanya yürütüldü. Medya aracılığıyla, devlet okullarında yaşanan şiddet olayları vb. abartılarak ailelere korku salınmaya ve özel okullara yönlendirilmeye çalışıldı. “Fatih Projesi” gibi cafcaflı projeler uygulamaya sokuldu ama devlet okullarının asıl ihtiyaçları karşılanmadı. Öğretmen açıkları devam ediyor, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerle açık kapatılmaya çalışılıyor. Öğretmenler branşları olmayan derslere giriyorlar; eğitim-öğretim müfredatı kalitesiz ve yetersiz. Birçok konu kâğıt üstünde işleniyor gözüküyor. Öğrencileri yetiştirmekle sorumlu öğretmenler de aynı eğitim sisteminin ürünü oldukları için, çocukların sosyal, kültürel gelişimini sağlayacak ve onların yeteneklerini ortaya çıkaracak yetkinlikte değiller. Eğitim sisteminin kepazeliğine rağmen kendisini geliştirebilmiş öğretmenler de yine sistemin engellerine takılıyorlar. Kısacası bilinçli bir şekilde devlet okulları sadece diploma dağıtan kurumlara dönüştürülmüş durumda. Haliyle devlet okullarının itibarı kalmadı. Henüz azınlıkta olsa da imkânlarını zorlamak pahasına emekçi aileler bile çocuklarını özel okullara göndermeye çalışıyorlar.
AKP, eğitimde özel sektörün payını arttırmak için gerekli yasal düzenlemeleri de gerçekleştirmektedir. 4+4+4 düzenlemesi hayata geçirilirken “ilköğretimin devlet okullarında parasız olduğu” maddesi Milli Eğitim Temel Kanunundan çıkartıldı. Arsa tahsisi, vergi muafiyeti gibi yöntemlerle teşvik edilen özel okulların eğitimdeki payı bugün yüzde 3 civarında. Bu payın yüzde 30’lara çıkarılması hedefleniyor. Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesiyle bu süreç hızlandırılmaya çalışılıyor. Hükümet yanlısı gazetelerin haberlerine göre dershanelerini özel okullara dönüştüren dershane sahiplerine devlet öğrenci başına en az 1500 TL (bazı kaynaklara göre 4500 TL) ödeyecek. Yani vergiler yoluyla bizden alınan paralar eğitim burjuvazisinin cebine aktarılacak. Sabah gazetesinin haberine göre “Türkiye’de toplamda 1 milyon öğrenci kapasiteli yaklaşık 2 bin 750 özel okul bulunurken, öğrenci sayısı sadece 430 bin. Öğrenci başına bin 500 liralık destek ile Anadolu’da özel okulda okuyan öğrenci sayısı 200 binden 350 bine, İstanbul, Ankara İzmir gibi büyükşehirlerde ise kapasite yüzde 5 arttırılacak. Devlet sağlıkta olduğu gibi eğitimde de hizmet alacak. Buna göre özel sektör, devletin ihtiyaç duyduğu yere okul yapacak. Öğretmen dışında tüm personeliyle devlete kiralayacak. Kampustaki işletmeler özel sektörün olurken, devlet öğrenci maliyetini minimuma indirerek okul ihtiyacını giderecek. Kanunda var olan arsa ve vergi teşviki de daha işlevselleştirilecek. Özel okul yapmak isteyenlere hazine arsası temin edilecek. Özel okulların ilk 5 yıl gelir vergisinden muaf tutulma süresi uzatılacak, KDV de yüzde 8’den aşağıya çekilecek”.
Bütün teşviklere rağmen dershanelerin büyük bir çoğunluğunun okul kriterlerine uygun olmadığı ve dönüşemeyeceği ortada. Sadece daha büyük dershaneler özel okullara dönüşebilecektir. MEB ilk etapta 720 dershanenin özel okula dönüştürüleceğini söylese de, dershanelerin ancak yüzde 10’u okul kriterlerini karşılayabiliyor (bunların büyük bir bölümünü de Cemaatin dershaneleri oluşturuyor). Örneğin, dershanelerin sadece yüzde 21’inde bahçe var. Bakan Avcı yaptığı açıklamayla bu konuya da açıklık getirmiş oldu: “Özel okula dönüşme kriterlerimizde bir esneklik sağlayacağız, böylece mevcut dershanelerin muhtemelen 5’te 1’i, belki daha azının, bu kriterlerin esnetilmesiyle özel okula dönüşebilme kabiliyetleri var, bunu sağlamaya çalışıyoruz.” Yani dershaneler kriterlere uymuyorsa, kriterler dershanelere uydurulacak. Yeter ki, eğitim özelleştirilsin.
Dershane sahiplerinin bir kısmı ise istekleri yerine getirilirse dershanelerin özel okula dönüştürülmesine karşı değil. Kâr nereden gelecekse sermayesini oraya yatırmak gibi sınıfsal bir refleksi olan burjuvazi açısından bu son derece doğal bir tutum. Örneğin yurtiçinde ve yurtdışında toplam 85 kampüsü ve 50 bin öğrencisi bulunan dershane kökenli Doğa Koleji büyük dershane sahiplerinin iştahını kabartıyor. Cemaatçi sermayeye ait olan Doğa Koleji AKP iktidarı ile birlikte öyle bir büyüme gösterdi ki, dünyanın en büyük eğitim kurumları arasına girdi.
Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim
Sorunu sadece dershanelerin kapatılmasına veya kapatılmamasına indirgemek Türkiye’de eğitim sisteminin içler acısı halinin görülmesini engeller ki, bu da egemenlerin tuzağına düşmemiz anlamına gelir. Dershanelerin tartışma konusu haline gelmesi, iktidar kavgasının bu konu üzerinden yürütülmesi bile eğitim sisteminin çarpıklığını ortaya koymaktadır. Resmi istatistikler de Türkiye’de eğitim sisteminin kalitesinin dünya ortalamasının altında olduğunu gösteriyor. OECD ülkelerini de kapsayan 68 ülkede eğitim seviyesini ölçmek için yapılan PISA sınavlarında Türkiye ortalamanın altında kalıyor. Sorun sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Kapitalizmin çelişkileri ve sınırları eğitim sisteminin de niteliğini belirliyor. En ileri kapitalist ülkelerde dahi insanlığın yüzyıllardır biriktirmiş olduğu bilgiyi ve deneyimi bir bütün olarak insanlığın çıkarları için kullanacak bir eğitim anlayışı yok. Elbette bu, kapitalist eğitimi tümden reddetmek gerektiği anlamına gelmez. Tersine daha nitelikli bir eğitim işçi sınıfının taleplerinden birisi olmalıdır:
“İşçi sınıfı, bu sistemi yıkıp tüm insanların her türlü ihtiyaçlarını eşitlik ve bolluk temelinde karşılayacakları sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı yaratmak için gereken her türlü bilgi ve beceriyle şimdiden donanmaya başlamalıdır. Parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim talebi bu açıdan vazgeçilmez bir taleptir. Ancak şuna da şüphe yoktur ki, işçi sınıfı ihtiyaç duyduğu gerçek eğitimi ancak kendi iktidarı altında alabilecektir. Bu yüzden işçi sınıfının gençlerine büyük bir görev düşüyor: Sınıf bilinciyle donanmak ve bu sistemi yerle bir edip, burjuva toplumun meslek denen dar ve güdükleştirici kalıplarının yıkılacağı, herkesin dilediği ilgi alanlarına yönelebileceği, her alanda olduğu gibi bu alanda da zorunluluğun yerini özgürlüğün alacağı komünist topluma doğru yürümek!” (İlkay Meriç, 4+4+4’ün Arkasına Gizlenenler, MT, Nisan 2012)
link: Suphi Koray, Dershanelerden Özel Okullara Eğitim Sistemi, Ocak 2014, https://marksist.net/node/3386
Mandela ve Güney Afrikalı Emekçilerin Mücadelesi
Eurosur: Göçmenlere Yeni Sur