Her sabah milyonlarcamız işe gitmek için yollara düşeriz. Kimimiz servisle, kimimiz özel aracımızla işe gideriz. Ama çoğumuz minibüsleri ya da İETT araçlarını tercih etmek zorunda kalır.
Genel tercihimiz İETT'den yana olur. Çünkü bu aracın ekonomik oluşu tercihte ağır basar. Şimdilik! Aylık 60 milyon ödeyerek yalnızca bu araçta kullanılabilen mavi kartı alır ve ay içerisinde istediğimiz kadar kullanabiliriz. Genelde yol parası ödeyen şirketler bu ücreti belirlerken mavi kart parasını baz alır. Yani patron yol parasını ucuza mal edeceği için bize mavi kartı uygun görür. Maalesef pek çok işyeri de yol parasını vermez ve bu nedenle işe gitmek için cebimizden para ödemek zorunda kalırız. Zaten yetmeyen ücretimizle geçimimizi sürdürebilmek için en ekonomik olanı tercih etmek zorunda kalırız. Ancak İETT araçlarının sağladığı tasarruf bir yana, her türlü konfordan uzaktır. Örneğin oturarak rahat bir yolculuk yapmak ya da bol oksijenli ferah bir ortamda işe gidebilmek mümkün değildir.
Adı üstünde toplu taşıma. Bizi o kadar derli toplu taşır ki sağa sola dönmemiz imkânsız olur. Zaten bütün gün boyunca işyerinde makinenin uzantısı gibi sabit dururuz. Çoğu zaman işin gerektirdiği hareketin dışında bir şey yapamayız. İşte bu araç da sabahın ilk ışıklarında bizi güne hazırlamak için talim yaptırır. Çalışmak işkence olduğu gibi, işyerine ulaşabilmek de işkencedir bizim için.
Otobüsler o kadar kalabalık olur ki iğne atsan yere düşmez. Bizler birbirimize yakın ama bir o kadar da uzak dururuz. Her birimiz dalıp gider ve bir an evvel yolculuğun bitmesini isteriz. Bir de kendimize bir benzetme yaparız. Balık istifi gibi doldurulduk yine. Hani şu derya içinde olup da deryayı bilmeyen balık misali. Her gün buna katlanır ama görmez, duymaz ve ses çıkartmayız.
Toplu taşıma araçlarının iklimi dört mevsim aynıdır. Aşırı bunaltıcı, boğuk bir hava, sıfır oksijen ve bunun beraberinde sıkılan dişler, kabaran öfke. Fakat bu öfke çoğu zaman saman alevi gibi parlayıp söner, kendi içinde kalır. Ya da hedefini şaşırır. Aynı durumda olan işçilere bağırırız. Ve otobüste kavga başlar:
- Ne sıkıştırıyorsun kardeşim gitsene arkaya doğru!
- Yer mi var sanki? Sabah sabah tepemin tasını attırma!
Ve şoför arkaya doğru istiflenin diyen o daaat ziliyle olaya müdahale eder ama nasibini alır.
- Hep sen alıyorsun bunca yolcuyu. Görmüyor musun halimizi?
- Benim görevim duraklarda durup yolcu almak. Niye bana bağırıyorsun, gücün bana mı yetiyor? Rahat edemediysen taksi tutup git kardeşim?
- Niye sabah sabah birbirinize bağırıyorsunuz? Kimin parası var ki taksi tutup da gidebilsin? Biz bu durumlara düşürenler utansın. Baştakiler adam değil ki, yıllardır umut besledik, hep fos çıktı.
Meraklı gözler 'eee çözüm ne?' diye sorar ve burada takılıp kalınır. Arabadan indiğimizde rahat bir soluk alır, sabah yaşadıklarımızı akşam tekrar hatırlamak üzere unuturuz.
Aslında çözüm bizde, ellerimizde. Yıllardır aynı yüzleri iktidara taşıdık. Adına demokrasi dedik, seçme özgürlüğü dedik. Her ne hikmetse seçilenler hiç değişmedi. Ve aynı torna tezgahından çıkmış gibi benzer taktikleri, politikaları uyguladı. Patronların çıkarlarını koruyup, onların taleplerini yerine getirdiler. Artık çözüm için yeni yüzler aramaktansa kendimize dönüp bakmak zorundayız.
Patronlarsa bizi her zaman daha ucuza mâl etmenin, daha fazla sömürmenin yollarını aradılar, arıyorlar. Yalnızca işe insan gibi gidebilme koşullarını sağlamamakla değil, kalitesiz ve sağlıksız öğle yemekleriyle, yetersiz ısınma koşullarıyla, yetersiz iş güvenliğiyle ve yetersiz sağlık koşullarıyla yaşamlarımızı zorlaştırıyor ve belirliyorlar. Bunun karşılığında ise daha kaliteli ve daha fazla iş istiyorlar.
Artık yeter! Nasıl bir dünyada yaşadığımızı, her gün iliğimize kadar nasıl sömürüldüğümüzü biliyoruz. Ve bunları hak etmediğimizi de biliyoruz. Bizler, her gün karşılaştığımız bu durumlarda biriken öfkemizi, sınıf bilinciyle birleştirerek, her gün bu düzenin yıkılacağına inanarak yaşamak, insanca yaşanır bir dünyayı kurmak için mücadele etmek zorundayız.
Çözüm ellerimizde, örgütlü mücadelemizde
Dünyanın Bütün işçileri Birleşin
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
link: İstanbul'dan MT okuru bir işçi, Yol çilesi, 22 Mart 2004, https://marksist.net/node/1219
Yerel Yönetimler ve Yerel Seçimler Üzerine
Sezonluk İşçiler: “Dershane öğretmenleri”