Burjuva medyasının manşetleri ve ekranları bugünlerde gençler arasında yaygınlaşmakta olan şiddet eğiliminden 'endişe' ile bahsediyorlar. Okulda birbirini bıçaklayan ilköğretim dönemindeki çocuklardan, sevgilisi ile bir olup ailesindeki hemen herkesi boğazlayan liselilere kadar pek çok olay haber yapılıyor, okullardaki çeteleşmelerin ne denli yaygınlaştığı anlatılıyor. Medyanın her meselede danıştığı 'konunun uzmanı' kişiler ise yaptıkları değerlendirmelerde söz birliği etmişçesine birkaç noktanın üzerinde duruyorlar; medyanın ve şiddet içeren dizilerin etkisi ve internet kafelerdeki şiddet ağırlıklı oyunların rolü. Sorunun çözümü için öne sürdükleri düşünce de duymaya alışkın olduğumuz bir klişe: 'Eğitim şart!' Ne var ki, düşünme ufukları burjuvazinin çıkarları ile sınırlı olanlar bu sorunun kitlelerin eğitimsizliğinin giderilmesiyle ortadan kalkacağını umsa da, durum bu denli basit değildir.
Kapitalist toplum, hasta bir toplumdur. Kapitalizmin bütün tipik özellikleri insanı deforme eden, yozlaştıran, yabancılaştıran etkiler üretir. Aralarındaki ilişkiler meta ilişkileri nedeniyle paramparça olan insanlar, bu toplumda birbirinden yalıtılmış halde, korku ve düşmanlık içinde yaşamaya zorlanırlar. Böylesi yaşam koşulları normal olarak hem bireysel ilişkilerde hem de toplumsal ilişkilerde şiddeti gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirir.
Şiddet ve gençlik
Yaşam koşulları insanların davranışlarını da psikolojilerini de belirler. Yaşama koşullarının temel belirleyeni ise üretim ilişkileridir. Yani bizler hazır bulduğumuz nesnel koşulların belirlediği bir temel üzerinde yaşamımızı sürdürürüz. Bu yüzden bireysel özellikler kısmi olarak etkili olsa da davranışları asıl belirleyen faktörler nesnel koşullar tarafından oluşturulur. Kapitalist üretim, genelleşmiş meta üretimidir. Meta üretmek ve kapitalist pazarda meta değişiminde bulunmak bu nedenle bütün insani ilişkilerimizin de temel belirleyenidir. Kitleler, her şeyin alınır satılır olduğu, rekabetle dolu bir toplumsal yapı içerisinde yaşamaya çalışır. Bu yüzden kapitalist ilişkiler dâhilindeki bütün bireyler çeşitli şekillerde açığa çıkan korku duygusunu yoğun biçimde hissederler ve korunma ihtiyacı duyarlar.
Korku, sistemin topyekûn saldırısıyla karşı karşıya kalan bireyler açısından anlaşılır bir durumdur. Gerçek ihtiyaçlarına ulaşması, bilemediği ve anlayamadığı sebepler yüzünden engellenen insanlar elbette bu saldırıya karşı bir tepkiyi de kendiliğinden üretecektir. Bu tepki kimi zaman bireysel şiddet eğilimi olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü engellenme, daima bir biçimde saldırganlığa yol açar ve aynı şekilde saldırganlık, daima engellenmeden kök alır. Elbette engellenme karşısında bireylerin ürettikleri tek tepki şiddet değildir. İnsanlar küskünlük ya da ruhsal çökkünlük biçiminde tezahür eden içe dönük şiddetten, engellenmeye yol açan durumu ortadan kaldırmaya yönelik davranışlara dek, bir dizi başka tepki de gösterebilirler. Ancak kendisine sistem tarafından yöneltilen şiddetin asıl kaynağının farkında olmayan bireyler, bu duruma karşı gelişen tepkilerini de yanlış hedeflere yönlendirirler. Erkeğin kadına uyguladığı şiddet ya da toplumsal rollerin elverdiği ölçüde, statü olarak altta olana, zayıf olana uygulanan şiddet, sokakta, okulda sistemin ezdiği bireylerin birbirlerine uyguladıkları kör şiddet, hep asıl sebebin ıskalandığı tepkisel dışavurumlardır.
Egemen sistem ayakta kalmak için, ezdiği ve sömürdüğü insanları bir şekilde sisteme uyumlu olacağı bir ruh haline sokmaktadır. Kapitalist sistem, çocukluğundan itibaren herkesi çeşitli mekanizmalarla kendi cenderesine almaya çalışmaktadır. Ancak kişinin, kendi çıkarlarına uymayan bir boyunduruğa girmesi de elbet zaman alır. Özellikle genç insanlar bu duruma karşı tepkilerini kuvvetli bir biçimde ortaya koymaya daha yatkındırlar. Hızlı bir fiziksel ve psikolojik değişim içindeki gençler tepkisellikleri ketlemekte zorlandıkları için genelde reaksiyoner davranma eğiliminde olurlar.
Birçok insan için gençlik dönemi ahlâki gelişmenin ve değerlerin şekillendiği bir dönemdir aynı zamanda. İnsan, gençlik döneminde düşünce yapısı olarak büyük dönüşümler yaşar. Gençlik dönemine girilmesiyle birlikte düşünmenin içeriği somuttan soyuta doğru genişler; insanlığın durumu, moral ve etik değerler, din gibi konular kökten ve yeni baştan ele alınır. Soyut düşünce döneminde artık sadece ailenin değil, daha geniş planda toplumun ve insanlığın çıkarları da önemli olmaya başlar. Zekânın en işlek olduğu dönem olan 18-24 yaş arasında gençlerin içsel eğilimi her şeyi sorgulamak doğrultusundadır. Kendileri, dünya, var oluşun nedenleri gibi konularda enine boyuna düşünmeye yatkındırlar. Ancak elbette bu gibi konular üzerinde düşünme olanaklarına ve zamanına sahiplerse bu süreçler sağlıklı yaşanabilir. İşçi sınıfının gençlerinin çoğu, ağır çalışma koşulları ve yoksulluğun basıncıyla bu 'gereksiz' sorgulamayı bir kenara bırakmak durumunda kalmaktadır. O, ekmeğini kazanmaya bakmalıdır. Burjuvazinin ideolojik aygıtlarının etkisiyle bambaşka 'âlem'lere savrulanlar ise bu sorgulama süreçlerini yanlış bilinçlenmelerle sonlandırırlar.
Burjuvazinin okullarının en temel hedefi de zaten budur. Burjuva eğitimin amacı gençlerin sistemin kalıplarına girmesini sağlamaktır. Egemen sınıfın otoritesi ve kapitalist üretimin gerektirdiği disiplin buralarda içselleştirilir. Eğer burjuvazi bunları gerçekleştirme gücüne sahip olduğu koşullardaysa, gençlerin burnunu sürte sürte onları sisteme uyumlu olacakları bir ruh haline getirir. Başarılı olamadıklarını ise marjinalize eder ve dışlar. Bu yüzden gerek genel okullar gerekse meslek ve çıraklık okulları bu sürecin en çatışmalı biçimde yaşanmasının beklendiği yerlerdir.
Bu çatışmalı koşullarda işçi gençler ve emekçi insanların çocuklarının asıl ihtiyacı, sistemin bu basıncına ve kişiliğini oluşturmasını engelleyen tahripkârlığına karşı onu bilinçlendirecek ve örgütlülüğü ile kendini güçlü hissetmesini sağlayacak devrimci bir politik örgütlülüktür. Bunun olmadığı koşullarda gençler kendilerini güçlü hissetmek için, ipleri kolayca egemenlerin eline geçecek çeteler oluşturacak, yalnızlıklarını ve korkularını unutmalarını sağlayacak bir uyuşturucu kültürüyle kendilerini avutmaya çalışacaklardır. Zaten hâlihazırda dünyada da, Türkiye'de de mevcut durum böyledir.
Pek çok araştırma ve anket bunu gösteriyor. Bunlardan bir tanesinin sonuçlarına göre ABD'de lise öğrencilerinin %20'si son otuz gün içinde esrar kullandığını, %5'i ise yaşamlarının bir döneminde 'crack' denen bir tür kokaini denediklerini belirtmekte ve üçte biri de son iki hafta içinde beş kez veya daha fazla alkol kullandığını söylemektedir. Türkiye'de de uyuşturucu kullanımı ortaokul çocuklarında dahi gözlenmeye başlanmış, liselerde ve üniversitelerde hiç olmadığı kadar yaygınlaşmıştır. Ortaokul ve liselerde binlerce çete türemiştir.
Televizyonlarda son günlerde daha sık gösterilmeye başlanan genç insanların kavgaları burjuvazinin gündemindeki başka konular için (özel okulların yaygınlaşması amacıyla kamuoyu oluşturulması gibi) kullanılıyor olsa da, devrimciler açısından da önemli göstergelerdir. Kapitalist sistemin içine girdiği kriz koşullarının geniş işçi kesimlerinde yarattığı huzursuzluğun göstergelerinden biridir çünkü gençliğin tepkiselliğinin artması. Sistemin kendileri için bir gelecek sunmadığının farkına varan gençlik, şiddet gösterileri ile umutsuzluğunu dışa vurmaktadır.
Kapitalist sistem şiddeti üretir ve bilinçli olarak kullanır
Kapitalist sistemin yoksullukla sindirdiği, korkuyu ve şiddeti yaşamlarının değişmez bir parçası olarak yaşayan işçiler ve onların çocukları bugün düne göre daha büyük tehlikelerle yüz yüzeler. Çünkü egemen sınıflar bir yandan emperyalist paylaşım kavgasının dozunu günden güne arttırırken bir yandan da buna bağlı olarak olağanüstü rejimlerin yollarını döşüyorlar. Korkutup sindirmeye çalıştıkları toplumun bir kurtarıcı olarak burjuva devlete sarılmasını sağlamaya çalışıyorlar.
şiddet olgusu bu yüzden yaşamın içinde etkisini daha da arttırarak varlığını sürdürecektir. Zaten kapitalist üretim ilişkilerinin tabiatından kaynaklanan şiddeti ortadan kaldırmanın tek yolu da, işçi sınıfında kapitalistlerin açık ve örtülü şiddetine karşı tepkisel olarak oluşan ve biriken öfkeyi doğru hedefe odaklayarak devrimci mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Bu yüzden işçi sınıfının bağrında biriken öfkenin yol açtığı şiddeti küçük-burjuvaca kaygılarla değerlendirmekten uzak durmak gerekir. Devrimci Marksistlerin görevi, bu öfkeyi dindirmek, ehlileştirmek değil, onun doğru mecralara akmasını sağlamaktır. Devrimci Marksistler işçilerin yaşam koşullarının sebeplerini sabırla onlara anlatmalı ve işçilerin örgütlenmesini sağlamalıdırlar.
Kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için bireysel şiddet kültürünü körükleyen burjuvazinin bir hedefi de, işçi sınıfının en çok ezilen, dolayısıyla şiddet kültürüyle en çok yoğrulmuş kesimleri içinde faşist kaleler kurmaktır. Kendisine yönelen ve yaşamını mahveden şiddetin kaynağının farkında olmayan en bilinçsiz yoksul kesimler içinde çeteler vasıtasıyla böylesi örgütlenmeler yaratmak, sınıf çelişkilerinin keskinleşmekte olduğunun gayet farkında olan burjuvazi için olmazsa olmaz bir hazırlık sürecinin parçasıdır. Bunun için de, 70'li yılların ülkücü komandoları örneğinde olduğu gibi, gençlik içinden unsurları gözüne kestirmiştir.
Burjuvazi sınıf mücadelesinin yükselişine böyle hazırlanırken, işçi sınıfı da kendi çocuklarını egemen sınıfların 'kurt'larına kaptırmamak için uyanık olmalıdır. Komünistler işçi sınıfının gençliği içinde içten içe büyüyen bu öfkeyi doğru değerlendirmeli ve işçi sınıfı gençliğine sabırla kendi kavgasında dövüşmeyi öğretmelidir.
link: Selim Fuat, Şiddet Toplumunda Gençlik, 8 Temmuz 2006, https://marksist.net/node/7206
Maden: Bir Direniş Öyküsü
15-16 Haziran Deneyimi Yolumuza Işık Tutuyor