Siyasal muhalefeti bastırıp, etkili muhalifleri tutuklamak, medya araçlarını bütünüyle denetim altına alıp toplumun her konuda tepeden ve sürekli olarak maniple edilmesini sağlamak olağanüstü rejimlerin alâmeti farikalarıdır. Rejime muhalefet edenlerin kriminalize edilerek bastırılması, gerçekliği olmayan endişelerin topluma sürekli olarak zerk edilmesiyle oluşturulan korku atmosferinde emekçilerin paralize edilmesi bu türden yönetimlerin güçlerini arttırır. Böylesi rejimlerde lider, bütün siyasi gücü elinde toplamıştır, iktidarının kuvvetini sürekli olarak dosta düşmana gösterir ve muhaliflerin tepesinden sopayı eksik etmez. Bu politikalarında başarılı oldukça da, onun izni haricinde nefes almanın bile mümkün olmadığı hissiyatı toplumun geniş bölümüne yerleşmeye başlar.
Ne var ki, muhalif siyasetçilerin, sendikacıların, gazetecilerin, bilim insanlarının seslerinin kesildiği, tutuklandığı, en azından “sivil ölüm”e mahkûm edildiği, hak ve adalet arayışlarının şiddetle ezilmeye çalışıldığı, burjuva hukukunun en temel normlarının bile bir kenara atıldığı bu türden rejimlerde bile liderler, sandık gösterilerine ihtiyaç duyarlar. Tümüyle göstermelik hale getirdikleri seçimlerde bu ihtiyaçlarını en pespaye biçimlerde giderirler. İsteseler sürekli olarak erteleyebilecekleri, yok sayabilecekleri seçimleri, güçlerini toparlamanın, tahkim etmenin aracı haline getirirler. Bu rejimlerin liderleri, tüm yetkileri ellerinde toplamış diktatörler oldukları ayan beyan ortada olsa bile, sözümona seçimler yoluyla bir meşruiyet görüntüsü oluşturmanın, içerde ve dışarda kullanılabilir bir araç olduğunu bilirler. Seçim “zaferleri”, iplerin hâlâ liderlerinin ellerinde olduğunu hisseden destekçilerinin moral bulmasına, çıkış bulamayan muhaliflerin ise yenilgi psikolojisi ile daha da sinmesine yol açar. Bu sonuçlar da haliyle diktatörleri daha da kuvvetlendirir.
İşte bu türden bir seçim müsameresi geçtiğimiz günlerde Mısır’da sergilendi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu için yurtdışında yaşayan seçmenler 16-17-18 Mart, ülkedeki seçmenler ise 26-27-28 Martta sandık başına gitti. 2 Nisanda açıklanan resmi sonuçlara göre Sisi, oyların yüzde 97’sini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Katılım oranının yüzde 41,5 olarak gerçekleştiği seçimlerde Sisi’nin karşısındaki göstermelik aday Yarın Partisi Başkanı Musa Mustafa Musa ise yüzde 3 oy aldı. İki milyon civarında seçmen ise geçersiz oy kullandı. Geçersiz oy kullananların bir kısmı, adaylar arasında olmamasına rağmen Liverpool’da oynayan futbolcu Muhammed Salah’ın adını oy pusulalarına yazarak sandığa attı. İşin ironik yanı, Salah’ın aldığı “oy” seçimin ikinci resmi adayı Musa’nın oyunun yaklaşık iki katıydı. Bu seçim müsameresinin benzeri bir önceki seçimde de oynanmış, darbe ile başa gelen Sisi 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışan başka aday olmadığı için oyların yüzde 96,9’unu almıştı. O seçimlere katılım oranı da resmi açıklamalara göre yüzde 47 civarında olmuştu.
Seçimler öncesinde ve sırasında muhalefete hiçbir alan bırakmayacak biçimde oluşturulan koşullar, sözde bir seçimin yani plebisiter bir oylamanın yapılacağını ayan beyan gösteriyordu. Seçimlere katılım oranlarının düşüklüğü ve son seçimde sandığa gidenlerin önemli sayılabilecek bir kısmının protesto mahiyetinde Muhammed Salah’a “oy” atması da Mısır halkının yapılan seçimin plebisiter yönünün farkında olduğunu fazla söze gerek bırakmadan ortaya çıkardı.
Seçim hangi koşullarda yapıldı?
Mısır’da 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, çıplak bir diktatörlükten tam da bekleneceği gibi ülkedeki olağanüstü hal uzatılarak gidildi. Bu sayede, basına sansür uygulanmasından mahkemelerin istenilen doğrultuda kararlar almasına, STK’ların kapatılmasından protesto gösterilerinin yasaklanmasına kadar rejimin işine gelen ne kadar tedbir varsa hepsinin kolayca alınmasının koşulları daha baştan sağlanmış oldu.
Rejimin güdümündeki medya organları seçim startının verilmesiyle birlikte Sisi ile ilgili propaganda yayınlarına daha da fazla ağırlık vermeye, hemen her gün bir fabrika açılışı ya da temel atma töreni vesilesiyle yaptığı konuşmaları yayınlamaya, “terör”le mücadele konusunda gösterdiği başarıları anlatmaya koyuldu. Bir yandan da Sisi’ye karşı rakip olma kapasitesi olmayan adayların, demokrasi gösterisinin gereği olarak televizyonlardaki tartışma programlarında bolca boy göstermeleri sağlandı.
Onlarca aday ortalığa çıktı. Ama seçimlere sadece iki aday katılabildi. Çünkü seçimlerde aday olmak isteyen muhalifler bir taraftan fiili baskılarla yıldırılarak diğer taraftan da seçim yasasının deveye hendek atlatmaktan zor koşullarını yerine getirememeleri nedeniyle devre dışı bırakıldılar. Mısır seçim yasasına göre, adayların meclisteki 596 milletvekilinden en az 20’sinin desteğini almaları veya 27 vilayetin en az 15’inden 25 bin seçmenin imzasını noter tasdikli olarak toplamaları gerekiyordu. Adayların darbe yönetiminin sıkı denetimiyle belirlenerek “seçilmiş” milletvekillerinden 20’sinin desteğini alabilmesi kolay değildi zaten.
İkinci şarta göre ise 25 bin seçmenin imzasını noter huzurunda almaları gerekiyordu. Ne var ki, Mısır’da noter ve tapu kadastro aynı görevi yürüttüğünden bağımsız noter de bulunmuyordu. Noterlerin tamamının birer devlet memuru olduğu koşullarda, muhalif adaylar için 25 bin seçmen imzasının onaylanması da anlaşılır(!) sebeplerle mümkün olamadı. Nitekim adaylardan Sami Anan ve Muhammed Sedat noterlerin kendileri için işlem yapmadıklarını duyurdular. Ancak tabii ki bu durum değiştirilemedi ve Mısır’ın eski diktatörlerinden Enver Sedat’ın yeğeni Muhammed Sedat kendisi için verilen imzaların onaylanmamasından muzdarip olduğunu belirterek adaylıktan çekildiğini açıkladı.
Ancak adayların devre dışı bırakılmasında fiili baskılar şüphesiz milletvekili desteğinin bulunması ya da noter onayının alınmasından daha belirleyici oldu. Sisi ciddi rakip olmaya aday olan neredeyse herkesi mahkeme süreçleriyle yüz yüze bıraktı. Örneğin Mısır eski genelkurmay başkanı Sami Anan adaylığını açıkladıktan kısa bir süre sonra tutuklandı. Sami Anan, Hüsnü Mübarek’in düşmesinin ardından oluşturulan ve geçiş döneminde ülkeyi yöneten Yüksek Askeri Şuranın 20 üyesinden birisiydi. Anan’ın adaylığını açıklamasının hemen ardından Mısır ordusu onun adaylığına karşı olduğunu ifade eden bir bildiri yayımladı. Ordu bildirisinde, Sami Anan’ın görev süresi bitmeden ordudan ayrılamayacağı, Anan’ın görev süresini bitmiş gibi göstererek belgelerde sahtecilik yaptığı söyleniyordu. Nitekim Anan aday olamadı ve çekildiğini açıkladı.
Sisi’nin karşısına çıkmaya aday olan rakiplerinden en önemlilerinden birisi de avukat Halid Ali’ydi. Avukat Ali, stratejik önemi olan iki adanın Suudi Arabistan’a devrini öngören antlaşmayı mahkemeye taşıyıp kararı durdurmuş, böylelikle bir anda “Sisi’ye alt eden adam” olarak Mısır’da popülerleşmişti. Ancak onun adaylık süreci de, “kamuoyunu tahkir ve tahrik etme” suçundan üç ay hapis cezasına çarptırılmasının ardından başlamadan bitmiş oldu. Oysa sol eğilimli Halk Koalisyonu, liberal Düstur ve muhafazakâr Güçlü Mısır partilerinin de içinde bulunduğu yedi parti ortak bir bildiri yayımlayarak, Halid Ali’yi destekleyeceklerini duyurmuştu. Bu partilerin yanı sıra 6 Nisan ve Sosyalist Devrimciler gibi Arap Baharı ve 25 Ocak ayaklanmasında etkin olan hareketler de Ali’ye destek vereceklerini açıklamışlardı.
Cumhurbaşkanlığına 2012 yılındaki seçimlerde aday olan Güçlü Mısır Partisi Başkanı Abdulmunim Ebul Futuh da, Londra’da yaptığı bir açıklamadan dolayı Mısır’a geldikten sonra gözaltına alındı ve adı seçimlerden önce terör listesine eklendi. Böylece o da seçimlerde aday olma imkânını yitirmiş oldu. Albay Ahmed Konsova da aday olabileceğini belirtmesinin hemen ardından hakkında açılan davada “orduda görevi devam ederken siyasi kampanya yürütmek” suçlamasıyla mahkeme karşısına çıkarıldı ve askeri yapıya tavırlarıyla zarar verdiği gerekçesiyle altı yıl hapis cezası aldı.
Hüsnü Mübarek döneminin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Sivil Havacılık Bakanı olan ve 2011 başında iki aylığına başbakanlık görevini üstlenen Ahmed Şefik de Mısır siyasetinin önemli isimlerinden birisiydi ve adaylığını ilan açıkladıktan kısa süre sonra o da benzer bir akıbete uğradı. 2012 seçimlerinde Muhammed Mursi’ye karşı aday olan ve yüzde 48 oy alan Şefik, daha sonra Mısır’dan ayrılıp Birleşik Arap Emirlikleri’ne yerleşmişti. Beş yıl aradan sonra Mısır’a dönen Ahmed Şefik, dönüşünün ardından bir süre ortadan kayboldu ve sonrasında adaylıktan çekildiğini açıkladı. Twitter hesabından yaptığı açıklamada Şefik “Birleşik Arap Emirlikleri’nden döndükten ve Mısır’daki durumu bizzat gördükten sonra, önümüzdeki dönemde devlet idaresini ele almak için uygun kişi olmadığıma kanaat getirdim” diyordu. Özellikle Mısır Ordusu içinde hâlâ çok sayıda destekçisi olduğu düşünülen eski Başbakan Ahmed Şefik de bu şekilde ekarte edildi.
Elinde bulundurduğu iktidar gücü sayesinde uyguladığı yıldırma yollarıyla en ciddi rakiplerini devre dışı bırakan Sisi’nin karşısına, seçimlere “demokratik” görüntü verilebilmesi için uygun bir aday bulunması gerekiyordu. Bu aday da daha önceki dönemde Sisi’yi desteklemiş olan partilerden biri olan Yarın Partisinin başkanı Musa Mustafa Musa oldu. Sonuçta Musa, figüran olarak girdiği seçimlerde, aday bile olmayan birinden daha az oy alarak tarihe adını yazdırdı.
Muhafazakâr Parti, Tagammu Partisi gibi rejim yanlısı sağcı ve solcu partiler “milli ekonomi, kalkınma, sanayi ve ekonomi projelerinin tamamlanması için yaklaşan seçimlerde Sisi’yi destekleyeceklerini” ilan ettiler. Mısır Sendikalar Federasyonu da Sisi’yi destekleyen örgütler kervanında yerini aldı ve federasyon sözcüsü 7 Şubat 2018’deki basın toplantısında “Ülkenin vizyonunun tamamlanması için Sisi’nin bir dönem daha Cumhurbaşkanı olması gerekmektedir” açıklamasında bulundu.
Seçimlere katılamayan adaylar ve partiler ise boykot çağrısı yaptılar. Ancak baskılar yüzünden etkili bir boykot çalışması yürütülemedi. Her ne kadar seçimlere katılım oranı düşük kalsa da bu durum aktif bir boykot propagandasının yarattığı etkiyle değil, emekçi kitlelerin pasif tepkilerinin sonucunda ortaya çıkmış oldu.
Mısır’daki cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ortaya çıkan ağır baskı tablosuna rağmen, demokrasi söyleminde mangalda kül bırakmayan AB ülkelerinden ve ABD’den olumsuz bir ses duyulmadı elbette. Batılı müttefikleri, 2013 Temmuzundaki darbenin ardından 60 binden fazla kişinin siyasi gerekçelerle tutuklanmasına, 2 bin 332 kişi ölüm cezasına çarptırılmasına, son iki yılda yaklaşık 100 tutuklunun idam edilip 1700 kişinin de kaybedilmesine ve 60’a yakın sayıda gazetecinin tutuklanıp 500’e yakın internet sitesinin kapatılmasına rağmen Sisi’ye olan desteklerini hiçbir zaman esirgememişlerdi zaten. Sisi’yi, Nisan ayında Kahire’ye yaptığı ziyaret esnasında, Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel “çok etkileyici bir Cumhurbaşkanı” olarak nitelendirmiş, Fransa ise Ekim ayında görkemli biçimde ağırlamıştı. Kapitalist devletlerin “demokratik” duyarlılıkları konusunda seslerini kısmanın yolunu bilen tüm diktatörler gibi Sisi de bu jestleri karşılıksız bırakmamış, Fransa ile 6 milyar euroluk, Almanya ile 500 milyon euroluk silah ve savunma sistemi alımı antlaşmaları imzalamıştı.
Ülke içinden ve dışından çeşitli kesimlerden aldığı bu destekler ve elbette yarattığı muazzam baskı koşulları sayesinde Sisi’nin diktatörlere yakışır bir oy oranıyla yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi zor olmadı. Başta ekonomideki kötü gidişat olmak üzere, iç politikadaki kırılganlıklar ve dış ilişkilerdeki emperyalist güçler arasındaki yalpalamalar rejimin önündeki büyük zorluklar olarak kalmaya devam etseler de, Sisi yönetimi seçimleri kazasız belâsız atlatarak hiç olmazsa burjuvazi içerisindeki kavgalardan beslenen kimi ihtimalleri bir kenara kaldırmış oldu. Emekçilerin kitlesel ayağa kalkışını suiistimal ederek askeri bir darbeyle iktidara gelen ve o günden bugüne Mübarek dönemindeki güç dengelerini yeniden tesis etme amacındaki bir gerici restorasyonu gerçekleştirme uğraşını sürdüren Sisi rejimi, seçim müsameresinin bitmesiyle de işlerine kaldığı yerden devam etmeye koyuldu.
Mısır’daki gibi, seçim sonuçlarının baştan belli olduğu yani rejime muhalif kesimlerin umudunun ayakta tutulmasının seçimin sonucundan daha önemli olduğu durumlarda, adaletsizliğin, haksızlığın ve gayri meşruluğun teşhir edilmesi son derece önemli hale gelir. Rejimin ağır baskılardan, adaletsiz ve hileli seçimlerden başka bir yolla üstün gelemediğini emekçilere gösterebilmek ve buradan hareketle onları örgütlü bir mücadelenin parçası haline getirebilmek en bereketli tohumları güzel yarınlar için toprağa serpmek demektir çünkü.
link: Selim Fuat, Mısır Seçimlerinin Anlattıkları, 3 Nisan 2018, https://marksist.net/node/6281
Gündüzleri Hitler Gençliği, Geceleri Swing Kids
“Sosyal” Yardımlar ve Ulufelerle Nereye Kadar?