Türkiye İstatistik Enstitüsü’nün açıkladığı son verilere göre, Türkiye ekonomisinin 2011 yılının ilk yarısındaki GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla) artışı %10,2 oranına ulaştı. Bu büyüme oranı Çin’den sonra en yüksek oranı oluşturuyor. Kapitalistlerin mutlulukla ifade ettikleri bu büyüme oranları, bir taraftan işçi sınıfının düşük ücretlerle ölesiye çalıştırıldığına işaret ederken diğer taraftan da doğanın pervasızca tahrip edildiğini söylüyor bize. Çünkü kapitalist sistem doğası gereği işçi sınıfını ve doğayı sömürüp tahrip etmek zorundadır.
AKP hükümeti, hızlı büyüme politikalarının gerektirdiği miktarda enerjiyi üretebilme kapasitesine sahip olabilmek için, her türden teknolojiyi ve doğal kaynağı kullanmak istiyor. En ufak dereye varıncaya kadar bütün akarsulara hidroelektrik santralleri (HES) kurma çabaları, altın ve gümüş madenleri başta olmak üzere doğa koruma alanlarını bile madenciliğe açma uğraşları bu isteğin ortaya çıkan sonuçlarından bazıları. Akkuyu’da nükleer santral kurmak için gösterilen cansiperane mücadeleyi ve kömürle çalışıp çevresinde muazzam kirliliğe yol açan termik santrallere hız verme kararlılığını da bunlara eklemek gerek.
Türkiyeli kapitalistler ve onların temsilcisi olan AKP hükümeti, 2023’te dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olma hedefine kilitlenmiş durumda. Bu hedefe ulaşmanın gereği olarak doğayı yıkıma uğratacak kararları da aceleyle bir bir uygulamaya koyuyorlar. Büyük inşaat ve enerji projelerini de “çılgın” ibaresiyle sıraya koymuş durumdalar.
Yüksek hızla büyüme politikalarının yarattığı enerji açlığının yol açtığı en büyük yıkımlardan biri ise büyük bir ekolojik tahribata yol açan HES’ler. Bugüne kadar iki binden fazla HES yapımı tamamlanmış durumda. Hükümet özellikle Karadeniz ve Akdeniz bölgesindeki en ufak dereye, hatta dereleri besleyen küçük su akıntılarına kadar bütün akarsuları doğal mecralarından çıkarıp tünellere ve borulara hapseden, böylelikle de doğal ortamda yıkıcı bir deformasyona neden olan binlerce HES’in yapımını özellikle teşvik ediyor. Böylece “boşu boşuna akan dereler” ekonomiye kazandırılmış oluyor!
Yatırılan sermayenin iki üç senede geri kazanıldığı bu yatırımların kârlılığı yüzünden çok sayıda şirket bu işe girmeye heves ediyor ve hükümetin işlerini kolaylaştırıcı tutumu yüzünden yüzlerce HES pıtrak gibi bitiyor. Sonuçta HES’lerin kurulduğu akarsular cılızlaşıyor, bunun sonucu olarak da akarsu ve çevresindeki doğal yaşam döngüsü bozuluyor. Bitkiler ve hayvanlar yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalıyorlar. Akarsuyu kullanan köylülerin tarımsal üretim faaliyetleri de sekteye uğruyor. Kapitalizm eski üretimin yerine hiçbir şey koymadan köylülerin yıkıma uğramasına yol açıyor. AKP’nin seçim bildirgesinde 2023 yılına kadar Türkiye’nin su potansiyelinin aşağı yukarı tamamının enerji üretiminde kullanılacağı açıklandığına göre, HES’ler ile akarsuların, vadilerin tahribine büyük bir hızla devam etme niyeti açık.
Yapımına izin verilen HES’lerin bazılarında doğa ile birlikte tarihsel ve kültürel mirasların da tahrip olması ise üzerinde neredeyse hiç durulmayan konulardan biri. Üç beş çanak çömlek, birkaç viran yapı yüzünden ekonomik ilerleme feda edilecek değil ya! Yortanlı barajının suları altında kalan İzmir Bergama’daki 2000 yıllık Allianoi antik kentinin kaderini de kapitalistlerin bu açgözlü anlayışı belirlemedi mi?
Madencilik alanındaki hızlı gelişme de benzeri yıkımlara yol açıyor. Siyanür ile altın, gümüş vb. madenlerin çıkarılması faaliyetleri başta olmak üzere insan yaşamı ve çevresel etkiler göz ardı edilerek gerçekleştirilen madencilik çalışmaları yaygın biçimde sürdürülüyor. Maden çıkarmak için ormanlar talan ediliyor. Yeraltı sularının kirlenmesine yol açılıyor. Ancak her şeye rağmen, Kütahya Gümüşköy’deki gümüş madeninde göçükle birlikte siyanür sızıntısı olması ve siyanürün içme sularına karışması örneğinde olduğu gibi yola aynı düzenle tam gaz devam ediliyor. Çünkü kapitalistler için “ekonomik fayda” her şeyin önünde.
Kimi zaman yöre sakinlerinin basıncıyla hareket etmek zorunda kalan yerel yönetimlerin engellemelerine karşı da yakın zamanda çıkarılan yasa ile çözüm bulundu. 3 Temmuz 2011 tarihli resmi gazetede yayımlanan “İşyeri açma ve çalışma ruhsatlarına ilişkin yönetmelikte değişiklik yapılmasına dair yönetmelik” ile işletmeler artık tek bir ruhsatla tüm tesislerini çalıştırabilecek. Ruhsat verilirken belediyeler yetkili olmayacak. Belediyeler denetimlerde de bulunamayacakları için kaçak yapılar hakkında yıkım kararı alıp, uygulayamayacaklar. Aynı zamanda madencilik yapılacak alanlarda imar planı ve yapı ruhsatı da aranmayacak. Böylece işini merkezden bağlayabilen madencilerin önündeki yerel engeller de kaldırılmış oldu.
AKP hükümetinin, kapitalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda, üzerinde durduğu en önemli projelerden biri de Akkuyu’ya yapılması düşünülen Nükleer santral. Japonya’da Fukuşima Daiiçi nükleer santralinde yaşanan sızıntının yarattığı felâketin hafızalardaki izleri tazeliğini korurken ve Çernobil’deki kazanın uzun yıllar boyunca yaşanmış etkileri açıkça ortadayken, hükümet nükleer santral kurma çalışmalarına bütün itirazlara rağmen kararlılıkla devam ediyor. AKP zaten seçim beyannamesinde “büyük ekonomi” programının bir parçası olarak 2023’e kadar Mersin Akkuyu ve Sinop’ta toplam 10 bin megavat gücünde 8 nükleer reaktörün inşasına başlanacağını ve ayrıca 5 bin megavat gücünde 4 reaktör daha inşa edeceğini müjdelemişti!
Yakıt olarak kömür kullanan termik santrallerin yapımı konusunda da AKP’nin hedefleri yüksek. Afşin Elbistan ve Konya Karapınar havzasında bulunan kömürleri kullanarak 18 bin 500 megavat ve ithal kömür veya doğal gaz kullanarak 8 bin megavat enerji üretecek termik santralleri inşa etmek de hükümet programında yer alıyor. AKP hükümeti, ki bu konuda başka hiçbir burjuva partisinin anlamlı sayılabilecek karşıt bir programı yok, 2023 yılında 120 bin megavat olacağını iddia ettiği kurulu enerji gücünün sadece 20 bin megavatlık bölümünü rüzgâr, güneş ve diğer alternatif enerji kaynaklarından sağlamayı planlıyor. Bu hedefler eğer gerçekleşirse, 2023 yılında Türkiye’de kişi başına düşen sera gazı salımının 12 tonun üzerinde olacağı hesap ediliyor. Yani bu yöndeki programlar hayata geçerse Avrupa için kabul edilen ortalamanın çok üzerinde bir sera gazı salımı gerçekleşecek.
AKP hükümeti Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin gereği olarak zaman zaman “çevreci” yasalar hazırlamak zorunda kalsa da, hızlı sermaye birikimi için alabildiğine açgözlü davranan ve AKP’nin politikalarını belirlemede en etkili unsurları oluşturan burjuva kesimler, bu yasalarda boşluklar yaratmayı iyi beceriyorlar. Çevreyi koruyucu yöndeki maddelere istisnalar getirerek ya da ağırlıklı olarak bakanlık bürokratlarından oluşan kurullara “koruma alanı” belirleme yetkisi vererek kendilerine alan açıyorlar. “Üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren” durumlarda Bakanlar Kurulu kararı ile kullanma izni tanınması bu durumu iyi açıklayan örneklerden biri. Nitekim Bergama’da siyanürle altın çıkarma faaliyetine karşı alınan yargı kararının uygulanmayıp, Bakanlar Kurulunun şirketin faaliyetine devam etmesi yönünde karar alması, bu maddenin ne amaçla kullanılacağını açıkça ortaya koyuyor.
Doğanın tahrip edilmesine karşı yükselen tepkiler
Doğanın pervasızca tahribine yönelik bu ekonomik programa karşı toplumda yeterince güçlü bir tepkinin yükselmediği açık. Ancak her şeye rağmen eskisine nazaran daha fazla tepkinin ortaya konduğunu da gözlemleyebiliyoruz. Özellikle Karadeniz bölgesi ve çevresinde HES’lere karşı bugüne kadar örneği görülmemiş yaygınlıkta bir mücadele var. Derelerin Kardeşliği Platformu gibi yapılarda bir araya gelerek yerel mücadeleleri yürüten unsurlar seslerini duyurma konusunda etkili çalışmalar yapıyorlar. En son Sinop Gerze’de örneğini gördüğümüz, yöre halkının termik santral inşaatını engellemek için gece gündüz nöbet tutması türünden mücadele örneklerine pek çok başka bölgede de tanık oluyoruz. Üstelik buralarda bu insanlar jandarma ya da polisle karşı karşıya geldiklerinde çatışmaktan da geri durmuyorlar. Mücadeleciliklerinin sonucunu da kısmen de olsa alabiliyorlar. Gerze’de 2009 yılından beri Anadolu Grubunun yapmaya çalıştığı termik santralin inşaatına bir türlü başlanamadı örneğin. En son 23 Ağustosta gece saat iki civarında sondaj yapmak için bölgeye girmeye çalışan iş makineleri polis ve jandarmayla birlikte geri çekildi. Aynı durum 26 Eylülde, Erzurum’da, HES inşası için bölgeye çevik kuvvet gözetiminde gelen iş makinelerinin başına da geldi. Buna rağmen bu yerel mücadelelerin gücünün sınırlı olacağını ve bu sınırlılık aşılamazsa kapitalistlerin emellerine eninde sonunda kavuşacaklarını bilmek gerekir. Gücünün sınırları nedeniyle mahkeme kararlarına güvenen bu mücadelelere mahkemelerin de yüz çevirmesi yakındır.
Doğanın tahrip edilmesinin en büyük etkilerini emekçilerin yaşadığı açıktır. Gıdasızlıktan temiz su kaynaklarına ulaşamamaya, kuraklıktan salgın hastalıklara kadar bütün acı sonuçlara emekçiler katlanmaktadır. Bunun sorumlusu da tüm dünyada hüküm süren kapitalist sistemdir. Dünyanın fiziksel yok oluşuyla dahi sonuçlanabilecek düzeyde tahripkâr olan kapitalistlerin “çevreci” kisvesiyle pazarlamaya çalıştıkları da dâhil hiçbir politik yaklaşımı doğanın yıkımının önüne geçme kabiliyetine sahip değildir. Kapitalizmin yarattığı tüm sorunlarda olduğu gibi çevre sorunlarında da gerçekten çözüm sağlayabilecek yegâne güç işçi iktidarı ile ortaya konabilir. Kapitalistlerin kâr hırsına göre değil, işçilerin çıkarlarına göre düzenlenen planlı bir ekonomi dâhilinde çevre ile uyumlu bir üretimin gerçekleşmesi mümkündür çünkü.
Bu yüzden bugün de doğanın tahribatına karşı tutarlı bir mücadele ancak işçi sınıfının bağrından yükselebilir. Doğanın tahrip edilmesine karşı mücadele etmek isteyenler de işçi sınıfının saflarında yer tutmalıdır. Çünkü onların yanında olabilecek tek etkili güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının tüm örgütleri de bu bilinçle kapitalizmin doğayı tahribine karşı mücadelenin önüne geçecek, inisiyatif alacak bir mücadele çizgisi oluşturmalıdır. Aksi halde dünya sermayenin kâr hırsı nedeniyle adım adım yok oluşa sürüklenmeye devam edecektir.
link: Selim Fuat, Sermayenin Açgözlü Büyüme Anlayışı Doğayı Tahrip Ediyor, Ekim 2011, https://marksist.net/node/2787
Bir Yanım Erzincan, Vermem Dersim’i!